İbrahim Suresi’nin başında Rabbimizin buyurduğu gibi yaratılışta erkek de kadın da aynı nefisten geliyor. Farklılıkları sadece biyolojik özellikleri ile sınırlı. Ama algılama ve düşünme yetileri itibariyle her ikisi de Allah’a kul olmak ve dünyada imtihan edilmek için yaratılmışlar. Doğru yolu bulmak ve vahye şahitlik etmek konusunda her iki cins de vahyin muhatapları ve aynı sorumlulukları taşımaktalar. Erkeklerin de kadınların da kendilerine özgü mükellefiyetleri yanında, kul olarak ortak görevleri, ortak yükümlülükleri var.
Yaratılışta, kul olmakta, Allah’a karşı sorumluluk yüklenmek ve yüklendiği sorumlulukları yerine getirmekte Kur’an’ı Kerim’de kadın ve erkek arasında bir ayrımın yapılmadığını görmekteyiz. Ki Rabbimiz Ahzab Suresi’nin 35. ayetinde bunu en açık haliyle şöyle ifade etmektedir:
“Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.”
Ayette açıkça Kur'an tarafından kadının, bütün ferdi ve ahlaki görevlerde erkekle aynı şartlarda muhatap kabul edildiğini görmekteyiz. Ancak geleneksel din anlayışına baktığımızda ne yazık ki Allah'ın ayetlerinin aksine cahilî kültürden devralınan ataerkil veya saltanatçı birikim, kadın konusunda bütün düşünce ve kültürleri etkisi altına almış, Rasul'ün (s) tüm farklı uygulamalarına rağmen gelenek, Müslüman kadın konusundaki algılayışları da kendi potasında şekillendirmeye çalışmıştır. Geleneğin bir alternatifi olarak görülen modern algı ise tamamen Batılı değerler üzerinden kadına bir konum biçmeye çalışarak kadını adeta fıtratına yabancı kılmıştır.
Bu bağlamda Ekin Yayınları tarafından Nisan 2011 tarihinde yayımlanan ve Hülya Şekerci tarafından kaleme alınan Kur’an-Hayat Ekseninde Mümin Kadın isimli 200 sayfalık kitap özellikle mümin kadın konusunda tartışılan birçok mevzuyu ele almakta, Kur’an bütünlüğüne ve Rasulullah’ın örnek uygulamalarına göre değerlendirmeye çalışmaktadır.
Kitabın giriş bölümünde yazar herhangi bir gücün veya iktidarın adalet terazisi ile dengede tutulmadığı zaman tüm alana zulmün yayılacağı ve sonuç olarak da siyasetten ekonomiye, eğitimden aile hayatına kadar sınırları çizilmemiş olan güç sahiplerinin mağdurlarını da süreç içerisinde kendisine benzeteceğinin altını çizmektedir. Yazar, bu anlayıştan kalkarak dünyayı kendi çiftliği olarak gören ‘güçlü kadın’ların da sömürüye ortak olduklarını göz önünde bulundurarak kadına bakışı sadece kadına yapılan zulüm veya şiddet olarak değerlendirmemek gerektiğini belirtmektedir. Kadına yönelik baskıların ‘kadın sorunu’ olarak adlandırılsa bile söz konusu olan şeyin derinlerde yatan bir zihniyet problemi olduğunu vurgulamaktadır.
Yazar, kitabında birbirine zıt iki söylem olarak görülen ataerkillik ve feminizmin menşei olan modern söylemin aslında aynı kaynaktan beslendiklerini belirterek birinin kadını elmasa benzeterek en ücra köşeye sıkıştırdığını, diğerinin ise kadını en cazibeli hale getirerek ‘kadının erkek için yaratıldığı’ fikrini zihinlere yerleştirdiğini vurgulamaktadır. Ve buna paralel olarak dinleri, ideolojileri ne kadar farklı olursa olsun hepsinin birleştiği ortak nokta kadının ikincilliği anlayışı olmaktadır. Bu ortak paydanın dayanağının ise Hz. Ademi günaha sevk eden kişinin Havva yani bir kadın olması ile kadının şeytani özelliklerinin ön plana çıkartan İsrailiyat kaynaklı söylemler olduğunu belirtmektedir.
Şekerci, kitaba başlarken “Mümin Kadın” başlığı altında tartışılması gereken pek çok konunun, pek çok sorunun olduğunu ve bu sorunlara da ancak sağlıklı bir Kur’an ve Sünnet algısıyla çözüm getirilebileceğini belirterek ayrıca çözümün iffet ve takvayı kuşanmış olan mümin kadın ve erkelerin beraber yapacakları tanıklıkla mümkün olacağını, bu tanıklık içinde birikim, bilinç ve çabanın gerekli olduğunun altını çizmektedir.
Dört bölümden oluşan kitabın birinci bölümünde yazar “Kadın Sorununa Yaklaşımda Perspektif” üst başlığı ile cahiliyenin, ataerkil düşüncenin ve saltanat rejiminin kadına bakışıyla beraber siyer ve hadis kaynaklarında ezberlerimizi bozan kadın mevzusuyla ilgili güzel uygulamaların örneklerini aktarmaktadır.
Yazara göre Antik Yunan’dan Roma’ya, Eski İran ve Mısır’dan Çin ve Hint medeniyetlerine oradan muharref Yahudilik ve Hıristiyanlık düşüncesine kadar kadın ne yazık ki hiçbir hakka sahip olmayan hatta şeytanla eşdeğer görülen bir varlıktı. Vahiy öncesi Arap toplumunda da kadına bakışın çok farklı olmadığını belirten yazar, kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi ve kız çocuğunun utanç kaynağı olması (16/58-59), kızların Allah’a ait oldukları (16/57), hayvanların karnındakilerin yalnızca erkeğe ait olması (6/139) gibi pek çok konuları Kur’an’dan gösterdiği örneklerle desteklemektedir. Geleneksel kadın algısının en önemli unsularından birisinin de Kur’an süzgecinden geçmemiş olan hadisler olduğunu belirten yazar, bu rivayetlerin kadını uğursuz, şeytanın silahı, aklı ve dini eksik, cehennemin çoğunu oluşturan varlık olarak değerlendirdiğinin altını çizmektedir. Bu noktada yazar, uzun zamandan beri süren “hadis/rivayet ekolü”nün İslam toplumundaki egemenliği ve hadis külliyatının dokunulmazlığının son dönemlerde eleştiriye tabii tutularak, hadislerin kritiğine gidilerek Kur’an merkezli bir bakış açısının yeniden yakalanmaya çalışılmakta olduğunu belirtmekte ve bu değerlendirmeler sayesinde siyer ve hadis kitaplarında yer alan kadınla ilgili sağlıklı değerlendirmelere yer verildiğini ifade etmektedir.
Kadınların hemen hemen her konuda Hz. Peygamber’e başvurdukları, istişare ettikleri ve Rasul’ün de mümin kadınların dertleriyle ilgilendiğini söyleyen yazar, İslam’ın tebliğ davetinin yapıldığı ilk yıllarda Erkam’ın evinde Rasul ve Rasul’le beraber tertil üzere ibadet eden mümin kadınların da bulunduklarına ve Kur’an mesajını öğrenmek hususunda kadınların gösterdikleri çabalara dikkat çekmektedir.
İlk İslam toplumunda kadınların beş vakit namaz dışında Cuma namazı ve bayram namazlarını kılmak için de mescide gittiklerine dair pek çok rivayetin varlığından bahseden ve kadınların sosyal hayatın her alanında yer aldıklarını aktaran Şekerci, ilk iman eden kişinin bir kadın olduğunu yine İslam daveti karşısında ailesinden önce iman eden kadınların bu süreç içerisinde birçok sıkıntı ile karşılaştıklarını belirtmektedir.
Yazar “Kadın Erkek Farklılığı ve Cinsiyetçilik” başlığı altında ise kadın erkek arasındaki farkın üstünlüğe indirgenmesinin yanlışlığına değinmektedir. Kadın ve erkeğin farklılıkların birer rahmet olduğu, farklılığın üstünlük içermediğini ve Rabbimizin üstünlüğü takva ile sınırladığını, kadın olsun erkek olsun yapılan hiçbir amelin Rabbimiz tarafından boşa çıkarılmayacağının vurgusunu yapmaktadır.
Yazar kitabın ikinci bölümünde ise “Toplumsal Hayatta Mümin Kadın”ı işlemektedir. Sosyalleşmenin her insan için bitmeyen bir süreç olduğunu belirten Şekerci, Hucurat Suresi 13. ayeti delil göstererek yaratılıştaki farklılıkların bu ayette sosyal yaşamın zenginliği olarak görüldüğünü belirtmektedir. Ancak kadının sosyalleşmesi gündeme geldiğinde çoğu zaman birtakım şüphe ve ithamlar söz konusu olmuş ve ‘fitne’ kavramı devreye sokularak kadın adeta fitnenin kaynağı olarak görülmüştür. İffet ve namus kavramlarının toplumlarda genellikle kadına has bir kavrayışla algılandığını, toplumda zina yapan ya da yanlış davranışlar sergileyen kadınla erkeğe farklı bakış açılarının olduğunu söyleyen Şekerci, oysa Kur’an’ın hiçbir şekilde zina suçundan dolayı kadın erkek ayırımı yapmadığını, zina eden kadın ile erkeğin toplumda kaybettiği itibarının aynı olduğunu belirtmektedir.
Müslüman kadının tesettüründen de bahseden yazar, tesettür emrinin hikmetinin kadının toplumsal hayatta Müslüman olarak tanınması ve incitilmemesinden kaynaklandığını belirterek tesettürün kadim bir gelenek olduğunun ve Müslüman kadın için tesettürün dişiliği değil bir kimliği ifade etmesi gerektiğinin altını çizmektedir. Rabbimizin Nur Suresi 31. ayet ile kimlere karşı örtünmemiz gerektiğinin sınırlarını koyduğunu söyleyen yazar, Nur Suresi 30. ayette müminlerin haram olan bakışlardan sakınmaları gerektiğini ve yine Tevbe Suresi 71. ayette mümin erkek ve kadınların birbirlerinin velisi olduklarını belirterek, kadın erkek ilişkilerindeki dengeye de dikkat çekmektedir.
Geleneğin kadının hayatını ev ile sınırlamasına karşı modernizmin kadını tamamen dışarı ittiğini belirten yazara göre, Müslüman kadın için eğitimden anlaşılması gereken şey, kendisini İslam’a nispet etmesinin ötesinde; İslam’ı bir kimlik olarak belirlemesi, tüm statü ve rollerini de bu kimlik doğrultusunda şekillendirmesi olmalıdır. Zira Rabbimiz Âl-i İmran Suresi 79. ayette şöyle buyurmaktadır: “Okumakta ve öğretmekte olduğunuz kitap uyarınca Rabbe halis kullar olun.”
Kitabın üçüncü bölümünde ise “Kur’an ve Kadın” üst başlığı altında, kadınla ilgili ayetlere yaklaşımda modernist tutum, tarihselcilerin kadınla ilgili ayetlere bakışları, nikâh meselesi, zina ve recm tartışmaları, çok eşlilik, erkeğin yöneticiliği, kocaya itaat, kadının dövülmesi, boşanma, miras, kadının şahitliği, cariyeliğin ve köleliğin mantığı gibi pek çok tartışmalı konu kısaca işlenmektedir.
Yazar İslam’ın hayatın tüm alanlarını kuşatan bir din olduğunu belirtmektedir. Rabbimiz bugün de Kur’an’daki hitabıyla bütün insanlığa çağrıda bulunmakta, bu hitabıyla bugün için de küresel kapitalizme karşı takvayı kuşanmayı emretmekte ve insana her zaman hesap gününü hatırlatmaktadır. Müslümanların adeta küresel bir abluka altında olduklarını söyleyen Şekerci, insanlığa giydirilen söz konusu değerler ile evrensel mesajlar sunan İslam arasındaki çatışmanın en belirgin alanlarından birinin aile ve kadın olduğuna dikkat çekmekte, Batılı paradigma ile İslam modeli arasında ciddi bir krizin yaşandığını vurgulamaktadır. Ayrıca geçmişte geleneksel kalıp yargılarının Kur’an ayetlerini anlamada ne kadar sorun teşkil ettiyse bugün Kur’an’ın sadece çağdaş düşünce ile yorumlanmasının bir o kadar sorunlu olduğunun altını çizmektedir.
Kitabın dördüncü ve son bölümünde ise “İslami Mücadelede Kadın” konusu işlenmektedir. Saltanat rejimleriyle şekillenerek gelen mirasta en sorunlu alanlardan birisinin vahyî sorumluluk karşısında Müslüman kadının konumu olduğunu belirten Şekerci, kadının “Kadın, evinin süsü, çocuklarının annesidir!” anlayışıyla biten bir düzlemde gündem konusu olduğunu belirtmektedir. İslami mücadeleyi inancımızın bir parçası olarak gören Müslümanların, kadın söz konusu olduğu zaman, mücadeleye aktif olarak katılmayı Müslüman kadınların ev, aile, eş üçgeninden arta kalan zamanlarda ifa edeceği algısına dikkat çeken yazar, geleneksel anlayışın kadına dair en temel varsayımının kadının “zayıf” yaratılmış olduğu inancı ve kadının konusunun geçtiği tüm ayetlerin bu bakış açısına göre yorumlanmasından kaynaklandığını belirtmektedir.
Bu anlayışa göre duygusal, naif, aklen ve dinen eksik, fitne unsuru olarak erkeklerin imtihanı olan kadının kurtuluşu ancak dar anlamda ibadetlerini yerine getirerek bir de kocasına ya da babasına itaati ile gerçekleşecektir. Dolayısıyla İslami mücadele zorlu bir yoldur ve bu yolda kadınların, Müslüman erkeklerin ayağına dolaşmadan bir köşede çocuklarını yetiştirmeleri yeterlidir.
Şekerci, geleneği eleştirdiğini iddia ederek İslami mücadeleye soyunmuş yapılarda bile geleneğin hâlâ hakimiyetinin sürdürdüğü alanın Müslüman kadının mücadele içindeki yeri olduğunu belirterek, bu bakış açısındaki sıkıntının muhtemel nedenlerinden birinin İslami mücadelenin yalnızca kaba kuvvete dayalı bir savaş ortamını çağrıştırmasından kaynaklandığını, hâlbuki mücadelenin düşüncenin tohum aşamasından ekilmesine, büyüyüp yetişmesine, yayılmasına kadar bütün aşamaları kapsayacak genişlikte olduğunun altını çizmektedir. Şekerci’ye göre; mücadele toplumu dönüştürme, yeni yetişen nesillere yön verme, bilinç uyanıklığı ve bütün bunlar için gerekli takva donanımı ise herkes adanmışlığı oranında karşılığını alacaktır. Ve mücadele içinde Müslüman kadına mücadelenin her aşamasında ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü toplumsal değişim zorlu bir yolculuktur ve çok boyutluluk, süreklilik, kuşatıcılık istemektedir. Müslüman kadının yer almadığı bir mücadele ister istemez eksik bir yapılanma oluşturacaktır.
Yazar, kitabın son bölümünde İslami mücadelede evlilik ve annelik sorumluluğuna da değinerek aile ve çocuklarımızın bizler için İslami sorumluklarımız içinde bir alan olması ve bir denge profilinin kurulması gerektiğini belirtmektedir.
Geleneğin kadına biçtiği değerden kaçarken modern hayatın söylemleri içerisinde Müslümanların feminist söylemlere farkında olmadan kaymalarının riskine de değinen yazar, İslam’da feminizme yer olmayacağını, İslam’ın kadın ve erkeği hiçbir zaman yarıştırmadığını, birbirlerini tamamlayan iki unsur olarak gördüğünü ve üstünlüğün ancak takva ile olacağını vurgulamaktadır.
“Kuran-Hayat Ekseninde Mümin Kadın” kitabı, yazarının kitabın giriş bölümünde ifade ettiği gibi, “Hayatını Rablerine adamış mümin kadınların kaçınılmaz olarak karşılaştıkları pek çok sorunu aşmada mütevazı bir katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Başka bir deyişle; kitabın amacı, kendini Allah’a adamak isteyen kadınların gerek zihinsel ve gerek pratik düzeyde yaşadıkları açmazlara dikkat çekmek, mümkünse öneriler sunmaktır.”
Hülya Şekerci’ye bu çalışmasından ötürü teşekkür ediyor, hayatını ve ölümünü âlemlerin rabbi olan Allah’a has kılan mümin ve mümineler olmayı Rabbimizden niyaz ediyoruz.