Kur’an sempozyumlarıyla ilgili heyecan uyandıran ilk teşebbüsler, 1990’lı yılların ilk çeyreğinde başlamıştı. Tevhidî uyanış süreci içinde Kur’ani bilgi ve perspektife ilgi duyan bir çok insan, özellikle genç kuşak, genellikle Ankara’da Fecr Yayınları ve Bilgi Vakfı tarafından düzenlenen bu sempozyumlara yoğun ilgi göstermişti.
Uzak şehirlerden gelip bazen bir, bazen iki gün süren bu müzakereli toplantılara, maddi ve manevi fedakârlıklara katlanarak katılan insanlarımız, sanki bu süreç içinde heyecanlarını bitirmeye başladılar. Zira sempozyumlarda sunulan tebliğler, bazı usuli ve kavramsal bilgiler sağlasa da genellikle hayatın sorunlarından kopuk ve “havas” statüsüne özenen akademik dille işleniyordu.
Hele bu sempozyumlarda laiklik ve demokrasi gibi kavramların Kur’an’la açıklanmasını yapmaya çalışan tebliğ ve müzakerelerin gündeme alınması, “Tevhidî uyanış süreci ve ıslah çabaları resmi ideoloji ve İslam modernizmi politikalarıyla kuşatılıyor mu?” sorusunu ön plana çıkartmış ve giderek bu toplantılardan bir soğuma hali başlamıştı. Üstelik bu sempozyumlarda BM ve UNESCO tarafından teşvik edilen “neo-gelenekçi” söylem gibi, oryantalist çalışmalarla güçlendirilen “tarihselcilik” tartışmalarının Kur’an’ın ilahi ve korunmuş bir kitap olduğu gerçeğini bile tartışmaya açması, dikkatleri seküler İslamizasyon politikalarının yönlendiricilerine çevirdi. Dolayısıyla bu sempozyumlarda ifsadi bir yönlendirme olup olmadığı şüphesi ilgiyi azaltmaya başladı. Bu sempozyumlarla Türkiye’de mayalandırılan tarihselcilik tartışmaları, Kur’an’a yönelimi saptırarak Kur’ani ilgiyi giderek inhiraf içindeki kelami ve felsefi tartışmaların ölçüsüzlüğüne yönlendirmeye çalıştı.
Özellikle bu oturumlarda Selahattin Polat, Hasan Onat, Mevlüt Uyanık, İlhami Güler gibi tarihselci sapmanın sırtını sıvazlayan Türkçü, Türkiyeci veya ulusçu isimlerin ön planda tutulması, tevhidî bütünlük anlayışını ve ilgileri parçalayıcı bir etki uyandırdı.
Kur’an bir hayat kitabıydı. Kur’an’ın amacını ön plana çıkartmak, gelenekçi inhirafı tasfiye etmek kadar, statükonun ve Müslümanları Batılı değerlere entegre etmek isteyen dünkü “loyalizm” bugünkü “modernizm” taraftarlarının, insanları Allah adıyla aldatma ve kelimeleri yerlerinden değiştiren sapmalarına ve her türlü muharref niyeti sergileyenlere “La” demekti. Yani vahyî emirleri gücümüz oranında ve İslami yasama ve mücadele safhamıza uygun olarak sosyalleştirip tanıklaştırmak demekti.
Bu bağlamda Kur’an’ı ve Kur’an’ın mesajını gündemleştirmek, “avam” ve “havas” ayrımı gibi saltanatçı veya israf içinde olan yaklaşımlardan uzaklaşıp, vahiy ile yaşadığımız itikadi ve siyasi sorunlar arasında bağ kurmak, bunun için de hem Kur’an’daki ayetleri hem evrendeki ayetleri istişari temelde kavramak gerekmektedir. Allah’a hamdolsun ki bu niyetlerle yapılan ve oldukça ender olan bir sempozyuma 2010 Mayıs ayında İstanbul’da tanık olduk. Özgür-Der Bağcılar Temsilciliği'nin düzenlediği “Kur'an-Hayat İlişkisi Sempozyumu” 16 Mayıs Pazar günü Bağcılar Belediyesi Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi. Sempozyumda “Kur'an'ın Aydınlığı ve Amaçları” konusuyla ilgili tebliğler sunuldu ve müzakereler gerçekleşti.
Sempozyum, okunan Kur'an tilaveti ve mealinin ardından, Özgür-Der Bağcılar Temsilciliği sorumlusu Veysi Selimoğlu'nun, Kur'an'ın ihya, inşa ve ıslah misyonu üzerine yaptığı giriş konuşmasıyla başladı. İki oturum şeklinde yapılan ve oturum başkanlıklarını Bahattin Urlu ve Mehmet Pamak’ın gerçekleştirdiği sempozyumun ilk tebliğcisi Prof. Dr. Şinasi Gündüz’dü.
“İlk İnen Kur'an Ayetlerinin İlgi Alanları” konusunu işleyen Gündüz, ilk vahiylerin temel olarak hangi konular üzerine eğildiğini ve muhataplarının kimler olduğunu açıkladı. Konuşmacı, cahilî Mekke toplumunun 'tanrı' algılarının yanlışlık ve eksikliklerinden söz ettikten sonra Kur’an'ın, dönemin güç odaklarını nasıl açıkladığına dikkat çekti. İnsanın fıtratı gereği evrensel olan güç algılarının Kur'an'da genel çerçevede şu başlıklarla dile getirildiğini belirtti: Servet, asalet (statü), çocuk sahibi olmak, silah sahibi olmak vd. Şinasi Gündüz'ün tebliğini Ahmed Kalkan ve Musa Üzer müzakere ettiler.
Sempozyumun ikinci konusunu “Kur'an'da Dünya-Ahiret ilişkisi” başlığı altında Özgür-Der İzmir Şube Başkanı Nurcan Büyük sundu. Büyük, ahiret inancının kişiyi dünyada vahyî ahlakı kuşanmaya, itikadi alandan amelî alana kadar her türlü zulme, şirke, cahiliyeye karşı mücadeleye sevk ettiğini vurguladı. Ahirete yaklaşımda iki yanlış olduğunu aktaran konuşmacı, bunlardan birinin dünya hayatının süsüne kapılıp öte dünyayı unutanlar, diğerinin ise dünyayı aşağılık görüp küçümseyenler olduğunu söyledi; oysa Müslümanların hem dünyayı hem ahreti ciddiye alan ibadetin yanı sıra ticaret de yapan bir nebinin ümmeti olduğunu aktardı. Büyük, ahiret bilincinin dünyanın tüm kirlerine karşı mücadele azığı olduğunu söyledi. Zihinsel kirlerden arınıp vahiyle dirilen, modern dünyanın hayatımıza soktuğu süslü gösterimlere karşı hayra çağıran topluluk olma görevimizi bir an önce üstlenmemiz gerektiğinin altını çizen Büyük’ün tebliğini ise Murat Kirişçi ve Nurten Çakır müzakere ettiler.
İkinci oturumda Kenan Levent, “Kur'ani Tebliğde Model Sorunu” başlıklı tebliğinde, Kur'an'ın kendisinin de bir tebliğ (belağ) olduğunu ve Kur'an'ın bize Hz. Peygamber'in asli görevinin de tebliğ olduğunu vurguladığını belirtti. Rasulullah'ın da tebliğinde dikkat ettiğini gördüğümüz tebliğ modelinin ana hatlarını şu beş başlık altında değerlendirdi: a) Tebliğ'de Çevre Faktörü (Muhatap Çevre Tahlili), b) Tebliğde Muhteva ve Usul (Yöntem), c) Tebliğde Üslup, d) Mübelliğin Vasıfları, e) Tebliğde Toplu Şahitlik.
Levent, küçük de olsa ilkelerinde, ilişkilerinde ve üslubunda İslami şahsiyeti oluşmuş insanların öncülüğünde kurulan veya yürütülen Kur'an temelli bir cemaatin, arzulanan Kur'an ümmetine varmanın test edilebilecek öncü bir uygulaması veya laboratuarı mesabesinde olduğunu vurguladı. Vahye şahitlik yolunun Siret-i Rasul örnekliğinde gördüğümüz uygulamasının da böylesine bir yükümlülüğü yerine getirerek gerçekleştirilebileceğini vurguladı.
Levent'in müzakerecileri Ahmet Yıldız ve Rıdvan Kaya idi. Kaya, “Tebliğ faaliyetlerinin merkezinde tevhid olmalıdır. Ezilen halkların kurtuluşu için mücadele etme, başörtüsü yasağına tepki, namaza davet gibi tüm eylemlerin temelinde tevhidi oluşturmak zorundayız. Eğer tevhidi oluşturmazsak, tüm bu eylemlerimiz eksik kalır.” diyerek Levent'in sunumuna katkıda bulundu.
Doç. Dr. Mustafa Aydın, ikinci oturumun ikinci konusu olan “Din ve Siyaset Ayrımı Doğal mı?” başlıklı tebliğinde devlet ve dinin doğasını, hangi düzlemde ilişkide bulunduklarını, bu ilişkinin doğurduğu sorunları, dinin ve devlet ayrımının çözüm olup olmadığını, değilse sorunun çözümü için ne önerilebileceğini tartıştı ve İslam'ın bu konuya yaklaşımını irdelemeye çalıştı. Dinin insana ait en temel bir özlük alanı olduğunu belirten Aydın, dinin tarihsel ve toplumsal bir işleve sahip olduğunu ve sosyal bir işleve sahip olan siyasetin de kaçınılmaz olduğunu söyledi. Ardından özetle, İslam'ın bir değer sistemi olarak -devlet dâhil- hayatın tüm alanlarında kendini gösterdiğini dile getirdi. Devletin bir güç sistemi olduğunu ve kontrol edilmesi gerektiğini ve Müslümanların ise bu sistemin işleyişi ile ilgili nesnel mekanizmalar üretmesi gerektiğini söyleyerek sunumuna son verdi.
İlk müzakereci Bahadır Kurbanoğlu, Mustafa Aydın'ın tebliğinde siyasetin yerine daha ziyade devleti koyarak sunum yapmasına eleştirel yaklaşımlar sergiledi. Hülya Şekerci ise siyasetin; tebliğ yöntemi ve usulü, nasıl bir duruş sergileneceği, mesajın yaygınlaştırılması gibi konuların bütününü kapsadığını hatırlattı.
Son tebliğci Hamza Türkmen ise “Kur'an'da Fikrî ve Toplumsal Dönüşüm” başlıklı tebliğinde, değişim ve dönüşümün bireysel ve toplumsal olmasının yanında, fikrî ve kimliksel olduğunu söyledi. Bu süreci anlamakta vahyin öğretilerinin yanında rasullerin uygulamalarından faydalanabileceğimizi dile getirerek insan fıtratı ve gerçeği üzerinde durdu. İnsanlar arasındaki ilk ihtilafın sorunların çözümünde “değer” farklılaşmasından çıktığını kaydeden Türkmen; ifsad ve ıslah kavramlarını tartıştı. Şahitlik ve şehitlik kavramlarının bireysel ve toplumsal dönüşümde çok belirleyici ve sosyalleşmeyi zorunlu kılan Kur’ani kavramlar olduğunu işledi.
Rad Suresinde gösterilen değişimin iki türlü olduğunu belirten Türkmen, olumsuz değişimin veya yabancılaşmanın, Allah'ı ve nimetlerini unutma sonucunda ortaya çıkan sağlıksız dönüşüm; diğerinin ise vahiy temelli şahsiyetlerin yetişmesini ve hakikatin istişari temelli şahitliğini yapacak bir ümmet nüvesi oluşturmayı; ayrıca toplumu fıtratı ile ve vahyî ölçülerle yeniden buluşturmayı amaçladığını vurguladı.
Türkmen’in tebliğini müzakere eden Hamza Er, “Fikrî ve toplumsal dönüşümde ulaşacağımız zafer nedir?” sorusuna cevap aradı. Diğer müzakereci Kazım Sağlam ise Türkmen'in sunumunun bir bütünsellik içerdiğini ancak Kur'an'ı yaşayan rasul örnekliğinin daha geniş işlenmesi gerektiğini belirtti.
Sempozyumun kapanış konuşmasını Mehmet Pamak yaptı. Pamak, imtihan bilinciyle ilgili vurgular içeren konuşmasında, insandaki dönüşümün özündeki doğru potansiyeli ortaya çıkaran vahyî kavramlar ve vahyî bildirimlerle başladığını, toplumsal dönüşümün de buna bağlı olduğunu anlattı. Hayatımızın her alanında Allah'ın boyasıyla boyanmamız gerektiğini ve toplumsal sorunlara çözüm projeleri üretme zorunluluğumuzu belirtti.
İyi bir organizasyon ile yoğun katılımın olduğu sempozyum, Mevlüt Akbal’ın Kur’an’dan derlediği ayetleri okumasıyla son buldu.