GİRİŞ
Yüce yaratıcımız bizleri ihtiyari varlıklar olarak yaratmış, kulluğumuzu yerine getirip getirmeme konusunu tercihlerimize bırakmış ve kendi yolunu kavrayabilelim diye bizleri akılla donatmıştır. Yaratılışta O'nu tanıyabilme yetisi ile insanı mücehhez kılmıştır (57/Hadid, 8).
Allah-u Teala çeşitli zamanlarda insanlara kulluklarını hatırlatmak, onları şirkten arındırmak ve büyük günün azabından onları korkutmak üzere, yine insanların içlerinden bazılarına vahiy göndermiştir. Kendisine vahiy gelen ve gelen vahyi tebliğ eden elçilere karşı insanlar, genellikle olumsuz bir tepki göstermişlerdir. Elçilerin beşer olmasını garipsemişler ve onlardan olağanüstü davranışlar sergilemelerini beklemişlerdir. Bu tutum Hz. Muhammed için de söz konusu olmuştur. Ama bütün bunlara karşı Rasulullah (s)'ın insanlara cevabı şu olmuştur: "De ki: Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem, size ben meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum." (6/En'am, 50; 10/Yunus, 31)
Biz müslümanlar olarak genelde Resullerin, özelde Hz. Muhammed'in konumunu Kur'an perspektifinde çok iyi belirlememiz gerekmektedir. Kur'an'da anlatılan kıssaları incelediğimizde görürüz ki, ümmetler çoğunlukla rasul konusundaki tutumlarından dolayı dalalete düşmüşlerdir. Bazı kavimler rasullerini öldürmüşler, yurtlarından sürmüşler; bazı toplumlar da onları çok fazla yüceltmişler, onu beşer üstü bir konuma, yani ilahlık mertebesine yükseltmişlerdir.
Hz. Peygamber, vahye doğrudan muhatap olması bakımından ve o vahyi insanlara ulaştırması konumundan öncü bir role sahipti. O'nun görevi vahyi insanlara ulaştırmak kadar, vahyi emirlere uymak ve vahyin ilk muhatabı olarak, vahiyden anladığı dinin şahitliğini yapmaktı.
Bu gün genellikle müslümanların, Rasulullah (s)'ın vahiy karşısındaki konumu hususunda iki farklı yaklaşım içinde bulunduklarını görüyoruz: Birinci yaklaşım, Rasulullah'ın beşeri/insani yönlerini görmeyerek, adeta onu bütün söz ve fiillerinde vahiyle programlanmış iradesiz bir varlık olarak algılamaktadır, ikinci yaklaşım ise, Rasulullah'ın vahyi aktarma/beyan etme dışındaki bütün fonksiyonlarını yok saymakta ve onun görevini, sadece vahyin aktarımı ile kayıtlamaktadır.
Bizce bu iki yaklaşım da yanlıştır. Bu yanlışlığın hareket noktası da Kur'an'dan değil, ihtilafların oluştuğu tarihi süreç ve kültürden kaynaklanmaktadır. Sık sık gündeme gelen hadis-sünnet tartışmaları, bizi öncelikle Kur'an'ın, rasulleri ve Hz, Peygamberi nasıl değerlendirdiğini araştırmaya yöneltmelidir. Biz de çabalarımızın elverdiğince Kur'an'daki konuyla ilgili ayetleri tasnifleyerek konuyu değerlendirme yoluna gittik. Şüphesiz tasniflemelerin, konunun anlaşılmasında getirdiği olumluluk yanında bazı olumsuzlukları da söz konusu olabilir. Tasniflerin, konuyu sınırlandırma gibi engeller oluşturacağı bilinmekle birlikte, işlenen bir konunun iyi kavranabilmesi için yapılan tasniflere her zaman ihtiyaç duyulduğu yaşanan bir gerçektir. Biz de Kur'an'da Rasulullah'ın konumunu belirlemek için ayetleri tasnifleyip değerlendirmeye çalıştık.
I-Risalet Öncesi ve Risalet Dönemi İnsan Olarak Hz. Muhammed:
"Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçelerinin üzerinde gerisin geriye dönerse Allah'a hiç bir ziyan veremez." (3/AI-i İmran, 144)
Geleneksel anlayışa göre Hz. Peygamber kendisine risalet görevi gelmeden önce rasul olacağını biliyordu. Kırk yaşına gelinceye kadar bir sürü olağanüstü hal geçirdi. İki kez kalbi yarıldı ve temizlendi!.. Ama Kur'an'a baktığımız zaman Allah, rasulüne hitaben buyuruyor ki:
"Sen kitabın kalbine bırakılacağını ummazdın. Ancak Rabbinden bir rahmet olarak (indirilmiştir)." (28/Kasas, 86)
"Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin." (42/Şûrâ, 52)
"Yine Kur'an'da Rasul'ün şaşırmış bir halde (dâll) iken doğru yola (hedâ) iletildiğini öğreniyoruz" (93/Duhâ, 7).
Elbette Rasul'ün daha önce tamamen doğru yoldan sapmış bir halde olduğunu söylemek istemiyoruz. Ama kendisine gelecek vahiyden habersizdi ve en azından doğru olanın arayışı içindeydi. Bazılarının söylediği gibi o kendisine vahiy gelmeden önce peygamber değildi. Ve insan olarak sorumluydu. Vahiy geldikten sonra da Peygamber'in sorumluluğu ortadan kalkmadı. "Kendilerine elçi gönderilmiş olanlara soracağız ve elbette gönderilen elçilere de soracağız. Ve elbette onlara aralarında olup bitenleri kesin doğru olan bilgi ile anlatacağız." (7/A'raf, 6–7)
Onun bizden farklılığı vahyin kontrolünde olması, hatalarının vahiyle düzeltilebilmesi imkânıdır. Birçok ayette Rasul'ün kimseye zarar ve fayda verme gücüne sahip olmadığını (72/21), ancak bir insan olduğunu (18/110) öğreniyoruz.
"Senden önce gönderdiğimiz bütün elçiler de yemek yerler, çarşılarda gezerlerdi." (25/Furkan, 20). Rasullerin insanlardan seçilmiş olması sürekli tartışma konusu olagelmiş, bir türlü kabullenilememiştir. Kendilerine hidayet geldiği zaman insanları doğru yola gelmekten alıkoyan şeyin hep Allah bir insanı mı elçi gönderdi? demeleri olduğu anlatılır (17/9).
II. Rasulullah'ın Bilgi Kaynağı
Kur'an'ı incelediğimizde Rasul'ün (risaletle ilgili) bilgi (ilim) kaynağının vahiy olduğunu görürüz. Bu vahiy de elimizde mevcut olan Kur'an'dır.
"Sen bundan önce bir kitap okumuyordun, elinle onu yazmıyordun. Öyle olsaydı o zaman iptalciler kuşkulanırlardı." (29/Ankebut,48)
"Bu Kur'an bana vahyolundu ki onunla sizi uyarayım." (6/En'am, 19)
"Allah'a kavuşmayı ummayanlar; Bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir. derler. De ki: Kendi tarafımdan değiştiremem." (1 O/Yunus, 15)
"De ki: Eğer Allah dileseydi onu size okumazdım ve onu size hiç bildirmezdi." (10/Yunus, 16)
Bu ayetler gösteriyor ki Rasulullah'ın mesajının kaynağı vahiydir. Fakat bu Rasul'ün, normal insanların bilgilenme kaynaklarına bigane olduğu, onlardan mahrum kaldığı anlamına gelmez. Hatta Kur'an bizatihi Rasulullah'ı bu bilgi kaynaklarına yöneltir: "Eğer sen, sana indirdiğimizden kuşkuda isen, senden önce kitab okuyanlara sor..." (10/Yunus,94)
Kur'an'da anlatılan kıssalar Rasule okunmadan önce gayb haberleriydi. Bu haberleri rasul bilmiyordu (12/102, 20/99). Kendisine vahiy geldikten sonra vahyi acele hıfz etmek ve insanlara aktarmak istiyordu. Ama Allah, Rasulünü uyarıp ilminin artması için Rabbine duaya çağırıyordu. (20/114).
Rasule vahy inmeye başladıktan sonra çeşitli spekülasyonlar yapıldı. Ona bir insan öğrettiğini iddia ettiler. 16/103). Muhataplarının itiraz ettikleri ilim, Rasulullah'ın onlara aktardığı vahyi bilgiydi. Yoksa her insanın hayat süresince edindiği sıradan şeyler değildi. Bu gün de Rasulullah'ın bilgi kaynağı sadece vahiydir derken, onun tüm insanları muhatap alan, onları bağlayıcı ve ebediyete kadar da baki kalacak mesajını kastediyoruz.
Necm Suresi'nin ilk ayetleriyle ilgili olarak "hevasından konuşmaz" ayeti Rasul'ün bütün yaşamına ve söylediklerine hamledilerek tamamen iradesiz bir rasul tipi karşımıza çıkarılmak isteniyor. Hâlbuki ayetler bir bütün olarak ve Kur'an bütünlüğünde değerlendirilirse ayetteki hevadan olmayan konuşmanın Kur'an olduğunu anlayabiliriz. (53/1–6).
III. Rasulullah'ın Görevi
Rasulün öncelikli görevi vahyi özümsemek (20/114) ve özümsediği vahyi insanlara ulaştırmaktır. O gerçekle müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilmiştir (2/119, 26/194).
Onun görevi sadece mesajı iletmek ve bir köşeye çekilmek değildir elbette. Bizzat hakkın şahitliğini yapmak ve insanlara örnek olmak durumundadır da. Bu, geçmiş peygamberler için de cari olan bir görevdir. Bu asli görevlerini ihmal etmeleri halinde Allah tarafından hesaba çekileceklerdir.
"Sana da bu zikri indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın, ta ki düşünüp öğüt alsınlar." (16/Nahl, 44)
"Seni de böylece, kendilerinden önce nice milletler geçmiş bulunan bir millete gönderdik ki, sana vahyettiğimizi onlara okuyasın. Oysa onlar Rahman'a nankörlük ederler. De ki: O benim Rabbimdir. O'ndan başka ilah yoktur. O'na dayandım, dönüş yalnız O'nadır." (13/Ra'd, 30)
"Elçiye düşen sadece duyurmadır. Allah neyi gizleyip neyi açığa vurduğunuzu bilir." (5/Maide, 99)
Bütün bunların ötesinde, bütün rasullerin görevi şu ayetle vurgulanmıştır: "Muhakkak biz her topluma Allah'a kulluk edin. tağutlardan kaçının diye bir rasul göndermişizdir." (16/Nahl,36)
IV. Rasulullah'a Allah'ın Yardımı
Allah-u Teala: "Bir toplum kendi nefislerindekini değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirecek değildir." (13/11) buyurmaktadır. Bu genel esası tesbit ettikten sonra; Rasul ve beraberindekiler yalanlamalara ve eziyetlere karşı sabrederlerse (6/34) Allah onlara sekineti ve orduları indirir (9/26). Bu sünnete göre hareket ederlerse zafere ulaşırlar. (48/24).
Rasul (s) ve beraberindekilerin bu stratejileri ve olaylar karşısında takındıkları tavırlar bütün zamanlardaki müminlere örnektir.
Allah'ın yardımı müminlerin hepsi için söz konusudur.
"O, imanlarına iman katsınlar diye müminlerin kalplerine huzur indirdi. Göklerin ve yerin askerleri onundur. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (48/Fetih, 4)
Müslümanlar çabalarsa Allah yolunda cihad ederse Allah desteğini vaad eder. Düşmanlar Rasul (s)'e tuzak hazırlarken Allah da onlara tuzak kuruyordu (8/30). Elçiyi incitenler ona hiç bir zarar veremez. (47/32).
Allah Kur'an'da birçok peygamberin haberinden bahsediyor ki Rasul (s)'in kalbi sağlamlaşsın. Başına gelen zorluklardan dolayı yılgınlık göstermesin (11/120). Anlatılanlar özelde onun, genelde tüm müminler için moral güç kaynağı oluyordu. Ve Allah'ın Rasulü'nü gaybi yardımlarıyla desteklediği bilinmektedir:
"Eğer siz ona (Muhammed'e) yardım etmezseniz, iyi bilin ki, Allah ona yardım etmişti. Hani yalnız iki kişiden biri olduğu halde, inkâr edenler kendisini çıkardıkları sırada ikisi mağarada iken arkadaşına: Üzülme, Allah bizimle beraberdir diyordu. Allah ona sekinetini indirdi ve onu, sizin görmediğiniz askerlerle destekledi; inanmayanların sözünü alçalttı..." (9/Tevbe, 40)
Resule en büyük yardım, vahyin tebliği sırasındaki yaşanan güçlükler ve tereddütler karşısında söz konusu olmuştur: "Onlar neredeyse sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman da seni dost edineceklerdi. Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, and olsun, sen onlara az bir şey eğilim gösterecektin." (17/isra, 73–74)
V. Rasulullah'ın örnekliği ve itaat
Rasulullah bir teorisyen, bir felsefeci veya yapmadıklarını söyleyen biri değildi. O, her şeyden önce insanlara taşıdığı mesajın kendisini de bağladığının farkındaydı ve bu hususta azami derecede gayret sarfediyordu. Söylediklerinin şahitliğini yapıyor ve insanlara mesajını yaşayarak örneklik ediyordu.
Bu kural bütün rasuller için geçerlidir. Hatta denilebilir ki; söylediklerini bizzat yaşamaları peygamberliğin gereklerindendir.
"İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek var..." (60/Müntehine, 4)
Bir başka ayette ise Rasulullah kastedilerek şöyle denilmektedir:
"Andolsun Allah'ın elçisinde sizin için, Allah'a ve ahiret gününe inanan ve Allah'ı çok anan kimseler için güzel bir örnek vardır." (33/Ahzab, 21)
Rasul müminler için örnektir. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken husus Rasulullah'ın taklid edilmesiyle, örnek alınmasının farklı şeyler olduğudur. Ona tabi olmakla taklid etmek farklı şeylerdir.. Taklidde irade yoktur. Tabi oluşta iradi bir tavır vardır.
Allah müminlerden, Rasulullah'ı örnek almalarını isterken, onun örnekliğini garanti altına almıştır. Içtihadi yanlışlarını vahiyle düzeltmiş ve böylece o yanlışların örnek alınmasını engellemiştir. Kur'an'da böylesi tashihlere sıkça rastlamak mümkün. Hepimizin bildiği âmâ hadisesi buna en iyi misaldir. (80/Abese, 1–10).
Bir başka ayette de Rasulullah bir olay nedeniyle kendisine helal kılınan şeyi haram kılmak istiyor, fakat hemen vahiyle uyarılıyor. (66/1).
Artık teminat altına alınmış böylesi bir örneklik müminler için bağlayıcılık ifade eder. Yani garanti altına alınmış örneklik beraberinde itaati getirir.
Rasulullah tüm gayret ve gücünü göstererek en mükemmel bir örnekliği oluşturmakta iken, müminlerde ona itaat etmelidirler. Zira artık bundan böyle Rasul'e itaat, Allah'a itaati ifade eder: "De ki: Allah'a ve Rasulü'ne itaat edin" (3/AI-i İmran, 32)
VI. Rasulullah'ın Hüküm Koyması
Hüküm koyma/verme derken, Rasulullah'ın kendisine gelen vahiy dışında; haram etme veya helal sayma yetkisinin olup olmadığını kastediyoruz.
Eğer Rasulullah'ın koyduğu hüküm kendisine gelen vahyin gereği ise zaten buna kimsenin itirazı olamaz:
"Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse onlar kafirlerin / zalimlerin / fasıkların ta kendileridir." (5/Maide, 44-45 ve 47. ayetler)
Yok eğer Kur'an'ın belirlediği bir hususta Rasulullah ayrı bir hüküm verebilir veya başka bir ifadeyle, Kur'an'ın haram etmediği bir şeyi Rasulullah haram edebilir veya tam aksi, deniyorsa işte burada Kur'an'a aykırılık ve onun hükümlerini bizzat yaşayan Rasulullah'a da iftira var demektir.
Hüküm hususunda Rasulullah, kendisinden önceki rasullerde olduğu gibi, vahye tabidir:
"Gerçek Tevrat'ı biz indirdik. Onda hidayet ve nur vardır, İslam olmuş nebiler, onunla Yahudilere hüküm veriyorlar." (5/Maide, 44)
Bu ayet geçmiş peygamberlerin hüküm verirken izledikleri yolu göstermektedir. Aynı yol Rasulullah için de geçerlidir:
"Biz sana kitabı indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği biçimde hüküm veresin; hainlerin savunucusu olma!" (4/Nisa, 105)
Bu uyarıdan sonra artık Rasulullah'ın hüküm verirken neye tabi olacağı gayet açıktır. O yalnızca bir peygamber değildi. Aynı zamanda bir aile reisi, bir devlet başkanıydı da. Elbetteki günlük hayatta birçok meseleyle karşılaşıyor ve hatta kendisine gelinip gelişmeler, olaylar hakkında hüküm vermesi isteniyordu. O da Allah'ın kitabıyla hükmediyordu.
Yegâne hüküm koyucu, helal ve haramı belirleyici olan yalnızca Allah'tır. O hükmüne kimseyi ortak etmez (18/26). istediği hükmü verir (5/1) ve hüküm vermek yalnız Allah'a aittir. (6/57; 12/40, 67).
Kuran'da geçen hüküm verme ile ilgili ayetlerdeki Allah ve Rasulü ifadeleri, yukarıda izah etmeye çalıştığımız, Rasulullah'ın Allah'ın hükmüyle hükmetmesi olgusuna işaret etmektedir:
"Allah ve Rasulü bir işte hüküm verdiği zaman artık inanmış kadın ve erkeğin o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Rasulü'ne karşı gelirse, apaçık bir dalalete düşmüş olur." (33/Ahzab, 36)
Helal ve haram konusunda da durum aynıdır. Rasulullah vahiyle belirtilen helal ve haramlara tabidir. (16/116).
"Deki:Gelin Rabbinizin size neyi haram kıldığını okuyacağım." (6/En'am, 151)
Kendisine nelerin helal olduğu sorulduğunda Rasulullah hemen vahye başvuruyordu: (5/4)
Tahrim süresindeki olay, basit dahi görünse, Rasulullah'ın temiz olan bir şeyi kendisine haram kılmanın ne kadar yanlış olduğunu göstermektedir. (66/Tahrim, 1)
VII. Rasulullah'ın Vahiyle Uyarılması ve İkaz Edilmesi
Rasul bir beşer olarak bazen hata ediyor ve bazen de muhtemel bir olumsuzluğa düşmemesi için vahiyle uy arılıyordu. Bu uyarı, olaya göre bazen yumuşak, bazen sert üslupla oluyordu.
Mesela Abese Suresinin ilk ayetlerinde anlatılan olay bu konunun somut bir örneğidir: "Surat astı ve döndü. Kör geldi diye. Ne bilirsin, belki o arınacak. Yahut öğüt dinleyecek de öğüt kendisine yarayacak. Kendisini zengin görüp tenezzül etmeyene gelince; sen ona yönetiyorsun. Onun arınmasından sana ne? Fakat koşarak sana gelen, korkarak gelmişken sen onunla ilgilenmiyorsun." (80/Abese, 1–10)
Yine Rasulullah'ın Tahrim Suresi'nde (66/1), hanımlarının hoşnutsuzluğunu istemeyerek helal olan şeyi kendine haram kılması veya Tevbe Suresi'nde (9/43, 86) savaşa gitmek isteyenlere izin vermesi gibi hatalı tavırlarından dolayı ikaz edildiğini görüyoruz.
Sabah akşam Rablerine dua edenleri yanından uzaklaştırmaması (6/92), kendisine gelen ilimden sonra inkâr edenlerin havalarına uymaması (13/37), sevdiğini hidayete eriştiremeyeceği (28/56), konuşmalarını dinlediği ve cüsseli yapılarını beğendiği kişilerin Allah düşmanı olduğu ve onlardan kaçınıp sakınması (63/4) gibi konularda da Rasulullah'ın uyarıldığını bizzat Kur'an-ı Kerim'de görebiliyoruz.
VIII. Rasulullah'a Özgü Durumlar
Allah elçisinin vahiyle ilk elden muhatap olması; dolayısıyla elbette bizden farklı olarak bir takım özellikleri taşıması anlamına da gelir.
Rasulullah bir beşerdir (18/110; 41/6; 12/109). Risaletle ilgili misyonunun haricinde beşeri kurallara tabidir. Bununla birlikte o, bazı hallerde kişiye özel kurallara tabi tutulmuştur, işte Rasulullah'a özgü durumlardan bazıları:
a) Rasulün hanımları müminlerin anneleri olarak belirtilmiş ve onlarla evlenilmesi haram kılınmıştır. (33/6,53)
b) Peygamberin evine herhangi birisinin evine girer gibi girilmemesi, ancak çağrıldığı vakit izin isteyerek girilmesi gerektiği vurgulanmıştır. (33/53; 26/62:49/1–7)
c) Yine Rasulullahtan gecenin bir kısmında Rabbinden övülmüş bir makama ulaştırılması için nafile olarak salât etmesi isteniyor. (17/79; 52/49)
d) Evlenme konusunda da Rasulullah bir takım ayrıcalıklara sahipti. "…kendisini peygambere hibe eden ve peygamberinde almak istediği mümine kadını, diğer müminler hariç yalnız sana helal kıldık." (33/Ahzab, 50). Bunu takip eden 52. ayet ise evlilik hususunda bir başka sınırlama getirmektedir.
e) Müminlerin Rasule salât etmeleri istenmiştir (33/56). Burada salât etmek kuru kuru salatu selam getirmek değil, bizce Rasul'e karşı saygılı olmak, ona işlerinde destek olmak anlamındadır.
Sonuç Yerine
Rasul kendisine risalet görevi verilmeden önce vahiyle muhatap değildir. Mekke halkından bir ferttir.
Peygamber'in görevi mesajı en iyi biçimde insanlara ulaştırmak ve onu yaşamada insanlara öncülük etmek ve hakkın şahitliğinde bulunmaktır.
Rasul bir insandır. Beşer olarak taşıdığı zaaflara karşı uyarılmıştır. Bununla birlikte Kur'an'ı en iyi anlayan Rasul (s)'dür. Yine en iyi uygulayan, pratize eden odur. Müminler için en güzel örnektir. Onun fiilleri vahiyle destekleniyordu. O, insanların ve şeytanın ona karşı tuzaklarına karşı korunmuştur.
Meseleleri güncel ve tarihsel kaygılardan değil, Kur'anî kaygılardan hareket ederek değerlendirmeliyiz.