Rabbimizin bizim için gönderdiği ilahi bildirimlerin toplamı olan Kur'an, hem kararsızlığın çekincelerine düşürmeyen muhkem nasslar içermekte, hem de bu nassların nasıl hayata geçirileceğinin yollarını göstermektedir. Bilindiği gibi Allahu Teala vahyi göndermekle, bireylerin nefislerindeki fücuru dizginlemek ve toplumun bilincindeki kötü alışkanlıkları değişime uğratmak istemektedir. Bireysel ve toplumsal değişimin ilahi bazı kanunlara dayalı olarak gerçekleştiğini de birçok ayetten okumaktayız. Kollektif şuurda meydana getirilmesi istenen değişimin dayandığı kanunlara Kur'ani ifadeyle sünnetullah denmektedir. O halde sünnetullah'ı kavramak demek, toplumun nasıl dönüşüme uğratılacağını da kavramak demektir.
Bu yazımızda sünnetullah ve İslam'ın topluma iletimi konusuyla ilgili olarak yapılan bir çalışmadan söz etmek istiyoruz. Bu çalışmanın adı "Sünnetullah'da Davet Metodu ve Evrensel Mesaj", yazarı Ramazan Yılmaz. Eser, Haziran 1995 yılında Mücahede Yayınları'nın ikinci kitabı olarak Ankara'da basılmış.
Kitap, Kur'ani mücadeleyi bırakıp tağuti sistemlerin kirli şemsiyesi altında, küfrün izin verdiği ölçüde davet yaptıklarını zannedenlere ithafla başlıyor. Takdim yazısında Kur'an ve Sünnet ölçüsünde birleşmek gereğinin önemi ifade ediliyor.
Sünnetullah'a göre davetin nasıl yapılması gerektiği, davetçinin nelere dikkat etmesi gerekliği bir çok ayet-i kerimeden, peygamberlerin mücadelelerinden ve günümüzde yaşanan çarpıcı konulardan örnekler verilerek kitap boyunca işleniyor.
Yirmibeş başlıkta özetlenen Resulullah'ın mücadelesinden çıkarılacak derslerden bazıları şunlar:
1-Davetçi toplumunu tanımalı, sorunlarını iyi bilmelidir.
2-Davetçi özgüvene sahip olmalı, kendisinde bu güveni hissetmeden davete başlamamalıdır.
3-Toplumun anlayacağı bir dilde, akrabalardan başlayarak, sınıf farkı gözetmeden, önceliği icabet etmekte kararlı gözükenlere, sakınanlara vererek davet yapılmalıdır.
4-Kur'ani ölçülere göre düzenlenen tebliğin konusu açık bir şekilde eğip bükmeden ortaya konulmalıdır. Söylenen sözlerin şahitliği yapılmalı, yaşanmalıdır. Çünkü mü'minler söylediklerinden müstağni değildirler.
5-Güzel söz ve hikmetle yapılacak tebliğde insanlara ölüm, hesap günü, ebedi ceza sürekli hatırlatılmalıdır.
6-Tağuti sistemle mücadelede yılgınlık gösterilmemeli, ilkelerde ısrar edilmeli, zorluklara karşı sabredilmelidir.
Evrensel İslami mesajın önündeki engeller ise şöyle özetleniyor:
1- İslam dişiliği gizlenmeyen oluşumlar.
a) Mal ve sulta sahipleri, Kur'ani ifadeyle mutref.
b) Irkçılık, kavmiyetçilik, milliyetçilik.
c) Yahudilik, Hristiyanlık.
d) Müşriklik.
e) Komünizm, Kemalizm ve diğer laik düşünceler.
2- İslami motifler taşıyan gayri İslami cereyanlar. Bunlar tasavvuf, parti, dernek, vakıflar ve çıkar sahipleri şeklinde özetleniyor.
Kitabın gayri İslami cereyanlarla ilgili bölümü hakkında bazı çekincelerimizi ifade etmekte yarar görüyoruz. Söz konusu bölümde isim verilerek tekfir anlamına gelebilecek yaklaşımlarda bulunulmaktadır. Örneğin sayfa I86'da Kıbrıslı Şeyh Nazım, sayfa 187'de Fethullah Gülen, sayfa 190'da Necmettin Erbakan. Şüphesiz Allah'ın tarafında olan ve şeytanın tarafında olanlar, mü'min olanlar ve müşrik olanlar bellidir. Bu konulardaki hüküm, kararı ahirete bırakmayı gerektirmeyecek kadar açık ve seçiktir. Ancak ısrarla ben müslümanım diyen birine tekfir üslubuyla yaklaşılması, bazı fıkhi istidlallerin kalıplarına havale edilemeyecek kadar ciddi bir konudur ve ciddi sonuçlara yol açabilecek bu konuda daha dikkatli olmak da sünnetullah gereğidir.
Konuyla ilgili yöntemimizi (sünnetullah) de ilahi bildirimlerin ışığında oluşturmalıyız. Bu niyetle Kur'an'a ve sahih sünnete göz attığımızda şu sonuçlarla karşılaşıyoruz:
1- Mü'min olan birinin mürted olması mümkündür. Böyle kişiler söz ve davranışlarıyla küfürlerini izhar ederler, müm'minler topluluğu da onları içlerine almaz, dost tutmazlar.
2- Hangi davranışın küfre, nifaka, fıska yol açacağı da muhkem nasslarda izah edilmiştir.
3- Sorun mü'minim dediği halde imanın gereğini yerine getirmeyenlerde ortaya çıkmaktadır. Konuyla ilgili kelamcıların ve fıkıhçıların yaklaşımları çözüme elverişli sonuçlar ortaya koymamıştır. Biz, Kur'an'ı bütüncül okuduğumuzda ve Rasulullah'ın sahih sünnetinde sınanmasız bir imanın Allahu Teala tarafından kabul görmediğini öğrenmekteyiz. Ancak, amellerinde bazı aksamaları elan mü'minlerden Kur'an'ın bahsettiği de bir gerçektir. En çok sakındırılan ve mü'minlere yakıştırılmayan ise, büyük günahlardır. Mü'minler hem Allah Teala, hem de Rasulullah ve arkadaşları tarafından bir hata yaptıklarında emri bil maruf nehyi anil münker vazifesi gereğince uyarılmakta, yerine göre cezalandırılmaktadır. İslam'ın ilk uygulamasında her hatadan sonra tekfir suçlaması gelmemektedir. Fakat nifakını açığa vuranlar, Rasulullah tarafından sürgün edilmekte, İslam cemaatından uzaklaştırılmakta, cenaze namazları kılınmamaktadır. Öte yandan yine münafık oldukları bilinen, günah işleyen, ama bunu gizli gizli yapan, izhar etmeyen bazı insanlara da dikkat etmek, güvenmemek, psikolojik yaptırım dışında tekfir yoluna gidilmemektedir.
Üzerinde durulması gereken konu, ilkelerimizin münafıkların elinde oyuncak duruma düşmesini, gölgelenmesini engellemenin, değerlerimizin onurunu korumanın bütün müslümanların görevi olduğudur. Fakat belki de cahilliğinden, kendisine sahih bir uyarıcı gitmediğinden veya gereğince uyarılmamasından dolayı bazı hatalar yapan insanlara daha ölçülü bir tavır içinde olmak gerekir. Küfr ve iman kabulleri sonuç sıfatlarıdır. Davetçi sahih bir İslam tebliği kendisine ulaşmamış kişiye ön kabulle kafir ve benzeri vasıflar yerine, daha genel olan cahil sıfatını nisbet etmelidir diye düşünüyoruz.
Sahip oldukları yanlış din anlayışından dolayı tevhidi berraklığı temsil edemeyen tutumlar gösteren bu gibi kişileri yok saymak yerine, o tutumlara neden olan anlayışı ıslah etmek, değiştirmek sünnetullah'a daha uygun olur kanaatindeyiz. Tabii ki bu ve benzer kişilerin taşıdıkları bulanık din anlayışını mazur göremez, gösteremeyiz. Fakat tekfir tarzını seçmek, tebliğin "güzel söz ve hikmetle yapılması gerektiği" ilkesine aykırıdır ve irtibatı koparan bir sonuca yol açar. Oysa irtibat, ıslah etmek ve değiştirmek için gereklidir.
Özetlemeye çalıştığımız bu çekincelerimiz genel olarak olumladığımız kitabın çekiciliğini gideriyor. Ayrıca teknik bir konuya da dikkat çekmek istiyor, kitabın kapağının ikinci baskıda çocuksu havadan kurtarılması gerektiğini düşünüyoruz.
Rabbimizin toplumsal değişimle ilgili yasalarını kavramak ve buna göre hareketimizi biçimlendirme çabasındaki kitabın son bölümü "Sünnetullah'daki davet metodundan alınacak dersler" konusuna ayrılmış, bu bölümde şu vurgulara ve alt başlıklara yer veriliyor: İslami bir hareketin yüce Allah'ın rızasına muvafık olabilmesi ve onun rızasını celbetmesi için, yapılacak eylemlerin kendisinden önce ve Kur'an'da örnekleri verilen hareketlere uygun olması gerekir. Çünkü Allah Teala bu hareketlerden razı olmuş ve örnek göstermiştir (58/Mücadele 22).
Allah'ın hizbine dahil olan bir fert, düşünce ve davranışlarında mutlak manada yüce Allah'ın indirdiği esaslara tam teslim olmalıdır. Sünnetullah'a göre mücadele eden tüm risalet önderlerinin vazgeçilmez en önemli özelliği güvenirliktir.
Davetçinin davet metodunda alacağı ikinci ders, samimiyettir. Samimi bir iman öyle bir ateştir ki, insanın gönlünde bir tutuştu mu söndüremez onu ne gülle, ne zindan, ne de işkence ve zulüm. Alevlenir günden güne şiddetlenerek.
İslami davetin en önemli yönü, evrensel mesajın sürekli bir şekilde yaşanması, ortaya konulması ve hiçbir şekilde kesintiye uğramamasıdır. Kur'an-i Kerim tüm olumsuz şartlara ve baskılara rağmen davetin sürdürülmesi gerektiğini bildirmiştir (94/İnşirah, 5-8; 65/Talak, 7; 15/Hicr, 99).
Yine İslami davetin en önemli yönlerinden biri, hatta en önemlisi, delile dayalı olmasıdır. Tüm risalet önderleri, her konuda ve her durumda mutlaka vahyi ölçülere uygun hareket ederek davet görevlerini yerine getirmişler, hiçbir şekilde hissi davranmamışlardır (21/Enbiya, 45).
İslami davetin kişilikli olması ve ilahi kaynaklı vasfını kazanması için mesajı net ifade etmek, safları net tutmak gerekir (2/Bakar, 130; 15/Hicr, 94; 11/Hûd, 112).
İslami davette muhatap kim olursa olsun güzel söz ve hikmetle, yumuşak bir üslup seçilmelidir. Fakat bu Allah'ın farzlarını uygulamada gevşekliğe yol açmamalıdır (20/Ta-ha, 44; 24/Nur, 2).
İslami hareket ancak bu uğurda her şeylerini feda etmeyi göze alanların onurlu omuzlarında yükselir. Allah'ın rızasını elde etmek ve cennetin bedeli büyük fedakarlıkları göğüslemeye yanaşmakla mümkündür (9/Tevbe, 111).
İslam, gerek ibadet açısından, gerekse davet açısından imanın bireysel ve toplumsal şahitliği bakımından cemaate, toplu eylemliliğe önem verir (3/Al-i İmran, 103; 61/Saff,4).
Sünnetullah'dan alınacak derslerin en zorlusu, en ağın ve reçetelerin en acısı diyebileceğimiz örnek davranış sabırdır. Sabır, zorluklan kolaylaştıran, uzaklıkları yakınlaştıran, davetçiye dayanma gücü ve huzur veren, mücadele, azim ve kararlılık kazandıran bir duygudur. Sabır, bir yöntemdir; yüce Allah'ın emrettiği ölçüler içinde yaşamaya çalışmanın daveti ortaya koymada kararlı olmanın, doğrular Üzerinde ısrarlı olmanın, istikbar güçlerinin tüm zorlamalarına, zulümlerine, baskı ve işkencelerine rağmen İslami esaslardan taviz vermeden hakkı duyurmaya uğraşmanın mücadeleci bir ruha ve yapıya sahip olmanın diğer adıdır.
Tanıtımını yapmaya çalıştığımız bu kitap, sünnetullah, davet, davetçi, davetin yöntemleri konularında detaylı bilgi elde etmek isteyenlerin başvuracakları önemli çalışmalardan birisini oluşturuyor.