Tecsim, tasvir sanatında güçlü ve azametli olana benzetme veya soyut olan şeyleri insani vasıflarla anlatma çabasını ifade eder. Kur'an'da bu kelimenin kökünden gelen "cism" ve onun çoğulu "ecsâm" şeklinde iki kullanımı vardır. Birinci ayette Allah yolunda savaşmak istediklerini söyleyen İsrailoğullarına bir komutan gönderildiğinden ve onların bu şahsı yani Talut'u beğenmediğinden bahsedilir. Rabbimiz de: "Doğrusu Allah onu seçti, bilgice ve vücutça (cism) gücünü artırdı" (2/247) diyerek Talut'un onlar için uygun bir lider olduğunu ifade eder. Diğer bir ayette de münafıklar için şöyle denilmektedir: "Onlara baktığın zaman cüsseleri (ecsâmihim) hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Tıpkı sıralanmış kof kütük gibidirler. Her çığlığı kendi aleyhlerinde sayarlar. Onlar düşmandır, onlardan çekin, Allah canlarını alsın, nasıl da aldatılıp döndürülüyorlar" (63/4). Her iki ayette de insanların bedenlerinden, görünümlerinden bahsedilmektedir.
Amacımız bu ayetlerde geçen cism kelimesinin çözümlemesini yapmak değildir; daha ziyade Kur'an-ı Kerim'in anlatım üslubu olarak tecsimden nasıl faydalandığı üzerinde durmaktır. Bu konuya girmeden önce, Al-Macurid'de tecsim konusunda yapılan tanımlamayı da aktarmak istiyoruz: Tecsim; genişletme, azametli bir hal kazandırma, mübalağa, vücut verme, birleştirme, belirme, maddileştirme ve insana benzetme anlamına gelir (s. 278).
Kur'an zihinsel soyut kavramları, mânâları, psikolojik halleri, gözle görülen sahneleri, insan tiplerini ve beşerin tabiatını zihinde somut biçimde canlandırılan tablolarla ifade eder. Sonra çizdiği bu tablolara müşahhas canlı bir hayat veya sürekli yenilenen bir hareketlilik kazandırır. Böylece zihinsel kavramlar ve olgular, şekiller veya hareketlere dönüşürler. Psikolojik haller tablolara veya sahnelere, insan tipleri canlı somut bir şekle, beşer tabiatı da gözle görülen bir cisme dönüşür. Kur'an olayları, sahneleri, kıssaları ve manzaraları verirken onları göz önünde meydana gelen canlı ve somut olgular halinde sunar, onlara hayat kazandırır, hareket verir. (S. Kutub, Kur'an'da Edebi Tasvir, s.95). Bunlara bir de konuşma/diyalog ilave edilince, artık onları zihinde canlandırmanın bütün unsurları tamamlanmış olur.
Kur'an, soyut mânâları şekillendirir, onları birer cisim olarak veya rahatça hissedilebilecek müşahhas varlıklar olarak canlandırır. Allah'ın zâtı ve sıfatları ile ilgili konular bile istisna edilmemiştir. Bu da tecsimin Kur'an tasvirinde önemli bir üslup olduğuna ilişkin bir delildir.
Kur'an'ın kullandığı tecsim türlerinden biri de cansız maddelere ve duygusal tepkilere hayat kazandırmadır. Bu, bazen insan hayatı seviyesine kadar ulaşır, maddeleri, görüntüleri ve tepkileri kapsar, tüm bu varlıklara, insanlarınkine benzer duygular, heyecanlar ve tepkiler kazandırır, eşyayı insanlarla eşit düzeye getirir. Onları alıp verebilecek konuma yükseltir. Çeşitli şekillerde insanların karşısına çıkar, gözün gördüğü, hislerin algılayabildiği her şeyde hayatın varlığını hissederler. Bu varlık ile ya iyi ilişkilere girerler, ya da ondan ürkerler. Hassasiyet, ürkeklik ve atılganlık gibi hayatın tüm belirtilerini üzerlerinde taşırlar.
"Nefes aldığı zaman sabaha an-dolsun" (Tekvir, 81/18). insan bunu gözünde canlandırıyor. Sabah ile beraber hayat da nefes alıyor ve canlılara hareket veriyor. Rabbimiz peygamberine sabahın letafetini böylece izah ediyor. 5anki sabah gecenin verdiği sıkıntıdan sonra rahat bir nefes almaktadır. Bu suretle Rasulullah'a ve müslümanlara güzel bir akibet ve müjde olduğu ifade edilmektedir (E.H.Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, c.8, s.5619). Bu dünya onlar için sabaha yönelmiş bir gece ve her nefsin ne hazırlamış olduğunu bileceği o kıyamet vakti böyle teneffüs eden bir sabah demek olduğunu müjdelemektedir.
"Yürüdüğü zaman geceye andolsun" (Fecr, 89/24). Yine gece insani bir vasıfla hareket halindedir. Rabbimiz yer ve göğe birlikte hitap etmekte, onlar da cevap vermektedirler: "Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne seslendi isteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin dedi. İkisi de isteyerek geldik dediler" (Fussilet, 41/11). Bu ifadelerde sanki iki muti kul canlandırılmaktadır. Evren ile yaratıcısı arasındaki ilişki canlı bir şekilde sunulmakta ve fehmi kolay hale getirilmekledir.
Canlandırma tablolarından biri de psikolojik hallerden veya soyut kavramlardan birinin kendisi ile ifade edildiği, canlı, hareketli tablolarda somutlaşmasıdır. "İyi bir şey elde etse, onunla huzura kavuşur, bir denemeye tutulduğunda yüzüstü geri döner" (Tevbe, 9/109). Yine müslümanların İslam öncesi durumları şöyle tasvir edilir: "...Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah doğru yola ensesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar" (Al-i İmran, 3/103). Rabbimiz cahiliye dönemini bir ateş çukurunda somutlaştırıyor. Bir çocuğun bile anlayabileceği yalınlıkla onun kötü bir dönem olduğu anlatılıyor. Bu örneklendirme de doğru yolu bulmamız için ifade ediliyor.
Kur'an'ın bir diğer tecsim türü de anlamları ve durumları tablolaştırmasıdır. "Rablerini inkâr edenlerin işleri fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer, yaptıklarından hiç bir şey elde edemezler, işte bu derin sapıklıktır" (İbrahim, 14/181). Burada bu benzetmeye dikkat etmek gerekir. Kâfirlerin yaptıkları kül gibidir. Bu küller, kötüye kullanılan kabiliyet ve fırsatlardan arta kalanları remzederler. Daha da öte küller rüzgârla sağa sola savrulur. Kâfirlerin muhafaza edebildikleri bir ölçüsü ya da yönü ve amacı yoktur.
Onlara esen rüzgâr esenlik veren cinsten değildir. Ne de yaptıkları iyi işlere karşılık hoşnutluk verici bir gündür. Çok şiddetli bir fırtına esiyor, sanki Allah'ın öfkesi. Ne iç huzurlar ne de zahiri kazançları var (Yusuf Ali, The Holy Quran, s. 624). Küllerin savrulmasında kötü amelleriyle kazanmış olabileceğini de kontrol edemeyişine de işaret vardır. Yani kötü amellerinden elde etmeyi düşündükleri kazançlar kül gibi sağa sola savruluyor.
Daralma, bunalma ve sıkılma gibi psikolojik durumlar Kur'an-ı Kerim'de bedensel bir varlık gibi canlandırılır, şekil kazandırılır: "Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan, savaştan geri kalmış üç kişinin tevbesini de kabul etti. Allah tevbe ettikleri için onları af etmiştir. Çünkü o tevbeleri kabul eden, çok merhametli olandır (Tevbe, 9/118). Yeryüzü geniş, insana kıyaslanamayacak kadar da büyük, fakat onları sıkıyor, ruhlarını da bunaltıyor. Manevi olan daralma, bu tasvir ile daha net ve etkili somut bir daralmaya dönüşüyor (S. Kutub, Kur'an'da Edebi Tasvir, s.106). Hz. Peygamber ile savaşmaktan geri kalan insanların durumları da şekilleniyor, bu boğucu darlığı hissediyor, geri kaldıkları için pişman oluyorlar. Öyle bir pişmanlık ki, bunun etkisiyle bir sığınak ve kaçacak yer bulamıyor ve Allah tevbelerini kabul edene kadar rahat edemiyorlar.
Kur'an akli ya da manevi bir durumu tasvir ederken de tecsimden faydalanır. "Onu anlamamaları için kalpleri üzerine perde çektik. Kulaklarına ağırlık veriniz" (En'am, 6/25). "Onlar ki, beni anmaya gözleri kapalıdır" (Kehf, 1011. Kalplere, gözlere perde çekilmesi mücerred bir durumu gözlerimiz de hayal gücümüzü zorlamaksızın canlandırmaya yetiyor, rahatça anlayabiliyoruz.
"Boyunlarına ve çenelerine varana kadar demir halkalar geçirmişiz, bu nedenle başları yukarı kalkıktır. Hem önlerinden, hem de artlarından bir set çektik. Böylece onları kuşattık, artık onlar göremezler" (Yasin, 36/8-9). Bu ayette insanın bilinçli itaatsizliği bir kaç şekillendirme ile anlatılıyor, ilk olarak Allah'ın nurunun reddi, insanın hareket özgürlüğünü azaltıyor. Günahın demir halkası insanın boynunu sıkıca kavrar, gittikçe sıkar ve çeneye dayanır, ikincisinde ise kafa yukarıya doğru zorlanır ve dik durmak zorunda bırakılır. Basiret körelir. Ahlakî düşüş zihni bulandırır. Sanskrit atasözüne göre "helak yaklaştığında mantık tersyüz olur". Günah sadece aptallık değil, dar görüşlülük ve hayatın daha müspet şeylerine karşı körlüktür (Y. Ali, The Holy Quran, s. 1170) Son olarak da iyi işlerden uzaklaşmanın yol açtığı manevi çöküşün insanın ne ileri, ne de geri gitmesine müsaade ettiğini söyleyebiliriz.
Tecsim metodu ile tebliğimizi insanlara kolaylıkla ulaştırabiliriz. Saf bilgi insanlara sıkıcı gelir, insanlara şekillendirme ile bir şeyler anlatmak, doğru olanı yalın ve çarpıcı bir şekilde ifade etmektir. Bununla birlikte tecsimi kullanmak için Kur'anî bilinç, kıvrak bir zekâ, maharet, toplumun kültürünü tanımak ve sanat-edebiyat ile ilgilenmek gerekir. Yoksa tecsim yapayım derken tahrif ve saçmalıklar yapılabilir. Tecsimi sahih bir şekilde kullanmalı ve bunu fikrî sathilik olarak değil, dini kolaylaştırma şeklinde kabul etmeliyiz: "... Mü'minlerin İncil'deki vasıfları da şöyledir: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerinde dikilmiş ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler" (48/29)