Tevbe kelimesinin kökünü oluşturan Tâ-be kelimesi, mâsiyet (isyan etmek) ten itaate dönüş anlamına gelmektedir. Bu fiil, birbirinden farklı olarak üç anlamda kullanılır:
a) Affetme ve günahtan geçme. Bu anlamda Tâ-be maddesi a'lâ harf-i cerri ile kullanılır.
b) Rucû etmek ve yönelmek. Bu anlamda kelime ilâ, harf-i cerri ile kullanılır (2/54).
c) Nihayet, yapılan hatadan pişmanlık duymak. Bu anlamda kelime her iki harf-i cerr ile de kullanılmaz (2/160; 9/3).
Buna göre kelime; çift yönlü bir yapı arzedip, hem Allah (c) için kullanılmakta, hem de kul için kullanılmaktadır. Allah için kullanıldığında (a'lâ) harf-i cerri ile birlikte kullanılmakta; Allah'ın tevbe'yi kabul edip günahı bağışlaması veya kulunu tevbeye yöneltip, göstermiş olduğu ayetler vasıtasıyla tevbenin sebeplerini kolaylaştırması anlamına gelir.
Kul için kullanıldığında ise; tâ-be kelimesinden şu üç şeyin tamamı anlaşılır:
1) İLİM: Günahın zararını ve arzulanılan şeyi örten bir perde olduğunu bilmektir (marifet).
2) HAL: İlmin bir meyvesi olup, kalbin arzuladığı şeyi elden kaçırması sebebiyle acı ve ızdırap duymasıdır. Buna halk dilinde pişmanlık denilmektedir.
3) AMEL: Halin meyvesi olup, kötülüğü terk edip, salih ameller yapmak ve tekrar günaha dönmemekten ibarettir.
Tevbe: Kulun, Allah'ın nimet ve lütuflarından faydalanma sebebi ve kaynağıdır. Allah'ın; Gufran, Rahman ve Rahim sıfatlarının bir tecellisi olarak ortaya çıkmasına sebep olan bu süreçte, Allah'ın ilahi hikmetine dayalı olarak kulunu tevbeye yöneltmesinden sonra, günahın örtülmesi ve acıması gelir. Toplu bir tanımla tevbe: Yapılan kötülüğü, işlenen günahı Allah'ın bağışlaması, kulun ise yaptığı şeyin işlediği amelin suç ve günah olduğunu bilerek, onu terk ederek Allah'a dönmesi, yani onun emrettiklerine uyarak yasakladıkları şeylerden kaçınması suretiyle Allah'a dönmesi, araya hiç bir kimseyi karıştırmadan yalnızca Allah'a yalvarması demektir.
Kur'an'da Tevbe
Biz bu girişimizden sonra tevbeyi Kur'an'dan anlamaya çalışalım.
"O çok bağışlayan (gafur)dır ve çok seven (vedud)dir" (Buruc, 85/14).
"Allah'dan bağışlanma dile (İstiğfar et). Gerçekten Allah bağışlayan (gafur)dır, merhamet eden (rahim)dir" (Nisa. 4/106).
Tevbe; gafur (bağışlayıcı) olan Allah'a istiğfar etmek, yani bağışlanmamızı dilemektir, Allah merhamet eden ve bağışlayandır.
"Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin (istiğfar edin), sonra ona tevbe edin (tevbemizi kabul et, bize merhamet et deyin). O da sizi adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir rızık ile rızıklandırsın ve her ihsan sahibine kendi ihsanım versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım" (Hud, 11/3).
"De ki: Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım, Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü o bağışlayandır, esirgeyen (gafur, rahim)dir" (Zümer, 39/53).
"Şu halde sen sabret. Gerçekten Allah'ın va'di haktır. Günahın için mağfiret dile; akşam ve sabah Rabbini hamd ile teşbih et" (Mü'min, 40/55).
Tevbe; insanın günahlarının kötülüğünü ve büyüklüğünü anlayarak Allah'a yönelmesi, bağışlanmayı dilemesi ve acziyetini anlamasıdır.
Tevbe; Kur'an'da tâ-be, gufran ve istiğfar kelimeleriyle kullanılmıştır. Tevbe eden, bağışlanma dileyen, yani kurtuluşu arzulayan insan, karşısında bağışlayıcı, affeden ve merhametli bir Allah'ı bulur. Çünkü Allah; gafur'ur-rahim (73/20), tevvâbu'r-rahim (2/128) ve azîzü'l-gafurdur (67/2). Gafur ve tevvâb ismi Kur'an-ı Kerim'de hep rahim sıfatı ile birlikte kullanılmıştır. Zira Allah rahim (merhamet eden) olmasıyla, gafur (bağışlayan)dur, tevvâb (tevbeleri kabul eden) dır.
Tevbe, bir kurtuluş vesilesidir; tevbe, bir müjdedir.
"Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar, sen (bütün) mü'minleri müjdele..." (Tevbe, 9/112).
Tevbe, günahların kötülüğünü anlamak, bu sebeple Allah'a yönelmek, bağışlanmayı dilemektir. Tevbe; işlenilen günah sebebiyle uğratılacak azaptan kurtuluş ve bir müjdedir. Tevbeyi bu kısa tanıtmamızdan sonra, tevbe niçin gereklidir, nasıl ve ne zaman yapılması gerekir, şimdi bunları anlamaya çalışalım.
"Andolsun senden önceki ümmetlere (peygamberler) gönderdik de, onları dayanılmaz zorluk (yoksulluk) ve sıkıntılarla çeviriverdik. Umulur ki, yalvarırlar diye..." (En'am, 6/42).
İmtihan için gönderilen insan bir takım sıkıntılarla denendiği zaman, sıkıntılar tahammül sınırlarını zorlamaya başladığında, sıkıntılar, zorluklar sebebiyle isyana yönelmemek için, Rabbine yönelir, ona yalvarır, sıkıntıları kendisinden kaldırmasını temenni eder. Tevbe, sıkıntılardan ve isyana girmekten korunmak için gereklidir.
"Hep birlikte Allah'a tevbe edin. Ey mü'minler, umulur ki, kurtuluşa erersiniz" (Nur, 24/31).
Tevbe; kurtuluş umuduyla Allah'a yönelmek, kurtuluş umud etmektir. Tevbe etmemek ise zalim olmak, nefse zulmetmektir. Tevbe etmemek, imandan sonra fısktır, Allah'ın yolundan ayrılmaktır.
"Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdır, kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefsinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp küçük düşürmeyin ve birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir" (Hucurat, 49/11).
Tevbe; günahlar sebebiyle yapılması gerektiği gibi, küfür ve nifaktan kurtuluş için de gereklidir.
"Eğer tevbe ederlerse, kendileri için hayırlı olur; eğer yüz çevirirlerse, Allah onları dünyada da, ahirette de acıklı bir azapla azaplandırır. Onlar için yeryüzünde bir koruyucu-dost ve bir yardımcı yoktur" (Tevbe, 9/74).
Tevbe, insanın kendisine zulmetmesinden sonra, durumunu fark edip o durumundan vazgeçmesi, kurtulması, yani kendisini düzeltmesinin adıdır.
"Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak ki, Allah bağışlayandır, esirgeyendir" (Maide, 5/39).
Günahlardan bağışlanma iman sebebiyledir. İman ettikten sonra Allah, iman edenlerin imandan önceki işlemiş oldukları tüm kötü davranışlarını bağışlar, bu anlamıyla tevbe bir nevi küfürden dönmek ve iman etmektir.
"Ki onlar: Rabbimiz şüphesiz biz iman ettik, artık bizim günahlarımızı bağışla ve bizi ateşin azabından koru diyenlerdir" (Al-i İmran, 3/16). "Allah tevbelerinizi kabul etmek ister, şehvetleri ardınca gidenler ise, sizin bir sapma ile sapmanızı ister" (Nisa, 4/27).
"Onlar bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah kullarından tevbeleri kabul edecek ve sadakaları alacak olandır. Şüphesiz tevbeleri kabul eden, esirgeyen odur" (Tevbe, 9/104).
İnsanların doğru yola girmeleri, kurtuluş bulmaları için peygamberler ve kitap gönderen Allah, iman edenleri günahlarından arınmaya, hatta inkarcıları da küfürden tevbeye, yani iman edip doğru yola girmeye çağırır. Hevâsını ilah edinerek, Allah'ın vahyini bir kenara iten tağutlar ise isterler ki, tüm insanlar kendi koymuş olduğu kural ve yasalara uysun, Allah'ın yolundan sapsın, günah işlesinler. Hatta bunu arzulamakla kalmaz, kurallarıyla, yasalarıyla ve otoriteleriyle güç de kullanarak zorla kendi yasalarına itaat ettirmeye çalışırlar. Şehvetleri ardından gidenler, Allah'ın yolundan sapan, kendi arzularına göre davrananlardır, onlara uymak, Allah'ın yolundan sapmaktır. "Rabbiniz, sizin içinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz salih olursanız, şüphesiz o da (kendisine) yönelip dönenleri bağışlar" (İsrâ, 17/25). "İman edip salih amellerde bulunanlar ise, biz onların kötülüklerini örteceğiz ve hiç şüphesiz onlara yapmakta olduklarının en güzeliyle karşılık vereceğiz" (Ankebut, 29/7).
Allah iman edip, imanlarının gereğini yapanların bazı kötülüklerini bağışlayacağını belirterek, bağışlanmanın; iman ve salih amelle olan ilişkisini ortaya koyuyor. Salih olmak; düzelmek, düzeltmek, düzgün olmak ve imana uygun yaşamaktır. Allah'a yönelmek, ona dönmek ve teslim olmaktır. Böyle bir durum ve davranış ise, Allah indinde bağışlanmayı gerektirir. Zira Allah gafurdur, rahimdir ve tevvâbdır.
"Kullarının tevbesini kabul eden, kötülüklerini bağışlayan, yaptıklarını bilen odur" (Şûra, 42/25).
Tevbenin Gereği
Buraya kadar anlattıklarımızdan sonra, şimdi de tevbenin gereği nedir? sorusuna cevap arayalım. Araştırmamıza devam ederek, tevbenin gerektirdiği şartları anlamaya çalışalım. Toplumumuzda tevbe, adeta günah çıkartmak olarak değerlendirilmektedir. Günaha devam ettiği halde ve her günah işleyişten sonra tevbe ederek bin defa bozmuş olsa bile, dildeki yapılan tevbenin yeterli olduğu şeklindeki yaygın olan geleneksel anlayışla tevbe kavramı çarpıtılmakta ve yığınlar dillerindeki söylemiş oldukları bir kaç kelime ile arındıklarını zannetmektedir. Bu tevbe, öyle bir tevbe ki, tevbe eden insanda geçici bir durağanlık olduktan sonra, yine aynı günahı defalarca işleyebilmekte ve her işleyişinin ardından tevbe etmektedir. Bu davranışıyla Allah'a yapmış olduğu kötülükten dolayı duymuş olduğu üzüntüsünü ve bir daha işlemeyeceğini bildirdiği halde, sözünde durmayıp bu davranışında adeta isyana yönelip, pişmanlık duyma arasında git-gel yaşayarak Allah ile alay etmektedir. Halbuki tevbenin bir takım şartları vardır, bu şartlar gerçekleşmeden yapılan tevbe kabul edilmeyecektir; ayrıca tevbede gerekli olan samimiyeti insanlar anlamayabilirler, onu değerlendirecek ve kabul edip etmeyeceğine karar verecek olan Allah'tır. Tevbeyi kabul edecek olan Allah, tevbenin gereklerini, hidayet rehberimiz olan Kur'an'da bakınız nasıl açıklıyor: "Ancak tevbe edenler, (kendilerini) düzeltenler ve (İndirileni) açıklayanlar (a gelince), artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeleri kabul eden (tevvâb)in ve esirgeyen (rahim)dir" (Bakara, 2/160). Allah'ın indirdiği kitabında açıklamış olduğu hidayeti gizleyip insanlara anlatmayan Allah'ın ve lanet edicilerin lanetine uğratılacaktır (2/159). Hidayet yolunu bilmesine rağmen hidayeti gizleyen, buna rağmen hidayette olduğunu zannedenlerin bu lanete uğratılmaktan kurtulmalarının yolu, davranışlarının kötülüğünü anlayarak pişmanlık duymaları, gizledikleri hidayet yolunu insanlara anlatarak hem kendi durumlarını düzeltmeleri, hem de insanların hidayeti anlamalarını sağlamalarıdır. İşte tevbenin gereği yapılan kötülüğü terkederek yerine yapılması gerekli olanı, emredileni yapmak veya gizledikleri hidayete ait bilgileri anlatmak, açığa vurmaktır. Bu tevbenin gereği olduğu gibi, Allah'ın ve lanet edicilerin lanetine uğratılmaktan kurtulmanın da bir gereğidir.
Mü'minlerin birbirleri hakkında zanda bulunmaları, zanlarına göre davranmaları, birbirlerinin bilinmeyen gizli yanlarını araştırmaları yasaklanılan günahlardandır (49/12). Birbirlerinin aleyhlerinde hoşlanmayacakları şekilde anlatımları, gıybet etmeleri de yasaklanılan günah davranışlardandır. Bu davranışlar bağışlanmama sebebidir. Bu davranışlardan sakınmak, korunmaya çalışmak ise takvadır. Allah, takvadan (korkup, korunduktan) sonra ancak tevbeleri kabul edip bağışlayacaktır (49/12), ayrıca Allah (c) büyük günahlardan, çirkin utanmaz davranışlardan sakınıp korunan, davranışlarında samimi olanların, küçük günahlarını bağışlayacaktır (53/32). Allah'a, onun dinine davet eden davetçiye iman edip, davet ettiği şeylere icabet etmek de, insanın bir kısım günahlarının bağışlanmasına ve acıklı azaptan korunmasına sebeptir (46/31).
"Ve çirkin bir hayasızlık işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma dileyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları üzerinde bildikleri halde ısrarla durmayanlardır" (Al-i İmran, 3/135). İnsan, bir kötülükte bulunup, onun kötülüğünü anladığı anda tevbe gereklidir. Tevbe ise, Allah'a yapılır, tevbeleri kabul edip bağışlayabilecek ancak Allah'tır. Ancak günümüzde tevbe anlayışı da bozulmuş, tarikat liderlerine gidilerek tevbe edilmeye başlanılmıştır. Bu durum tevbe almak şeklinde varlığını sürdürmektedir. Halbuki tevbeleri alan da, kabul edecek olan da Allah'tır. İnsan günahları sebebiyle, bağışlanmak ümidiyle, bağışlayıcı olana, tek ilaha yönelir, pişmanlığını, yaptığının kötülüğünü bilerek arzeder; bu yönelişinde samimidir, bir daha dönmemeyi, işlememeyi düşünerek tevbe eder. Burada asıl olan, tevbenin direkt olarak Allah'a, aracısız olarak yapılması, tevbeyi gerektiren kötülüğün durumu anlaşıldıktan sonra bir daha yapılmamasıdır. Tevbenin gereklerinden bir tanesi de, yapılan amelin kötü olduğu, günah olduğu bilinmeden cehalet sonucu işlenmiş olması, yapılan işin mahiyeti anlaşıldıktan sonra hemen tevbe edip, o amele bir daha dönülmemesidir (6/54; 16/119). Tevbe; yapılan işin, işlenilen zulmün hemen akabinde olmalıdır (4/110).
"Gerçekten ben, tevbe eden, iman eden, salih amellerde bulunan, sonra doğru yola giren kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım" (Tâhâ, 20/82). "Kötülük işleyip de, bunun ardından tevbe edenler ve iman edenler, hiç şüphesiz Rabbin, bu (tevbeden) sonra elbette bağışlayandır, esirgeyendir" (A'raf, 7/153). Bağışlanmanın şartı, kötülüğün hemen arkasından tevbe edip onun kötülük olduğunu kabullenme ve Allah'a, onun dinine iman edip, kötülüğün zıddı olan ve imanın gereği olan salih amel işleyerek Allah'ın dosdoğru olan hidayet yoluna-girmektir. Özetle; tevbeden sonra iman ve salih amel işleyerek hidayet yoluna girme. Ayrıca tevbe; ölümü görmeden, öleceğini anlamadan ve ölümden önce olmalıdır (39/54).
Tevbenin Kabul Şartları
Allah (c) yanında kabul edilecek tevbenin ardında salih amel olması gerekir (25/71). Bilgisizlik sebebiyle işlenilen kötülüğün ardından hemen yapılan tevbe kabul görecek (4/17), Ölüm ânında yapılan tevbe ve kâfir olarak ölenlerin yaptığı tevbe ise kabul edilmeyecektir (4/18). Allah şirk koşmayı bağışlamaz, şirkin dışında kalan şeyleri dilerse bağışlar (4/48). Şirk koşan ancak Allah'a yapmış olduğu bu iftirasından tevhide dönmesi gerekir. Mü'minlere işkence edenler, peşinden tevbe etmeyenler için cehennem azabı vardır (85/10). Günümüzde tağut adına, tağuti sistem adına mü'minlere salih amellerinden dolayı işkence edenler, tağuti sisteme uşaklık edenler, bunu bir görev bilinciyle yapmakta, efendilerine ve onların düzenlerine hizmet ederken, mü'minleri Allah'ın yolundan engellemeye çalışmakladırlar. İşkence artık günümüzde kurumlaştırılmış durumdadır. Bu kurum, İslami hareketin mensuplarına psikolojik ve bedensel işkence yaparak onları yollarından ayırmaya çalışmaktadır. Bu kurumda çalışanların tevbeleri kabul görmeyecektir. Onların tevbelerinin kabul görebilmesi için, yaptıkları işin çok kötü bir iş olduğunun bilincine vararak bu işi, bu kurumu terkederek tevbe etmeleri, bir daha dönmemek, işkence yapmamak üzere Rablerine pişmanlıklarını arzederek salih amellerde bulunmaları, sırat-ı müstakime girerek ona uygun davranışlar içerisinde olmaları gerekir ki, Rabbimiz onları bağışlasın. Tevbenin nasuh bir tevbe olması bir daha dönüşü olmaması (66/8) gerekir. "Bin defa tevbe edip bozmuş olsan da yine gel" mantığı tevbeyi nasuh ile çelişmektedir.
İman ettikten sonra inkâra sapan ve küfürlerini artıranların tevbeleri kesinlikle kabul görmeyecek (3/90), kâfirler ve zalimleri Allah bağlamayacaktır (4/168-169). Ancak tevbe edip salih ameller işlerlerse (namaz kılmak, zekat vermek vs. gibi) o zaman mü'minlerin kardeşleri durumuna geçerler (9/11), ancak tevbeleri korku sebebiyle, güçsüz oluşları sebebiyle olmaması gerekir ki, bağışlanabilsinler (5/34). Kâfirlerin, zalimlerin, müşriklerden zorda kalınca tevbe edenlerin tevbeleri kabul edilmez.
Mü'minlerin, imanlarının gereği olarak tevbeleri kabul edilmeyecek insanlar için bağışlanma dilemeleri de yasaklanmıştır. "Sen onlar için istersen bağışlanma dile, istersen bağışlanma dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz. Bu gerçekten onların Allah'a ve Rasulüne karşı nankörlük etmeleri dolayısıyladır. Allah fâsıklar topluluğuna hidayet vermez" (Tevbe, 9/80). Allah münafıklar için bağışlanma dilemeyi yasakladığı gibi, onlardan ölenlerin cenaze namazını kılmayı ve kabirleri başında durmayı da yasaklamıştır (9/84). Yakın akrabası bile olsa ateş ehli oldukları açığa çıktıktan sonra müşrikler için de bağışlanma dilemek yasaklanmıştır (9/113). Bu tür davranışlar iman edenlere yakışmayan davranışlardır, velev ki onlar için bağışlanma dilenmiş olsa bile, Allah (c) onları kesinlikle bağışlamayacaktır.
Allah'ın tevbeleri kabul edici olduğunu gösteren 'tevvâb' vasfı Kur'an'da onbir yerde geçmektedir ve bunlardan dokuzu tevvâbu'r-rahim şeklindedir. Bu iki vasfın gereği olan bir derecelenme vardır. Allah önce suçu bağışlar, ardından da rahmet ve ihsanda bulunur. Bu iki ismin beraber zikredilmesinden anlaşılıyor ki, Allah günahı bağışlamakla kalmaz, ayrıca ihsanda bulunur. Kelime sadece bir yerde tevvâb (110/3) şeklinde gelirken, (24/10) ayetinde tevvâbu'n-hakim şeklinde gelmiş, tevbeleri kabul edici olmasının ilahi bir hikmete dayandığını ortaya koymuştur. Demek ki Allah tevbeleri kabul eder (9/104; 42/25), yapılan geri dönüş ameline cevap verir (6/54), günahtan sonra tevbe edip de durumunu düzeltenin tevbesini gerçekleşmiş kabul eder (2/160; 5/39), acıması ve merhameti herşeyi kuşatmıştır (7/156), bu sebeple kulunun günahları ne kadar büyük veya çok olursa olsun affeder, zira Allah'ın affı ve cömertliği her şeyden büyüktür. Hatta kulunun tevbeye yönelmesini ister. Kendisi de tevbeye muvafakat etmeye (4/26-27) isteklidir. Tevbe, İslam devletinde yaşanılan hâli düzeltir (9/5-11).
Allah'ın günahkâr kullarını aydınlatan bir başka vasfı da 'afuvv'dur. Kur'an'da dört yerde gafur ismiyle beraber geçen 'afuvv' vasfı Allah'ın çok affediciliğini gösterir. Bir yerde ise afuvv'ün kadir (4/149) şeklinde, affetmek kudretli olmakla dengelenmektedir. Allah, adaletiyle cezalandırmaya kadir olduğu halde, lütfunun gereği olarak bağışladığını bildirir. Bağışlama, ancak kadir olan, güç ve kudret sahibinden olursa bir değeri olur. Ayrıca bağışlanma dilemek ilah olanla ilişkilidir, bağışlanmayı dileme ancak ilaha yapılır (40/3). Samimi bir tevbe de, işlenen kötülüğü terk ettikten sonra, geçmişini tamir edip geleceğini mükemmel bir hale getirmektir, Tevbenin sıhhatli olmasının şartı üçtür: 1-Günahtan el-etek çekmek; 2- Yaptığı günahlardan dolayı pişmanlık duymak (bu tevbenin en büyük rüknüdür); 3- Tevbeden sonra kötü fiilleri işlememeye kesin karar vermek ve azmetmektir. Tevbe, yapılan amelin hemen peşinden olmalıdır. Allah'ın tevbeyi kabul edip etmemesi, kendi iradesine bağlıdır. Tevbeyi ancak Allah alır ve kabul edip etmemek de ona aittir. "Ancak tevbe eden, iman eden, salih amel işleyenler, onlar cennete girecekler ve hiç haksızlığa uğratmayacaklardır" (Meryem, 19/60). "Rabbimiz bizi sana teslim olanlar yap, neslimizden de sana teslim olan bir ümmet çıkar, bize ibadet yerlerimizi ve ibadet yöntemlerimizi göster, tevbemizi kabul et, zira tevbeleri kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin sen" (Bakara, 2/128).