Sabır kavramı; Kur'an'da ve Rasûlullah(s)'ın sünnetinde çok önemli bir yer tutar. Toplumda Kur'an yeterince bilinmediği ve Rasûlullah yeterince tanınmadığı için sabır kavramı da anlaşılamamıştır.
Musibet ve belalar karşısında dayanıklılık ve kararlılık şeklinde ortaya çıkması gereken sabır eylemi, ne yazık ki çarpıtılarak, tahrif edilerek güçsüz olanın güçlü karşısında hakkını korumaması, hakkından vazgeçmesi olarak anlaşılmıştır. Bu anlayış, birtakım zorbaların servet ve güçlerini kullanarak toplum üzerinde otorite kurmalarına, insanlar üzerinde söz sahibi ve egemen olmalarına, onların ekonomik güçlerini sömürürken, düşünce hürriyetlerini de ellerinden alarak, kendilerine kul ve köle haline getirmelerine sebebiyet vermiştir. Ezilen, sömürülen ve güçsüzleştirilen bu insanlar, kendilerine yapılan bunca kötülük karşısında susmayı tercih ederlerken bunu bir sabır anlayışı içerisinde yapmışlar, böylece istikbarın oluşmasına ve müstekbirlerin zulümlerinin devamına yardımcı olmuşlardır.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de sabır anlayışı hala yanlış anlaşılmaya devam etmekte ve bu sebeple tâğutlar yeryüzünde istikbarlarını, fesat ve zulümlerini devam ettirmektedirler. Tâğutların ve tağuti sistemlerin yok olabilmesi ancak sabrın anlaşılabilmesi ve sabrı kuşanan mücadele erlerinin çoğalabilmesiyle mümkün olacaktır.
Sabır; lügatte sa-be-ra kökünden türeme olup, 'sabretmek, kendini tutmak, beklemek' gibi anlamlara gelir.
Bu kısa girişten sonra Kur'an'da sabır nedir ve niçin gereklidir? Bunları genel hatlarıyla anlamaya çalışalım.
"Eğer gerçekten onlar, yanlarına çıkıncaya kadar sabretmiş olsalardı, bu kendileri için daha hayırlı olurdu Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir". (49/Hucurat, 5)
"Eğer biz onlara karşı kararlılık göstermeseydik (sabretmeseydik), neredeyse bizi ilahlarımızdan saptırmış olacaktı. Azabı görecekleri zaman, kim yol bakımından daha sapıkmış, onlar öğreneceklerdir". (25/Furkan, 42)
"Onlardan önde gelen bir grup: "Yürüyün, ilahlarınıza karşı (bağlılıkta) da kararlı olun (sabredin); çünkü asıl istenen budur" diye çekip gitti" (38/Sad, 6)
Yukarıdaki ayetlere dikkat ettiğimizde; "Sabır" kelimesi birinci ayette: Allah Rasûlü'nün, yanına çıkabilme fırsatını yakalayabilmek için "beklemek" anlamına gelirken, ikinci ve üçüncü ayette ise; kafirlerin, kendilerine yapılan davetten yüz çevirerek, ilahlarına yapışmaları, ilahlarına bağlılık ve itaatlerinde "kararlılık göstermeleri anlamına gelmektedir. Sabır, iyiliklerde ısrar, Allah'a itaat ve ibadette "kararlılık" anlamına geldiği gibi kötülükte ısrar etmek anlamına da gelmektedir.
"Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O'na ibadette kararlı ol (sabret). Hiç O'nun adıyla anılan birini biliyor musun?" (19/Meryem, 65)
Ayetlerde görüldüğü gibi, putlara kulluk etmek, bu kulluğu devam ettirmek için direnmek, küfürde devamlılık ve kararlılık göstermek küfürde sabır iken; imanın gereği olarak alemlerin Rabbi olan Allah'a kullukta sebat etmek, kendisine ölüm gelinceye kadar kulluğu devam ettirmek de kullukta sabırdır.
Kötülüklere tahammül edip dayanmak, o kötülüğü iyilikle uzaklaştırmak da sabırdır: "İyilikle kötülük bir değildir. Sen, en güzel bir şekilde (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. Buna da sabredenlerden başkası ulaşamaz. Ve buna büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da ulaştırılmaz". (41 /Fussilet, 34-35)
Sabır; kötülük, bozgunculuk ve yıkıma sebep olan olaylar karşısında insanlığın direnme, tahammül etme ve karşı koyma gücüdür. Sabır; bütün iç ve dış engeller karşısında direnmek, sağlam bir azim ve güçlü bir iradeyle bu engelleri aşarak yol almaktır.
"Öyleyse, Rabbinin hükmüne sabret, Onlardan günahkar ve kafirlere itaat etme". (76/İnsan, 24)
"Artık sen sabret; peygamberlerden ulu'l-azim sahiplerinin sabrettikleri gibi. Onlar için acele etme. Onlar tehdit edildikleri şeyi (azabı) gördükleri gün, sanki kendileri gündüzün yalnızca bir saati kadar yaşamış gibi olacaklardır. (Bu) bir tebliğdir. Artık fasık olan bir kavimden başkası yıkıma uğratılır mı?" (46/Ahkâf, 35)
Sabır, Allah'ın dinini yaşamak ve yaşatmak için gerekli olan bir davranıştır. Sabır mücadele ile iç içedir ve peygamberlerden ulul-azm sahiplerinin süreklilik haline getirdikleri bir davranıştır. Bu sebeple dava bilincine ulaşmış İslami hareket elemanlarının dinlerini yaşama ve yaşanılır kılabilmek için Allah adına verdikleri ve vermeleri gereken mücadelede sabrı kuşanmaları bunu kendilerine meslek edinmeleri gerekir. Çünkü davet yolu uzun, sıkıntılı ve işkencelerle doludur. Sabır; işkence ve eziyetler karşısında yılmayıp, Allah(c)'a ve onun dinine bağlılık, onun yaşanılır kılınabilmesi adına yapılan mücadelede yoldaki engellemelere aldırmadan bu yolu devam ettirmede kararlı olmak, tebliğ görevini sürdürmektir. Çünkü sabır; Allah'ın bir emri ve imanın bir gereğidir. Rasulullahın deyimiyle "Sabredin, çünkü sabır, imana nisbetle insan vücudundaki baş gibidir. Başı olmayan vücutta hayır yoktur. Sabır olmadıkça da imandan hayır gelmez". Baş, vücut için kesin bir hayati özellik taşır. Organizma birçok uzvun eksikliğine rağmen hayatta kalabilirken, başsız hayatta kalamaz. Yani elsiz, ayaksız, gözsüz, kulaksız ve dilsiz yaşabiliriz ama, sinir sisteminin kumanda merkezi olan baş olmazsa, bedenin diğer bütün azaları da işlemez hale gelir, canlılığı yok olur. Sabırsız ne tevhid korunabilir, ne de peygamberlerin mesajları toplumda kök salarak meyve verebilir. İlâhi ve İslâmi bir toplum oluşturulamaz. Yeryüzünde fesat ve bozgunculuk devam eder. Bu ortamda bireysel ibadetlerin bir değeri olmaz.
Sabır; din ve insanlık ideallerini ayakta tutan, hatta onları gerçekleştiren unsurdur. Sabır Allah'ın bizden istediği bir ameldir. Bunun alanı nedir, bizden nelere karşı ve nasıl bir sabır istenilmiştir?
İnsanın yaradılış gayesinin tahakkuk etmesi; insanın kendisinden istenilen amelleri yaparak kulluğunu gerçekleştirmesi ve kulluğun nihâi hedefi olan yeryüzünde şirkin egemenliğinin kaldırılıp, yerine Allah'ın dinin hakim olabilmesi ile mümkündür. Kulluk mücadelesinin yapıldığı alan, aynı zamanda sabrın alanıdır.
Sabrın alanı; insanın ilerleme ve gelişmesine engel olan ve insanı hareketten alıkoyan her türlü engellerin bulunduğu yer ve alandır. Bu engeller insanın kendi içinde ve dışında olabilir. Tembellik, bencillik, lezzet ve huzur arzusu, hırs, tamah, korku, alçaklık, şehvet düşkünlüğü ve benzeri özellikler İnsanın kendi içinde oluşan engellerdir. Çekicilik, şeytani çabalar, fesat, tuzak, zorlamalar, yükler, düzensiz ve yanlış alınan toplumsal karar ve kurallar insanın kendi dışında olan engelleridir. Bütün bunlar, şeytanın ve yandaşlarının tuzak ve aldatmalarından başka bir şey değildir. Şeytan ise insanın düşmanıdır ve onu kulluktan engelleyebilmek için iç ve dış düşmanlarla insanı güçsüzleştirmeye çalışarak, hedeflediği şeyi yapmasına engel olur. İşte bu sebeple bunlarla mücadele etmek, şeytana ve yandaşlarına itaat etmemek hususunda kararlı ve dirençli olmak, sabrın alanı içerisine girer.
O halde sabır; insanı, kendisine emredilen amel ve eylemlerden alıkoyan, ya da yasak ve haram olan şeyleri yapmaya sevk eden sebep ve etkenlere karşı koyması, insanın direnme yetenek ve arzusunu çekip alan hayatın acı ve tatsız olaylarına, felaketlerine karşı koymasıdır.
İnsanın denendiği tatsız olaylar karşısında dayanması, şartların gerektirdiği sorumlukları ve emredilen şeyleri yerine getirmede kararlılık ve Allah'ın yasaklarını yapmamak için direnmek sabırdır.
Bu anlamda sabrın tasnifi, Hz. Ali'den rivayet edilen bir hadiste yapılmıştır: "Sabır üç türlüdür: Belalar karşısında gösterilen sabır, itaat etme konusunda gösterilen sabır ve günahlar karşısında gösterilen sabır."
Sabrın birinci çeşidi, "belalar" karşısında gösterilen direniştir.
İnsanın yaradılış gayesi imtihandır. İnsan imtihanında belalarla denenir. Sabır, insanın imtihan alanı içerisine giren hatta tamamını kuşatan bir eylemdir.
"Andolsun, sizi korku, açlık, mallarınızdan, canlarınızdan ve ürünlerinizden eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele". (2/Bakara, 155)
"Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız, (bu) emirlere olan azimdendir". (3/Al-i İmran, 186)
"Senden önce de Rasûller yalanlanmıştı. Yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine sabrettiler, nihayet onlara yardımımız yetişti. Allah'ın kelimelerini (yardım va'dini) değiştirebilecek kimse yoktur. Sana da Rasûllerin haberinden bir parça geldi". (6/En'am, 34)
İmtihan için yaratılan insan, kendi haline terk edilmemiştir. Onu uyarıp korkutucu ve müjdeleyici olarak kitapla birlikte peygamberler gönderilmiştir. Peygamberler Allah'a kulluk ederlerken, risaletlerinin gereği olarak da insanları Allah'a kulluk etmeye çağırmışlardır. Bu çağrı karşısında müstekbirler telaşa kapılarak, peygamber ve onunla birlikte iman eden mü'minlere imanlarından vazgeçmeleri için kötü sözler sarfetmiş ve onları işkence ve zulümleri ile Allah'ın dininden ve onun nurlu yolundan engellemeye çalışmışlardır. Onlar kötülükleriyle, işkence, zulüm, baskı ve zorba iktidarlarıyla peygamber ve onunla birlikte iman edenleri caydırmaya çalışırken, yani küfürlerinde kararlı ve sabırlı bir şekilde mücadele ederlerken, iman edenler ve peygamberler imanlarında kararlı bir şekilde, onların baskı ve zulümlerine karşı koyarlarken sabrı kuşanmışlardır Sabır onların hedefe ulaşmalarında bir yol azığı olmuştur. Güç durumlardaki kararlı eylemleriyle sabrı kuşanarak, birbirlerine sabrı tavsiye ederek mücadelelerine güç katmışlar, Allah'dan sabır ve yardım dilemişlerdir.
İslami mücadele sabırla güç kazanmış, örnek nesil sahabe toplumu sabırla oluşmuştur, Bilaller, Sümeyyeler, Yasirler, Ammarlar, Habbaplar ve diğer sahabeler sabırla kendilerini bulmuşlar, tâ günümüze kadar örnek şahitler olarak anlatıla gelmişlerdir.
İmanla sabır içiçedir. İman eden insan imanının pratiğini ortaya koymak zorundadır. Bu ise sabır, azim, kararlılık ve mücadelede sürekliliği gerektirir.
"Andolsun biz sizi deneyeceğiz ki içinizden cihad edenleri, (güçlüklere) sabredenleri, sözlerinde doğru olup olmayanları bilelim". (47/Muhammed, 31)
"Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve onunla birlikte iman edenler: Allah'ın yardımı ne zaman diyecek kadar olmuşlardı. İyi bilin ki, Allah'ın yardımı yakındır". (2/Bakara, 214)
Bir yanda nefsin istek ve arzuları diğer yanda imânın gerektirdiği pratikler. Dilleriyle iman ettiklerini iddia edenler, denenecekler ve imanın gerçekten gönüllerinde iktidar olup olmadığı cihad ve sabırla açığa çıkarılacaktır. Allah'ın yeryüzündeki ayetleri, onun kalbini ürpertecek ve nimetler karşısında sabırla birlikte şükrünü de eda edecek ki cenneti kazanabilsin. Kendilerinden önce yaşayan insanların başlarına gelen şeylerle denendiğinin bilincinde olarak, aynı şeylerin kendi başına da gelebileceğini düşünüp imandan sonra şüpheye düşmeden azim ve kararlılıkla imanının pratiğini ortaya koyacaktır. İşte bunlar belâ imtihanı karşısında denenmek ve sabretmektir. Bunu başarmak, Allah'ın sevgisini kazanmak olup karşılığı ise cennettir.
"Nice peygamberlerle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve minnet)'den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne de boyun eğdiler. Allah sabredenleri sever", (3/Al-i İmran, 146)
"Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırdetmeden ve sabredenleri de belirtip ayırdetmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?" (3/Al-i İmran, 142)
"Ey peygamber, müminleri savaşa karşı hazırlayıp teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi(kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden yüz(sabırlı kişi) bulunursa, bunlarda kafirlerden bin kişiyi yenerler. Çünkü onlar (gerçeği) kavrayamayan bir topluluktur. Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir zaaf olduğunu da bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah'ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah sabredenlerle beraberdir". (8/Enfal, 65-66)
"Ey iman edenler, bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çokça zikredin ki, kurtuluşa eresiniz". (8/Enfal, 45)
Müslümanlar, İslami hareketin elemanları savaş alanında düşmanla karşılaştıkları zaman düşmanın sayısal çokluğundan, tank, top ve jetlerinden, keskin bakışlarından, ölümün sert yüzünden, dostlarının, oğullarının, eşinin, mallarının ve rahat bir hayatın gözleri önünde canlanmasından gevşekliğe kapılmazlar. Cihad görevinden onları hiç bir şey engelleyemez, sabrederek görevlerini yerine getirmeye çalışırlar, işte onlar; dünyanın lezzet ve şehvetlerinin aldatamadığı, arzularını sabır kılıcıyla yenen yiğit insanlardır. Onlar sabır ve dayanıklılıklarda Allah'a itaatte kemâle ermiş insanlardır. Onları hiç bir etken gevşeklik ve sapmaya iletemez, çünkü onlar: "Sadece şöyle diyorlardı: "Rabbimiz bizim günahlarımıza ve işlerimizdeki taşkınlığımıza bağışla, ayaklarımızı yolunda sağlam tut, kafir topluma karşı bize yardım et". (3/Al-i İmran, 147)
Sabır Allah'ın müminlere bir emridir. "Ey iman edenler, sabır ve namazla(Allah'tan) yardım isteyin, şüphesiz ki Allah, sabredenlerle beraberdir". (2/Bakara, 153)
"Sabır ve namazla (Allah'tan) yardım isteyin, şüphesiz bu, (Allah'a) saygı gösteren (huşu eden)lerden başkasına ağır gelir". (2/Bakara, 45)
Sabrın ikinci çeşidi, itaattir. İnsan sabreder ve Allah'dan yardım isterse bu Allah'a bağlılık ve itaatinin bir ifadesidir. Zaten Allah'a bağlı olmayan, O'ndan korkmayan insanlara sabır ağır gelir. Allah kendi yolunda mücadele eden ve kendisinden korkanlara yardım edecektir. Zira Allah sabredenlerle beraberdir. "Sabredenler, doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, infak edenler ve seher vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir". (3/Ali İmran, 17)
"Sabredenler ve salih amellerde bulunanlar başka. İşte bağışlanma ve büyük ecir bunlarındır". (11/Hud, 11)
"Onlar sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir". (16/Nahl, 42)
İnsanın emredildiği şekilde dosdoğru olmasının, ibadetlerini yapmasının sabırla ilişkisi büyüktür. Namaz kılarken, insanın herhangi bir işle meşgul olmayıp bütün dikkatlerini kalp huzuru ile namaza vermesi, namaz dışındaki düşüncelerinden arınarak, hatırına gelen şeyleri geri çevirmesi, huşu ile Rabbine yönelmesi veya oruç tutan bir insanın uzun süre açlık ve susuzluğa karşı dayanması, yemeğe duyduğu ihtiyaç ve arzuya rağmen direnmesi belli bir güç ve sabır isteyen bir iştir.
Zalim bir otoriteye ve onun işbirlikçilerine karşı yılmadan, yorulmadan hakkı haykırmak, onlara itaat edildiğinde dünyalık bir takım şeylerin verileceği bilinmesine rağmen tercihin nefse zor gelenden yana olması itaatte sabırdır.
Üçüncü sabır çeşidi "günahlar karşısında gösterilen sabır"dır.
Allah nefsi yaratmış ve onu şekillendirmiş, ona iyiliklere ve kötülüklere meyletme güdüsünü vermiştir (91/7-8). Ancak bir takım insanlar hidayet karşısında sapıklığı, mağfiret karşısında azabı satın almışlar, ateşe karşı sanki dayanıklı ve sabırlı olduklarını (2/175) göstermek istemişlerdir. Cahiliyye; radyosu, televizyonu, basınıyla İnsanlara Allah'ın yasakladığı münkerati hoş ve güzel göstererek teşvik etmektedir, insan bu kötülüklere yönelirken sapıklık yolunu tercih etmekte ve ateşi elde edecek amelleri ısrarla yerine getirmektedir. Diğer tarafta iman eden insan; nefsinin tüm istek ve arzularına gem vurmaya çalışarak kendisini günahtan korumaya ve arındırmaya, günah işlememeye, sabırla kulluğunu yerine getirmeye çalışmaktadır. Sabır, takvayla ilişkisi olan bir eylemdir. Allah'dan korkup azabından korunmanın bir gereğidir.
"Evet, sabreder (Allah'tan) korkar ve korunursanız onlar hemen şu anda üzerinize çullansalar, Rabbiniz size nişanlı beşbin melekle yardım eder". (3/Ali İmran, 125)
"Asra yemin olsun ki, muhakkak insan hüsrandadır. Ancak iman edip salih amel işleyen, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bunun dışında-dır". (103/Asr, 1-3)
İman edenler, imanlarının gereği olarak sabrederler, hatta sabırda birbirleriyle yarışırlar ve birbirlerine sabrı tavsiye ederek, Allah'ın yardımının sabredenlerle birlikte olduğunu bilir, bu bilinçle hareket ederek yaşamlarına güç katarlar. Zira sabır, neticesi güzel olan bir davranıştır. Sabırsızlık ise büyüklenmekten kaynaklanan, sonucu hüsran olan bir davranıştır.
"Sabret, çünkü Allah güzel davrananların ecrini zayi etmez". (11/Hûd, 115}
"Sizin yanınızda bulunan tükenir. Allah'ın yanında bulunan ise kalıcıdır. Biz sabredenlerin karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle vereceğiz". (16/Nahl, 96)
Sabır ancak ilimle, iman edip salih amel işlemekle elde edilecek bir özelliktir.
"Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise: "Yazık size, dediler, iman eden ve salih amel işleyen kimse için Allah'ın sevabı daha hayırlıdır. Buna ancak sabredenler ulaştırılır". (28/Kassas, 80)
Allah'a iman ve onun yolunda mücadele etmek insanı sabredenler arasına dahil eder. Sabır, bize karşı gelişen tüm olaylara karşı direnmek, böylece ruhen ve bedenen huzur bulmaktır. Dünyada en çok sabra ihtiyacı olan ise mücadele içerisine olan İslami hareketin neferleridir. Allah, kendi yolunda mücadele edip sabredenleri ödüllendirir, toplumda önder ve rehber kılar. "Sabrettikleri ve ayetlerimize kesinlikle iman ettikleri zaman, onların içinden, emrimizle doğru yola ileten imamlar kıldık.". (Secde, 32/24)
Toplumsal değişimin gerçekleşmesi için mücadele etmek her müslümanın görevidir, bunun içinse sabır ve azim gereklidir. Allah, sabretmeleri ve mücadeleyi sürdürmelerinin neticesi olarak mücadeleci insanların içinden topluma önder ve örneklik yapabilecek İslami mücadeleyi sürdürecek imamlar çıkarır. Mücadele etmek aynı zamanda sabretmektir, mücadelesizlik ise sabırsızlığa teslim olmaktır. Mücadele etmek peygamberlerin yolunu devam ettirmek ve onların başına gelen bela ve musibetlere talip olmaktır. Evinde huzur içerisinde çocuklarıyla ve ferdi ibadetleriyle meşgul olup, ibadetlerin toplumsal yanını bir kenara bırakıp bela ve musibetlerden kaçmak ise bu yolun dışına çıkmaktır. Mücadele yolu; sabrı, direnmeyi, zorluklara katlanmayı ve acıyı yüklenmeyi gerektirirken, diğer yol ise rahatı ve refahı seçmektir. Mücadele yolunun anlamı, diğer yolun anlamsızlığı arasındaki farkı oluşturmaktadır. Birinci yol örnek olmaları için gönderilen peygamberlerin yolu iken, ikinci yol peygamberlerin yasakladığı ruhbanların, rahiplerin yoludur. Belli bir gayeyi gerçekleştirmek isteyenlerin sürekli hareket içerisinde olmaları gerekir. Hareket, sabretmeyi, bela ve musibetlere katlanmayı, onlara karşı direnmeyi, hedeflediğini gerçekleştirebilmek için kararlı olmayı gerektirir. Bu sebeple, hareket içerisinde olmak ya da yola koyulmak sabırsız olmaz. Sabırlı olmak ise doğruluk olmadan başarıya ulaştırmayacağından, sabrın şartı da doğruluk olmalıdır.
Sabrın en güzel belirti ve etkisi, insanı darbelere karşı yenilgi ve teslimiyet psikozuna itmemesi ve sürekti mücadele azmi vermesidir. Bir dava erinin, gereğince inanmış olarak, azimle ve başarmak için girişmediği bir mücadele, yolun ortasında zorluklardan kurtuluş için kaçmak fikrini zihinlerde üretebilir. Yaşadığı her olay karşısında bir silah kazanmış gibi sabrı kuşanan, doğruluğu meslek edinen, hayatın problemleriyle mücadele ederek bu sayede güç kazanan, sabrı sayesinde yenilmeyen bir ruha sahip olan dava erlerinden oluşan İslami bir hareket, önündeki engelleri kaldırarak hedefe doğru yürüyecek ve nihayetinde başarılı olacaktır. Sabır ayakları sağlamlaştırırken sabırsızlık ise kaydırır. Sabır, sayısı az bir toplumu zafere ulaştırırken sabırsızlık ise sayısı çok olan bir toplumu hezimete uğratır. Şu halde sabır, insanın kendi kapasitesini tanıması, yapısında var olan olumlu ve olumsuz yönlerinin farkına daha iyi varmasıdır. Sabır insanın içinde var olan fakat, farkedemediği gizli güçlerini açığa çıkarmasının adıdır. Bir başka deyişle sabır, insanın kendi benliğini bulması, özünü anlamasıdır. Sabır insanı Allah'a yaklaştıran en güzel eylemdir.
"Rabbimiz üzerimize sabır dök, ayaklarımızı sağlamlaştır, kafirlere karşı da bize yardım et". (Bakara, 2/250)