Kur'an'ın konusu insandır. Kur'an, yeryüzünde kendini dost ve düşmanlar (2/36, 38) arasında buluveren, gözünü dünyaya açar açmaz çevresinin dost ve düşman iki tabakadan örülü olduğunu tecrübeler sonucu öğrenebilen insanı, hayatı hakkında aydınlatmak, öğütlerde bulunmak ister. Kur'an insana dost ve düşmanlarını tanıtmak yoluyla kendini dost (veli) olarak belli eder. İnsana, hayata ve dünyaya bakış açısından, kendine anlam ve değer vermesine yardımcı olur. Kur'an insan ve hayatı hakkında bir takım çerçeveler belirler. İnsan hakkında bazı bilgiler aktarır. İnsan probleminin çözümüne ışık olur.
Bu açıdan Kur'an'ı okumak, fikhedip anlamak, akledip (12/2) düşünme (4/82) ve müzzekkir olup (54/17) ondan dersler çıkarmak gerekmektedir. Gerçekte Kur'an'ı okuyup anlamak, onun üzerinde düşünmek, ondan anladıklarımızı pratik hayatımıza aktarmak akl sahipleri olarak biz insanlara emanet edilmiş bir sorumluluktur. Sorun insanların kendilerine verilen aklın fonksiyonunu anlamamalarını, aklın kendilerine neden, niçin verildiğini çözmemiş olmalarındadır. Bir insan elindeki aracı tanımayıp ne işe yaradığını bilmiyorsa; kendisinden doğal olarak o aracı doğru bir şekilde, hedefinde kullanmasını beklemek yanlış olacaktır. Bu açıdan, insanın öncelikle kendisinde var olan eşyayı kavrama, isimleri bilme ve bildirme, ayırma ve ayrıştırma yeteneklerini kendisine sağlayan aklı tanıması gerekmektedir. Bu tanımayı, bilmeyi az çok gerçekleştirmeyen bir insandan Kur'an'ı anlama aracı olan aklı doğru hedefe yönlendirmesi beklenemez. Akıl, Kur'an'ı anlama konusunda en önemli araçtır. Kur'an akıl sahiplerine hitap etmekte, insanların akıllarını kullanmalarını öğütlemektedir (4/82; 17/82; 41/26; 54/17; 12/2).
Eşyayı bilmenin nitel, nicel ve fonksiyonel olmak üzere üç temel biçimi vardır. Eşyayı iyi bir şekilde tanımamızın yolu, eşyayı nitelik, nicelik olarak nasıl ve ne şekilde olduğunu bilmemizin yanı sıra onun ne işe yaradığını, neye anahtar olup çözdüğünü, var olma hikmetinin ne olduğunu bilmek gerekmektedir. Eşyayı nitel ve nicel olarak bilmenin yolu ve imkanı güçtür. Ancak kaba da olsa eşyayı, ne işe yaradığı, fonksiyonunun ne olduğu konusunda bir fikir sahibi olmak her zaman mümkündür. Bu açıdan insanda potansiyel olarak var olan aklın nitel ve niceliğini tanıma konusunda zorlanabiliriz. Ancak fonksiyonel olarak onun ne işe yaradığını, niçin bizde var olduğunu, var olmasının hikmetini bilebilir ve aklın fonksiyonunu çözebiliriz. Elde edebileceğimiz bu çözümle, bizi diğer varlık dünyasından ayıran bizdeki aklın hakkında fikir sahibi olabiliriz. Bu fikirle de bizde olan akıl, neden biz insanlara özgü? Bu özgülük insan ile diğer varlıklar arasında nasıl bir farklılık getirmektedir? Bu farklılık beraberinde ne tür bir fonksiyon/sorumluluk getirmektedir? Gibi tali sorulara gidebiliriz. Bu sorular ve karşılarındaki cevapları ile akim fonksiyonu konusunda aydınlatıcı bilgiler elde edebiliriz.
İnsan akıllı bir varlık olmakla aynı zamanda sorumlu bir varlıktır. Bu sorumluluğu insana akıl yolu ile gelmektedir. "Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk ta; onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar. Onu insan yüklendi." (33/72). Emanet kavramı kelime-i tevhid ile özetleşen sorumluluklardır (Müfredat, s. 30). Bu sorumluluk da insanda isimleri alma, eğitimi yapabilme yeteneğini sağlayan akıl ile gerçekleşmektedir. İnsana akıl ile birlikte gelen sorumluluk ödevi, insanı insan kılacak ölçüde büyüktür. Kur'an sorumluluğu insana, başta kendisine, Allah'a, diğer insanlara ve içinde yaşadığı dünyaya olmak üzere dört bölüme dağıtmıştır. İnsan bu bölümlerin her birine karşı ayrı ayrı sorumludur. Bunlara karşı sorumluluk bilincini takınmak zorundadır. İnsan Allah'a karşı olan sorumluluğunda Allah'ın mesajı olan Kur'an ile, onun vereceği metod kazandıracağı yetenek ile mukayyed olup, Kitap ile iletişim kurma zorundadır. Bu, yaratıcısı olan Allah'a karşı sorumluluğun temelidir. İnsan Kur'an mesajını atlayarak, gözardı ederek Allah'a karşı sorumluluğunun neler olduğunu anlayamaz.
Allah'tan bütün insanlara evrensel bir mesaj olarak iletilen Kur'an'ı okumak, anlamak, üzerinde düşünmek, ondan anladıklarımızı pratik hayata aktarmak akıl sahipleri olarak üzerimizde bir sorumluluktur. Bu sorumluluk akıl sahibi olmamızdan kaynaklanmaktadır. Bu sorumluluğu bilmemizi de, neler olduğunu öğrenmemizi de insana mesaj olarak gönderilen Kur'an'ı, aklımızla bilip-öğrenmemizle mümkünleşir. Allah'a karşı olan sorumluluğumuzu yerine getirmek için yaratılış olarak bizde var olan akıl ve onun yardımcı alt fonksiyonu olan dil'e (isimleri kullanma yeteneğine) kesin ihtiyacı vardır. Biz insanlar aslında akıl sahibi olup-olmama konusunda artık özgür değiliz. Ancak akim icra alanı olan dili kullanıp-kullanmama, onu isteyip-İstemediğimiz hedefe doğru yöneltme konusunda özgürüz. Başka bir deyişle biz akıl sahibi olmakla insanız ve insan olmama konusunda özgür değiliz.
Ve yine insan olmakla sorumluyuz ve sorumlu olmama noktasında da özgür değiliz. Emaneti artık yüklenmiş varlıklarız. Artık emanete ihanet etmeme konusunda aklımızın öncülüğüne uymak zorundayız. Zira sonuçta emaneti yüklenmemize neden olmuş aklımız, bizi kurtuluş olan hidayete "Kur'an'a" yapışmaya, ona iman etmeye, onun istediği sorumluluk bilincine sahip insan olmaya elbette götürecektir.
Bizler dilimizi Kur'an okuma, onu anlayıp-anlatma yolunda kullanabiliriz. Şayet bizler dilimizi hidayet yolunda o yolun üzerindeki işaretleri okuyup-aktarma, anlayıp-ifade etme yönünde kullanırsak bu yolun sonunun başarı, Kur'ani deyimiyle "felah" ile tamamlayabiliriz. Fakat dilimizi bize zararlı olmadıkları halde başkalarına zarar ve fesad yolunun işaretlerine, o yol üzerindeki şer güçlerini, şekavet üzere harekete geçirecek emir ve sözcükler kullandığımızda; doğru yolun kenarında olabilme bir yana, belki de hayvanlardan da aşağı olma konumuna düşeriz.
Bu nedenle Kur'an bize kendisini sürekli okumamızı onu akıl gücü ile tedebbür edip anlamamızı, dilimizle de anlayıp inandıklarımızı, aktarmamızı, kelimelere döküp anlatmamızı, öz bir deyişle iyiyi emr kötüyü nehyetmemizi bize öğütlemektedir. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, bir şeyi aktarmak, ifade etmek beraberinde o şeye şahitlik etmiş olma zorunluluğunu getirir. Zira yaşayarak başkaları İçin kendisine şahit olamadığımız bir şeyi niçin başkasına aktaracaksınız ki!... "Ey iman edenler! Yapamayacağımız şeyi neden söylersiniz?..." (61/2)