"Yedi gök ile yer ve onların içinde yer alan her şey O'nun sınırsız kudret ve yüceliğini anmaktadır; O'nun yüceliğini, aşkınlığını övgüyle yankılamayan bir tek nesne bile yoktur: Ne var ki, siz onların yüceltme şekillerini anlayamıyor, kavrayamıyorsunuz! Yine de hem çok bağışlayıcı, hem de halîm olan O'dur!" (İsra, 17/44.)
Her canlı türü bir ümmettir1 ve tüm canlılar kendi dilinden Allah'ı zikreder. Bundan dolayı hiçbir canlı, tabiatı gereği gösterdiği davranıştan dolayı kınanıp eleştirilemez ve gösterdikleri iç güdüsel davranışlarıyla, tabiattaki rollerini icra edişleriyle hepsi Allah'ın ayetidir.
Değil mi ki insanlık için hayatın tümünde Allah'ın ayetleri/işaretleri, mu'cizeleri vardır? Öyleyse kainat ve dünya, içindekilerle birlikte bir kitap gibi okunabilir ve kevnî ayetlerden birtakım ibretler ve dersler çıkarılabilir.
Biz bu çalışmada Kur'an'ın rehberliğinde hayvan davranışları üzerinden, meseller ekseninde bir tahlil denemesi yapmak; kafirlerin, müşriklerin, zalimlerin ve fasıkların düştüğü dalalet çukurunu, sapkınlık bataklığını göz önüne sermek istiyoruz.
1. Çobanın Haykırışlarını Ses ve Çağrı Şeklinde Algılayan Sürü Gibi Olanlar Meseli
"Böylece kafirlerin durumu, çobanın haykırışlarını işiten, ama onu yalnız bir ses ve çağrı şeklinde algılayan sürünün durumuna benzer. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler: Zira akıllarını kullanmazlar." (Bakara, 2/171.)
Meselde bahsedilenler; sözün -ilahi vahyin-manasını anlamayıp, ya da anlamazlıktan gelip, onu sadece nida olarak algılayan kafirlerdir. Ayetin bağlamında -bir önceki ayette- atalar dinine tabi olan, gelenekleri tabulaştıran cahillerden söz edilmektedir. Cahiller akıllarını kullanmazlar, onun yerine hayvanlar gibi taklit ederler. Öte yandan hak, adalet ve birr/iyilik ölçüsüne göre davranan salihlerin yolundan gitmek "adet/gelenek tabuculuğu" demek değildir. Cahillik, insanı insanlıktan çıkaran, hayvanlar gibi akılsız yapan, hayal ve kuruntularının peşinden giden şeytanların emirlerini, "köklü gelenek" diye taklit etmektir. Yoksa tevhidin insanlık tarihindeki kökleri şirkten daha öncelere dayanmaktadır: İlk insan toplumunda önce tevhid hakim olmuş, sonra şirk onu alt etmeye çalışmıştır.
İnsanların hayvanlara benzetilmesi, akıllarını kullanmamaları nedeniyle olmuştur. Taklit; "devenin boynuna takılan yular" anlamındaki "kılade" kelimesinden türetilmiştir. Bu bağlamda mukallit; yularını başkalarının eline verip, düşünmeden hareket eden bir hayvan gibidir. Bunun tersi olan tahkik ise "hak" kelimesinden türetilmiştir. Bu iki terimi karşılaştırırsak; taklit "hakka dayanmayan"; tahkik ise, "gerçeğe dayanan, akılla doğrulanıp desteklenebilen"dir.
Karşılaştırmaya devam edersek:
• Taklitçi, yularını başkasına verendir; tahkik ehli ise, hayatını idame ettirdiği, yönettiği dümenini kendi elinde tutandır.
• Taklitçi, davranışlarını başkalarına düşünmeden dayandırandır; tahkik ehli ise, hakka dayanan, hakikate başvurandır. Taklitçi, davranışlarını düşünce süzgecinden geçirmez, bir elek kullanmaz; tahkik ehli ise, doğruluğunu analiz etmediği düşünce ve davranışa mesafeli durur, her zaman bir elek kullanır.
• Taklitçiler, akıllarını kullanmadıkları için sağırdılar: hakkı işitmezler, dilsizdirler: hakkı itiraf etmezler, kördürler: hakkı görmezler; tahkik ehlinden olanlar ise, gözünü, kulağını ve gönlünü hakka açık tutar, hakikati ahlak edinirler.2
Benzer bir mesel de Fussilet Suresi'nde geçmektedir: "Eğer bu (ilahi kelamın) Arapça dışında bir dilde (indirilmiş) bir hitabe olmasını dileseydik, onlar (şimdi onu reddedenler,) bu defa: neden onun mesajları anlaşılır bir şekilde ifade edilmemiş? Hayret! Arapça dışında bir dil(de indirilmiş bir mesaj bu) ve (tebliğ eden de) bir Arap (elçi?) diyeceklerdi.
De ki: Bu (ilahi kelam,) iman edenler için bir hidayet/rehber ve bir şifa kaynağıdır; ona inanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir sağırlık vardır ve bundan dolayı (Kur'an) onlara körlüktür/kapalı, anlaşılmaz gelir. (Sanki) onlara çok uzak bir yerden seslenilir." (Fussilet, 41/44.)
Söylenileni yalnız ses/çağrı olarak işiten, ama ölçüp biçecek akılları olmadığı için anlamayanlar hayvanlardır. İnsanlar ise, akıl ve idrak sahibi eşrefi mahlukattan, ahsen-i takvim'den olmaya aday bir varlık olarak söze hak ettiği anlamı ve değeri vermekle yükümlüdürler. Meselde sözü edilen kafirler, ilahi hakikatin sözlü vahyine hak ettiği değeri ve önemi vermedikleri için hayvanlara benzetilmişlerdir.
2. Hayvan Sürüleri Gibi Olanlar
"Gerçek şu ki, Biz cehennem için kalpleri olup da gerçeği kavrayamayan, gözleri olup da göremeyen, kulakları olup da işitemeyen cinlerden ve insanlardan çok canlar ayırmışızdır. 'Hayvan sürüsü gibi'dir bunlar. Hayır hayır doğru yolu kavramada onlardan da aşağı, körcesine dalıp gitmiş olanlar işte böyleleridir." (A'raf, 7/179.)
Doğru ile eğrinin ne olduğuna hükmetme yeteneği insanoğlunun aklındadır. Eğer onu çekip alırsanız, insanların hayvanlardan hiçbir farkı kalmaz. Hatta insanlar, kan dökücü, zalim, bencil olma gibi özelliklerinden dolayı hayvanlardan daha da aşağı mertebededirler. Hayvanlar gösterdikleri içgüdüsel davranışlarından sorumlu olmadıkları halde, insanların tercihleri belli bir iradeye dayandığı için sorumludurlar.
Meselde vurgulanan "göz", "kulak" birer algı organı olarak insanın aklına hizmet eden pencereler gibidirler. Ayrıca aklın bilince ve inanca dönüştürmek için ihtiyaç duyduğu bilgiyi sağlarlar.
Oysa, sözlere kulak vermeyen, düşünce üretemeyen, akıldan yoksun olanlar hayvanlardır.
Ayet-i kerimede geçen "kalp" Kur'an'da, biyolojik anlamda işlev gören, kan pompalayan bir organ olmaktan öte simgesel bir değere sahiptir. Kalbin fıkhetmesi ise; ince bir anlayış eşliğinde toplanan sağlıklı bilgiyi işleme ve olayları iç yüzüyle birlikte derinlemesine değerlendirebilme yeteneğidir. Hayvanlarda bu yetenek yoktur; çünkü onlar içgüdüleriyle hareket ederler. İnsani yeteneklerinden bihaber yaşayan bilinçsiz kimselere yukarıdaki ayette "gafil" denilmektedir: Yani "İçinde bulunduğu nimetlerin, kendisine Yaratıcı'nın sunduğu fırsatların şuurunda olmayan kimse."
3. Yüzüstü Sürünenler Meseli
"Peki öyleyse, yüzüstü kapanarak sürünen mi daha doğru yoldadır, yoksa dosdoğru bir cadde üzerinde dümdüz yürüyen mi?" (Mülk, 67/22.)
İnsanın manevi duyarsızlığını tenkit eden bu meselde, yüzüstü süründüğü için, yolun kendisini götürdüğü yönden habersiz bir şekilde, hemen önündekileri gören sürüngenler konu edilmektedir. Sürüngenlerin bir çoğu bu şekilde hareket ettikleri için Yüce Allah onlara hayatlarını idame ettirmelerine yarayacak hissetme, koklama gibi başka kabiliyetler vermiştir.
Hayvanlardan bazıları küçük ayaklar üzerinde sürünür, bazıları ise dört ayak üstünde yürürler; bu onlar için bir aşağılanma sebebi değildir, onların tabiatlarında var olan normal bir özelliktir. Diğer yandan insan için böyle bir konumda yaşamak, acı ve sıkıntı dolu, aşağılayıcı bir konumu ifade eder.
Küçük ve basit arzularını karşılamaktan başka bir kaygı taşımaksızın, sadece fiziksel ihtiyaçları peşinde koşan sürüngenlere benzemek bir insan için son derece aşağılayıcıdır. Çünkü insan özünde manevi değerler taşıyan ve bunları korumakla yükümlü olan cennete namzet bir varlıktır.
4. Yaratıkların En Şerlisi Meseli
"Gerçek şu ki, Allah katında yaratıkların3en şerlisi/en bayağısı, aklını kullanmayan sağırlar ve dilsizlerdir." (Enfal, 8/22.)
"Gerçek şu ki, Allah katında yaratıkların en şerlisi/bayağısı, kafirler ve imana yanaşmayan kimselerdir." (Enfal, 8/55.)
Dâbbe/canlı -ya da yaratık- olmak bakımından insanla hayvan arasında fark yoktur. İnsanı hayvandan ayıran biyolojik özellikleri değil, aklıdır. Hayvanların gözleri, kulakları ve kalpleri bilinçli bir idrak için yeterli değildir. Algı yeteneklerini şuurlu bir duruş ve adaletli bir hayatı inşa etmek için kullanmayanlar hayvanlara benzerler.
Hakikati inkara şartlanmış olan kafirler bir tür sağırdırlar. Çünkü gerçeğe kulaklarını kapatmışlardır. Aynı şekilde dilsizdirler. Çünkü nihai hakikati dilleriyle itiraf etmekten kaçınmaktadırlar. Oysa akıl sahipleri için insanın kendisinde, çevresinde ve ilahi vahyin kitabı Kur'an'ın ayetlerinde kelime-i şehadeti söyleyip ona göre hayatına çekidüzen vermeye iten nice tanıklıklar vardır.
5. Karga Kadar Bile Olamayan Meseli
"Bunun üzerine Allah, kardeşinin cesedinin çıplaklığını nasıl gizleyebileceğini ona göstersin diye, toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. (Bunu gören Adem'in katil oğlu) "Eyvah!" diye haykırdı, "Yazıklar olsun bana! Ben bu karganın yaptığını yapamayacak kadar ve kardeşimin cesedinin çıplaklığını gizleyemeyecek kadar aciz miyim?" Ve bunun üzerine vicdan azabıyla çarpıldı." (Maide, 5/31.)
Zalimler ilahi rehberliği reddettikleri için hep kılavuzsuz hale gelmişlerdir. Adem'in kötü oğlu, kardeşini öldürmek gibi affedilmez bir fiili işlediği için ilahi rehberliğin onurlandıran, şereflendiren misyonundan mahrum kalmıştır. Diğer yandan bu rehberliğin yerini karga almıştır; bir karganın rehberliğine muhtaç hale gelmek ise, bir insan için şüphesiz çok aşağılayıcıdır.
Adem'in iyi oğlu ilahi vahyi kendine rehber ittihaz edinmiştir; kötü oğlu ise kargayı -ve onun temsil ettiği tabiatı- kendine kılavuz edinmiştir. Değil mi ki tabiatta iyi kötü, adalet zulüm iç içe yaşamaktadır? Öyleyse tabiat bize örnek olamaz; iyi örnek ilahi vahyin yol göstericiliğindedir.
Adem'in iyi oğlu Allah'a yakınlaşma cihadında "sahip olduklarının en iyisini" vererek başarılı olmuştur: Çünkü Yaratıcı, takva sahiplerinin kurbanını kabul edeceğini beyan etmiştir.4 Adem'in katil oğlu ise, katı kalpliliğinin ve kardeşinin kıskanmasının sonucunda şeytani dürtülere kurban olmuş, ne yapacağını bilemez halde, aciz bir şekilde kalakalmıştır.
Adem'in iyi oğlu zalim olmayı tercih etmemiştir; zalim oğlu ise kardeşini gözünü kırpmadan öldürdüğü için kendi günahıyla birlikte onu örnek alanların günahlarını yüklenmiştir. Karganın kılavuzluğuna muhtaç duruma düşmüş, tenzili rütbe ile manevi açıdan aşağıların aşağısına sürüklenmiş ve böylece cehennemi hak etmiştir.5
6. Dilini Sarkıtıp Hırlayan Köpek Gibi Olanlar
"Ve kendisine mesajlarımızı lütfettiğimiz halde onları bir kenara atan kimsenin başına gelecek olanı anlat onlara: Şeytan yetişip yakalar onu ve o da, başka niceleri gibi, vahim bir sapışla sapıp gider. Bu durumda Biz eğer dileseydik, onu ayetlerimizle yüceltir, üstün kılardık. Fakat o hep dünyaya sarıldı ve yalnızca kendi arzu ve heveslerinin peşinden gitti.
Bu bakımdan böyle birinin durumu (kışkırtılan) bir köpeğin durumuna benzer. Öyle ki, onun üzerine korkutarak varsan da dilini sarkıtıp hırlar; kendi haline bıraksan da. Bizim ayetlerimizi yalanlamaya kalkan kimsenin hali işte böyledir. Öyleyse bu kıssayı anlat ki, belki derin derin düşünürler.
Ayetlerimizi yalanlamaya kalkan toplumun hali ne kötüdür. Çünkü işledikleri haksızlıklar sadece kendilerini yıkıma götürür." (A'raf, 7/175-177.)
Köpek bu meselde, doymaz oburluğun, şehvetine düşkünlüğün, bencilliğin simgesidir. Bir köpek ebedi olanı düşünmez; günübirlik fayda ve zarar beklentisi içinde yaşar; aklıyla değil bedensel içgüdüleriyle hareket eder. Köpeğin dilini sarkıtıp soluması, sıcaktan bunalma belirtisidir ve bir rahatsızlık tezahürüdür.
Kafirler dünyayı yegane hedef edinir, kendilerine bir dünya kurarlar; diğer yandan dünya yuvarlaktır ve sürekli dönmekte, değişmektedir. Yani elle tutulması, tutunacak güçlü bir dalı urvetü'l-vüska'sı/sağlam bir dayanağı ve sağlam bir ipi yoktur. İşte kurduğu düzenin her an sallandığını, yerinde durmadığını gören kafirlerin vicdanlarını büyük bir huzursuzluk kaplar ve ruhlarına katmer katmer endişe hakim olur.
Güdülerini doyuma ulaştırmadığında köpekler şizofrenik davranışlar sergiler; ne yapacağını bilemez bir vaziyette, kontrolden çıkmış bir şekilde etrafa hırlayıp dururlar. Dalalet de insanda benzer bir tutuma yol açar; insanı şaşkına çevirir. Açlık, tatminsizlik ve tedirginlik köpeği nasıl şizofrenik tepkiler vermeye itiyorsa. Allah'ın yol göstericiliğinden nasipsiz kalan kafirler de, kalplerinde imansızlığın meydana getirdiği vicdani rahatsızlıkla yaşarlar ve çevrelerinde var olan her gelişmeyi kendi aleyhlerinde sanırlar. Kurdukları küçük ve sanal dünyalarını koruma iç güdüsüyle hareket ederler. Bu şizofrenik bir tutumdur; kafirler bir şifa kaynağı olan Kur'an'la tedavi edilmediği sürece de iyileşmesi mümkün bir ruhî hastalığa yakalanmışlardır: Dalalet hastalığı…
Sonuç büyük bir manevi hüsrandır. Değil mi ki, dalalet; küfr ve şirk insanın tabiatında yer alan güzellikleri yok eder? Öyleyse insanın kendisini koruyup geliştirmesi için hidayetin aydınlığına, vahyin nuruna ihtiyacı vardır. Aksi takdirde bir köpek gibi tehlikede olmadığında da kendisini tehlikede hissedecek, hayali korku ve kuruntularının zavallı bir kurbanı olarak şu dünyada kendisine sunulan ebedi saadet imkanını elinden kaçıracaktır.
7. Kitap Yüklü Eşek Gibi Olanlar
"Tevrat'ın yükü ile onurlandırılmış iken, bu yükü taşıyamamış olanların durumu, sırtında kitaplar yüklenmiş, (ama onlardan habersiz bulunan) merkebin durumuna benzer. Allah'ın ayetlerini yalanlamaya şartlanmış olanların durumu ne acıdır. Çünkü Allah rehberliğini böyle zalim bir halka ihsan etmez!" (Cuma, 62/5.)
Bu meselde Yahudiler üzerinden, Yahudileşenlere bir uyarı vardır. Kitabın/ilahi vahyin değerini bilmeyenlerin, onu gereksiz bir yük gibi algılayanların ve onu güzel davranışlar ve örnek tanıklıklar ile insanlar arasında temsil etmeye yanaşmayanların konu edildiği temsil, çok sade, net ve açık bir mesaj içermektedir.
Kur'an ve Kur'an'dan önceki vahiyler, Allah'ın insanlara verdiği kutsal emanetlerdir. Bu emanetlerin değerini yeryüzünde hiçbir mübadele aracı ölçemez. Fakat, insanlar bu eşsiz değere haiz rehberliğin kıymetini tarih boyunca gereğince takdir edememiş, onu bir kenara atmış, terk edilmiş bırakmışlardır.6
İhanet anlamı taşıyan bu değersizleştirme tavrına rağmen, Yahudileşenler kendilerinin en değerli ırk ve topluluk olduğu konusunda hak etmedikleri bir gururla yeryüzünde caka satmışlardır.7
8. Aslandan Ürküp Kaçan Yaban Eşekleri Gibi Olanlar Meseli
"O halde onlara ne oluyor ki, bütün öğütlerden yüz çeviriyorlar; adeta korkuya kapılmış merkepler gibiler, aslandan ürküp kaçan." (Müddessir, 74/49-51.)
Tehlike esnasında yabani merkepler, ürkerek sağa sola kaçışırlar. Meselde, Kur'an'ın hakikatinden kaçan müşriklerin ve kafirlerin durumu da işte bu çaresiz kaçışa benzetilmiştir. Kafirlerin panik, tedirginlik ve korkunun hakim olduğu davranışları ile merkeplerin can havliyle dört nala koşuşturmaları arasında benzerlik kurulmuştur.
Oysa merkeplerin de kafirlerin de kaçışı boşunadır. Çünkü merkeplerin aslandan kaçabilme ihtimali çok zayıftır; kafirlerin de Kur'an'ın hakikatinden ve fetihler gerçekleştiren etki gücünden kaçma şansları yoktur. Kafirler ilahi vahye kulak vermeyi reddetseler bile, onun hakikatleri dünyada ve ahirette, mutlaka onları yakalayıp boyunlarına yapışacaktır.
Sözün Özü
Hayvanlar içgüdüleri ve doğal ihtiyaçlarının sevk ettiği tabii davranışlar sergilerler. Bu nedenle, hayvanların ahlaki bir tercihte bulunmaları mümkün değildir. Zaten Yüce Rabbimiz onlara, böyle bir yükümlülük de getirmemiştir. Emaneti yüklenen "insan"dır; bu emanete karşılık insanların manevi tercihlerde bulunma, Yaratıcı'yı tanıyıp iradeli bir ibadet etme yükümlülükleri vardır. Öte yandan iradeli, akıllı varlıklar olan insanların davranışlarının hayvanların bazı olumsuz özelliklerine benzemesi, kendileri için son derece aşağılayıcıdır.
Dipnotlar:
1- "Halbuki yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi (Allah'ın) mahluku olmasın: Biz buyruğumuzda tek bir şeyi bile ihmal etmedik. Ve bir kez daha (belirtelim): Onlar(ın tümü) Rableri huzurunda toplanacaklardır." (En'am, 6/38.)
2- Körü körüne babalarının yolundan gidenler Kur'an'ın birçok beyanında tenkit edilmiştir. Ecdatperestlerle ilgili Kur'an'daki diğer tenkitler için bkz. Bakara, 2/170; Ahzab, 33/67.)
3- Bu ayetlerde "yaratık" diye Türkçe'ye çevirdiğimiz devâb (tekili dâbbe) lafzen, insanlar da dahil yürüyen ve sürünen hayvanlar için kullanılır. Kısaca, canlı ya da yaratık demek yanlış olmaz.
4- Maide, 5/27.
5- Maide, 5/29.
6- "Peygamber de: "Ya Rab!" diyecek, kavmim bu Kur'an'ı terk edilecek bir şey olarak gördü." (Furkan, 25/30.)
7- İsrailoğulları Tevrat'ı bir kenara attıkları, onunla amel etmedikleri halde, kendilerini aşırı yüceltmiş, ırkçılığı bir ideoloji olarak benimsemişlerdir. Bunun bir tezahürü olarak da peygamberliğin İsrailoğulları dışında kimseye verilmeyeceğini iddia etmişler (Bakara, 2/90-94); Rasulullah Muhammed (s)'in gelişiyle ilgili Tevrat'ta yer alan açık haberi gizlemişler (Bakara, 2/42); Tevrat'ın gereğince hükmetmemişler, onu hayata geçirecek davranışlar geliştirmemişlerdir. Ayrıca Tevrat'ı tahrif ederek, onu aslına yabancılaştırmışlardır.