"Allah'ın indirdiği vahiyden bazı kısımları gizleyenler ve bunu az bir kazanç karşılığı değiştirenlere gelince: Onlar karınlarını ateşle doldururlar. Ve Kıyamet Günü Allah onlarla ne konuşacak, ne de (günahlarından) onları arındıracaktır. Şiddetli azap onları beklemektedir." (Bakara, 2/174)
Kur'an'ın korunmuşluğuna rağmen yorumlanırken tahrif edilmesi riski bulunmaktadır. Çünkü Rasulullah'ın kıraati, tebyin ve teşhidi hariç, ümmetten hiç kimseye eylemlerinin ilahi kontrol ve denetim altında tutulup anında düzeltileceği garantisi verilmemiştir. Öte yandan tahrif ve yanlış anlama olgusu içerden ve dışardan olmak üzere iki yönden gelebilmektedir; başka bir deyişle iyi niyetli ve kötü niyetli olabilmektedir. İster içerden iyi niyetle, isterse dışardan kötü niyetle gelsin Kur'an'ın mesajını asli ekseninden saptırma çabası içinde olanlara karşı sorumluluk bilincine sahip olan müminlerin yapması gerekenler vardır. En genelde yapılması gerekeni şöyle özetleyebiliriz: Kur'an'ı çok iyi tanımak ve Kur'an'ı Kur'an'da va'z edilen ilke ve yöntemlerle okumak. Biz bu çalışma ile sorumluluk bilincine sahip müminlere mütevazı bir katkı sağlamak niyetindeyiz.
1. Kendi Bütünlüğü İçinde Çelişkisiz Bir Kitap Olarak Kur'an
Kur'an'ın korunmuşluğuna gölge düşürmemek için onu bütüncül okumak gerekir. Çünkü o bütünlüğü içinde anlamlı ve çelişkisiz hükümler içerir. Geçmişte –Kur'an'dan önce– ilahi vahye muhatap olanların temel yanlışlarından biri, "Kitab'ı bölmek" şeklinde ifade edilmiş ve bu tutum sahipleri ebedi azap ile tehdit edilmişlerdir.
Kur'an; Rabbimiz tarafından beyan edilen, tefsir edilen bir kitaptır. Bu nedenle bir yerde genel olan bir hüküm, başka bir tahsis edilebilmekte, bir ayette kapalı gibi duran hususlar başka ayetlerde mufassalen, musarrafen açıklanabilmektedir. Açıklamalar bazen aynı sure içerisinde yer alırken, bazen de Kur'an'ın tüm sureleri içindeki genel mesaja yayılmış olabilmektedir. Bu durumda arınmak için, salih niyetlerle Kur'an'a gönül verenlerin tek bir ayetin ilk anda akla gelen anlamından hüküm çıkarmak yerine, mesajın bütünlüğünde mündemiç olan öğütlerin tümüne dikkat ederek karar vermesi gerekmektedir.
Kur'an'ı atomik/parçacı bir şekilde okuma çabaları "Bektaşi mantığı" diye şöhret bulmuştur. Bu mantık "hakikatin bir kısmını öne çıkarırken diğer kısmını işine gelmediği için görmezden gelmeye çalışmak" diye özetlenebilir.
İnsan yaşamını tüm yönleri ile tevhit ve adaletin gerektirdiği bir ölçüye göre kuşatmak isteyen ilahi kelamın mesajına karşı düşmanlar, hem içerden –dost gibi gözükenler– hem de dışarıdan olabilir. Her iki düşman da Ali İmran suresi 7. ayet bağlamında ifade edersek, müteşabihin te'vilini fitne konusu yapmak için Kur'an'ın bütüncül mesajını göz önünde tutmadan yoruma gidebilir. Oysa Rabbimiz bu ayette, mesajın yanlış anlaşılmasının önüne geçmenin yollarından birini açıklamakta ve "müteşabih ayetlerin muhkem ayetler üzerine bina edilerek anlaşılması gerektiğini" beyan etmektedir. Tek bir müteşabih ayette geçen bir kelime üzerinden fitne çıkarmak maksadı ile yapılan parçalayıcı yorum çabaları hem iyi niyetli olamaz; hem de iyi niyetli olsa bile vahametle sonuçlanmaktan kendini kurtaramaz. Geçmişte Kitap Ehli'nin düştüğü bu duruma biz Kur'an talebelerinin de düşmemesi için ilahi vahyin mesajını hikmetleri ile birlikte bütüncül olarak okumamız gerekir.
İlahi hükümleri kendi aralarında üstünlük yarışına veya rekabete sokmamalı ve tüm ilahi mesajı bir bütünün ayrılmaz parçaları ile görmeliyiz. Bu bağlamda Kur'an konularını "itikat, ibadet, şeriat-muâmelât" diye ayırmak ifade kolaylığı açısından anlamlıdır. Yoksa Rabbimiz mesajını böyle ayırımlara tabi tutmamıştır. Bize yakışan ahlaki tutum ise, hiç birini ötekinden ayırmamaktır. Öyle ki, bir bütünün parçalarından biri olmadığında eksik kalacağını özgünlüğünü –acebenliğini– yitireceğini bilmeliyiz. İtikat olmadan ibadet ve şeriat ahkamı, şeriat olmadan da ahlaki ilkeler yetimdir, öksüzdür, eksiktir.
Öte yandan tâğutların rızasını elde etmek veya tembelliğe mazeret üretmek için Kur'an'ın bütünlüğünü parçalamak isteyen kimselerin –sınav devam ettiği müddetçe, Kıyamet'e kadar– her zaman varolacağı muhakkaktır.
Öyleyse bu tür durumlara hazır olmak lazımdır. Hazırlığımızı da sağdan ve soldan yaklaşan insan şeytanlarının düşürebileceği tuzaklara karşı uyanık, tedbirli olmak suretiyle yapmalıyız. Bilmeliyiz ki, yeryüzünde ilahlık taslayan ve gücü elinde bulunduran insan şeytanlarının kalbini kazanmak için yağcılık yapacak gönüllü münafıklar her zaman ümmet içersinde bulunacak, Kitab'ın bütünlüğünü tâğutlar lehine bozmaya çalışacaklardır.
Bu tür kimselere karşı Rabbimiz, Rasulullah'ın şahsında bizleri şöyle uyarmaktadır: "O halde (ey peygamber! Sırf kafirler hoşlanmıyorlar diye ve) onların 'Niçin ona gökten bir hazine indirilmedi, ya da niçin onunla (gözle görülür) bir melek gelmedi?' diye söylenmelerinden ötürü yüreğin daralıyor diye, sana vahyedilen mesajın bir kısmını göz ardı etmen hiç doğru olur mu? Unutma ki, sen sadece bir uyarıcısın; Allah ise her şeyin üzerinde gözetleyici olarak bulunuyor." (Hûd, 11/12)
Kendi iç bütünlüğünde hiçbir çelişki ve tutarsızlık barındırmayan Kur'an'ı Yüce Allah müşriklerin bütün tenkitlerine rağmen tenzilen-tertilen/yavaş yavaş, planlı bir şekilde indirmiştir. Bu nedenle onun kıraati de nüzûlüne uygun olmalıdır. İlahi kelam yirmi üç yıllık bir süreçte indirildiği halde ayetleri arasında tam bir tutarlılık ve tam bir iç bütünlük oluşturacak ilişki vardır.
Bütüncül okumamak iki nedenle olabilir: Birincisi yetersizlikten. İkincisi ise dünyayı ahirete tercih etmekten, yani kötü niyetten. Kötü niyet, vahyin sözüne ilişemediği için yorumla asıl mecrasından saptırmak şeklinde tezahür eder ki, buna tarih boyunca genellikle 'tahrif' denilmiştir.1
Yetersizliğin yol açtığı bir başka sorun da ön yargılardır. İnsanın içinde yetiştiği kültürel atmosfer ve çevre şartlarının etkisiyle Kur'an'a yaklaşması yanlış yorumlar yapmasına yol açabilir. Mesela Haricilerin Acâride adıyla bilinen bir fırkası "Kur'an'a layık olmayan bir aşk hikayesini içerdiği iddiasıyla" Yusuf Suresi'ni kabul etmeye yanaşmamıştır.2
Kur'an'ı ve önceki vahiyleri bütünlüğünden koparan kötü niyetli, menfaatperestler –ğarra'ya kapılanlar– "karınlarına ateş dolduranlar" şeklinde tavsif edilmiştir.3
1.1.Mufassal Bir Kitap Olarak Kur'an
Kur'an'ın genel mesajı her bölümde bıktırmayacak şekilde tekrar edilmiş, açıklanmıştır. Mücmel değildir. Kendi bütünlüğü, gayesi ve özgün yapısı itibariyle kapalı ifadeler değil apaçık bir mesaj taşımaktadır. Yeryüzünde müminlere rehberlik edece kitap ve hikmete ilişkin yeterince açıklama yapan Rabbimiz onu genişçe izah etmiş, gerektiği kadar açıklamıştır. Hidayet amacına uygun olarak gerekli her konuda temel açıklamalar yapan Yüce Allah, müminlere hayatın tüm sorunlarını çözecek bir perspektif kazandıracak kadar bilgi vermiştir.
Bu hakikat En'am Suresi, 55.ayette şöyle beyan edilmiştir: "Böylece mesajlarımızı Mufassal olarak/açık şekilde anlatıyoruz ki, mücrimlerin/günaha batmış olanların yolu (dürüst ve erdemlilerden) ayırt edilebilsin."4
1.2. Musarraf Bir Kitap Olarak Kur'an
"...Bakın mesajlarımızı nasıl musarraf /evirip çevirip çok yönlü olarak dile getiriyoruz. Ama hala küçümseyerek yüz çeviriyorlar." (Enam, 6/46)5
Rabliğinde ortak tanımayan, hakimler hakimi olan, kelime sıkıntısı çekmeyen Yüce Rabbimiz mesajını dönüp dolaşıp türlü şekillerde, çokça unutan insanoğluna açıklamıştır. İlahi kelam, temel mesajı az sözle çok şey anlatacak biçimde dile getirmektedir. Bu yüzden insanların kendi tasavvurlarında kurguladıkları anlam takdirine ihtiyaç duymamaktadır.
İlahi kelam ile Rabbimiz salt bilgi vermeyi değil; bilinç, inanç oluşturmayı, eyleme yöneltmeyi dilemiştir. Bu bağlamda Kur'an; tekrarlardan kaçınan, mekanize edilmiş çıplak bilgi vermeyi gaye edinen beşeri çalışmalardan çok farklıdır.
Bilindiği gibi okuma parçası metni olan Kur'an konuşma dili olan "hitap" şeklinde indirilmiştir. Yazıya geçirildiği halde, bu üslubunu halen korumaya devam ediyor olması onun hem i'cazına hem de korumuşluğuna delalet etmektedir. Beşeri eserlerde evirip çevirip bir konu üzerinde durmak, okuyanları dinleyenleri sıktığı halde Kur'an için böyle bir sorun yaşanmamaktadır. Çünkü mucizevi bir belagata sahip olan ilahi bir kitaptır.
Kur'an bir hidayet kitabı olarak öğüt almak isteyenler için hayatın tüm alanlarına ilişkin olarak genel bakış açısı kazandıracak ölçülerin temel öğelerini vermektedir. Bu yönü ile Kur'an'a eksiklik isnad etmek mümkün değildir. Onun mufassal, musarraf sıfatları bu hakikati dile getirmiştir. Ancak Kur'an'ın eksiksiz olması, onun amacı dışındaki konularda "yaş-kuru" her şeyden haber vermesi demek değildir. Hidayet etme gayesi dışında ondan beyanda bulunmasını beklemek doğru değildir. Amaçla ilgili her konuda Allah'a karşı duyarlılıklarını muhafaza etmek, arınmak ve onunla arındırmak isteyen müminler için bütün sorunların çözüm kaynağı Kur'an'ıdır. Kur'an'ın mufassal bir kitap oluşu, yeterliliğine ilahi vahyin dilinden bir kanıttır. Bu da göstermektedir ki, ilahi mesaj vicdanlara ve salt mabetlere hapsedilemeyecek kifayette kılavuzluk ölçüleri ile donatılmıştır.
"... (Kur'an'a gelince) o hiçbir şekilde uydurulmuş bir söz olamaz. Fakat o, kendisinden önceki vahiylerden doğru ve gerçek adına ne kalmışsa doğrulayan ve inanmak isteyen insanlara her şeyi açık seçik bir biçimde (mufassal olarak) dile getiren hidayet ve rahmet (bahşeden ilahi bir mesaj)dir." (Yusuf, 12/111)6
1. 3.Müfesser Bir Kitap Olarak Kur'an
"Bunun içindir ki, hangi soruyla karşılarına çıkarlarsa çıksınlar, Biz sana mutlaka asıl doğru olan neyse onu ve en güzel tefsiri/açıklamayı getirmekteyiz." (Furkan, 25/33)7
Kur'an'ın en iyi ve en sahih tefsiri, yine Kur'an'ı rehber ittihaz ederek yapılanıdır. Bu nedenle Kur'an'ın anlaşılmasında birinci dereceden ilk kaynak Kur'an'ın kendisidir. Kur'an'ın bir ayetindeki kapalılık başka bir ayetinde beyan edilmektedir. Yeter ki, beşeri müdahalelerle özgün mesaj bulandırılmaya, gölgelenmeye çalışılmasın. Bu nedenle "tefsir" adı altında yapılan eski ve yeni/modern tahrifleri ortaya çıkarmanın ilk başvurulması gereken yolu da, yine Kur'an'a tâbi olmaktan geçmektedir.
Kur'an'dan gayesi dışındaki konularda da bilgi vermesini bekleyenler, kendilerine Enam Suresi, 38. ayeti delil ittihaz etmişlerdir. Oysa bu ayet levh-i mahfuzdaki Allah'ın takdirlerinin sicil kayıtları anlamına gelmektedir. Kur'an'ın eksiksiz olması her konuda yerli yersiz açıklama yapması, yada her bir harfinde yüz binlerce anlam taşıması anlamına gelmemektedir.
2. Kötü Niyetin Bir Uzantısı Olan Tahrif, Tağyir ve Tebdil
Tahrif, yan, taraf, harf, dil, lehçe, dönmek, meydana gelmek anlamlarına gelir. H-R-F kök harflerinden türetilmiştir. Tahrif bir şeyi eğriltmek demektir. Bu bağlamda tahrîfu'l-kalem; kalemi eğri yontmaktır. Aynı kökten türeyen İnhiraf ise; bir şeyi yönünden saptırmak anlamına gelir. Terim olarak tahrif; bir şeyin aslını bozmak manasına gelir. Tahrifle aynı anlam alanında yer alan diğer iki kelime de Tağyir ve Tebdil'dir. Tağyir bir şeyi değiştirmek demektir.8
Tebdil ise "bir şeyin şeklini değiştirerek, bedel getirmek" demektir.9
Tebdil Kur'an'da ahireti dünya ile, iyiliği kötülük ile değiştirerek (tebdil) hakikati az bir pahaya satan İsrailoğulları'ndan söz eden ayetlerin bağlamı içinde geçmektedir.10
2. 1. Acele Etmek
Önemli bir konuda iyice araştırmadan, vahyin söylediği son sözü idrak etmeden görüş bildirmede tezlik göstermek yasaklanmıştır. Değil mi ki Kur'an tertilen-tenzilen-ala müksin/yavaş yavaş planlı bir şekilde inmiştir? Öyleyse Kur'an'ı iniş şekline uygun olarak belli bir plan içinde kalbimizi pekiştirerek okuyup idrak etmek gerekir.11
Kur'an'ın yavaş yavaş indirilmesi onun mesajının muhataplarınca özümsenmesini, yüreklere işleyen bir yaşam alanı kazanmasını sağlamıştır. İşte bu sebeptendir ki, ilahi vahyi tam olarak anlamak isteyenler aceleci davranmamalıdır. Bir sonuç çıkarmadan önce mesajın tümü incelenmeli, bir parça hakikatin diğer ayetlere yayılan umûmi anlam örgüsü içindeki yeri doğru tespit edilmelidir.
Kur'an'ın kimi konulara ilişkin yaklaşımlarını bütünü göz önüne tutmadan, tez canlılıkla, duygusal ve tepkisel bir şekilde açıklamaya kalkmak aşağıdaki ayette yasaklanmaktadır:
"Öyleyse (bil ki) Allah, var olan her şeyin ötesinde yüceler yücesidir. Mutlak ve nihai egemenlik sahibi, mutlak ve nihai gerçektir. Dolayısı ile Kur'an'ın vahyi bütünüyle sana ulaştırılmadan önce onun hakkında (görüş bildirmekte) tezlik gösterme, fakat (daima) 'Ey Rabbim! Benim ilmimi arttır' de!" (Tâhâ, 20/114)12
2. 2. Besmelesiz Okumak
Allah'ın adı ile değil, yeryüzünde taşkınlık yapan tağutları inkar ederek okumak gerekirken zalimlerin adı ile –onların rızasını kazanmak için hoşlarına gidecek şekilde yorumlamak– okumak haramdır.13
İşte bu nedenlerle Kur'an'ı mekanik bir şekilde, sıradan bir iş yapıyormuş gibi kıraat etmek doğru değildir. İlahi vahyin mesajını kalbimizde duyumsamadan, gönlümüzde özümsemeden, huşûsuz bir şekilde papağan gibi tekrarlamaktan kaçınmak gerekir. Bunun yerine mesajın kulaklara ve yüreklere işleyen mesajının elfazından ve meânîsinden gerekli faydayı elde etmek için ağır ağır, planlı bir şekilde hazmederek okunması gerekmektedir.
Kur'an'ı Allah'ın adı ile ve arınmak için okumalıyız. Bu yüzden her okuyana nesnel bir anlam garantisi vermeyen Rabbimiz kitabı besmele ile okumayı emretmiştir.
Kendi yaşamının farkında olup, kaderini tayinde söz sahibi kılınmış bir varlık olan insanoğlu, ancak bilinçli olduğu oranda beşeri zaaflarından arınabilmektedir. Bu nedenle eylemlerini bir alışkanlık eseri değil de belli bir şuurla yapması insanların tekamülü için elzemdir. İlahi vahyi önyargılardan arınarak okumak gerekir. Salt "Allah'ın adı ile" O'nun rızasını kazanmak maksadı ile girişilen çabalar, mesajın doğru kavranmasında başarılı olabilecek bir mahiyet taşımaktadır. Zaten Allah'ın adı ile başlamayan, ilahi vahyin ölçüleri anlamlandırılmayan hiçbir fikri arınma ve hiçbir amel İslâmîlik vasfını hak edemez. Değil mi ki ilahi vahiy, ilk hitabını "Yaratan Rabbinin adı ile oku!" şeklinde yapmıştır? Öyleyse O'nun adı ile başlama bilinci taşımayan hiçbir fehm-fıkh ve eylemlilik çabası Rabbani rızaya ulaşamayacaktır.
Allah'ın adı ile okumak, O'nun rızasını ve memnuniyetini arzulayarak mücadeleyi biçimlendirmek anlamına da gelmektedir. Bu noktada Kur'an okumaları eğer şer odaklarını memnun etmeyi amaçlayarak yapılıyorsa, ilahi rızadan hiçbir iz taşımayan sonuçların hasıl olmasına engel olmak mümkün olmayacaktır. Bu nedenle aşağıdaki ayette beyan edildiği üzere, niyetin halis olması gerekmektedir; Allah'ın adını yüceltmeyi amaçlayan hiçbir okuma hiçbir şekilde ilahi vahyin bütüncül mesajını doğru takdir edemeyecektir:
"Ama (hem gece hem de gündüz) Rabbinin adını an! Ve bütü varlığınla kendini O'na ada!" (Müzzemmil, 73/8)
Önyargılardan arınarak, Allah'ın rızasını kazanmak için Kur'an'ı okumak, istiâze ile/şeytani olan her tür güç odaklarından ilahi vahyin esenliğine sığınarak mümkündür. Hem şeytani güçleri hem de Rabbi memnun etme amacı taşıyan Kur'an okumaları, yarım gönüllü münafıkların işidir. Günümüzde bu tür münafıklar, Kur'an'ın aslına nüfuz edemedikleri için manasında, meal ve tefsirinde reform yapma, ilahi vahyin te'vili ile tahrif yapmaya yönelmektedirler. Çünkü onlar her işlerinde olduğu gibi vahyi te'vil etmede de Allah'a istiâzede bulunmamakta, tâğutlara sığınmaktadırlar. Oysa sığınmaya değer tek güç Allah'tır:
"İmdi Kur'an okuyacağın zaman, hemen o kovulmuş şeytandan istiâze yap! (Besmele ile Allah'a sığın). Gerçekte onun imana erişenlerin ve Rablerine güven bağlamış olanların üzerinde bir nüfuzu/etkisi yoktur. Onun yalnızca kendisini izlemeye istekli olanlar üzerinde ve bir de ona tanrısal nitelikler yakıştıranlar üzerinde etkisi vardır." (Nahl, 16/98-100)
2. 3. Tağutları Memnun Etmek İçin Okumak
Günümüzde bir takım çevrelerin sistemlerin düzenlerin onayını alabilmek için veya zalimlerden "aferin" alabilmek için, yahut özgüvenden yoksun kompleksli, kişiliğini doyurmada 'dünyayı ahirete tercih eden bir ahlakla Kur'an'ı yorumlamaya kalkan Samiriler vardır. Böyle kimselerin Kur'an'ı doğru anlama ve doğru tebliğ etmeleri mümkün değildir. Çünkü Onlar Kur'an'ı Allah'ın adı ile değil tâğutun adı ile okumakta, yorumlamakta, hatta tefsirleri ile tahrif etmeye kalkmaktadırlar.
Tağuttan yardım dilemek için, zalimlerin rızasını elde etmek için Kur'an'a yapılan tüm müracaatlar telafisi imkansız yanlışlara yol açacak, ilahi mesajın bir kısmının ya neshi/hükmünün ortadan kaldırılmak istenmesi ile ya da müstekbirlerin hatırı için tahrif edilmesi sonuçlanacaktır. İslâmî bir dâvâ, tağutlardan müdâhane/yağcılık ve ilkesizlik yaparak onların gönüllerini alma anlamına gelecek hiçbir yardım almamalı, İlahi mesajı da onların gözlüğü ile okuyup yorumlamaya kalkmamalıdır. "Saray uleması" diye geçmişte ünlenen Samiri kılıklı bir takım "din uzmanları"nın Allah'ın bizim için seçip razı olduğu İslam'ı zalimlerin hizmetlerine sunabilmek için çeşitli çabalar içerisinde oldukları tarih boyunca vaki olmuştur. Böyle kimselerin varlığı fitne/sınama vesilesi olarak, kıyamete kadar da devam edecektir.
Furkanın/doğru ile yanlışı ayırt etmenin ölçülerini lütfeden ilahi kelam, zalimlerin yanlışlarını onaylama, fasıkların günahlarına fetva çıkarma aracına indirgendiğinde tabii ki, sonuçta Kur'an anlaşılamayacaktır. Çünkü Kur'an, sadece kalplerini arınmaya açık tutan, mütevazı, Rablerine karşı sorumluluk bilinci taşıyan kimseler için bir hidayet kaynağıdır.
Tağutu inkar etmeden iman etmek nasıl mümkün değilse, tağut adına Kur'an'a başvurmak da fehm-fıkh çabalarında istenmeyen neticelerin hasıl olmasına yol açacaktır. Aslında Kur'an, bütün boyutları ile açık ve anlaşılır bir mahiyet taşımaktadır. Fakat asıl sorun, müstağnilerin, müstekbirlerin, zalimlerin kısaca arınmak değil saptırmak için pazarlıklı bir şekilde Kur'an'ın açacağı kapıların önünde bekleşen kötü niyetli kimselerden ve onlara içerden izinsiz yardım yapmaya kalkan işbirlikçilerin "Allah'ın adı ile" olmayan çabalarından kaynaklanmaktadır.
Tağutların razı olduğu bir mücadele nasıl İslâmîlik vasıflarından uzak ise, İlahi rızayı elde etmede bulanık niyetler taşıyan her okuma da Kur'an'ı yanlış anlamaktan, yanlış yerlerde araçlaştırmaktan asla kurtulamayacaktır. Rabbimiz çok sayıda ayette bu tehlikeye dikkat çekerek loyalist -bağımlı, yamalıkçı, eklemlemeci, entegrist- kişilerin muhtemel saptırmalarına karşı bizleri uyarmakta, mücadelenin "tâğutu inkar"la başlaması gerektiğini beyan etmektedir:
"O halde tâğuta/şeytani güç ve düzenlere (uymayı) reddedenler ve Allah'a inananlar, hiçbir zaman kopmayacak en sağlam mesnede/urvetü-l vüskaya tutunmuşlardır. Zira Allah her şeyi işitendir, her şeyi bilendir." (Bakara, 2/256)
Burada Peygamberimizin "müstekbirlerin hatırı için mustazafların kalbini kırmakla sonuçlanabilecek eğilimleri"nin eleştirildiği Abese Sûresi ayetleri hatırlanmalıdır. Eğer bu eğilime Rabbani izin çıkmış olsaydı, İslami mücadele ana caddesinden, asıl ekseninden sapabilecekti. Öte yandan bundan daha kötüsü İlahi vahyin sağladığı imkanları zalimlerle ilişkilerde, heba etmek de mümkündür.
Bu sebeple Kur'an'ın mesajının gönüllerde meydana getirdiği kazanımların yok olmasına yol açabilecek, haksızlığı körükleyici, sömürüye çanak tutucu, zulmü meşrulaştırıcı tutumlardan kaçınmak şarttır. Aksi takdirde Rabbani mesaj, "mücadelede kazanılanın masada kaybedilmesi" manasına gelebilecek ilişki biçimlerinin meşrulaştırıcı aracı durumuna düşürülmüş olacaktır. Ki bu tür anlama ve yorumlama şekilleri ile, İlahi mesajın doğru kavranması/fıkhedilmesi imkansızdır. Kur'an ile olan ilişkide niyetin sonucu nasıl da belirlediğini, ilahi vahyin iman edenlerin imanını, bilinçli olarak küfrü tercih edenlerin de küfrünü nasıl da artırarak katmerleştirdiğini aşağıdaki ayetler şöyle beyan etmektedir:
"Ve (gerçeği anlamamalarından ötürü onlara) Kur'an okunduğu zamanlar seninle ahirete inanmayacaklar arasına görünmeyen bir perde çekeriz. Ve kalplerine, onu kavramalarına engel olacak bir örtü koyarız ve kulaklarına da bir tıkaç. Ve bu yüzden Kur'an okunurken ne zaman Rablerinden tek ilah olarak söz etsen nefretle sırtlarını dönüp giderler. Seni dinledikleri zaman, Biz onların aslında neye kulak kesildiklerini ve kendi aralarında görüştükleri zaman, bu zalimlerin (birbirlerine): '(Eğer Muhammed'e uyarsanız), düpedüz büyülenmiş bir adama uymuş olacaksınız.' dediklerini çok iyi biliyoruz." (İsra, 17/45-47)
2. 4. Müdâhane İle Okumak
Tağutlarla ilişkiyi belirleyen Kur'anî ilkelerden biri de "müdâhane etmemek"tir. Müdâhane; şer güçlerin ilgisini, sevgi ve hoşnutluğunu elde etmek için yağcılık yaparak ilkesiz davranmaktır. Bu ilkesizlik hali ile yapılan Kur'an okumaları, "Allah'ın adaleti ikame etme emri"ne hizmet edeceğine, bir kısım ayetlerin içinin boşaltılmasına, bir kısmının tahrifine ve neshine/hükmünün ortadan kaldırılmasına yol açabilecek tehlikeleri özünde barındırmaktadır.
Bize göre Kur'an'ın kimi konularını kimileri ile rekabete sokmak, birbirleri ile üstünlük yarışına sokmak müdâhanedir. Fâriza veya tavsiye içeren ayetleri birbirleri içersinde kıymetlendirme hiyerarşisine tabi tutmak, anlatım kolaylığından çok etkisiz kılma çabasından başka bir şey değildir. Mesela, ilim öğrenmek de, tesettür'ü başörtüsü ile taçlandırmak da gereklidir. Fakat bunların birinin diğerinden daha üstün ve öncelikli olduğunu iddia etmek gayba taş atmaktır. Çünkü hangisinin Allah katında diğerinden daha öncelikli olduğunu O'ndan başkası bilemez.
Aynı şekilde Allah'ın bazı ayetlerinin "yasama ruhu, fiilî yasama ayırımları ile, devir değişti" türünden bahanelerle neshine yol açabilecek tutumlar içerisine girmek, Kur'an'ı Allah'ın adı ile değil, tâğutun adı ile okumaktan ileri gelmektedir. Ki, bu tutum Kitaba ikinci dereceden değer biçerek seküler aklı birincil kaynak durumuna yükseltmektedir.
İlke'yi değil, icâbât-ı vakt-i hal'i(reelpolitiği veya mevcut durumun geçici dönemsel şartlarını) kutsallaştıran, müstekbirlerin hatırı için mustazafların gönlünü kırmaya yol açan bu tür tutumlar, Kur'an mesajının yanlış anlaşılmasına ve yanlış yaşanmasına yol açacaktır. Aşağıdaki ayetler zalimlerle olan ilişkilerde Kur'an talebelerinin takınması gereken onurlu tutuma dair Rabbani buyrukları özetlemektedir:
"Gerçek şu ki, yalnız senin Rabbin, kimin kendi yolundan saptığını bilir ve yalnız O'dur, kimin doğru yolda olduğunu bilen. O halde kafirlerin arzu ve özlemlerine uyma. Onlar senin (kendileri)ne müdâhane yapmanı/yağcılık yapacak derecede yumuşak davranmanı isterler ki, kendileri de sana yumuşak davransınlar. Ayrıca yemin edip duran alçağa uyma, yahut iğrenç dedikodular yapan iftiracıya, yahut iyiliğe mani olana, (yahut) günahkar zorbaya, yahut ihtiraslarına esir olmuş zalime ve bütün bunların ötesinde (insanlara) hiçbir faydası dokunmayana." (Kalem, 68/7-13)
3. Hidayetin Garantisi Muttakilerin Kur'an'ı Ahlâki Okuyuşu
3. 1. Kur'an'ı, Arınmak İsteyenlere Öncelik Vererek Okumalıyız
"İçlerinden seni dinleyenler vardır. Biz onların kalpleri üzerine anlamamaları için örtüler, kulaklarına da ağırlıklar koyduk. Her mucizeyi görseler de ona yine inanmazlar. Seninle tartışmak için sana geldiklerinde o kafirler derler ki; bu öncekilerin masallarından başka bir şey değildir." (Enam, 6/25)
Arınmak gibi hiçbir niyet taşımayan –üstüne üstlük mücadeleyi ekseninden saptırmaya çalışan– müstekbirleri kâle alan bir yorumlama yöntemi, ilahi vahyin neshi ve tahrifi ile, İslam davasının yolundan sapması ile sonuçlanabilecektir. Çünkü kendilerini arınmaya muhtaç hissetmeyen, gurur ve kibir küpü bir kalp ile Kur'an'ın açacağı kapıların önüne gelen bu kimseler, aslında gereğince iman etmek için değil, saptırmak için gelmişlerdir. Müminlerin bu kimselerin kalıplarına ve dış görüntülerine aldanarak atacakları her adım, İslam davasının sapmasına ve Kur'an'ın temiz gönüllere gidecek mesajının tarihte ve günümüzde zalimlerin hoşuna gidecek şekilde ilahi mesajının önünün tıkanmasına yol açacaktır.
Tarihte ilahi vahyi tağutların istekleri, şirk kültürlerinin etkisi ile yorumlayan işbirlikçi Sâmirîlerin örnekleri çoktur. Geçmiş vahiyler bu şekilde asıl amacından, mihverinden sapmış ve onların şahitlikle görevli ümmetleri geçici olanın büyüsüne kapılarak saf, arı, duru olan Rabbani mesajı bu nedenle bulandırarak sonraki nesillere aktarmışlardır. Bu duruma en iyi örnek, Yahudiler ve Hıristiyanlardır. Hıristiyanlar, Yunan pagan kültürü ile zihinleri talan edilmiş ve Roma uygarlığının hakim putperest paradigmasının etkisi altında yaşayan geniş kitlelerin cazibe merkezi olabilmek için onların yanlışlarını önce sineye çekmişlerdir. Daha sonra da sineye çektikleri şirk tezahürlerini İsa Peygamber'in şahsında yeniden üretmiş, yeniden canlandırmışlardır.
Rabbimiz ön yargı ile ilahi bildirime yaklaşanlar için hakikatin kapılarını kapatmıştır. Çünkü niyetleri arınmak değil, saptırmaktır. Öyleyse müstekbirlerin kabulünü kolaylaştırmak gayesi ile de olsa ilahi hakikat dili eğip bükerek değil, olanca çıplaklığı ve olanca açıklığı ile dillendirilmelidir. Çünkü kendini kendine yeterli görüp kibre kapılanlar, haksız yollarla elde ettikleri menfaatlerinin ve statülerinin sarsılacağı hiçbir hakikati kabule yanaşmayacaklardır. Eğer zâlimler, tevhit ve adaletin yegane teminatı olan ilahi hakikatin kapılarına dayandılarsa bilinmelidir ki bu, saptırmak içindir desteklemek için değil. Yüce Allah ve mesajı karşısında takınılması gereken alçak gönüllü tutum yerine, istiğnayı ahlak edinen yeryüzünün mağrur putperestleri, yaşadıkları müddetçe ilahi vahyin saf kaynağını asıl mihverinden, kendi bütünlüğünde kopararak bozmaya çalışacaklardır. İsrâ Sûresi'nden konu ile ilgili ufkumuzu açan uyarıcı bir kaç ayet okuyalım:
"(Ey Muhammed!) O (yolunu şaşırmış kimseler), Bizim adımıza, vahyettiğimizden başka bir şey ortaya atasın diye, seni ayartarak vahyettiğimiz gerçeklerden uzaklaştırmaya çalışmaktalar, öyle ki, bunu başarabilselerdi, seni kendilerine hemen dost edinirlerdi. Eğer sen(in imanını) berkitmemiş olsaydık, belki de onlara biraz olsun eğilim gösterecektin. O zaman sana hayatta da, ölümünden sonra da kat kat (azap) tattırırdık ve Bize karşı sana yardım edecek kimseyi de bulamazdın!" (İsrâ, 17/73-75)14
İlahi vahyin ebedi mutluluğun anahtarlarını veren hatırlatma ve öğütlerinden, sadece arınmak isteyenlerin bir nasibi vardır. Yoksa kötü niyetle Kur'an'ın mesajına yaklaşanların ondan bir hayır elde etmeleri mümkün değildir. Öyleyse tâğutların rızasını elde etmek amacı ile Kur'an'ı emellerine alet eden okumalardan dolayı, Allah'ın adı ile, arınmak için vahye gönül veren biz müminler moralimizi bozmamalıyız. Çünkü aşağıdaki ayetler, Peygamberimizi bile kuşatacak kadar amellerini süsleyen bu tür saptırıcıların her zaman bulunacağını beyan etmektedir:
"İstiğna edene/kendini kendine yeterli görüp Allah'a muhtaç olduğunu itiraf edecek tevazuya sahip olmayan(lar)'a gelince, sen bütün ilgiyi ona gösterdin. Halbuki, onun arınmaktan geri kalmasından sen sorumlu değilsin. Ama sana büyük bir istekle geleni ve (Allah) korkusu ile (yaklaşanı) sen görmezden geldin! Elbette bu (mesaj)lar yalnızca birer hatırlatma ve öğütten ibarettir. Kim istekliyse O'nu hatırlayıp öğüt alabilir." (Abese, 80/5-12)
3. 2. Huşû İle Okumalıyız
"Onların bu elçiye indirilen (Kur'an'ı) anlamaya başladıkları zaman gözlerinden yaşlar boşaldığını görürsün. Çünkü ondaki hakikatin bir kısmını tanırlar. (ve) 'Ey Rabbimiz!' derler: Biz inanıyoruz, öyleyse bizi hakikate şahitlik yapanlarla birlikte tut!" (Maide, 5/83)15
Kur'an'ı anlamak bir duyarlılığa, bir bilince yol açıyorsa, anlamlıdır. Yoksa arınmayı ve arındırmayı amaçlamayan, salt mekanik bir bilgilenme aracı olarak görülmesi, müminlerle müşrikler (müslümanlarla-şarkiyatçılar/ oryantalistler) arasında var olması gereken farkları ortadan kaldırır. Ki bu farkın ortadan kalkması demek, Kur'an'ın sıradanlaştırılması demektir.
İlahi olma vasfı olan bir kitap, her şeyden önce insan ile yaratıcı arasındaki temel ilişki biçimi olan "imtihan" araçlarını düzenler. Yoksa insanlar arasında –hele hele müminler arasında– bir bilgi yarışının müsabaka alanı olarak görülemez. Böyle bir muamele ilahi vahye ihanet anlamına gelir.
Duygu ve duyarlılık dolu bir gönülle Kur'an'ın bize açacağı kapılara dayamalıyız tüm kalbimizi. Çünkü müminlerin Kur'an'ı okudukları ve dinledikleri zaman takınması gereken tutum "imanın kökleşmesi, kalplerin korku ile titremesi, ümit ile yatışması"dır.
Huşû İle Okumanın Vakitleri
Cahiliyyenin karanlığını bir meşale gibi ışık huzmeleri saçarak ayetleri ile aydınlatan Rabbimiz huşu ile Kur'an okumanın övülen bir vakti olarak geceye dikkatlerimizi çekmektedir. Çünkü gece zamanın idrakine varmamızı sağlayıcı işaretlerle doludur.
"Rahman'ın has kulları ki, onlar yer yüzünde tevazu ve vakar içinde yürürler ve ne zaman kötü niyetli, dar kafalı kimseler kendilerine laf atacak olsa (sadece) ' selam!' derler. Onlar ki, gecenin derinliklerinde secdeye vararak ve kıyama durarak Rablerini anarlar." (Furkan Suresi, 25/63-64)
Yüreklere çöreklenmiş olan cahiliyye alışkanlıklarından arınmak ve gündüz yapılacak mücadeleye hazırlık için, gecenin uygun bir vakit olduğunu belirtilmiştir. Peygamberimiz gibi öncü müminlere tavsiye edilen gece kıyamı ile ilgili ayetlerde vurgulandığına göre bu vakitler, öz benliğimizi ve çevremizi Kur'an ile irşat etme eğitimi için huşu ile göreve kendini vermek için çok uygundur. Bu imkandan Kur'an'ı gereğince okuyup, gündüze hazırlanmak için, hem fert olarak hem de toplu olarak yararlanmalıyız.
Gece "Kur'an ile" Rabbimize ibadet etmek; benliğimizin kötülüğe çağıran vesveselerine karşı yenilmez bir iman donanımı kazandıracaktır. Çünkü geceleyin rükular, secdeler tüyleri diken diken eden kalpleri yumuşatıp yatıştıran, gönülleri dinginleştiren bir muhteva kazanmaya gündüzden daha uygundur.
Zor zamanda mücadeleyi üstlenen Peygamberimiz ve öncü müminler, gecenin üçte birini veya daha azını, bazen daha çoğunu kıyam halinde, uyanık geçiriyor, ibadet ediyor, gündüzü planlıyorlardı.
Müzzemmil Suresi'nden öğrendiğimize göre, gecenin bazı vakitlerinde kalkıp düzenli, planlı bir şekilde Kur'an okuyup namaz kılmak; gündüzün meşakkatlerine ve her taraftan saldıran şeytani tuzaklarına karşı, iman ettiğimiz değerlere uygun hareket edebilme azmini yakalayabilmek ve bizi bekleyen ağır sorumluluklara hazırlık için şarttır.
3. 3. Tertîlen Okumalıyız
"Biz bu (Kur'an'ı) hak ile/batıl bulaştırmadan indirdik ve o da sana hak ile/hiçbir değişikliğe uğramadan ulaştı. Çünkü biz seni yalnızca bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Ve ayrıca onu insanlara yavaş yavaş (alâ müksin) okuyasın diye, bir Kur'an/ temel bir okuma metni olarak bölüm bölüm açıkladık, ayet ayet tenzîlen/planlı bir şekilde, safha safha indirdik." (İsra, 17/105-106)16
"Kafirler: 'Kur'an ona bir bütün olarak bir kerede indirilseydi ya!'diyorlar. Oysa, Biz onu böyle tutarlı bir bütün oluşturacak şekilde, tertîlen/belli bir düzen içinde ağır ağır vahyediyoruz ki, onunla senin kalbini pekiştirelim." (Furkan, 25/32)17
Kur'an bir defada değil, safha safha indirilmiştir ve bu biçime uygun bir kıraat, tefsir, tebyin ve tefekkuh da teşvik edilmiştir. Tertil, bir şeyi yavaş yavaş, acele etmeden, planlı-uyumlu bir şekilde yapmak demektir. Rabbimiz Kur'an'ı tertilen/programlı, parçaları arasında eşsiz bir uyum oluşturacak şekilde indirmiştir.
Tertil Kur'an'ın bir parçasının diğerleri ile irtibatını kurmak, yaşadığımız coğrafyanın içinde bulunduğu şartları dikkate alarak, tedrici göz önünde bulundurarak okumaktır. İslâmî mücaledelenin ilk örneği olan Rasulullah'ın sünnetinde, tertîlin, tedrîcin uygulanışı ile alâkalı çok sayıda örnek vardır. Örneğin, Mekke döneminde fiilî bir kıtal cihadına izin vermeyen Yüce Allah şartların değişmesi ile birlikte Medine döneminde yaşayan Müslümanlara adaletin ikamesi ve doğru yol üzerinde müşriklerin kurdukları barikat engellerinin bertaraf edilmesi için kıtal cihadı'nı teşvik etmiştir.
Rabbimiz gönülleri aydınlatan mesajını peyderpey, planlı ve düzenli bir şekilde indirmiştir ki, bu sayede kalpler iyice ona aşina olsun, sıcak bir yakınlık kesbetsin, gönüllerde taht kuracak biçimde pekişebilsin. Bu sebeple tertilen indirilen ilahi vahyin yine aynı şekilde, merhale-tedric olgusuna dikkat ederek okunması gerekmektedir. Aksi takdirde yanlış anlamaların önünün almak mümkün olamayacaktır.
Yukarıdaki ayetin bir tefsiri bağlamında okunması gerektiğini düşündüğümüz Kıyâme Sûresi ayetleri, tenzil ve tertilin muhtevasına ilişkin olarak yol gösterici bir muhteva içermektedir. Bu ayetlerde Rabbimiz Kur'an'ın hıfzı ve tebyini esnasında acele etmemeyi, bilinçli planlı bir şekilde hareket etmeyi Rasulullah'ın şahsında vahye gönül veren tüm müminlere emretmiştir:
"Dilini hızla oynatıp durma. Çünkü onu (senin kalbine) yerleştirmek ve okutturmak Bizim işimizdir. Böylece onu telaffuz ettiğimiz zaman kelimelerini (bütün zihnini vererek) takip et; sonra onun anlamını açıklamak da Bize düşer." (Kıyâme, 75/16-19)18
Hem gereğince Kur'an okumalarımızda hem de İslâmî mücadelenin başarısını arzulamada, hem de kâfirlere muntakîm olan Allah'ın vaîd ettiği dünyevi ve uhrevi azabın başlarına getirilmesinde acele etmemek, sabırlı olmak müminler olarak takınmamız gereken vakarlı tutumlar arasında yer almaktadır.
İnsanoğlu aceleden yaratılmış bir varlıktır; her şeyin hemen olmasını isteyen bir karaktere sahiptir. Fakat biz müminler, hem vahyin mesajını kavrarken, hem de hayatımıza rehber olacak tanıklıklar ortaya koyarken acele etmememiz gerekir. Çünkü aceleye getirilemeyecek, ciddi sorumluluklar yükleyen bir ilahi vahiy karşısında sabır ve metaneti kuşanmak gerekir. Ciddi bir şekilde anlamak ve kavramak, amellerimizin sıhhatinin de teminatı olacaktır. Hikmetli bir derinlikten yoksun, bütünlükten uzak Kur'an kıraati "yüzeysel olma zaafı"ndan kurtulamayacağı için, onu gereğince kavramaktan söz edilemez. Bu nedenle Kur'an yüzeysel değil derin, ciddiyetten uzak bir basitliğe indirgeyerek değil hikmetli bir şekilde okunması gerekir.
Tenzil ve tertil esası üzere indirilen Kur'an'ın kıraati aynı şekilde nüzûlüne uygun olması gerekiyorsa, tatbikinde de aynı ölçüler geçerlidir. Allah'ın va'd ve vaîd'inin acele istenmemesi, sınava talip olması gereken müminlere yakışan bir tutum değildir. Adaletin yegane teminatı olan ve işlerin sonunu belirlemede hiçbir otorite boşluğu oluşturmayan kudreti sonsuz Yüce Allah'ın takdirlerinin acele ile yerine getirilmesini beklemek doğru değildir. İslâmî mücadele'nin öncüleri olan müminler, tertil ile sabır arasındaki ilişkiyi unutmadan hesaplarını daima gözden geçirmek durumundadırlar.
3. 4. Gece Kıyamı İle Tertîlen Okumalıyız
Gece kalkıp çalışmayı, ibadet etmeyi öğütleyen Müzzemmil Sûresi ayetlerinde 'Kur'anı tertilen okumak' emredilmektedir. Bu uyarı sadece mekanik bir plan yapmayı değil; aynı zamanda ilahi vahyin mesajını yüreklere işleyen bir özümseme ile okunmasını da gerektirmektedir. Programlı okuyuşta, acele etmeden huşû ile hareket etmek esastır. Kur'an'ı huşû ile kıraat etmede ise gecenin önemli bir yeri vardır. Rabbimiz gecenin sağlayacağı imkanlara, çok sayıda ayette dikkatimizi çekmekte, sessizliğin imkanlarından yararlanmayı özendirmektedir.
Gecenin derin düşünüş ve hikmetli engin bir kavrayışa ulaşabilmek için uygun bir vakit olduğunda kuşku yoktur. Bize Kur'an'ın anlaşılması ve yaşanması noktasında örnek şahitlikler bırakan Rasulullah ve arkadaşlarının bu imkandan yararlanmaları övgü ile Kur'an'da zikredilmiştir. Gece, ilahi bir nimettir; Rabbe yaklaşmak, kendini görev olarak planlanacak işlere vermek için, gündüzden daha çok imkanlar sunmaktadır.
Gecenin sağladığı imkanların farkında olan Peygamberimiz bazen yalnız başına, bazen de müminlerle toplu olarak kalkıp ibadet etmiş, Kurân'ı "tertil üzere" okumuş, üzerinde tefekküre dalmış, kavrayışını derinleştirip, öğrendikleri ile ertesi gün yapacaklarını planlamıştır.
Kur'an'dan amacına uygun bir verimlilik elde etmenin yollarından biri de, makam-ı mahmûda erişmeyi hedefleyen ibadetle, kıraati taçlandırmaktır. İsra Suresi'nde buyurulduğuna göre teheccüd namazı, nefsi tekamül ettirir; makam-ı mahmuda yükseltir: "Ve gecenin bir vaktinde kalkıp kendi isteğinle yaptığın nafile (ilave) bir eylem olarak teheccüd namazı kıl! Ki, böylece Rabbin seni belki makam-ı mahmuda (övgüye değer bir konuma) yükseltir." (İsra, 17/79)
Müminleri makamı mahmuda yükseltenin gece yakarışı olduğunu, Kur'an'ın sarih beyanlarından anlamaktayız. Allah'a ibadeti amaçlamayan bir Kur'an kıraati asla maksada erişebilme kudretini kendinde bulamayacaktır. Bu sebeptendir ki, İlahi övgüye mazhar olmanın yollarından biri olarak Kur'an' da teheccüd namazı önerilmiştir. Aynı zamanda bir Kur'an tilavetini de içeren teheccüd namazı, bütün müminler için farz değildir. Ancak peygamberler gibi toplumlara dinin şahitliğini yaparak öncü olmaya azmetmiş müminler için, "zorunluluk derecesinde" bir ibadet şeklidir. Çünkü sabikûnun orta yolda gidenlerden ve geriden gelenlerden her bakımdan farklarının olması gerekmektedir.19
Böyle yüce bir gaye ile Kur'an'a gönül vererek okuyanların yar ve yardımcısı Yüce Allah olacağından, ilahi vahyin mesajını doğru anlamanın teminatı da sağlanmış olacaktır. Çünkü gece kıyamında huşu ile ibadet edip, düzenli bir şekilde Kur'an okumak, İlahi vahyin hidayete yönelten işlevinden yararlanmanın birinci şartı olan "takva"nın aşkın bir göstergesidir.
Sözün Özü
İlahi vahyin gönülleri aydınlatan mesajını, "zalimlerin hoşuna gitsin diye" dünyevi menfaatler karşılığında satanlar; onun bütünlüğünü göz ardı eden çabalar peşine düşerek bunu yapmaktadırlar. Günümüzde de Kur'an'ı zalimlerin hizmetine âmâde bir kitap haline getirmek isteyenler, fitne çıkarmak maksadı ile âdeta didik didik ederek onda çelişki aramakta, fitne konusu yapılabilecek unsurlar bulabilmek için çırpınmaktadırlar.
Biz müminlere düşen; bu tür durumlara düşmemek için, Kur'an'ı bütüncül okumalı, parçacı yorumlardan kaçınmalı, İlahi rızayı elde etmek gayesi ile Kitaba yaklaşmalıyız; ilahi vahyin bir kısmını diğerine kurban etmek" gibi şeytanların süslü gösterebileceği uçurumların cazibesine kapılmamalıyız. Şeytanların sağdan yaklaşabileceğini bilerek hareket etmeliyiz. Bakara Suresi, 86. ayette beyan edildiği üzere, ğarrâ'ya/dünya hayatının cazibesine kapılarak Kur'an'ı yorumlamaya kalkmamalıyız; yoksa sonuç ebedi mutluluğumuz açısından bir felaket olabilir!
Kur'an'ı mesajın bütününü göz önüne alarak okumak gerekir. Fitne çıkarmayı amaçlamayan iyi niyetli bir okuyucu bilmelidir ki, ilahi vahyin bir bölümünde gözüken kapalılık, ya başka bir yerde giderilmiştir; yada konu şahitlikle ilgili ise Rasulullahın amelî tanıklığına bırakılmıştır. Haddi zatında parçacı okuyuş, çoğunlukla kötü niyetli hasetçiler –reformistler, tutarsızlık arayan ve mesajı saptırmak isteyen kafirler- tarafından yapılan bir iştir.
"Kitabın bir kısmına iman edip diğer kısmını göz ardı etmek, bir kısmını diğerinin hükmünü iptal etmenin gerekçesi kılmaya çalışmak" gibi alçakça emeller taşıyanların, düştükleri zelil duruma ilişkin Bakara Suresi'ne kulak verelim:
"...Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında zilletten ve Kıyamet günü en acıklı azaba uğratılmaktan başka bir şey olmayacaktır. Zira Allah yaptıklarınızdan gafil değildir." (Bakara, 2/85)20
Dipnotlar:
1- Kur'an kendi kendini açıklayan eşsiz bir kaynaktır: Enam, 6/46, 65, 105; Yusuf, 12/111; Furkan, 25/33. Kur'an'ın mufassal, müfesser, musarraf bir kitap olduğu gerçeğini ihmal etmek yanlış neticelerin doğmasına yol açabilir.
2- İslam Ansiklopedisi, MEB. 6/1004.
3- Bakara, 2/86.
4- Kur'an'ın mufassal oluşunu defalarca vurgulayan Rabbimiz, öğüt almak isteyenler için yeterli açıklamaları içeren bir kitap indirmiştir: Enam, 6/97, 98, 114, 119, 126; Araf, 7/32, 52, 145, 174; Tevbe, 9/11; Yunus, 10/5, 24, 37; Hud, 11/1; Yusuf, 12/111; Ra'd, 13/2; İsra, 17/123; Rum, 30/28; Fussilet, 41/3, 44.
5- Kur'an'ın musarraf sıfatını vurgulayan bir çok ayet vardır: Enam, 6/65, 105; Araf, 7/58; İsra, 17/41, 89; Kehf, 18/54; Taha, 20/113; Furkan, 25/50; Sad, 38/87; Ahkaf, 46/27; Kamer, 54/17, 22, 32, 40; Kalem, 68/52; Tekvir, 81/7. Bıktırmayan, o şiirsel tekrarlara Rahman Suresi'ni örnek verebiliriz: Rahman, 55/13, 16, 18, 21, 23, 25, 28, 30, 32, 34, 36, 38, 40, 42, 45, 47, 49, 51, 53, 55, 57, 59, 61, 63, 65, 67, 69, 71, 73, 75, 77.
6- Kur'an'ın bir hidayet kitabı olarak eksiksiz oluşunu, yeterliliğini vurgulayan diğer bazı ayetler şunladır: Maide, 5/3; Yunus, 10/37; Kehf, 18/54; Rum, 30/8.Kur'an'ın Mufassal oluşunu vurgulayan ayetler için bkz. Enam, 6/55, 97, 98, 114, 119, 126; Araf, 7/32, 52, 145, 174; Tevbe, 9/11; Yunus, 10/5, 24, 37; Hud, 11/1; Rad, 13/2; İsra, 17/123; Rum, 30/28; Fussilet, 41/3, 44.
7- Kur'an'ın müfessir sıfatının ve kendi kendini açıklamasının bazı örnekleri için, aşağıdaki ayetlere bakılabilir: Furkan, 25/30-34; Muhammed Suresi(47), 15.ayette geçen cennet hamrı'nın tefsiri Saffat Suresi(37), 45-47. ayetlerde açıklanmaktadır; Kâria suresinde geçen "Haviye" ve "Karia", aynı sure içinde açıklanmıştır; Beled Suresi'nde geçen Akabe'nin tefsiri aynı sure içersinde açıklanmıştır: Beled, 90/13-17. Hutame'nin tefsiri, Hümeze Suresi'nde geçmektedir. Sekar'ın tefsiri geçtiği yerin bağlamında/siyak sibakında yer almaktadır: Bk.Müddessir, 74/26-31.
8- En'am, 6/53; Ra'd, 13/11.
9- Bakara, 2/58; A'raf, 7/162.
10- Bakara, 2/75, 146; Ali İmran, 3/187; Nisa, 4/46, 56; Maide, 5/13, 41; A'raf, 7/95; Nahl, 16/101; Yunus, 10/15.
11- İsra, 17/105-106; Furkan, 25/32; Müzzemmil, 73/4; İnsan, 76/23; Buruc, 85/21-22.
12- Bu ayette bütüncül okumak emredilmiştir: Bakara, 2/174. Kafirlerin hoşuna gitmese de vahyin bütününe sahip çıkmak gerekir: Hud, 11/12. Vahyin bir kısmını diğeri ile çatıştırmak, bir kısmını inkarla sonuçlanabilecek tehlikeli bir tutumdur: Bakara, 2/41, 85, 113; Nur, 24/46-51.vd.
13- Bakara, 2/256; Kalem, 68/7-13; Alak, 96/1-3.
14- Rasulullah'ın müstekbirlerin saptırma amacıyla tezgahladıkları oyunlara karşı Rabbimiz'den tarafından korunduğu, bir çok ayette tekrar edilmiştir; bkz.Bakara, 2/120, 145; Maide, 5/48-49; Enam, 6/150; Yunus, 10/93; Ra'd, 13/37; Kehf, 18/27-28; Kasas, 28/49-50, 87; Şura, 42/24; Kalem, 68/8-10; Hâkka, 69/44-48.
15- Kur'an'ı ağlayarak secdelere kapaklanacak bir duyarlılıkla okumak, övülmüştür: İsra, 17/107-109; Meryem, 19/58; Secde, 32/15-16.
16- Kur'an; levh-i mahfuzda, meleklerden oluşmuş bir güvenlik kuşağı ile cin şeytanlarının kötü emellerinden berî kılınmış olan ümmü'l-kitaptan/ana kitaptan Rasulullah'ın kalbine indirilmiştir. (Şuara, 26/192-194; Buruc, 85/21-22.) İndiriliş zamanı itibari ile Kur'an; Ramazan ayının son on günü içinde yer alan, bin aydan hayırlı bir değer biçilmiş Kadir Gecesi'nde indirilmiştir.(Bakara, 2/185; Duhan, 44/1-3; Fecr, 89/1-2; Alak, 96/1-5.)
17- Tertil kelimesi Kur'an'da iki ayette geçmektedir. Birisi alıntıladığımız ayet, diğeri ise Müzzemmil, 73/4. ayettir. Düzenli, planlı bir nüzul sonucunda oluşan Kur'an'ın bu sıfatını sabır, acele, tenzil, tedric gibi kelimelerin muhtevası desteklemektedir. Birden bire indirilmeyen Kur'an'ın iniş biçimine uygun olarak, acele etmeden, sindire sindire, palanlı bir şekilde –hikmetlerine vakıf olmak maksadıyla, - okunması gerekir. Aşağıdaki ayette Kur'an vahyinin bütünlüğünü göz önünde tutmadan acele ile karar vermek, görüş bildirmede tezlik göstermek yasaklanmaktadır: Taha, 20/114.
18- Bu ayet herkesten çok peygamberimiz Muhammed (s) ile alakalıdır. Yeni gelen vahyi bir an önce ezberlemek için Allah'ın elçisi Muhammed (s) acele ediyor, duygusal davranıp unutmaktan korkuyordu. Vahyi indiren Yüce Allah Peygamberimizin onu kolayca ezberde tutmasını da sağlayacak lütuflarda bulunmuştur. Bu hakîkat Kıyame Sûresi'nin alıntıladığımız ayetlerinden başka, bir de Tâhâ Suresi'nde dile getirilmektedir: Tâhâ 20/114.
19- Gece kıyamında Kur'an'ı düzenli bir şekilde gayeli olarak okumak, tek başına olabileceği gibi, müminlerden bir grupla toplu olarak da yapılmalıdır. Peygamberimizin hem tek başına hem de müminlerle birlikte Kur'an'ı geceleyin tertilen okuduğuna Kur'an şahittir: Tek başına kıraate örnek olarak bkz. Tûr, 52/49; Müzzemmil, 73/18. Müminlerle birlikte yapılan Kıraat'e örnek olarak bkz. Müzzemmil, 73/20.
20- Dünya hayatının cazibesine kapılarak, ilahi mesajın bir kısmını –Tevrat'ın, İncil'in kendi içindeki kimi hakikatleri veya onların bir uzantısı olan Kur'an'ı- inkar veya tahrif etmeye çalışmak suretiyle kazanç elde etmeye çalışacak kötü niyetli fitnecilerin geçmişte varolduğunu ve Kıyamet'e kadar da varolabileceğini Kur'an'ın kimi ayetlerinin sarih beyanlarından anlamaktayız; bkz.Bakara, 2/41, 113; Ali İmran, 3/7, 119; Maide, 5/44, 66, 68; Hicr, 15/88-91; Allah'ın kendilerine haksızlık yapacağından korkacak kadar iman ilkelerine uzak olup dünya menfaatlerini önceleyenler, Kitabın ayetleri arasında ayırım yaparlar: Nûr, 24/46-51.