Peygamberler kendilerini Allah'a adamış insanlardır. Onların örnek oldukları bir konu da onların babalarıyla ve çocuklarıyla olan ilişkileridir. Kur'an-ı Kerim, iyi bir baba olmanın örnekliğini peygamberlerin bazen babalarıyla bazen de oğullarıyla ilişkilerini aktararak verir. Kur'an anne-oğul ve baba-kız ilişkisine dair örnekler de verir1 ama bu başka bir yazının konusu olarak ele alınmalıdır. Bu yazı Kur'an'da anlatılan tüm baba oğul ilişkilerini ele almayı hedeflememekte bununla birlikte gönderiliş sırasına dikkat edilerek birkaç peygamberin2 örnekliğini ortaya koymak niyetindedir.
A. Hz. Nuh'un Oğluyla İlişkisi
Kur'an-ı Kerim Nuh Peygamber'in oğlunu inkârcıları cezalandıracak tufandan kurtaracak gemiye davet ettiğini fakat oğlunun daha sığınarak kurtulacağını ifade ettiğini söyler (Hud 11/36-48). Hz. Nuh'un bu çabasından kendimiz için şöyle bir sonuç çıkarabiliriz: Doğru yolda olan bir baba oğlunun doğru yolu bulması için elinden geleni yapmalıdır. Bu uzun bir döneme de yayılabilir. Babanın kendi gücünü aşan etkenler yüzünden çocuğun sapması karşısında herhangi bir endişeye kapılmaması gerekir. İnsanlar da çocuğun sapmışlığını salt babanın üstüne yıkmamalıdır. Allah'ın insana ailesinin ve kendisinin sorumluluğunu yüklediği ve onu yakın akrabalarını uyarmakla mükellef tuttuğunu söylemek mümkündür ancak bu sorumluluğunu yüzde yüz olduğu anlamına gelmez. Yalnızca güç yetirebildiği oranda bir sorumluluk söz konusudur. İnsan yakın çevresini azaptan kurtarmaya çalışabilir ancak başarı Allah'tandır.
B. Hz. İbrahim'in Babası ve Oğullarıyla İlişkileri
İster inkârcı olsun ister müşrik olsun bütün sapkın düşünce sahiplerine meydan okuyan Hz. İbrahim, babasına "babacığım" diye hitap eder. Onu, "Korkarım ki, sana Rahmân'dan bir azab dokunur da şeytana (cehennemde arkadaş) olursun." diyerek şirkten uzaklaştırmaya çalışır (Meryem 19/42-45). Çünkü şeytanın dostluğu Allah'ın uygun gördüğü şeylere bir karşı duruştur ve azaptan daha kötüdür (Zemahşerî, 1995: III, 19). Bu ciddi uyarılarda bulunmak, küfre ve haksızlığa karşı olmak ile "babanın kâfir olduğu durumda bile ona densiz bir şekilde konuşmamak çelişik iki durum değildir. Bize bu güzel örnekliği sunan Allah'ın kendisini dost edindiği (Nisa 4/125) Hz. İbrahim'dir.
Hayatın içinde, şuurunda, vicdanında ve hareketlerinde tamamen Allah ile birlikte yaşayan bir insan olan İbrahim'in kendine özgü dar çevresinde bir eğitim faaliyetinde bulunmaya çalıştığı sonucunu çıkarabiliriz. İbrahim yaşadığı bu manevî teslimiyeti çocuklarına aktarmaya çalışmıştır: "Bu dini İbrahim, kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da öyle yaptı: "Ey oğullarım! Muhakkak ki, bu dini size Allah seçti, başka dinlerden uzak durun, yalnızca Müslüman olarak can verin!" dedi." (Bakara 2/132). Allah dinlerin özü olan İslâm'ı seçmiştir. Bu dua, "İslâm dini üzere sabit oluşunuz ölüm anında da devam etsin." anlamındadır (Zemahşerî, 1995: I, 190). İbrahim'in "Allah'ın tabi olunmasını istediği İslâm" ibadette samimi olmak, Allah'ın birliği ve kalbî bağlılıktır. Hz. Yakub da oğullarına böyle tavsiyede bulunmuştur (Taberî, 1995: I, 779). Babasına dinî farklılığına rağmen şirk unsuru taşımayan konularda itaat eden Hz. İbrahim'e Rabbimiz halim bir çocuk bağışlamıştır (Saffat 37/101). Böylece ilahî destek onu babasının haline üzülmekten salih bir evlat ile ödüllendirerek kurtarmıştır.
Hz. İbrahim'in oğlundan3 Kur'an'da şöyle bahsedilir: "Oğlu, yanında koşacak çağa gelince: 'Ey oğlum! Ben seni rüyamda boğazladığımı görüyorum. Artık bak, ne düşünürsün?' dedi. Çocuk da: 'Babacığım sana ne emrediliyorsa yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın.' dedi." (Saffat 37/102) Ayette geçen "yanında koşacak çağa gelince" şeklindeki ifadeyle onun babasıyla olan güzel ilişkisine işaret edilmektedir. Zaten bu sıcak ve doğrudan ilgi sayesinde Hz. İbrahim'de bulunan sağlam imanî ve amelî yapı oğlunda da somutlaşmıştı. Böylece o da babası gibi "tamamıyla Allah'a teslim olma" şeklinde bir dönüşüm yaşamıştı.
Yine ayette inananlar için Hz. İbrahim ile oğlunun ilişkileri oldukça ibret vericidir. Allah Hz. İbrahim'den oğlunu kurban etmesini istedi. Baba başkalarının boğazlayıp kendisinin seyretmesi değil, bizzat kendisinin oğlunu kesmesi isteğiyle karşı karşıyaydı. O -bununla birlikte- emri bu şekilde karşılıyor, oğluna bu teklifi götürüyor, oğlundan kendi durumunu iyice düşünmesini ve bu konuda görüşünü bildirmesini istiyordu. Hz. İbrahim Rabbinin işaretini yerine getirmek için oğlunu aldatmaya başvurmuyor aksine, oğluna bu emri alışılmış bir emir gibi sunuyordu. Zaten bu emir, İbrahim'e göre diğer emirler gibiydi. Oğlu emri zorla değil itaat ve teslimiyet içinde kabullenmeliydi. Böylece o da, itaatin karşılığını elde etmeli, o da teslim olmalı ve teslimiyetin tadını tatmalıydı. Kendisinin görmüş olduğu hayrı, dünya hayatından daha baki ve daha kazançlı olan hayrı o da elde etsin istiyordu (S. Kutub, 1991: VII, 509-510).
Bütün bunlar bize şunu işaret ediyor: İbrahim, oğlunu, bir insanın Allah'ın iradesi karşısında sahip olduğu bütün duygularını alt etmesine vesile olan manevî teslimiyete göre yetiştirmişti (Fadlullah, 1997: 25). Bir başka sonuç da uzun bir ümitsizlik döneminden sonra Allah'ın kendilerine bir çocuk bahşettiği Hz. İbrahim'in "çocuğun acı çekmesine tahammül edemeyen" şefkat duygusundan dolayı çocuğun suçlarını masum, kötülüklerini de iyi gösterecek şekilde çocuğa özgürlük tanıyan ve onu şımartan babalar gibi davranmamış olmasıdır.
Buna karşılık oğlu da bir insanın kendisine karşı duyduğu sevgiye yapılacak meydan okumanın en son sınırına ulaşmıştı. Bu sayede her ikisi de imanları aracılığıyla buna göğüs gerdiler.4 Gerek babada gerekse oğulda Allah'a itaatin birbirlerine olan sevgiden üstün oluşu gerçekten dikkate değerdir. Oğlunun, yukarıdaki ayette geçen "Babacığım sana ne emrediliyorsa yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın." şeklindeki ifadesinden onun bu büyük ve dehşetli ilâhî imtihan karşısında ilahî emre itaatin ne olduğunu anlayan ve Allah'ın sabredenlerle beraber olduğunu bilen yumuşak huylu bir oğul olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz (Yazır, 1979: VI, 4062). Zaten Hz. İbrahim'in oğlu bu mesele karşısında düşünüp taşınmak için bir an bile duraksamamıştı.
Bu noktada oğlunda de bir yetenek ve İbrahim'in tebliği deneyiminde de oldukça güçlü bir samimiyet olduğunu görüyoruz. Zira İbrahim, oğluna duygu sahibi bir insan gözüyle değil tebliğci gözle bakmıştı ve insani kişilik ile tebliğci kişiliği harmanlayabilmişti. İbrahim'in şefkati oğlunun Allah katındaki derecesini yükseltme ve onun Allah'ın cennet ve rahmetindeki feyizlerini kazanabilmesi içindi.
Gerçekten de İbrahim, kendisinden sonra tebliğci şahsiyetlerin yetişmesi için gayret sarf etmiş, oğlu İsmail'in şahsiyetini oluştururken aynı zamanda Kabe'nin yapımında da onu kendisine yoldaş edinmişti: "Ve ne vakit ki İbrahim, Beyt'in temellerini yükseltmeye başladı, İsmail ile birlikte şöyle dua ettiler: Ey Rabbimiz, bizden kabul buyur, hiç şüphesiz işiten sensin, bilen sensin." (Bakara 2/127). O ve oğlu maddî bir eylem oluşunun yanındal, ruhî bir eylem de olan Kabe'nin yapımından oluşan manevî atmosferi beraber soluyorlardı.
C. Hz. Yakup ile oğlu Hz. Yusuf'un ilişkisi
Hz. Yakup da Hz. Nuh ve Hz. İbrahim gibi (Hud 11/42; Saffat 37/102) oğluna "oğulcuğum" diye yumuşak bir hitap kullanırken (Yusuf 12/5), oğlu Hz. Yusuf da Hz. İbrahim'in babasına hitap ettiği gibi babası Hz. Yakub'a "babacığım" diye hitap ediyordu (Yusuf 12/4, 100). Hz. Yakub, çocukları arasındaki çekemezliği bildiği ve şeytana uymalarından korktuğu için Yusuf'tan gördüğü rüyayı anlatmamasını istiyordu (Taberî, 1995: VII/2, 199). Peygamberlerin "Ya büneyye" oğulcuğum, oğulcağızım küçültme ünlemi oğlun yaşına bakmaksızın okşama, yüreklendirme ifade eden bir hitap tarzıdır. Sözgelimi Hz. Nuh'un inkârcı oğlu yetişkin bir insan olarak karşımıza çıkarken, aynı ifadeyle hitap edilen Hz. Yusuf henüz bir çocuk, en fazla bir delikanlıdır (Esed, 2000: 432).
Demek ki bir babanın kibar konuşması hitap ettiği çocuğunun yaşıyla alakalı değildir. Vahyi kabullenmiş olsun veya hâlâ tebliğe muhtaç olsun yumuşak sözler kullanmak gerekir. Bu sözü dinleyen kimsede olumlu etki bırakacaktır. Yumuşak ifade kullanmak söylenmek isteneni değiştirmek değildir.5 Tatlı sözün ne kadar etkili olduğu herkesçe bilinmektedir.
Hz. Yakup, oğlu Yusuf kendisiyle sırlarını paylaştığında (Yusuf 12/5) onun sözlerine değer verir, ona tavsiyelerde bulunur. O, yüreği yanık ve sevgi dolu bir baba, gönül huzurunu tatmış bir peygamberdir (S. Kutub, 1991: VI, 211). Hz. Yusuf'un o anlam yüklü rüyasını dinlediğinde geleceğe ilişkin güzel müjdeleri –Allah'tan bir bağış olarak- sezinleyebilen, şeytanın oğullarına edeceklerini de önceden fark edip yüreğinden bunun yarattığı titreşimleri hisseden, kısacası müjde ve korkuyla aynı anda yüz yüze gelen bir peygamberdir. Her olayda onun bu karakterinin tüm gerçekliğiyle karşımıza çıktığını görüyoruz: "(Babası) "Yavrucuğum! "dedi, "rüyanı kardeşlerine anlatma. Sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insanın açıkça düşmanıdır." (Yusuf 12/5).
Bir sürü badirelerin ardından Hz. Yusuf babasına kavuşunca ana ve babasını bağrına basar ve onlara güven içinde Mısır'a giriniz, der (Yusuf 12/99). Artık Yusuf çocuk veya delikanlı değildir. Olgunluk yaşına ulaşmıştır ancak yine de babasına olan ilgisi devam etmektedir. Onca yılın ardından karamsarlıkların ve düş kırıklıklarının ardından acıların ve sıkıntıların ardından, belalarla karşılaşmanın ardından dayanılmaz özlemlerin, bitmeyen üzüntülerin ve sızım sızım sızlatan dertlerin ardından geliveren ne görkemli bir sahnedir bu.
Kur'an, Hz. Yakup ölüm döşeğindeyken ailesindeki örnek baba-oğul ilişkisine dair şunları aktarır: "Yoksa siz de olaya şahit mi oldunuz; Yakub'a ölüm hali gelip çattığı zaman, oğullarına; 'Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?' dediği zaman, oğulları, 'Senin Allah'ına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın Allah'ına, tek olan o Allah'a ibadet edeceğiz. Biz ancak O'na boyun eğen Müslümanlarız.' dediler." (Bakara 2/133). Oğulları, "Senin taptığına tapacağız. Birleyerek ataların İbrahim, İsmail, İshak'ın Rabbine tapacağız. Senden sonra da ibadeti O'na has kılacağız ve sadece Rab olarak O'nu tanıyacağız. O'na bir şeyi ortak koşmayacak, O'ndan başkasını Rab olarak benimsemeyeceğiz. Kulluk ve itaat ile O'na boyun eğeceğiz." dediler (Taberî, 1995: I, 782). Mısırlıların türlü türlü putlara taptıklarını gören Hz. Yakup, onların içinde yaşayacak olan oğullarına, daha önce yaptığı çeşitli tavsiye ve uyarılara titizlikle uyulmasını ve kendisinden sonra da dinin elden bırakılmamasını hatırlatmak için, aynı vasiyeti son nefesinde bile oğullarına bir kere daha hatırlatmak gereğini duymuştu.
Hz. Yakup, gerçekten Allah'a bağlı bir kul olduğunu ve İslâm üzere ölmenin önemini kendi şahsında örnek olarak göstermişti. Oğulları da yukarıda zikrettiğimiz cevaprıyla bu uğurda kararlı ve azimli olduklarını ortaya koymuşlardı. Yakup'un dedesi İbrahim'den ve amcası İsmail'den söze başladılar, bunları da adı altında ifadelerine dahil edip, kendi babalarından saydılar. Kendilerinin sadece İsrail oğulları değil, aynı zamanda İbrahim oğulları olduklarını ve onun soyundan geldiklerini ifade ettiler (Yazır, 1979: I, 500). İbrahim'in torunu olan Yakub, İslâm'ın tebliği çizgisini hayata geçirmiş ve İbrahim'in oğullarıyla konuştuğu şekilde o da oğullarıyla konuşmuştu.
Sonuç
Bu üç örnekte görüldüğü gibi baba oğul ilişkilerinin seviyeli olması gerekir. Babalar oğullarının iyiliğini vahyi gerçekler doğrultusunda istemelidirler. Dine rağmen çocukları korumaya çalışmak aslında onları ebedî azaba sürüklemek olabilir. Babalar çocuklarını toplumun, nefsin tuzaklarına karşı eğitmelidirler. Bunun için Kur'an'ı ve hayatı iyi tanımak gerekir. Ancak bu sayede çocukların sorunlarına çözüm bulunabilir.
Babalar İslâm karşıtı unsunlar taşısalar da oğullarına vahyî doğrular anlatılırken kibarlığı elden bırakılmamalıdır. Onlar çocuklarını zorla uzaklaştırmadıkları sürece çocukları da onların kurtulanlardan olmaları için çaba göstermelidirler ve babalarının vahiy doğrultusunda tavsiye ettiklerini ve öğütlerini dikkate almalıdırlar. Bu da ancak onların baba oluşlarını bu içgüdüleriyle hareket ettiklerini göz önünde bulundurarak onların bekledikleri olumlu tutum ve davranışlarda bulunularak gerçekleştirilebilir. Ana ve babaya yaşlandıklarında öf bile dememek, onlara nazik davranmak gerekir. Çünkü onlara, "Daha gençsin!" denilse de onlar yaşlandıklarının farkındadırlar ve ilgi, saygı beklerler.
İnsanın babası müşrik bile olsa oğlu, ona tebliğ ederken ve evlatlık yaparken onu kırmamaya özen göstermelidir. Babanın Müslüman olmayışı evladına onu hor hakir görme hakkını vermez. Oğullar hayatlarını dikkatli bir şekilde değerlendirirlerse babalarının onlara maddî ve manevî bir bağ bağışladığını görebilirler. Yapmaları gereken onlardan bir salkım üzümü esirger hale gelmemeleridir.
Dipnotlar:
1- Hz. Musa'nın kayınpederinin kızlarıyla, Hz. Musa'nın annesiyle, Hz. Meryem'in oğlu Hz. İsa ile ilişkileri gibi.
2- Bu konu ile ilgili olarak ilk akla gelen zat Hz. Lokman (a)'dır. Ancak o Kur'an'da peygamber olmaktan ziyade hikmetli bir kişilik olarak anlatılmaktadır. Bu nedenle o örnekler arasında ele alınmamıştır. Belki de Lokman, müstakil bir konu olarak ele alınmalıdır.
3- Kur'an'da kurban edilmesi gündeme gelen çocuğun İsmail mi yoksa İshak mı olduğunu belirtmediği için biz de "Hz. İbrahim'in oğlu" ifadesini tercih ettik. Zira her ne kadar kurban edilmek istenen oğlun Hz. İsmail olduğu yaygın olarak söylense de İshak olduğunu söyleyenler azımsanamayacak kadar çoktur. İbnu Abbas, Hz. Ali, Abdullah b. Ömer, Hz. Ömer, Alkame, Mücahid, Şa'bi, Said b. Cübeyr, Katade, Mesruk, İkrime, Ata, Mukatil, Zühri, Süddî ve Malik b. Enes Hz. İbrahim'in söz konusu oğlunun İshak olduğu kanaatindedir (Taberî, 1995: VIII/1, 90-91).
4- Filistinli babaların çok sevdiği evlatlarını feda eylemine teşvik etmeleri ya da izin vermeleri de Hz. İbrahim'in oğluyla ilişkisine benzemektedir.
5- Allah'ın Hz. Musa ve Harun'dan adı zulüm ile özdeşleşmiş Firavun'a gidip "yumuşak" söz söylemelerini istemesi (Taha 20/44) buna iyi bir örnektir.
Kaynakça
Esed, Muhammed, Kur'an Mesajı, (çev. Cahit Koytak ve Ahmet Ertürk), İşaret Yay., İst., 2000.
Fadlullah, Muhammed Hüseyin, Gençlerin Dünyası, (çev: İlyas Aslan), Şura Yay., İst., 1997.
Kutub, Seyyid, Fî Zilâli'l-Kur'an, (çev. Mehmet Yolcu ve diğerleri), 10 c., Dünya Yay., İst., 1991.
Taberî, Muhammed bin Cerir, Câmiu'l-Beyan an Te'vîli Âyi'l-Kur'an, 15 c., Daru'l Fikr, Beyrut, 1995.
Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kuran Dili, 10 c., Eser Neşr., İst., 1979.
Zemahşerî, Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf an Hakâiki Ğavamidi't-Tenzîl ve Uyûni'l-Ekâvil fî Vucûhi't-Te'vil, 4 c., Daru'l-Kütübi'l-İlmiye, Beyrut, 1995.