Kur’ân’da Kitap Kavramının Ele Alınışı

Zekeriya Akpınarlı

Giriş

Kur’ân-ı Kerîm, iyiye, doğruya ve güzele giden yolda insanlara rehberlik etmek amacıyla Yüce Allah tarafından indirilen kutsal bir kitaptır. Vahiy kaynaklı ilâhî bir kitap olması, pratiğe kazandırıp ahlâkî tekâmüle erişme gayesine matuf olarak evvelemirde kendisinin etraflıca anlaşılması gerekliliği adına sahih bilgi edinmeyi zorunlu kılar. Kur’an hakkında doğru bilgiyi elde etmek, Kur’an kavramlarını aslına uygun, yerinde ve doğru anlamakla mümkündür. Kavramları arasında bağlamsal bir anlam zenginliğine sahip olan ve doğru anlaşılması hayatî derecede önemlilik arz eden bir ifade de hiç şüphesiz “kitap” kavramıdır. Ayetlerin konu bütünlüğü ve siyak-sibakları dikkate alındığında kitap kavramı farklı anlamları ifade edebilmektedir. Aynı zamanda kültürler, ön kabuller ve bireysel tahayyüller etkisi altında kalınarak yapılan her bir yorum anlayışı da kitap gibi birçok Kur’anî temel kavramın yanlış anlaşılmasına ve/veya anlam kaymasına uğramasına sebebiyet vermiştir.

Kur’ân-ı Kerîm terminolojisi arasında ilk nazarda tam anlamıyla idrak edilemeyen, dolayısıyla da soyutluluk-somutluluk odaklı farklı yorumlamalara ve anlamlandırmalara mahal oluşturan “Levh-i Mahfûz” ve “Ümmü’l-Kitâb” gibi kavramlarla ilgili çalışmaları da bulunan Mücteba Altındaş’ın “Kur’ân’da Kitap Kavramı” isimli doktora tezi, burada söz konusu edilecek olan incelemeler ve değerlendirmelerde esas alınacak kaynaktır. Tam bu noktada şunu da belirtmek gerekir ki söz konusu doktora tezi, kendi bağlamında ve alanında kaleme alınan akademik düzeydeki çalışmalar arasında tek kalmış bir araştırma ve inceleme mevzusu değildir. Nitekim ilgili doktora tezinin konusu, daha önceki yıllarda “Kur’ân’da Kitap” ve “Kur’ân’da Kitap Kavramı” başlıklarıyla yüksek lisans ve doktora düzeyinde çalışılmıştır. Ancak diğer çalışmalardan farklı olarak kitap kavramının tefsir yerine kelâm alanında mülâhaza edilmesi, konuya Kur’ân’dan delillerle mantıkî yorumlar getirilmesi, kavramların mefhum ve mazmunlarına dair derin tenkitler ve farklı bakış açıları sunulması, bu eseri özgün ve önemli kılan hususlar olarak zikredilebilir.

Öncesinde yazılan tezler de dâhil olmak üzere yazarın “Kur’ân’da Kitap Kavramı” isimli doktora tezinden sonra, ilgili konuda kaleme alınmış makale ve tez düzeyinde yeni bir akademik çalışmanın olmaması dikkate şayan bir husustur. Bu durumu da söz konusu kavramın araştırma sınırlarının artık yeterince ihata edildiğiyle, yeni bir söze hacet olmayıp yeni çalışmaların seleflerini tekerrürden başka bir anlam ifade etmeyeceğiyle açıklamak mümkün olabilir. Bu noktada açıkça ifade edilmelidir ki ilâhî kelâmın lafız ve mana evrenselliği ve birlikteliği, zihinlerin de aynı anlayışta ve kabiliyette bir evrenselliği ve birlikteliği gerektirmediğinden elbette ki birçok kavram gibi bu kavram da gelecekte çalışma mevzusu edilecek, yepyeni tasavvurlara ve idraklere kapı aralayacaktır.

Araştırma yöntemi, bir araştırmacının veri edinme ve aktarma sürecinde kullandığı yöntemi ya da yöntemleri ifade eder. Akademik gayretlerin ürünü olan çalışmalarda yazarlar, giriş bölümünde araştırmanın konusu, önemi, gerekliliği gibi alt başlıkların hemen akabinde araştırmada kullandığı yöntem ve teknikleri ekseriyetle tezlerinde okuyucuya açıklarlar; ancak “Kur’ân’da Kitap Kavramı” isimli doktora tezinde yazar Mücteba Altındaş’ın, kullandığı teknik ve yöntem hakkında herhangi bir bilgiye yer vermemesi akademik yazım bakımından bir noksanlık olarak göze çarpmaktadır. Söz konusu tez incelendiğinde yazarın, öncelikle belirli bir araştırma konusu ve sorusu belirlediği (s. IV), cevap bulma gayesine atfen de var olan kaynak ve belgeleri inceleyerek veri topladığı, tezini de bu yöntemle oluşturduğu sezinlenmektedir. Dolayısıyla kullanılan yöntemin genellikle İslâmi ilimlerin de araştırılma yöntemi olan literatür taraması ve değerlendirilmesi (nitel analiz) olduğu belirmektedir.

İlgili çalışma, iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci ana bölümde vahiy-kitap ilişkisi, “Vahiy Olarak Kitap Kavramı” başlığı altında ele alınmış; olgu olarak vahiy, varlıksal/ontolojik/tekvînî/ vahiy ve bilişsel/epistemolojik/teklîfî vahiy olmak üzere iki alt başlık halinde incelenmiştir. “Tekvînî Vahiy Anlamında Kitap” başlığı altında evrende her an tedavülde olan ontolojik varlık yasaları; insan yazılımında mündemiç olan biyolojik ve psikolojik yasalar; ecel, rızık ve musibet yasaları; toplumsal değişim ve gelişim yasaları; evrene, topluma ve yasaya bağlı olarak hayat süren insanın amellerinin tescili olan ilâhî kayıtlar kitabı Kitâb-ı İlliyyîn ve Kitâb-ı Siccîn ele alınmıştır. Yazar, her ne kadar İlliyyîn ve Siccîn kitaplarının mahiyetine ve keyfiyetine dair açıklamalarını ele almış olsa da bu konuların bir sonraki alt başlıkta ele alınması durumu tezin teşekkülüne ve konu akışına daha mutabık olsa gerektir. İkinci ana bölüm olan “Teklîfî Vahiy Anlamında Kitap” başlığı altında ise ilâhî irade; bu iradeden sâdır olan Ümmü’l-Kitâb; vahiy ve nüzul aşamalarını ifade eden Kitâb-ı Meknûn da denilen Levh-i Mahfûz, Cibrîl, Peygamber ve Kitap; Beytü’l-İzze’nin yorumları ve gerçekliği; son olarak da vahyin korunmuşluğu bağlamında mushafın nasıl bir değer arz ettiği anlatılmaktadır.

İkinci ana bölüm ise “İlâhî Mesajlar Toplamı Olarak Kitap Kavramı” başlığı altında ele alınmaktadır. Burada öncelikle vahiy anlamına gelen ve daha umumi terimlerden “el-Kitâb”, “kelâm”, “kelime/kavl” kavramları ele alınmış; ardından vahye dayalı ilâhî bildirimlerin hususî isimlerinden “sahîfe/suhuf”, “Tevrat”, “Zebûr/Zübur”, “İncîl”, “Kur’ân” kavramları işlenmiş; daha sonra ise bu bildirimlerin sonuncusu olan Kur’ân’ın kendine verdiği “Furkân”, “Hüdâ”, “Beyân”, “Nûr” ve “Zikir” gibi bazı isimlere değinilmiştir. İlgili bölümde bu kavramlar, vahiy fikri gibi bir tümellikten kitapların sıfatları gibi bir tikelliğe doğru giden bir yöntemle ve birbiriyle olabildiğince uyumlu bir biçimde değerlendirilmiştir. Sonuç kısmında ise genel bir değerlendirme yapılmıştır.

Genel olarak tüm bölüm ve başlıklarda kitap kavramının nasıl anlaşıldığı, neye dayanarak bu kavramın yorumlandığı, hangi noktalarda hataya düşüldüğü ve bir çözüm olarak hakikate uygun bir şekilde nasıl anlaşılması gerektiğinin sorusuna cevap aranmıştır. İlgili kavram üzerine alan okuması yapan kimselerin kitaba mekân/yön tayin etmekle olaya zahiren baktıkları, oysaki kitap kavramının maddî olarak bilinen manalarından ziyade bağlam anlamında izâfî ve derinlik anlamında manevî mefhumları da içerisinde barındırdığı hususu yazar tarafından üzerinde dikkatle durulan bir diğer husustur. Tam bu noktada yazar, kitap terimini “tekvînî”, “teklîfî” ve “ilâhî mesajlar toplamı” olarak üç parçada irdeleyerek bu terimin bağlamına göre farklı manalara işaret eden çok yönlü bir kavram olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla yazar, içerik yönünden kavramın üç muhtelif yönünü ilgili bölümlerde detaylı olarak vuzuha kavuşturmakla birlikte şekil açısından da bölümler arası iç uyumluluğu sağlamış, tezin ismi ile metni arasında da gözlemlenen insicamı ve bütünlüğü beraberinde getirmiş olmaktadır.

Yazar, Kur’ân-ı Kerîm’deki birçok ayette, kitap kavramının aynı zamanda kâinatın işleyişini ifade eden bir mefhuma da işaret ettiğini, bu gibi Kur’ânî kavramları anlamada ilk merci olarak yine Kur’ân’ın kendisine başvurulması gerektiğini belirtir ve şu tespitte bulunur: “Varlık alanına ait birtakım olgulardan bahseden ayetlerdeki kitap kavramlarının ezelî ilâhî bilgi ile ilişkisinden dolayı varlıksal alandan tümüyle bilgisel alana çekilmiş olduğunu görmekteyiz. Tabiatın işleyişine dair ipucu veren ayetlerin bağlamları dışında farklı bir şekilde yorumlanması böyle bir anlam kaymasını da beraberinde getirmiştir.” (s. 3; 17-18). “Kur’ânî kavramlardan olan kitap, “Ümmü’l-kitâb” ve “Kitâb-ı mübîn” gibi farklı anlam alanlarına sahip kavramlarla aynileştirilerek anlam kaymasına uğramıştır.” (s. 105). “Hareket noktası bizzat Kur’ân’ın kendisi olması gerekirken vahiyle ilgili kavramları anlamada farklı noktalardan hareket edilmesi, anlam kaymasına ve tutarsızlığa neden olmuştur.” (s. 135-136). Yazarın bu ifadelerinden de görüldüğü üzere kültürün, ön kabullerin ve bireysel düşüncenin etkisi altında yapılan her bir yorum, birçok Kur’ânî kavramda olduğu gibi özellikle de kitap kavramında yanlış anlaşılmalara veya anlam kaymasına uğramasına neden olmuştur.

Yazara göre içinde kitap kavramının geçtiği birçok ayet insan davranışlarının açık ve kesin bir şekilde kaydından bahseder, ancak bu kitap bilinen anlamda yazılı bir sayfalar topluluğu olarak anlaşılmamalıdır. Amel defteri olarak kavramlaşmış olan bu kitaba yazı yazılması, mecâz olarak söz ve davranışların korunması ve saklanması anlamına gelmektedir (s. 74). Yine yazara göre Hz. Mûsâ’nın şu ifadesi bu kitabın maddîliğinin ve sûretîliğinin aksine kesinliğini ve değişmezliğini vurgulamaktadır: “Mûsâ, onlar hakkındaki bilgi Rabbimin katında bir kitapta yazılıdır. Rabbim şaşırmaz ve unutmaz, dedi.” (s. 75). Burada yazar, kitabın ilâhî katta olmasının manasını bütün insanların yaptıklarının asla unutulmayacağına ve muhâfaza edileceğine bağlamaktadır. Zira konuyla ilgili ayetlerin vurguladığı gibi yazarın üzerinde durduğu önemli nokta, insan davranışlarının gerçekleştikten sonra kayıt altına alındığı gerçeğidir. Dolayısıyla yazar, amel-kitap ilişkisi bağlamında insanın dünyada işlediği bütün fiillerin, kitap olarak adlandırılan ancak keyfiyeti ve mahiyetini bilemediğimiz bir nesneye kaydedilmiş olarak insana sunulacağı düşüncesini ön plana çıkarmaktadır.

Yazar, vahyin indirilişi ile bağlantılı olarak en çok tartışma konusu edilen Levh-i Mahfûz kavramına ayrı bir başlık açarak söz konusu kavramın kitap kavramı ve ilâhî ilimle ilişkilenmesi sonucunda sonsuz ilmin sembolik anlamda somutlaştırıldığını, kavram hakkındaki tanımlamaların herkesin kendi somut düşünce yapısını yansıttığını ve fikir ayrılıklarından da anlaşılacağı üzere bu kavram hakkında yapılan yorumların birbiriyle çelişkili ve Kur’ân açısından tutarsız olduğunu bildirmektedir (s. 101-102). Ardından da Kur’ân’ın tamamının kayıtlı olduğu makam veya insanların amellerinin kaydedildiği levha şeklinde anlaşılan Levh-i Mahfûz kavramıyla ilgili nasslarda herhangi bir sahih bilginin olmadığını, böylesi bir algılamanın ilâhî sıfatlara mekân izafe etmek anlamına geleceği fikrini tekrarlamaktadır. (s. 106).

Kur’ân’ın öncelikle Levh-i Mahfûz’dan dünya semasında bir mekân olan Beytü’l-İzze’ye, oradan da Hz. Peygamber’e indirildiği söylemi herkesin bildiği bir olgudur. (s. 130). Yazara göre vahyin nüzul süreciyle ilgili yanlış algılamalardan birisi de Beytü’l-İzze mefhûmudur. Yazar, nüzul sürecinde Levh-i Mahfûz’dan bahsedilmekle birlikte Beytü’l-İzze diye bir kavramdan söz edilmediğini, insanların inzal kelimesini Kur’ân’ın mübarek bir gecede Beytü’l-İzze’ye toptan indirilmesi şeklinde yanlış yorumladıklarını, hâlbuki vahyin Kadir Gecesinden itibaren doğrudan Levh-i Mahfûz’dan inmeye başladığını ve inzalin toptan indirme şeklinde değil de tenzîl gibi tedricî olarak belli bir süreç içerisinde yaşanan olaylara bağlı bir realite üzerine indiği şeklinde anlaşılması gerektiğini vurgulamaktadır (s. 134-135). Hatta Kur’ân’ın maddî bir kitap gibi Levh-i Mahfûz’dan alınarak başka bir mekâna indirildiğini ifade eden rivayetler, yazar nazarında anlamsız ve uydurma bir hikâyeden ibarettir (s. 135).

Şüphesiz Zikr’i (Kur’ân’ı) biz indirdik, koruyacak olan da biziz.” (Hicr, 15/9) ayetinde geçen “koruma” ifadesinde herhangi bir zaman ve mekân takyidi bulunmamaktadır. Hem vahyin iniş sürecinde Yüce Allah’ın küllî iradesi ve kudretiyle şeytan ve cinlerden emin bir şekilde indirilip korunduğu hem de sonraki süreçlerde yine Yüce Allah’ın küllî iradesi ve kudretiyle vahyin gelecek nesillere eksiksiz ve fazlasız bir şekilde tevâtüren nakledilerek, ezberlenerek ve yazılarak muhâfaza edildiği bilinmektedir. Ancak yazar, ayette beyan edilen bu ilâhî korumanın özellikle nüzul dönemi içerisinde mesajın sahibi ile elçisi arasında olduğunu, vahyin Hz. Peygamber’in kalbinde ve zihninde korunduğu ilkesinin özellikle ön plana çıkarıldığını ve bütün zamanlar için geçerli olan bir korumayı ifade etmediğini düşünmektedir. Ona göre Hz. Peygamber’in ayetleri yazıya geçirmesi de dâhil vahyin nüzulünden sonra gerçekleştirilen bütün korumaya yönelik tedbirler doğrudan ilâhî bir koruma olmayıp insanî önlemlerle gerçekleştirilen bir korumadır (s. 138). Bu noktada yazarın, ilâhî kitabın gerek yazı gerek ezber yöntemiyle muhafaza edilme görevinin peygamber ve Müslüman toplum tarafından titizlikle yerine getirildiğine dair insani çabaları vurgulaması, ilâhî korumanın insan unsurunu da içine alan dolaylı bir tezahürü olarak görülebilir.

Tezlerin sonuç bölümünde yazarların, çalışma yaparlarken eksik bırakıp değinmedikleri hususları ve alanla ilgili tespit ettikleri yepyeni bakış açılarını okuyucuya ya da araştırmacıya sunması akademik tez başarısı adına önemlilik arz etmektedir. Bu minvalde söz konusu tez incelendiğinde sonuç bölümünde, Kurânî bir kavram olarak kitapla ilgili daha ne tür konuların çalışılabileceğine dair öneriler mevcut olmamakla birlikte, kitap kavramının ayrıca hangi yönlerden incelenebileceğine dair bir bilgi de bulunmamaktadır.

İncelenen konuya ilişkin literatür bilgisine sahip olmak, önemli eserlere ve bilgilere ulaşmak araştırmacıya hem kaynaklık eder hem de araştırılan durumların etraflıca incelenmesine olanak tanır. Ebû Hanîfe’den İmâm Şâfî’ye, Taberî’den Beydâvî’ye, Zemahşerî’den Zerkânî’ye, Taftazânî’den Kâdî Abdülcebbâr’a, Fazlurrahmân’dan Mevdûdî’ye, İbn-i Haldun’dan Muhammed Hamidullah’a kadar gerek tefsîr gerek kelâm gerekse de İslâm düşüncesi gibi alanlarda otoriter olan müelliflerin eserleri, bu tezin beslendiği ana kaynakları oluşturmuştur. Bu husus ise ana kaynaklara mümkün mertebe inildiğini göstermiş olmaktadır. Tez oluşturulurken bir nosyon olarak kitap kavramının genişlemesine irdelenmesi adına sınırlı da olsa John Locke, Arnold Toynbee gibi Batılı düşünce yazarlarının eserlerinden de faydalanılmış, günümüz akademi dünyasında kaleme alınmış makale ve tezlerden de olabildiğince istifade edilmiş, bununla beraber ilgili alana dair en son yapılan çalışmalardan da imkân nispetinde yararlanılmıştır. Nitekim söz konusu tez incelendiğinde yazarın, Arap dünyasının kurucu temel eserlerine hâkimiyetinin yanı sıra özellikle Türkiye ve Batı’daki son dönem akademik gayretlerinin hâsılası olan bilimsel araştırmalara vukufiyeti de göze çarpmaktadır.

Hakikatin ve ilâhî olanın izini sürme uğruna gösterilen gayretlerin bir semeresi olarak böyle bir doktora tezine sahiplik etmek, kendisinin ilmî donanımı, nitelikli tefekkür ve yorum gücü, dili etkin, dinamik ve anlaşılır kullanabilme yetisi anlamında yazarın takdire şayan bir karakteristiği olsa gerektir.

Sonuç

Söz konusu tez, başlık-metin arasındaki uyum, bölümlerin genel anlamda insicamı, tespit ettiği orijinal noktaları, kaynaklara mümkün mertebe inilmesi, son çalışmalardan istifade edilmesi, dilinin anlaşılırlığı ve özellikle de içeriğinin dolgunluğu bakımından başarılı ve niteliklidir. Kullanılan yöntemin belirtilmemesi, özellikle de sonuç bölümünde ne tür alanların çalışılabileceğine dair önerilerin sunulmaması, tezin bir eksikliği olarak görülebilir.