İlahi hitap olarak Kur’an-ı Kerim’in korunmuşluğu ve insicamı vakiî bir durumdur ve inanç ilkelerimizdendir.
Kur’an’ın ilk muhataplarından müşrikler ve Ehl-i Kitab onun icazına, nazmına veya insicamına ilk itiraz edenler olmuşlardır. Vahyi aktaran Resulullah(s) hakkında “Onu kendisi uydurdu.”1 diyorlardı. Rabbimizin, Resulüne ilettiği cevap ise kesindi: “İnsanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini/mislini getirmek üzere bir araya gelseler yine de onun benzerini getiremezler.”2
İlk müşriklerden ve Ehl-i Kitab’dan daha sonraları son üç yüz yıldan bu yana Kur’an’ın toplama veya derleme bir kitap olduğu, surelerinin iç terkibinde ve sıralanışında bir insicam olmadığı hakkında kapitalizmin akademik kolu olan müsteşrikler de önyargılı veya ilmî yetersizlik içinde ithamlar oluşturacak çalışmalar yaptılar. Maalesef ki son 40-50 yıl içinde yabancı ve yerli Kur’an tarihselcileri-Müslümanların kültür atlasında bulunmuş bir iki şaz yaklaşım gibi-Kur’an’ın bir insicam taşımadığı iddiasında bulundular.
Çağdaş sosyal disiplinlerin “görelilik” tezini temel ölçü(!) edinen ve müsteşriklerin etkisinde kalan tarihselciler Kur’an ayetlerinin mevsukiyeti ve sureler içindeki terkibiyle ilgili söylemlerini dünkü müşriklerin Resulullah’a yönelik “Bunu da toplasaydın ya…”3 yaklaşımına muadil tarzda teorileştirmişlerdir. Nüzul ortamı bağlamında bazı ayetlerin “tarihselliği” vakıasını da Arapça konuşan Resul veya yakın sahabesi tarafından “telif edildiği” iddiasıyla tarihselci bir çizgiye çekmiş ve çekmektedirler.
Kur’an tarihselcileri ayetlerin Resul ve yakın sahabesi tarafından telif edildiği -haşa-, ayrıca mevcut Kur’an ayetlerinin de diğer ayetlerin hükmünü iptal ettiğini savunan şaz “nesh teorisi”ne tutunarak Kur’an sureleri içindeki ayetlerin dizilişini de sure dizilişlerinin de insicamsız olduğu vesvesesini üretmektedirler.
Kur’an ayetleri inzal olduğu zaman Kur’an’ın korunmuşluğu, ayetlerin ve surelerin nazmı/insicamı hakkında müşriklerin ve Ehl-i Kitab’ın vesveseye ve ön yargıya dayanan yaklaşımlarına ilahi kelam nasıl cevap verdiyse; dirayet ehli birçok müfessir de kendi dönemlerindeki benzer itham ve karalamalara Kur’an’ın icazı, nazmı, insicamı ve korunmuşluğu bağlamında cevap vermişlerdir.
Resulullah(s)’in vahyi beyan etmesi karşısında müşriklerin ve Ehl-i Kitab’ın ona, getirdiği vahyî mesaj dolayısıyla “kâhin, deli, şair” veya “sâhir” demelerine karşılık Rabbiniz onlara tehaddî ayetleriyle meydan okumuştur: “Yoksa ‘onu kendi uydurdu’ mu diyorlar? Öyle ise de haydin onun gibi uydurma on sure getirin, Allah’tan başka gücünüzün yettiğini de çağırın; eğer doğru söylüyorsanız bunu yaparsınız!”4 İster tek başınıza ister toplu halde birbirinize yardım ederek on surenin bir benzerini oluşturun; buna da gücünüz yetmezse bari bir surenin benzerini getirin, Allah’tan başka çağırabileceğiniz kim varsa hepsini de yardıma çağırın, hani “onu kendisi uydurmuş” diyordunuz ya.5 Ve Kur’an’ın bütünü hakkında da Resulullah’ın Arapça dilinin belagatinde usta olan Arap muhatapları uyarılır: “De ki: Yemin ederim eğer ins ü cin bu Kur’an’ın mislini getirmek üzere toplansalar, bir mislini getiremezler; birbirine yardımcı da olsalar!”6
Kur’an’ın nazmının eşsiz yani muciz olduğu ile ilgili “i’caz” kelimesinin Hicri 3. asrın başlarında ilgili kitaplarda kullanıldığı, bunlardan birisinin de et-Taberi’nin “ed-Din ve’d-Devle fî İsbati’n-Nubüvve” kitabı olduğu zikredilir.
İ’caz, lügatte aciz bırakmak, başkasını acze nispet etmek anlamına gelir. Mucize kelimesi de aynı kökten gelmektedir. Ama bu iki kelime de Kur’an’da geçmez. Kur’an’da mucizenin eş anlamlısı olarak “ayet” kullanılır.
Eski ve yeni münkirlere, kavrayışı yetersiz veya idraki karışık olanlara Kur’an’ın icazı, nazmı veya insicamını nasıl anlatacağımız konusu tehaddî ayetlerini açmada kelamî bir sorumluluk olarak önümüze gelmektedir.
Kur’an’ın korunmuşluğunu/mevsukiyetini reddedenlere; surelerin birbiri sıra dizilişi ayrıca sure içindeki ayetlerin uyumu hakkında itirazı ve eleştirileri olan son asırlardaki oryantalist araştırmacılara (müsteşriklere) ve 20. Yüzyılın ikinci yarısından sonra başta Batı akademyasında oluşmaya başlayan Kur’an tarihselcilerine birçok cevap verilmiştir. Bunların en önemlileri ise Hindistan’da kurulan Medresetu’l Islah’da Şibli Nu’mani ile müfredat programını ve yönetimini paylaşan Abdulhamid el-Ferahi (1963-1930)’dir. Ayrıca onun talebesi ve Kur’an’ın bir nazım ve insicam üzere nazil olduğu tezi üzerine Tedebbüru’l Kur’an adlı tefsirini yazan,Mevdudi ile birlikte Cemaat-i İslami’nin kurucuları arasında yer alan Pakistanlı İslam âlimi Emin Ahsen Islahi (1906-1997)’dir.7
Kur’an üzerine araştırmalar yapan Pakistan kökenli Mustansir Mir de Batı akademik camiasına Islahi’nin hem Urduca olan Tedebbüru’l Kur’an’ını hem da “nazm” kavramına yaklaşımını aktarabilmek için 1983’te Michigan Üniversitesi’nde doktora çalışması yapmıştır. Bu çalışma Prof. James A. Bellamy ve Prof. Fazlur Rahman’ın yer aldığı doktora komitesinin ciddi yorum ve eleştirilerini aştıktan sonra revize edilerek “Kur’an’da İnsicam – Tedebbüru’l Kur’an’da Islahi’nin Nazm Kavramının Bir İncelemesi” başlığıyla basılmıştır.8
Pakistanlı çağdaş İslam âlimi Emin Ahsen Islahi, inzal olduğu haliyle Kur’an’ın insicamdan yoksun olduğu görüşünü reddetmektedir.
Kur’an tefsirini birbirinden kopuk, ayet ayet, parçacı/atomik olarak işleyen ve Kur’an bütünlüğüyle ilgili kurmaca olarak ayetler arasında çelişkililik üreten “Nesh Teorisi”ni içselleştiren müfessirler Kur’an bütünlüğündeki insicamı kaçırırken; Thomas Carlyle, Montgomery Watt, John Merril gibi oryantalistlerde bu tür yaklaşımlardan güç bularak Kur’an’ın düzenlemesinin sistematik olmadığını ve Kur’an’ın sürdürülebilir bir terkipten yoksun olduğunu ileri sürmüşlerdir.
İlk dönem İslam âlimlerinin çok önemli bir kısmı Kur’an’da insicam olduğu düşüncesini paylaşmışlardır. Bu âlimlerin insicamı anlatmak için kullandıkları kelime de “nazm” olmuştur.
Yazarımız Mustansir Mir’in verdiği bilgilere göre Islahi’nin hocası Farahi bu konuyu üç önemli eserinde ele almıştır. Yazmaları bize kadar ulaşan Hicri 300’lü yıllardan Miladi 1800’lü yıllara kadar çok sayıda İslam âlimi Kur’an’da nazm üzerinde durmuşlardır. Çünkü bu âlimler Kur’an’ın mu’ciz olduğu üzerinde durmaktadırlar. Hicri 4. asırdan önce el-Cahiz (ö. 255) ve el-Vasiti (ö.309) Kur’an’ın nazmı konusunda kitaplar yazmışlardır ama bu yazmalar bizlere hâlihazırda ulaşmamıştır.Miladi 20. yüzyılda ise Kur’an’ın sureleri içindeki ayet kümelerinin insicamının ve surelerin dizilişindeki ahengin Kur’an’ın eşsizliğine örnek olduğunu, Kur’an’ın icazını ifade ettiğini Mısır’da Seyyid Kutub (ö.1966), İran’da M. Hüseyin Tabatabai (ö.1981) gündeme getirmişlerdir.
Islahi, Kur’an nazmını daha sistematik tarzda ele almaya çalışmıştır. O, Kur’an nazmını üç şekilde ele almaktadır: 1) Tek surenin nazmı. 2) Eşleştirilmiş sureler çiftinin nazmı. 3) Sure gruplarının nazmı.
Kur’an’ın Nazmı Üzerine Bakiye
Islahi’nin nazımla ilgili üç bölümlük yaklaşımını ayrı ayrı ele alan Mustansir Mir, öncelikle daha evvelden Kur’an’ın insicamını ortaya koymak üzere nazm ve i’caz üzerinde duran âlimlerin yaklaşımlarını özetlemektedir.
El-Hattabi (ö.998) Kur’an icazının anahtar kavramının Kur’an belagati olduğu üzerinde durmuştur.
Bakıllani (ö.1013) İ’cazu’l Kur’an adlı eserinde Kur’an’da bildirilen önceki ve sonraki gayb haberlerini, Resulullah’ın ümmi olmasını ve Kur’an’daki nazm olayını i’caz’ın en temel konuları olarak ele almıştır.
Cürcani (ö.1078) Er-Risale eş-Şafiye isimli eserini nazm üzerine bina etmiştir. Gramatik anlamların nazmın bütüncül bir parçası olduğunu öne sürmüş, gramerin kapsamının geniş olduğunu ortaya koyarak grameri belagat ilmine yaklaştırmıştır.
Zemahşeri (ö.1144) tefsirinin girişinde Kur’an’ın nazm ile şekillendiğini ve Kur’an nazmının Kur’an i’cazını açıkladığını belirtmiştir. Kur’an kelimelerinin Kur’an düşüncelerine uygunluğuna ilave olarak Zemahşeri ayrıca Kur’an cümlesi yapısına değinmiş ve sıklıkla da bir pasajdaki ayetler arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya çalışmıştır.
Mustansir Mir’in ifadesiyle bu dört âlimin görüşleri, Kur’an tefsiri çalışmalarında nazmın önemli bir eğilim olarak ortaya çıkmasını da beraberinde getirmiştir. Ez-Zerkeşi (ö.1391) Kur’an ayetleri arasındaki iç ilişkiyi anlatmak için münasebet kelimesini kullanmıştır. Kur’an ayetlerinin münasebet ile karakterize edilip edilemeyeceğini konusunda Müslüman âlimler bölünmüştür. Bazılarına göre Kur’an yirmi seneyi aşkın bir sürede inzal olup çok sayıda ve farklı konulara değinmiş olduğu için bir insicam arayışı gereksiz ve boşa bir uğraştır. Zerkeşi ise Kur’an ayetleri ve sureleri arasındaki ilişkinin Kur’an tertibinde dikkate alındığını ve bu görüşte Fahruddin er-Razi’nin son derece önemli bir isim olduğunu belirtmiştir.
Muhtemelen Fahruddin er-Razi (ö.1210), nazm düşüncesini bütün Kur’an’a uygulamaya çalışan ilk isimdir. Bir Kur’an suresinde Razi’nin nazmı ortaya koyma metodu, surenin bütün ayetleri arasında kırılmaz bir “lineer ilişki”nin varlığını ispat edene kadar, bir surenin birinci ayetinin nasıl ikinci ayete götürdüğünü, ikinci ayetin üçüncü ayet ile nasıl ilişkili olduğunu göstermeyi kapsamaktadır. Bu yaklaşım da tefsir usulü kitaplarına ana ara başlık olarak siyak ve sibak mevzuu olarak girmiştir.
Razi’nin Kur’an ayetleri arasında bazı durumlarda da sureler arasında görmeye çalıştığı münasebet bir dizi başka âlim tarafından da dile getirilmiştir. Nişaburi (ö.1327), eş-Şirbini (ö.1569), Alusi (ö.1854) gibi âlimler Razi’nin düşüncelerinden ciddi ölçüde istifade etmişlerdir. Nişaburi, Razi’nin düşüncelerini biraz daha ileriye taşıyarak bir sureyi çok sayıda pasaja ayırmış ve bu pasajlardaki baskın fikirleri bağlayarak pasajlar arasında ilişki kurmuştur.
Elimizdeki mevcut Kur’an surelerinin Arapça metinlerinde ayet kümelerini ayrıştıran ayın, cim, tı gibi duraklama harflerinin mushafa ne zaman ilave edildiği ayrı bir konu olsa da Razi’den bu yana konu pasajlarını ayrıştırma gayretleri de aynı amaçlılığı ifade etmektedir.
Çağdaş âlimlerden de örnekler veren yazarımız ilk olarak Ebu’l Â’la Mevdudi’nin (ö.1979) yaklaşımlarını ele almıştır. Mevdudi’ye göre Kur’an yirmi üç yıl içinde parçalar halinde nazil olmuştur, dolayısıyla onda bir doktora tezinin planını bulmak elbette ki mümkün olmayacaktır. Ona göre Resulullah’ın yaşadığı zamanın ihtiyaçlarına cevap veren Kur’an’ın orijinal düzenlemesi Resulullah tarafından düzenlenmiştir. Çünkü daha sonraki dönemler için nüzul sırasıyla ilgili düzenleme uygun olmayacaktı.
Oysa Kur’an’ın ilk inzal olduğu dönemlerde müşriklerin bilgi kaynağıyla ilgili itirazlarına yine ilk surelerden A’la Suresinde “Bundan böyle sana Kur’an’ı okutacağız da unutmayacaksın…”9 ifadeleriyle cevap verilmiştir. Yani Kur’an’ın Resulullah Aleyhisselam’ın zihninde veya kalbinde toplanan ayetlerin idraki -ve bağlı olarak da sıralanması olsa gerek- akli veya içtihadi bir cehd ürünü değil tevkifidir. Ayrıca Kıyamet Suresinde kıyamet günü ve insanın ona dönük amelleri anlatılırken arada şu hitap vardır: “Depretme ona (bihi) dilini telaşından; çünkü bize aittir onun cem’i ve kur’anı (derlenip toparlanması). Biz okuduk mu o vakit takip et o kur’anı, sonra bize aittir yine onun beyanı!”10
Islahi, son ayetin izahında Razi’yi takip etmiştir. Müşrikler tarafından ahiretle ilgili, kıyametin zamanı ve yol haritası ile ilgili sorular konusunda Muhammed Aleyhisselam cevaplar için vahye güvenmiştir. Bu konuda endişeli bir şekilde vahyin gelmesini beklemiş ve vahiy geldiğinde de hevesli bir öğrenci gibi vahyi bir seferde ezberlemek istemiştir. İşte Kur’an’ın işaret ettiği acelecilik ve heves bu istektir. Ama vahiy Kur’an’ın bir plan çerçevesinde gönderildiğini, korunmasının ve açıklanmasının Allah’a ait olduğunu bildirmiştir.
Konuyla ilgili A’la Suresi 5, ayrıca Kıyamet Suresi 16-19. ayetlerin Razi ile belirginleşen yorumlarına baktığımızda sure içi ayetlerin de surelerin yeniden düzenlenmesinin de Resulullah’ın idrakinde tevkifi olarak bulunduğunu belirtebiliriz. Yahut Kur’an surelerinin son şeklinin Resulullah’ın içtihadıyla verildiği zanni yorumlarına dayanarak değil, Kur’an’daki A’la ve Kıyamet surelerindeki işaretler doğrultusunda kendisinde ilahi olarak toplandığı şeklinde ele almak daha tutarlıdır.11
Resulullah’ta tevkifi olarak cem olan Kur’an’ın, tevkifi doğrultuda işaret buyurduğu şekilde Zeyd bin Sabid gibi genç hafızlar tarafından ezberlendiği ve yazıldığı hükmüne varmak daha sahih ve sağlam bir çıkartımdır.12 Dolayısıyla tevkifi olarak Resulullah’ta toplanan ve cem olan Kur’an’ın, Resulullah’ın işareti ile de insicam içinde sonraki nesillere aktarıldığını söyleyebiliriz.
Kutub da Tabatabai de Sünni ve Şii kanaldan gelen hatta Kütüb-i Sitte ve Kütüb-i Erbaa’ya giren Kur’an ile ilgili mevzu haberlere kulak asmayacak dirayette insanlardı. Bu konuda taklitçiliği ammilik düzeyinde olan Sünni Hattabiler ile Şii Ahbarilerin Kur’an’dan çıkarıldığı veya eklenmesi gerektiği ideası taşıyan sureler olduğu -haşa- değerlendirilmesi bir doktora çalışmasıyla gösterilmiştir.13
Modern dönem İslam âlimlerinden olan Mevdudi problemin farkındadır.
El Ezher Tefsir Ana Bilim dalından Muhammed Mahmud Hicazi ise ayet ve sureler arasındaki kronoloji/nüzul sırasına göre bir nazım ortaya koymaya çalışmış, nüzul sebebini gerçek bir tarihî hikâye yerine, ayetin uygulanabildiği bir durum şeklinde yorumlamaya çalışmıştır. Ancak sebeplerin tarihselliğinden uygulanabilirliğine doğru değişim, tarihsel bağlamın yorumuna dayanan Hicazi’nin teorisi pek uygun düşmemiştir.
Fazlur Rahman’a (ö.1988) göre Kur’an’da evrenle ve hayatla ilgili insicamlı bir görünüm mevcuttur. Ama tema ve konular dışında Fazlur Rahman, Kur’an’ın indiği haliyle düzenlenmesi konusu ile ilgilenmemiştir.
Bilindiği kadarıyla çağdaş veya geleneksel âlimler Kur’an’ın aynı anda tematik ve yapısal nazmı üzerinde çalışmamışlardır.
İşte Tedebbüru’l Kur’an’da Islahi’nin yaptığı şey, Kur’an’ın hem tematik (belirli bir konu/alan üzerine yoğunlaşmış çalışmalar) hem de yapısal insicamının olduğunu göstermektedir. Çünkü Islahi’de nazm merkezî ve radikal bir yerdedir.
Farahi ve Islahi’de Nazm
Farahi ve Islahi’de nazm ilkesi birincil öneme sahip ve vazgeçilemez niteliktedir.
Kur’an’ın nazma sahip olduğu ile ilgili ilk vurgu, her ne kadar önceki Müslüman âlimlere aitse de bununla ilgili kuşatıcı bir açıklamaya rastlanmamıştır. Ama Kur’an’da nazm olduğu düşüncesini uzun bir tarih döneminde yaşattıkları bilinmektedir.
Kur’an’da nazmın varlığını inkâr eden âlimler, Kur’an’da nazm olmadığına kat’i kanaat getirdikleri için değil, bu nazmı ortaya koymada ancak kısmen başarılı oldukları için bunu yapmışlardır.
Kur’an’daki sure dizilişi kısa ve uzun sureye göre değil, sureler arasındaki nazma göre yapılmıştır.
Son olarak da birçok ayette taklit edilemezliği ispatlanmış bir kitap olarak Kur’an’ın nazmı ve insicamı ön plana çıkmaktadır.
Farahi diğer âlimlerin nazm anlayışı ile (münasebet) kendisinin nazm anlayışı (nazm) arasında “lineer nazm” bağlamında belirgin bir ayrım yapmaktadır.
Razi’ye göre nazm Kur’an’ın birçok incelik ve güzelliğini ortaya çıkarmaktadır. Farahi ve Islahi’ye göre ise nazm sadece Kur’an’daki düşüncelerin inceliğini ve ifadenin güzelliğini ortaya koymakla kalmamakta, ilaveten Kur’an’ın temel anlam ve mesajının da önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Kur’an nazmı önemlidir zira Kur’an’ın doğru ve düzgün anlaşılabilmesi için tek anahtarı sağlamaktadır. Okuyucu Kur’an’ın entegre ve bütüncül görüşünü nazm ile kavradığında her ayete yeni bir ışık ve aydınlık katmaktadır.
Özü itibariyle Islahi, Farahi tarafından ortaya konulan Kur’an nazmı tasarımını aynen kabul etmiş ama bazı değişiklikler de yapmıştır:
Islahi, sureleri dokuz değil yedi gruba ayırmaktadır. Bu yedi grup da -Mekki veya Medeni- sürekli/lineer uyumlu bir ilişki içindedirler. Ayrıca Fatiha ve muhtemel birkaç sure dışında bütün sureler çift/eşleştirilmiş olarak kabul edilmektedir.
Islahi, yedi sure grubunun her birinin, Arabistan’da Muhammed Aleyhisselam’ın önderlik ettiği İslami hareketin bütün aşamalarını ortaya koyduğunu düşünmektedir.
Farahi’de de Islahi’de de nazmın vurgulanmasında i’caz’da lafız kadar, hatta anlaşılırlığı bakımından lafızdan daha çok tema ön plandadır.
Bir Bütün Olarak Sure
Islahi’ye göre her Kur’an suresi bir bütün olup üzerinde bir bütün olarak çalışılmalı ve anlaşılmalıdır. Farahi’ye göre de Kur’an’ın çok sayıda surelere bölünmüş olması her surenin bir temasının olduğunu göstermektedir. Çünkü diğer türlü Kur’an’ın tümünün tek bir sure olması mümkündü. Yine her surenin ‘amud adı verilen ayrı ve kendine özgü bir teması bulunmaktadır. (Bu ana temaya Seyyid Kutub mihver/surenin merkezi, Tabatabai de spesifik amaç/gharad der.)
Mesela Farahi 60 ayet olan Zâriyat Suresini yedi bölüme ayırmaktadır:
1-14: Allah’ın bu dünyada merhamet ve gazabı ile ilgili tezi, ahiretteki ceza ve ödül sistemine işaret etmektedir. 15-19: Ödül boyutunu açıklamaktadır. 20-23: Bu tezi güçlendirmekte ve bunu yaparken de doğa ve insan varlığından örnekler ve argümanlar sunmaktadır. 24-37: Tezi destekleyen tarihsel deliller… 38-46: Tezi destekleyen tarihsel deliller… 47-51: Tezi destekleyen semaya ait deliller ve Allah’ın tazimine davet ve Resulüne işaret. 52-60: Son bölüm ise Resul’ü teskin etmekte ve muhaliflerinin inançsızlığı ile ilgili sorumluluğun kendilerine ait olduğunu vurgulamaktadır.
Farahi’ye göre surenin ‘amudu ahiretteki karşılık temasıdır. Buradaki vurgu ise azap boyutuna yapılmaktadır. Görülebileceği üzere bu ‘amud bütün sure boyunca kendini göstermekte ve bütün bölümleri bir bütüne doğru örgütlemektedir.
‘Amud bir surede nazmın temelini oluşturmaktadır. Surenin temel tezi, ancak bu tez bulunduktan sonra bir bütün olarak anlaşılabilecek bir bütünleştirici araçtır. Bununla birlikte Islahi bazı durumlarda surenin ‘amudunun ne olduğu konusunda Farahi’den farklı bir görüş ortaya koymaktadır. Örneğin Mürselat Suresinin ana temasını Farahi “yeniden dirilme” olarak belirtirken, Islahi “Allah korkusu ve salih ameller” olarak tanımlamaktadır.
Bazı kere Islahi, hocasıyla bir surenin alt bölümleri konusunda da ihtilaf etmiştir. Örneğin Abese Suresini Farahi 1-10, 11-22, 23-32, 33-42 ayetler olarak bölümlere ayırırken, Islahi 1-10, 11-16, 17-23, 24-32 ve 33-42 şeklinde ayırmıştır.
Islahi, Nisa Suresini de şu ayetler ve alt başlıklarla bölümlemiştir: Toplumsal Islah (1-43), İslami Topluluk ve Onun Muarızları (44-126), Sonuç (127-176).
Surenin ana fikri/‘amudu Islahi tarafından bir Müslüman toplumunda insicam ve uyum sağlayan faktörler olarak tanımlanmıştır. Surenin ayrıştırılan üç bölümü ilerlemeci bir ilişki ağı içinde entegre bir görünüm arz etmektedir. Birinci kısım, Arabistan’da İslam’ın başlattığı toplumsal değişimin/ıslahın bir kısmını ele almaktadır. İkinci kısım İslam’ın Medine’deki muhalifleri olan Yahudilerin ve münafıkların bu ıslah çağrısına verdikleri karşılığı incelemekte ve Müslüman toplumun bazı örgütsel meseleleri ile ilgilenmektedir. Üçüncü kısım ise Nisa Suresinin bazı alt ayetleri ile ilgili ortaya çıkan birkaç soruya cevap vermekte, İslam düşmanlarını uyarmakta ve Resul Muhammed’i teskin etmektedir.
Islahi’nin, nüzul sebebiyle ilgili aktarımları zayıf ve çoğu zaman bağlamdan kopuk görmesi, Kur’an’daki bütün tarihî geçmişi irdelemediği anlamına gelmemektedir. Hem Kur’an’ın nazil olduğu sosyal ve tarihsel ambiyansı kabul etmekle kalmamakta, ayrıca Kur’an’ı daha iyi açıklamak için sıklıkla nüzul ortamına atıfta bulunmaktadır.
Yazarımız Dr. Mustansir Mir’e göre Islahi için bir surenin ayetleri ve bölümleri arasındaki açık ve kırılmaz lineer bağlantı bir surenin bütünlüğü açısından hayati önemi haizdir. Islahi’nin bir bütün olması ile ilgili görüşünün Tabatabai ve Seyyid Kutub’un aynı konudaki görüşleri ile karşılaştırılması, diğer iki müfessire göre, surenin, Islahi’de daha büyük tematik kesinlik ve daha iyi yapısal bütünleşme kazandığını göstermektedir.
Sure Çiftleri
Surelerin eşler halinde eşleştirilmesi Islahi’ye ait bir girişimdir. Islahi’ye göre mevcut halleriyle Kur’an sureleri kural olarak çiftler halinde eşleştirilmiştir. Her çift birbiriyle yakından ilişkili iki sureden oluşmakta ve diğer sure çiftlerinden ayrılmaktadır.
Islahi, bu görüşünü “Allah sözlerin en güzelini birbirine benzer ikişerli bir kitap olarak indirmiştir.”14 ayetini yorumlayarak ikiz gibi görünen çok sayıda sureye işaret etmiştir (2 ve 3, 8 ve 9, 16 ve 17 veya 113 ve 114 gibi). Resulullah Aleyhisselam’ın salatı ikame ederken sıklıkla sure çiftlerini okuduğu rivayetlerine de işarette bulunmuştur.
Fatiha Suresinin ise çiftleşen değil surelerin tümüne önsöz mahiyette olduğunu belirtmiştir.
Islahi bir sure çiftine dâhil olan surelerin aynı ‘amud ve içeriğe sahip olduğu görüşündedir. Örneğin Nahl Suresi (16) İslam mesajını detaylı bir şekilde ele almakta ve uyarıyı daha fazla detaylandırmaktadır. İlaveten İsra Suresi(17) ise 16. surede kısaca atıfta bulunulan bir dizi emri detaylı bir şekilde açıklamaktadır. Son olarak 16. sure, sadeve kısa bir bahisle Müslümanların Medine’ye yaklaşmakta olan hicretinden söz ederken, 17. sure ise bu konuda açıkça söz etmekte ve Müslümanlara bu hicrete hazırlanmaları talimatı vermektedir.
Bazı durumlarda bir sure çiftinde bir sure, diğer surede genel hatları ve işaret edilen bir kanun ya da ilkeyi açıklamaktadır.
Bazı durumlarda bir sure çiftindeki her biri, aynı temanın farklı boyutlarına vurgu yapmaktadır. 2 ve 3. sureler bu duruma güzel bir örnek teşkil etmektedir. Her iki sure de iman ve iman-merkezli işleyişe vurgu yapmaktadır. Bakara’da vurgu imana yapılırken Âl-i İmran’da ise iman-merkezli tavra işaret edilmektedir. Her ikisi de Ehl-i Kitab’ı tartışmaktadır. 2. sure Yahudilere odaklanırken 3. sure Hıristiyanları ele almaktadır.
Islahi’nin yaklaşımında iki sure çifti ancak bitişik sureleri içerebilir. Dolayısıyla aralarında bir ya da daha fazla bir sure olan surelerin bir çifti oluşturması mümkün değildir. 2. ve 3. sureler bu meyanda örnek verilir. 2. sure iman temasına değinmekte, Yahudileri tartışmakta ve doğadan argümanlar sunmaktadır. Buna karşılık 3. sure ise imanın pratik sonuçlarına değinmekte, Hıristiyanları tartışmakta, eski kutsal kitaplara ait argümanları sunmaktadır. İman, iman pratiğinin önünde geldiğinden, Yahudiler de tarihsel olarak Hıristiyanlardan önce olduklarından, genel karakteri olan doğa kaynaklı argümanlar da kutsal kitaplara dayalı argümanlardan daha geniş bir çerçeveye oturduğundan Islahi, Bakara Suresinin Âl-i İmran Suresinden önce gelmesi gerektiğini düşünmektedir; sıralamada öyledir.
Tematik düzeyde tamamlayıcılık ilkesi eşleştirilmiş surelerin ‘amudları ve içeriklerini daha keskin bir görünümde sergilemektedir.
Yapısal düzeyde ise surelerin tamamlayıcılığı Kur’an surelerinin yapısının belli yönlerini netleştirmiştir. Bazı durumlarda bir surede belli bir temaya ayrılan yer miktarı gayet az gibi görünebilmektedir. Ancak eşleştirilmiş surede muhtemelen söz konusu tema daha detaylı bir şekilde ele alınacaktır.
Ancak Islahi 77 ve 78. surelerin bir çift olmasına rağmen 77. surenin aynı zamanda 51 ve 55. sure ile de belirgin bir benzerlik içinde olduğunu belirterek eşleşme kaidesinin esneyen yönlerinin olabileceğini de tartışmaya açmıştır.
Bu noktada yazarımız Dr. Mir, eşleştirme kavramı ile Islahi’nin Kur’an’da tasarım ve insicamı şimdiye kadar algılanmamış bazı özellikleriyle gün yüzüne çıkarttığını vurgulamaktadır.
Sure Grupları
Islahi’ye göre Kur’an sureleri sadece çiftler halinde eşli değildir, sureler aynı zamanda bir araya gelerek daha büyük gruplar oluşturmaktadırlar. Bireysel bir sure veya sure çifti gibi, bir sure grubunun da kendine ait bir ana fikri (‘amud) bulunmakta olup bu ana fikir grubun surelerinde metodolojik bir şekilde gelişmektedir. Islahi mevcut sıralamalarıyla Kur’an’da sureleri 7 gruba ayırmaktadır:
1.G:1-5 (1. sure Mekki, 2-5 Medeni)
2.G:6-9 (6-7. sureler Mekki, 8-9 Medeni)
2.G:10-24 (10-23. sureler Mekki, 24 Medeni)
4.G:25-33 (25-32. sureler Mekki, 33 Medeni)
5.G:34-49 (34-46. sureler Mekki, 47-49 Medeni)
6.G:50-66 (50-56. sureler Mekki, 57-66 Medeni)
7.G:67-114 (67-109. Sureler Mekki, 110-114 Medeni)
Tabii ki Mekki ve Medeni surelerin konumları üzerinde tevatüre dayanan bir mutabakat yoktur.
Kur’an’daki sureleri 7 grupta toplayan Islahi, oluşturduğu gruplara 2. Grubu örnek vermiştir: İkinci grup (2.G) 6-9. sureleri içermektedir. (En’am, A’raf, Enfal,Tevbe). Bu grubun ‘amudu ise şu şekildedir: İbrahim’in dini olarak İslam. Kureyşliler İbrahim’in takipçileri ve onun dininin varisleri olduklarını iddia etmişlerdir. En’am Suresinde ise Kureyşliler bu dini saptırmakla suçlanmışlardır. Surede İslam gerçek İbrahimî din olarak sunulmuş ve Kureyşliler Müslüman olmaya davet edilmişlerdir. İslam mesajının doğrudan alıcısı Kureyş olduğu için bir sonraki sure A’raf, bu mesajı reddetmelerinin kötü sonuçlarına karşı Kureyş’i uyarmaktadır. Üçüncü sure olan Enfal ise Kureyş’e karşı durmak üzere Müslümanlara İslam bayrağı altında hazırlanmaları çağrısında bulunmaktadır. Gruptaki son sure olan Tevbe, Kur’an’ın birincil muhatabı Kureyş’e bir ültimatom vererek İslam ile savaş arasında bir seçim yapmalarını vurgulamaktadır.
Islahi, sure grupları oluşturma içtihadının delilini “Andolsun ki biz sana tekrarlanan yedi ayeti ve yüce Kur’an’ı verdik.” (Hicr, 15/87) ayetindeki “seb’an minel mesani”ye dayandırmıştır. Ona göre “mesani” kelimesi Kur’an’da sure çiftleri olgusuna işaret etmektedir. Geleneksel görüş ise bunu “yedi kere tekrarlanan” anlamında 7 ayet olan Fatiha’ya teşmil etmektedir. Ama besmele Fatiha’nın ayetimi değil mi diye tartışmalıdır. Ayrıca bu kelime “çiftler halinde düzenlenmiş” anlamına da gelmektedir. Sonuç itibariyle de ayetin anlamı “… mesani [sure çiftleri] halinde var olan yediyi [yedi sure grubu] yani Yüce Kur’an’ı verdik.” manasına gelir. Islahi’ye göre geleneksel yaklaşımın bu ayeti hadislerle Fatiha Suresine bağlamasını ise atfın Fatiha’ya olsa da Kur’an’ın özetini ifade eden Fatiha üzerinden Kur’an’a atıf olarak algılamak gerekir. Islahi “7 marf meselesi”ni de bu konuyla irtibatlandırmaya çalışmaktadır.
Sonuç
Mustansir Mir’e göre Islahi’nin Kur’an’a yaklaşımı doğrudan bütüncül yani holistik ve kümülatiftir. Çünkü bu yaklaşım, Kur’an’ın entegre bir kitap olduğu ve bu bakış açısı ile incelenmesi gerektiği varsayımına dayanmaktadır. Islahi, Kur’an ayetlerinin nüzulünün kronolojik sıralamasının Muhammed Aleyhisselam’ın ve sahabelerinin zamanı için uygun olduğuna ancak derleme sırasının takip eden nesiller için dana önemli olduğuna inanmaktadır.
Kur’an’daki derleme sırası nazm ilkesine dayanmakta olup müfessirin de görevi bu nazmı ortaya koymaktır.
Bununla beraber Islahi’nin nazm teorisi mutlak anlamda doğrudur diyemeyiz. Kur’an’daki nazmı kavrama girişimidir diyebiliriz. Oryantalistlerin ve Kur’an tarihselcilerinin “Bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir.”15 diyenler gibi Kur’an’ın icazını tahrif ve tahfif etmelerine karşı tutarlılık çizgisinde bu tür girişimlere de ihtiyacımız bulunmaktadır.
Zaten yazarımızın aktardığı bilgiye göre Tedebbürü’l Kur’an’ın son cildine yazdığı önsözde Islahi, yaptığı çalışma ile Kur’an tefsirinde nazmı keşfetmek için çok az yol aldığını ve bu konu ile ilgili olarak çok daha fazla çalışmanın gerekliliğini ifade etmektedir.
Dipnotlar:
1- Tûr, 52/33
2- İsra, 17/88
3- Â’raf, 7/203
4- Hûd, 11/13; Bakara, 2/23-24.
5- Yunus, 10/38.
6- İsrâ, 17/87.
7- Abdulhamit Birışık, TDV İslam Ansiklopedisi, C. XXXVII
8- Mustansir Mir’in “Kur’an’da İnsicam -Tedebbür’u Kur’an’da Islahi’nin Nazm Kavramının Bir İncelemesi-” başlıklı kitabını Prof. Dr. Cenap Çakmak ciddi bir vukufiyetle İngilizceden Türkçeye çevirmiştir ve kitap Ekin Yayınları tarafından baskıya hazırlanmaktadır.
9- A’la, 87/5-6
10- Kıyamet, 75/16-19
11- Kıyamet Suresindeki ayette geçen “bihi” (ona - onu) zamirlerinin mercilerinin açık olmadığını nezih ve itidalli bir dil ile belirten Hamdi Yazır (ö. 1942), “Hitap bir önceki insana raci olsaydı mazeretlerini sayıp dökmeye çalışan insanın nefsindekine/vicdanındakine raci olabilirdi. Filvaki bu ayetin akışından bu mana da anlaşılmaz değildir. Lakin burada hitabet Hz. Peygamber’e, zamirlerin de Kur’an’a raci olduğu söylenmiş ve ayetlerin vahyin nüzulüyle alakalı bulunduğu belirtilmiştir.” demiştir.
12- Suphi es-Salih, Kur’an İlimleri ve Istılahları, s. 77
13- Şaban Karataş, Şia’da ve Sünni Kaynaklarda Kur’an Tarihi, Ekin Yayınları, 1996.
14- Zümer, 39/23
15- Yunus, 10/15.