I.
Geleceğin inşâsına yönelmiş bütün yeni oluşumlar için istikbâlin tasavvuru kadar mazinin tasavvuru da oldukça önem arzetmektedir. Hatta denilebilir ki, geçmişin tasavvuru olmaksızın bir gelecek tasavvuru ve dolayısıyla onun kurulması da mümkün değildir. Bu nedenle sağlıklı ve sahih bir gelecek inşâsına yönelmiş, en azından böyle bir niyeti taşıyan İslâmî hareketlerin öncelikle geçmişe, bir başka ifade ile tarihe ilişkin düşüncelerini doğru bir zemine oturtmaları ve bu alanla ilgili tasavvur ve söylemlerini netleştirmeleri kaçınılmazdır. Zira beşerin, oluşumunda temel bir rol üstlendiği tarihsel varlık alanı bir tür süreklilik arzetmektedir ve bütün olumluluk ve olumsuzluklarıyla birlikte birey ve toplumları kuşatıp kendine katan, çeken ve benzeten bir güç olabilmektedir. Bu durum bir anlamda tarihin, "insanın zindanı" olduğu gerçeğini doğrular mâhiyettedir.
İşte tam da bu nedenledir ki, özgürlüğünü kazanmak ve özgür iradesiyle geleceği kurmak isteyen fert ve topluluklar için geçmiş ya da tarih bilinci hayati öneme sahiptir. Çünkü tarihin tutsak edici çemberi ancak onun hakkında sağlıklı bir bilinç edinildiğinde kırılabilir. Bir başka deyişle söylemek gerekirse tarihin aşılması (tarihten çıkılması değil), yönünün değiştirilmesi ya da yeni bir tarihin inşâsı tarihsel varlık alanının mâhiyetinin doğru bir biçimde kavranması ve onun hakkında sahih bir tasavvurun tahsili ile mümkün olabilir.
II.
Tarihin akışı ve gücü karşısında ciddi bir tavır almak ve onu aşmak, ancak ve ancak aşkın bir varlık sahasına dayanmakla tahakkuk edebilir. Bu varlık sahası kuşkusuz tarihin belirleyici olmadığı, mâhiyeti itibariyle tarihsel varlık sahasının içerisinde vücud bulmayan, aksine tarihe müdahale eden ve onu yönlendirebilen aşkın niteliğe sahip ilâhî vahiy alanıdır. Bunun somut ifadesi, zamandan ve mekandan bağımsız olan Allah Teâlâ'nın iradesinin bir tezahürü olan kitapta, son şekliyle Kur'an'da ortaya çıkmaktadır.
Müslümanlar açısından vahiy ya da Kur'an, tarihe tarih içerisinden bakmayan, yani geçmişi ve onun mâhiyetini tarih zindanından anlatmayan yegâne kaynaktır. Bu nedenle bir tarih tasavvurunun oluşturulması konusunda ondan bağımsız hareket etmek mümkün değildir. Çünkü mutlak olan ilâhî bilgidir ve tarih gibi bir değişken dünya, ancak ilm-i ilâhî gibi bir sabite ile vuzuha kavuşur ve anlamlı hale gelir. Zira bütün beşerî tarih tasavvurları, tarihi hep tarihin içerisinden anlatmaktadırlar (dolayısıyla da onun belirleyiciliği ve yönlendirmesi altındadırlar) ve tarihin geneli hakkında değil, ancak bir parçası hakkında konuşabilmektedirler. Mesela Marxist tarih yorumunun bir dereceye kadar Batı'nın kendi tarihini açıklayabilmesi ve onu anlaşılır kılması, ama bunun yanında Batı dışı toplumları izahta anlamsız ve başarısız olması hep bu durumla alakalıdır.
Burada vurgulanması gereken bir başka husus da tarihin bir yönünün gayb alanına ait olması gerçeğidir. İlk insanın var edilmesinden itibaren akıp gelen tarihî süreç bir bütün olarak ele alındığında tarihi yorumlama konusunda insanın kendi bilme imkanları açısından yetersiz olduğu bir vakıadır. Bu, insanlığın yatay tarihi için söz konusu olabildiği gibi, Adem'e kadar uzanan dikey boyut için de geçerli bir tesbittir. O halde bir başka bilgi kaynağına dayanmak zarureti ortaya çıkmaktadır ki, bu bütün bir tarih gerçeğini kuşatabilen ilâhî bilgiyi gerektirmektedir.
III.
Kur'an, tarihin oluşum seyrini ne sınıfsal, ne ekonomik ne de ulus vb. temelli bir çerçevede ele alır. Ona göre tarihin akış seyri akide temellidir ve bu, tevhid ve şirk ekseninde gerçekleşir, Daha açmak gerekirse tarih, Allah'ın iradesini hayatın bütün alanlarında geçerli kabul eden ve bunun gereklerini yerine getiren birey ya da topluluklarla, O'nun iradesini hayatın bütününde ya da belli bir kısmında kabul etmeyen ya da gerçekleştirmek istemeyen kişi ya da toplumlar arasındaki mücadele alanını ifade etmektedir. Kur'an'a göre insanların ya da toplumların ekonomik, ulusal ya da sınıfsal duruşları onların bu iki eksenden birini tercih etmeleriyle alakalıdır. Ya da onların Allah ile kendileri arasındaki ilişkileri nasıl belirleyecekleri konusundaki kararlarıyla irtibatlıdır.
Bir örnek vermek gerekirse Kur'an açısından insanların sömürülmesi, her hangi bir kapitalistin üretim araçlarını elinde bulundurması nedeniyle zorunlu olarak ortaya çıkmamakta, aksine o kapitalistin, Allah'ın iradesinin o alana müdahil olmasını kabul etmediği için söz konusu olmaktadır. Kur'ânî ifadeyle söylemek gerekirse, sınıfsal konumlan gereği değil, din gününü, yani âhireti yalanladığı için insanlar "yoksulu doyurmaya ön ayak olmamakta ve yetimi itip-kakmakta "dır.
Bu iki eksen arasında insanları tevhide, dolayısıyla da adalete ve aydınlığa çağıran Kur'an, sürekli olarak insanoğlunu tarihe de tevhîd üzerinden bakmaya yönlendirir. Buna göre insanlık tarihindeki ilk ayrışma/kutuplaşma ve kan dökme Adem'in iki oğlunun Allah'ın iradesi karşısındaki duruş farklılıkları sonucu ortaya çıkmıştır. Yine insanlık tarihindeki ilk mücadele hangi sebeple olursa olsun insanın Allah'la olan ilişkisinde müsbet ya da menfi tavır alışıyla alakalı olarak kendini göstermiştir. Tarihin kalbi olan peygamberler bu ayrışmadan sonra insanları tevhide çağırmak, şirkten arındırmak, onları tezkiye etmek ve doğru yolu göstermek üzere gönderilmişlerdir. Bu çerçevede Kur'an bütün bir insanlık tarihinin azîm parçasını oluşturan peygamberler tarihini ilâhî ilkelere çağrının ve ona karşı duruş alışların tarihi olarak serdetmektedir. Bundan da öte, bu tarih içerisinde kurtuluş ve helak insanların Rabbânî ilkelere olan alakalarıyla irtibatlandırılmış ve kazananların her zaman muvahhidler, kaybedenlerin ise sürekli müşrikler olduğu beyân edilmiştir.
IV.
Kur'an'ın, tarihi böyle (akîdevî ve ilkesel) bir eksende ele alması ve ona bu çerçevede bakmayı teklif etmesi Marxist, milliyetçi vb. bütün beşer temelli ideolojik tarih okumalarının anlamsızlığını ve batıllığını ortaya koymaktadır. Buna göre Kur'an tarihe ne sınıfsal ne de ulusçu vb. bir mantıkla yaklaşmayı ve dolayısıyla da bu temelde bir saf belirlemeyi ön görür. Bu demektir ki hangi ulus, sınıf, toplum ve medeniyet söz konusu olursa olsun tarihi yorumlamada (akîdevî ya da Rabbânî) ilkeler esas noktayı teşkil etmektedir ve dolayısıyla bu ilkeler ışığında tarih bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Nitekim Kur'an hiçbir ırk, kavim, ulus, sınıf ve medeniyet ayırımı yapmaksızın tevhîd ve şirk ekseni etrafında tarihe bakmakta ve insanların ilâhî ilkelere karşı gösterdiği tavır alışlara göre onları övmekte ya da yermektedir. Bir başka ifade ile Kur'an tarihe salt, tasviri olarak yaklaşmamakta, buna İlaveten ilkeler ekseninde tarihi ciddi bir eleştiriye de tabi tutmaktadır. Ki zaten Kur'an'ın asıl hedefi de tarih ya da geçmiş bilgisi vermek değil, insanlığın kurtuluşu ve helakinin sınıfsal, ulusal, ekonomik vb. faktörlere bağlı olmaksızın tamamen Rabbânî ilkelere tavır alışla ilgili olduğunu göstermeye yöneliktir.
V.
Kur'an'ın tarih görüşünde "eleştirellik" önemli bir yer tutar. O, tarihi ya da tarihin belli bir dönemini bütün olarak ne meşrulaştırır, ne de kutsar. Tarih eleştirilmek ve bu eleştirinin ardından geleceğe yönelik dersler çıkarmak için gözler önüne serilir. Bu eleştirisini tevhîd, hakikat ve ilke temelinde gerçekleştiren Kur'an, tarihe bakışta mezkûr eksenden en küçük bir taviz dahi vermez. Öyle ki, tarihin karanlık dönemlerini hakikat ile aydınlatmaya gelen büyük tarih izleyicileri peygamberler dahi bu eleştirellikten nasibini alır. Peygamber bile olsa, ilâhî ilkelerden ayrılan ya da sapan herkes hakikat nokta-i nazarından eleştiriye uğrar.
Tarihin yaşayan insanlar üzerindeki kuşatıcılığının farkında olarak Kur'an, tarihin eleştirel okumasını gerçekleştirmek suretiyle onun baskı ve gücünü kırmaya çalışır. Tarihin önemli aktörleri olan insanlara yönelik olarak eleştiri kapısını sonuna kadar açar ve böylece eleştirel olmayan tarih kutsayıcılığının şirkle özdeş olduğunun altını çizer. Önemli olanın hakikat olduğu gerçeğinden hareketle atalardan ya da tarihten gelen birikimi zorlu bir sorgulamadan geçirir. Böylece insanları tarihin zindanından kurtarmaya ve onları özgürleştirmeye çalışır. Çünkü özgür insan kimin tarihi olursa olsun tarihsel birikime teslim olan değil, onu sorgulayan ve aşkın olanla irtibata geçen insandır.
Kur'an tarihe sorgulayıcı/eleştirel bakmamayı ve onunla hak-batıl muvacehesinde hesaplaşmamayı bir tür "tarih tapıcılığı" olarak görür. Çünkü sorgulanmayan tarih, bilincinde olunsun ya da olunmasın muhatabını kendisine hapseder. Bu insanın özgürlüğünü yitirmesine ve dolayısıyla da yabancılaşmasına neden olur. Zira ancak özgür insanlar hakikate kulaklarını açarlar ve böylece de fıtratlarına uygun olanı gerçekleştirebilirler. İşte bundan dolayıdır ki Kur'an, indirildiği andan itibaren tarihe kayıtsız kalmaz ve egemenlik kurduğu bütün alanlarda onunla hesaplaşmaya girer. Çarpık tarih bilincini ıslaha çalışır ve aşkın bir bilinç vermek suretiyle insanları tarihin rabliğinden azad etmeye girişir. Tarih ötesinden gelen bu aşkın çağrıya kulak vermeyen "tarih mahkumları"nı "câhil", onların egemen olduğu dönemi de "câhiliyye" olarak adlandıran Kur'an, bilen ve dolayısıyla da özgür bir toplum olan ümmetin yeniden inşâsının ancak, tarih üstü bilgiyi ifade eden vahiy yoluyla olabileceğini göstermeye çalışır.
VI.
Kur'an açısından tarihe eleştirel bakmak, salt geçmişte vuku bulduğu için tarihte tezahür eden bütün değerleri küçümsemek ya da reddetmek anlamına gelmez. Yukarıda ortaya konulanlardan da anlaşılacağı gibi Kur'an hakikat ve ilke temelli bir tarih tasavvuru vermeye çalışır ve bu açıdan değerleri, bağlı bulunduğu dönem ve zamanla irtibatlandırarak kıymetlendirmez. Ona göre belli hakikatler vardır ki, bunlar evrenseldirler ve geçmişte ya da gelecekte ortaya çıkmış olmalarıyla alakalı değillerdir. Sonra gelenin önce gelenden mutlaka daha iyi ve doğru olacağı iddiasından hareket eden "ilerlemeci" bir tarih anlayışına karşı çıkarak, "dairesel" bir tarih tasavvurunu ortaya koyan Kur'an, prensip olarak geçmişi daima olumsuzlayan şimdiyi ve geleceği ise mutlaka olumlayan bir tarih yaklaşımını reddeder. Ona göre yükseliş ve çöküş, "ilerleme" ve "gerileme" her dönemde olabilir ve bu durum zamanla alakalı değildir. Burada değerlere sadakat ön plana çıkmaktadır ve vahiy yoluyla pekiştirilen ve evrensel bir nitelik taşıyan doğru, iyi ve güzel olana bağlı olan birey ve toplumlar yükselmiş, bu değerlerden yüz çeviren birey ve toplumlar ise alçalmış olarak tarihte yerlerini alırlar. Hangi dönemde olursa olsun birinciler ileri olanları, ikinciler ise geri kalanları temsil etmektedirler. Kur'an'a göre teknolojik ve kültürel seviyesi ne denli "gelişmiş" olursa olsun salt bu durum o toplumun mutlaka olumlu olduğu anlamına gelmez. Esas olan tevhidi ilkeler ve onun gereklerini yerine getirmedir. Bir toplum vahyin çizdiği ve belirlediği inanç ve eylemlerden uzaksa, o toplumun ulaşmış olduğu seviyenin hiçbir cazibesi kalmaz ve hatta azabı hak eden bir toplum olur.
VII.
İlk insandan bu yana hakikatin ve sâlih olanın insanoğluna vahiy yoluyla ulaştırılmış olması sebebiyle, iyi ve doğruyu ileriye ve geleceğe hasretmeyen Kur'an, tarihe eleştirel bakışında olumsuzluklar yanında olumlulukların da altını çizer. Böylece tevhidin ve hakikatin şâhidliğinin türedi bir şey olmadığını ve bir sürekliliğinin bulunduğunu serdetmeye çalışır. Çünkü insanoğlunun fıtratında süreklilik duygusu önemli bir yer tutar ve geçmişe dayanma arzusu ya da bir geçmişe sahip olma şuuru şimdiyi yaşayan insanlar üzerinde ciddi bir tesir uyandırır. Tarihin insan üzerindeki bu gücü nedeniyle Kur'an, bir tevhidi mücadele tarihi nosyonu verme yolunda önemli adımlar atar.
Mesela, Hz. Peygamberin ve ashabının kendi dönemindeki mücadelesinde yalnız olmadıkları bütün bir peygamberler tarihi gözler önüne serilerek isbatlanmaya çalışılır; bu mücadelenin ezelî bir nitelik taşıdığı, ne ilk ne de son olacağı vurgulanmak istenir. Bu durum o anı yaşayan insanlar, hatta peygamberler için bile, destekleyici ve "yolda oluş"larını pekiştirici bir mâhiyet arzeder. Bunu yaparken Kur'an bir yandan da müşriklerin kendilerini tarihte önemli bir yer tutan belli şahsiyetlerle (mesela bir muvahhid olan Hz. İbrahim'le) haksızca temellendirmelerini engellemeye çalışır ve onların tarihte haksız, temelsiz ve boş bir yere sahip olduklarını göstermeyi hedefler. Yine Kur'an'ın Ehl-i Kitap ile olan ilişkisinde olduğu gibi, onların çarpık tarih anlayışlarına dayalı olarak kendilerine üstün bir yer ve konum oluşturmalarının anlamsızlığını ve gerçeğe tekabül etmediğini çeşitli delillerle kanıtlama yoluna gider.
Geçmişte ve günümüzde çeşitli egemen güçlerin tarihi kendi ideolojileri doğrultusunda yorumlamaya ve hatta çarpıtmaya çalışmaları insanın bu zikredilen gerçeği ile yakından alakalıdır. İnsanların ya da toplumların sınırlı bir zaman diliminde de olsa yeni olandan kuşku duymaları ve bu yeniliği marjinal saymaları, iktidarları ya da çeşitli hareketleri kendilerine bir geçmiş ya da tarihî bir dayanak bulmalarına sevkeder. Dolayısıyla bu dayanaktan yoksun olanlar, tarihi çarpıtmak ve onu kendi arzuları doğrultusunda yeni bir kalıba sokmak isterler. İslâm tarihinde saltanata geçişle birlikte üretilen geçmiş tasavvurları ve daha yakın zamanda Cumhuriyetle birlikte üretilen Türk tarih tezleri bunun sayısız örneklerinden sadece bir kaçıdır. Kur'an'ın tarihe ilişkin bu yaklaşımı bugün tevhîdî mücadeleyi üstlenenlerin genel olarak insanlık tarihinde, özel olarak ise "İslâm tarihi"ndeki bu sürekliliği ortaya çıkarmalarını, bir başka ifade ile kendi tarihlerini yazmalarını öngörür. Böylece Kur'an açısından İslâm tarihini ciddi bir analize ve tenkide tabi tutarak hakikati ve hakikatin şahitliğini yapmış insanları gündeme getirmek, onların ortaya koyduğu fikir ve amelleri dikkatle incelemek ve bugünkü İslâmî harekete bir birikim, katkı, temel ve meşrûiyyet hazırlamak önemli bir sorumluluğu ifade etmektedir.
Çağdaş İslâmî hareketin tarihe sığ bir biçimde bakamayacağı, geçmişi görmezden gelemeyeceği, köksüz ve türedi bir konumda varlığını sürdüremeyeceği aşikardır. O halde onun mühim sorunlarından biri de geçmişe ilgisiz kalmamak ve bu bağlamda geleceğin tarihini yazmanın geçmişin tarihini yazmadan geçtiğinin ayırdında olmaktır.
VIII.
Kur'an'ın tarihi düz bir çizgi olarak ele almaması, onu ilerlemeci ve evrimci bir bakışla ele almayarak inişli-çıkışlı bir süreç olarak takdim etmesi ve insanların ve toplumların hakikatle olan ilişkilerine bağlı olarak yükseliş ve çöküşlerinin söz konusu olabildiğini ifade etmesi, tarihî varlık alanının zorunluluk alanı değil, bir imkan alanı olduğunu göstermektedir. Bu şu demektir: Bazı cebriyyeci yaklaşımların aksine geçmişte olanlar, bugün yaşanılanlar ve gelecekte olacaklar bir zorunluluk taşımamaktadır. Geçmişin o şekilde olmuş olmasının zorunlu bir nedeni olmadığı gibi, geleceğin de nasıl olacağı zorunlu bir sebeple önceden belirlenmiş değildir. Tarih bir imkan alanını içermektedir ve insanın iradesine ve fiillerine bağlı olarak şekillenmektedir. Kur'an'ın tarihe böyle bir içerik kazandırması, geçmişi kuranların insanlar olduğunu, dolayısıyla da tarihte vuku bulan olumlulukların ve olumsuzlukların sorumlusunun o insanlar olduğunu ortaya koyması yanında, geleceğin tarihinin inşâsının da insanın kendi elinde olduğunu bildirmesi bakımından oldukça anlamlıdır.
Geçmiş, yeniden kurulması mümkün olmayan bir alanı ifade etmekle birlikte şimdi ve gelecek, irade ve bu iradenin fiiliyata geçirilmesi suretiyle belirlenebilecek ve oluşturulabilecek bir sahayı belirtmektedir. O halde şimdiyi değiştirmek ve yeni bir gelecek kurmak imkanı hal-i hazırda İslâmî oluşumların elinde bulunmaktadır. Geleceğin tarihi bir mümkünler alanı olarak İslâmî hareketin önünde durmaktadır ve geçmişin tarihi tarihte büyük değişimlerin yaşanabileceğinin bilgisini ve şuurunu vermektedir. Bu durumda İslâmî harekete pasif, teslimiyetçi ve statükocu bir tavrı aşmanın ve bir an önce harekete geçmenin sorumluluğu yüklenmiş olmaktadır.
IX.
Kur'an'ın tarih nosyonu donuk, olup-bitmiş ve tekrarlanması mümkün olmayan bir geçmiş tasavvuru değildir. Aksine geleceğin kurulmasında bir zemin teşkil eden tarih ileriye dönüktür ve ânı yaşayanlara dinamizm, hareket ve süreklilik kazandırma yanında atılımcı ve devrimci bir ruh aşılar. Geçmiş, ânı yaşayanlara sunulur ve gelecek için serdedilir. Bu nedenle Kur'an'ın önemli bir bölümünü oluşturan kıssalar, ibret alınmak ve geleceği bu tecrübe ve birikim ile kuşatmak ve inşa etmek için anlatılır. Kur'an'ın geleceği oluşturmada kalıcı etkilerinin olduğunu kabul ettiği bu tarih gerçeğe dayalı bir tarihtir.
Yanlış ve bâtıla dayalı bîr tarihin etkisinin geleceği kurmada yanıltıcı, yetersiz ve gelip geçici sonuçlar vereceğini kabul eden Kur'an, kıssaların anlatımları bağlamında da ifadesini bulduğu gibi. aktarmaya çalıştığı "tarihî olayları" gerçeğe dayandırır ve onların gerçek olduğunun açıkça altını çizer. Çünkü tarihi aşan ve onu yeni bir istikamette dönüştürebilme gücünü elinde tutabilen bilinç ancak gerçeğe dayalı olduğu ölçüde oluşturulabilir. Bu nedenle ilk bakışta yararlı ve sonuç verici görünse de Kur'an efsânevî ve gerçek dışı öğelere anlatımında kesinlikle yer vermez.
x.
Tarihî varlık alanı toplumsal kurumlaşma ve belli hedeflerin gerçekleştirilmesi için bir imkan zemini olduğu kadar bireysel arınma ve tekâmül için de temel bir süreci içerir. Bir bütün olarak ve nihâî hedef açısından bakıldığında tarih, insan için Allah'ın rızasının kazanılması ve ebedî mutluluğa erilmesi hususunda bir imkan sunmaktadır. Bu imkan bir süreçler dizisinden müteşekkildir ve sorumluluğunu yerine getiren birey, kendini gerçekleştirmesi, görevini yerine getirmesi ve kendi tarihini kendisi yaratması suretiyle geleceğini kazanmış ve böylece de mutluluğu elde etmiş olur.
Kur'an, insanın gerek toplumsal gerekse bireysel olarak kendi tarihini nasıl kuracağının ve dolayısıyla bu "imkan süreci"nde tekâmülünü nasıl sağlayacağının ölçüsünü ve ilkelerini vahiyle belirlemiş ve buna göre geleceğin tarihinin kurulmasını öngörmüştür. Zaten Kur'an, bütün bu tekâmül ve tarih kurma girişiminin İtikadı ve amelî geniş, açık ve anlaşılır programının adını ifade etmektedir. İşte âhireti kazanmak ancak böyle bir programa bağlı kalınarak oluşturulacak tarihin sonunda gerçekleşecektir. Bu nedenle Kur'an tarih yaratma uğruna girişilecek her türlü pragmatik ve ilkesiz tavır ve çabayı hangi niyetle olursa olsun reddeder ve yükseliş ve yüceliğin ancak bu İlâhî rehberiyyete tutunarak mümkün olabileceğinin vurgusunu yapar.