Fatma Candan Günaydın - Hülya Şekerci
GİRİŞ
"Sen yüzünü Allah'ı birleyici olarak doğruca dine çevir. Allah'ın fıtrat kanununa ki insanları ona göre yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din odur. Fakat insanların çoğu bilmezler. (30/30).
İslam; hedeflediği insan ve toplum, içerdiği prensipler itibarıyla insan fıtratına en uygun dindir. Ve Adem'den bu yana insanlığı fıtri olana çağırmıştır. Ancak insanlık tarihi bu fıtri çağrıya kulak tıkayan ve şeytanın adımlarına uyarak sapan insanların kıssalarıyla doludur. Allahü Teala birçok defalar elçi göndermiş ve fıtrata dönme çağrısını tekrar etmiştir. Ve yine peygamberler tarihi, bu çağrıyı dile getiren elçilerin çektiği sıkıntıları, mücadelelerini ve öldürülmelerini anlatan kıssalarla doludur. Çünkü insanlar, dinlerini tahrif ederek geleneklerinde kökleştirdikleri yanlış inançları peygamberlerin getirdikleriyle değiştirmeyi reddetmişlerdir. Hevaları, alışageldikleri uygulamaları, insanların onayını gereğinden fazla önemsemeleri, geleneklerinin baskısı gibi olumsuzluklar, tüm toplumlarda insanların doğruya teslim olmasını engellemiştir. Ve insanlar, atalarının dinine uymayı, fıtrat dini ile hayatlarını düzenlemeye tercih etmişlerdir. Çünkü bu engellerle birlikte hayatı yeniden yorumlamak ve çehresini değiştirmek her zaman güç olmuştur. Ancak bu güçlüklere rağmen değişimin sünnetini yakalamaya çalışan, insanlığı fıtri olana çağıran müslümanlar olagelmiştir. Bu insanlar Hz. Peygamber döneminden sonra yüzyılların sahih anlayıştan alıp götürdüklerini iade etmeye ve eklenen yanlışlıkları silip, ıslah etmeye her zaman ve her ortamda adaydırlar. Çünkü bu, Allah'ın dinine hizmet ve O'nun elçilerinin izinden yürüme çabasıdır.
Günümüzde de kadın-erkek tüm müslümanların bu çabada yerlerini almaları, tüm güçlüklere rağmen dini aslına döndürme gayretleriyle "ıslahçı" olmayı başarmaları gerekmektedir.
Müslüman kadınların da sahih dinin kendilerine biçtiği konumu tesbit ederek, bozuklukları ıslah etmeye yönelmeleri, modernizmi, yozlaşmış kültürü, geleneksel din anlayışını aşmaya çalışmaları bu çabanın içinde telakki edilmelidir. Çünkü geleneksel din anlayışı en genelde insanı, özellikle de kadını değişimin sünnetini yakalama ve bu uğurda çaba sarfetme sorumluluğundan uzak tutmuştur, Gerek kadını koruma endişesi gerek ona izafe edilen bir takım zayıflıklar nedeniyle toplumun yarısı bu görevden alıkonmuştur.
İşte, geleneksel kadın anlayışını aşmak, bu göreve yeniden talip olmaktır. Tabii ki geleneksel anlayış aşılırken, modernizmin yozlaştırıcılığına da, ancak Kur'an'ın öngördüğü mümin insan tipine ulaşılarak karşı durulabilir.
Geleneğin ve modernizmin kadın anlayışını aşmak; emaneti yüklenmek, yüzyılların verdiği sinmişliği bırakıp ıslah kervanına katılmaktır. İran İslam Devrimi'nde, İranlı kadının yaptığı gibi hem evladını hem kendi canını bu yolda feda edebilmektir. Geleneksel ve modernist kadın anlayışını aşmak, amaçsız bir hayatın akışına kapılmak yerine, İslami bir toplumun doğuşuna analık etmektir.
Aşağıda ele aldığımız "gelenekte ve modern tutumda yani cahiliyyede kadın anlayışı"nın eleştirisi ve "Kur'an çerçevesinde mümin kadının konumunu aydınlatma çabası" bu doğrultuda ele alınmalıdır.
I. CAHİLİ DÜŞÜNCELERDE KADIN
"Onlardan birine dişi müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden ötürü kavminden gizlenir. (Şimdi ne yapsın) onu, hakaretle tutsun mu yoksa onu toprağa mı gömsün? Bak ne kötü hüküm veriyorlar! "(16/58-59)
Ve diri diri toprağa gömülen kızcağıza sorulduğu zaman... Hangi suçtan dolayı öldürüldü? (81/8-9)
Kadının vahiyden uzak toplum ve sistemlerde düşebileceği belki de en kötü durum Arap Cahiliyesi'nde gerçekleşmişti, Arap toplumunda kadın henüz hiçbir günah işlememiş haliyle bile aşağılık bir varlık olarak görülüyor ve bu düşünce, kız çocuklarını diri diri toprağa gömecek boyutlara ulaşıyordu.
Yine farklı ayetlerden anladığımıza göre müşrik Araplar kendi zihinlerinde düşük ve değersiz addetikleri kızları Allah'a layık görüyorlar, beğenip hoşlandıkları erkekleri ise kendilerine izafe ediyorlardı (16/57). Meleklerin de Allah'ın kızları olduğunu iddia ediyorlardı (43/19). Allahü Teala ise Arapların kendilerince değersiz bulduklarını Allah'a, değerli saydıklarını kendilerine ayırmalarını "çarpık bir paylaşma" olarak niteliyor (53/21-22). Ve kızları diri diri toprağa gömecek kadar aşağılamaları hakkında "Bak ne kötü hüküm veriyorlar" buyuruyor. En'am suresinin 139. ayetinde de Araplar'ın "Bu hayvanların karınlarında olanlar yalnız erkeklerimize aittir, kadınlarımıza haramdır. Eğer ölü doğarsa hepsi ortaktır" şeklindeki cahili gelenekleri hakkında Kur'an "Bu nitelendirmelerinden dolayı Allah onların cezasını verecektir. Çünkü o, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir" (6/139) demektedir.
Yine Kur'an, muhtelif konuları işlerken, kadının toplumsal, hukuki uygulamalarda uğradığı zulümlere işaret ediyor. Mesela: "Kadına zorla mirasçı olmanız size helal değildir" (4/9) mealindeki ayetten, kadının mal gibi miras kalması ve kadına zorla mirasçı olunması şeklindeki zulmün yürürlükte olduğunu anlıyoruz. Zıharı1 yasaklayan ayetler de Kur'an'ın tabiriyle "çirkin" bir geleneğin varlığına işaret ediyor. Boşanma ile ilgili ayetlerde, kadınların haklarını koruma noktasında müminlere Allah'tan korkmalarını emrediyor. Bu ve bunun gibi birçok ayetlerle, kadının cahiliyye dönemindeki, hukuki uygulamalarda zulme maruz kaldığını, yaratılış itibarıyla da hor ve hakir görüldüğünü anlıyoruz.
Güçlünün zayıfı ezdiği, hor görüldüğü Arap cahili toplumunda maddi güç bakımından zayıf yaratılmış kadının bu duruma düşmesi normaldir. Kaldı ki maddi güç veya soy bakımından avantajlı konumda olan kadınlar bu duruma düşmemiştir, Hz. Hatice ve Ebu Sufyan'ın karısı hakkındaki rivayetler Tebbet suresinde Ebu Leheb'in karısının zikri geçmesi "münafık erkekler ve münafık kadınlar" şeklinde başlayan ayetler, bize bu konuda ipuçları vermektedir. Ancak para ve soy bakımından güçlü olmayan, toplumu sarmış olan fuhuş belasından kendisini koruyamayan kadın, ezilme, zulme uğrama, kullanılma ve sonunda diri diri toprağa gömülme kaderiyle baş başa kalmıştır. Ta ki Kur'an hidayeti gelinceye dek...
Kur'an, bu topluma hidayeti ulaştırırken öncelikle Mekki ayetlerde, kadının yaratılış itibarıyla düşük görülmesini reddetmiş Medeni ayetlerle de hukuki alanda kadının zulme uğramasını engelleyici uygulamalar getirmiştir. Ve müminleri onların hakları konusunda uyarmıştır (2/231).
Kur'an prensiplerini vaz'ederken öncelikle insanlara yüklediği sorumlulukta herhangi bir ayırım gözetmemiştir.
"Ey insanlar gerçekten biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstün olanınız takvaca en ileride olandır" (49/13)
"De ki: Ey insanlar işte size Rabbinizden gerçek geldi. Artık yola gelen kendisi için gelir sapan da kendi zararına sapar..." (10/108)
"Ey insanlar, sizi tek bir nefisten yaratan onda eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinizden sakının" (4/1).
Bu ayetlerle yeni din, sorumluluğu kadın-erkek cinsi ayırdetmeksizin "insan"a yüklemiştir. Allah'a inanma, Rasülüne, gönderdiği dine tabi olma ve sorumlulukları yerine getirme noktasında ırk, kabile, coğrafya ayrımı gözetmediği gibi kadın ve erkek arasında da ayrım yapmamıştır.
Yine kadın ve erkeğin ahiretteki durumları, amellerinin karşılığının verilmesi konusunda da eşitlik söz konusudur.
"Rableri onlara karşılık verdi: Ben sizden erkek kadın hiçbir çalışanın işini zayi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz" (3/195)
"Erkek veya kadından her kim inanarak güzel işler yaparsa, işte öyle kimseler cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar" (4/124)
Allah inanan erkeklere ve inanan kadınlara, altlarından ırmaklar akan içinde ebedi kalacakları cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vadetmiştir" (9/72).
İslam, burada kadın ve erkeğin konumunu eşitlerken hukuki yaşantıda da fıtratlarına en uygun prensipleri vazetmiş, böylelikle cahiliyyede yaşanan zulmün yerini adalet alabilmiştir.
Neticede Kur'an, kadın olsun erkek olsun insanın sahip olduğu şerefli mevkiine yakışır davranmasını emretmiş, getirdiği prensiplerle, indiği toplumu ıslah etmenin yollarını göstermiştir. İnsanlar onun emirlerini yaşama konusundaki samimiyetleri oranında bunu başarmışlar, kadınıyla erkeğiyle sağlıklı bir toplum oluşturup tarihin akışını değiştirebilmişlerdir.
Ancak vahiyden uzaklaşma ve vahyi doğruları inkar etme eylemiyle birlikte cahili anlayış yeniden hayat bulmuştur. Cahili düşünceler, gelenekte çok farklı şekillerde tezahür edebildiği gibi modern dünyanın "izm"lerinde de farklı biçimlerde bütün çirkinliğiyle gözler önüne serilmiştir.
Bilindiği gibi Rönesansla başlayıp, Aydınlanma Çağı ve Endüstri Devrimiyle günümüze kadar devam eden, akılcı ve pozitivist temele oturan modernizm; Batı'nın geçirdiği tarihi sürecin doğal bir sonucudur. Modernizm hayatı sekülerleştirip, her türlü doğmaya karşı olduğunu söylerken sahih-muharref ayrımı yapmamış, tahrif edilmiş dini düşüncelerden topladığı verileri, sahih din için de genelleştirmiştir. Artık modernizmin sadece Ortaçağ kiliselerinin ruhban sınıfları değil, tarihte oluşmuş tüm geleneksel değerler yanında sahih din değerleri de karşısına almaktadır. Modern insanın kadına bakış açısında hiç bir zaman sahih-muharref ayrımı yapılmadığı görülmektedir.
Batı serüveninde kadın konusundaki yaklaşımlara bir göz atacak olursak, hristiyanlığın, Yunan ve Eski Roma kültüründeki "kadının ikinci sınıf bir varlık" olduğu anlayışını düzeltmemiş olduğunu hatta kadının aşağılanmasının hristiyanlıkta daha da güçlendiğini görürüz. Kadın öylesine kötülenmiştir ki 6. y.y.'da Mason meclisinde kadının ruhu var mı, yok mu diye ciddi bir şekilde tartışılmıştır. 13. asırdan itibaren ise Batı'da büyücü kadınlar yanında şeytanla ilişkiye girip fuhşu yayan birçok kadının varlığından bahsedilir, İngiltere'de bir hakim Kitab-ı Mukaddes'i 53 kez okuyarak 20 bin büyücüyü ölüme mahkum etmiş olmakla övünür. Tarihçiler yakılan büyücü kadınların 2 milyon dolayında olduğunu tahmin etmektedirler.2
Görüldüğü gibi Batı tarihinde kadına yapılan zulümler önemli bir yer tutar. Acaba bu zulümler, tarih sayfaları arasında mı kalmıştır yoksa kılık değiştirerek başka şekillerde mi devam etmektedir? Eşitlik, özgürlük, bağımsızlık söylemlerinin bayraklaştırıldığı günümüzde kadının aşağılanması ve sömürülmesi bitmiş midir?
Modernizm bütün değerleri tüketerek, dünya genelinde yepyeni bir sistem oluşturma iddiasında. Bunu yaparken de insanın varoluş nedenini çarpıtarak "insan"ı sömürmektedir. Ve modern düşünce, insanın tüm zaaflarını kışkırtarak korkunç bir tüketim alışkanlığını "moda" adı altında sunmaktadır. Bu çerçeveden bakıldığında "çağdaş kadın" aldatmacası içerisinde kadının sömürülmesi ciddi boyutlara ulaşmıştır.
Sanayi Devrimi ile ucuz iş gücüne duyulana ihtiyacı karşılamak üzere kullanılan kadınların, bugün de bir reklam aracı olarak kullanıldığı herkes için aşikardır. Kadın fiziki güzelliğini sağlamak için kendisine sunulan kozmetikleri tüketirken, başkalarının da tüketmesi için hazırlanan her türlü reklamda bir nesne olarak cinsel kimliği ile kullanılır. Kapitalizmin hayatiyeti için gerekli olan sınırsız tüketim "reklam" ile sağlandığına göre kadın, reklamcıların dolayısıyla kapitalizmin kullandığı vazgeçilmez bir sömürü unsurudur.
Modern düşüncede genellikle kadın, bilgisi, görgüsü ve ahlakıyla değil, kendi güzelliğini pazarlayabildiği oranda değer kazanır, öyle ki günümüzde haremin değil harem duvarlarının kaldırıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu gerçeği bir yazarımız şöyle ifade etmektedir: "Modernizmin evleri, işyerlerini ve sokakları kaplayan hareminde sadece genç güzel ve bu özelliklerini bir şekilde pazarlamaktan kaçınmayan kadınlara yer vardır."3
Modernizmde hayat bulan feminist hareketler kadın-erkek arasındaki uyum yerine, haksız bir rekabet ortamı oluşturarak iki cinsi birbirine düşman hale getirip fıtratı bozmaktan başka bir fonksiyon görmemektedirler. Dünyada ve toplumumuzdaki kadının problemlerini bu şekilde ortaya koymak ise tam bir çözümsüzlüktür.
Feminizm, ahlaki kuralları kadının özgürlüğünü sınırladığı gerekçesiyle protesto etmektedir. Kadın özgürlüğünden anlaşılan ise onun eğitim, sosyal ve siyasi hayata katılımı değil; aile, eş ve çocuğun sınırlayıcılığının(!) keşfedilerek cazibesini kullanma yolunda serbestliğidir.
Türkiye'de kadın özgürlüğü ve bağımsızlığından dem vuran dergilerdeki ağırlıklı konular kadınların gerçek problemleri değil cinsellik, moda gibi konular olmakta, siyaset ile ilgili verilen haberler ise ancak dedikodu düzeyinde sunulmaktadır. Dergilerin genelinde oluşturulmaya çalışılan kadın tipi ise "akleden, sorgulayan, bilgili" tanımlamalarının çok ötesinde "çağdaş, cazibeli, tehlikeli ve yasak ilişkiler deneyebilen, sıradışı" kadın tiplemesidir.4 Bu da kadının özgürleştirileceği yerde kelimenin tam anlamıyla "kullanıldığının" göstergesi değil midir?
Kısacası çağımız cahiliyesin-de kadın, özgürlüğü ve kendi kimliğini bulma adına, onurlu, şerefli mevkini bir kenara itip cahili oyunların kurbanı olmuştur. Arap toplumunda diri diri toprağa gömülen kadın bugün, kendi mutluluğu ve bağımsızlığı iddiasıyla tezgahlanan oyunlarla toplum bataklığına yine diri diri gömülmektedir. Ancak bir farkla; bu defa da kadın gerçekten de diri diri bir batağa girdiğinin farkında değildir. Modern dünyanın kendisine sunduğu imaj ve kimliği, kutsadığı ve onu gerçekleştirebilmek için tüm değerlerini feda ettiği müddetçe de bunu fark etmesi mümkün olmayacaktır.
Modern dünyanın geleneği sorgulayıp reddetmesiyle, kadının İslam'daki konumu gündeme gelmiş ve temel amacı İslam'a saldırı olan bu zihniyet kadın konusunda kültürel İslam'da kullanılmaya elverişli noktalar yakalayabilmiştir.
Müslümanlar yapılan saldırılara cevap verme çabasıyla çeşitli kaynaklara başvurmuşlar, ancak çoğunlukla gerçek İslam'ın kadına biçtiği konumu yansıtır mahiyette güncelliği olan veriler ortaya koyamamışlardır. Çünkü pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da kalkış noktaları, tarih içinde şekillenen yorumlar olmuş ve bu yorumlar Kur'ani çerçeveyi ortaya koymada yardımcı olacağı yerde engelleyici bir etki oluşturmuştur. Bu etkinin oluşması gerek insanların bu yorumları ele alış tarzından gerekse yorumların bizzat içeriklerinden kaynaklanmıştır. İçerikleri çoğu zaman Kur'an'ın konuya bakışıyla örtüşmeyen bu yorumlara kaynaklarda sıkça rastlamak mümkündür.
Örnek verecek olursak, öncelikle kadının yaratılması konusunu ele alabiliriz. Bahsettiğimiz bu yorumlara göre kadın soyunun ilki olan Havva Adem'in kaburga kemiğinden yaratılmıştır. O'nun cennetten çıkarılmasına sebep olan varlık şeytandan sonra Havva'dır. Adem'i yasak meyveyi yemesi konusunda zorlamış ve baştan çıkarıcı özelliğiyle bunu başarmıştır.5
İbn Kesir, Taberi gibi müfessirlerin eserlerinde bu konuyla ilgili İsrailiyyat kokan haberlere rastlamak mümkündür:
"Allah, İblis'i cennetten çıkarıp Adem'i cennete yerleştirince Adem orada tek başına kaldı. Onunla beraber yalnızlığını giderecek kimse yoktu. Allah O'na bir uyku verdi, sonra sol tarafının kaburga kemiklerinden birini alıp yerine et koydu ve o kaburgadan Havva'yı yarattı. Adem uyandığında başucunda oturan bir kadın buldu ve 'Kimsin sen' diye sordu. O, 'Bir kadın' diye cevap verdi. Adem 'Niçin yaratıldın?' dedi, O da 'Bende sükunet bulasın diye' dedi. Melekler 'Adı ne?' dediler. O, 'Havva'dedi. 'Niçin Havva diye isimlendirildi?' dediler. Dedi ki:' Çünkü O, canlı birşeyden yaratıldı'."6 (Hadis İbn Abbas ve İbn Mesud'dan rivayet ediliyor.)
Karşılaştırma açısından Tevrat'taki ilgili bölüme bakabiliriz; "Ve Rab Allah, adamın üzerine derin uyku getirdi, ve o uyudu. Onun kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini etle kapladı. Ve Rab Allah adamdan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı, ve onu adama getirdi."7
Bu ve bunun gibi örneklerle, tefsirlerde yer alan çoğu rivayetlerin İsraili haberlerle çakıştığını görüyoruz. İsrailiyatın geleneksel İslam'a etkisi, kaynaklarda tuttuğu geniş yerden açıkça anlaşılmaktadır. İsrailiyat konusunda hassas davranan müfessirlerin eserlerinde bile İsraili haberlere rastlanması, vaaz ve kıssalara dair kitapların içerdikleri ve müslüman toplumların gelenekleri gözönüne alındığında İsrailiyatın etkisinin azımsanmayacak kadar fazla olduğu anlaşılacaktır.8 İsrailiyatın pek çok batıl inancı bünyesinde barındırdığı Kur'an'a ters düştüğü bir gerçektir. Yine Havva'nın yaratılması örneğine dönecek olursak Kur'an'daki anlatım ile, İsrailiyat ve onun etkisinde şekillenmiş geleneksel düşünce arasındaki bariz farkı görebiliriz. Kur'an'a göre kadın ve erkek olarak "insan" Allah'a ibadet için yaratılmış (51/56) Adem ve eşi cennete beraberce yerleştirilmiş (2/35) ve şeytan her ikisini de kandırarak cennetten kovulmasına sebep olmuştur
Havva'nın Adem'den yaratılması konusunda yorumcular iki ayete dayanırlar.
Ey insanlar sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden sakının (4/1).
Sizi bir tek nefisten yarattı, ondan eşini meydana getirdi... (39/6).
Ayetlerde geçen nefs kavramı klasik müfessirlerce "Adem" olarak yorumlanmıştır. Havva'nın Adem'den (kaburga kemiğinden) yaratıldığı ve insanlığın böylece türediği şeklindeki düşünceyi teyid eden bu görüşün İsraili haberlerle ilişkisi açıktır. Ayetteki nefs kavramı, Ebu Müslim el-Isfahani'nin de belirttiği gibi cins anlamında kullanılmıştır.9 Ve bu ayet insanlığın aynı cinsten yaratıldığını vurgulamaktadır. Nefs kavramının geçtiği diğer ayetler de bu görüşü doğrulamaktadır.
"Andolsun, size kendinizden (enfüsüküm) bir elçi geldi" (3/165).
Gönderilen elçinin kendi cinslerinden, kendi aralarından olduğunu vurgulayan bu ayetlerin de ışığında, nefs kavramının "insanlık cinsi, insanlığın kendisinden çıktığı bir canlı öz"ü ifade ettiğini söyleyebiliriz.
Zevceha (onun eşi) ibaresinde geçen zevç teriminin ise bir eşin karşı cinsi olan dişi için kullanıldığı kadar, erkek için de kullanıldığı kaydedilmektedir. Kısacası ayet bir cinsin diğerinden yaratıldığını değil, iki ayrı cinsin, erkek ve kadının tek ve aynı canlı özden yaratıldığını, aynı cinsten türediğini anlatmaktadır.
Tefsir kitaplarını karıştırdığımızda, pek çoğunun kadına ve erkeğe bakış açılarında ilginç noktalar yakalayabiliyoruz. Mesela, erkeğin kavvam (koruyucu, yönetici) olması meselesinde (4/34) İbn Kesir şu açıklamalarda bulunuyor: Erkekler onların üzerinde bir dereceye (üstünlüğe) sahiptirler. Yani yaratılışta, ahlakta, derecede, emre itaatte, harcamada, faydalı olan şeyleri yapmada, dünya ve ahiret üstünlüğünde erkekler kadınlardan bir derece üstünlüğe sahiptirler. Erkek, kadın üzerinde hakimdir, onun reisidir. Büyüğüdür, eğrildiği zamanlarda onu terbiye edicidir? Erkek kadından daha üstündür, erkek kadından daha hayırlıdır... Erkekler mehir ve geçim için kadın üzerinde bir fazlalık ve üstünlük söz konusudur..."10
Bu konuda Said Havva da şunları söylüyor:
"Bu kıvamet (derece üstünlüğü) ve otoritenin sebebi, Yüce Allah'ın onların bir kısmını -ki erkeklerdir- diğer bir kısmına -ki kadınlardır- akıl, kararlılık, görüş, kuvvet, makam için olan duygular, savaş, namaz ve orucu tam yerine getirme, peygamberlik, halifelik, imamet, ezan, hutbe, cemaat, cuma namazına iştirak, hudud ve kısaslarda şahitlik, mirasta iki kat almak, nikah ve talak hakkı, neseblerin (soy) erkeklere olması, sakallı ve sarıklı olmaları gibi vasıflarla donatmasıdır."11
Serkeşlik etme ve dövme hususunda ise Razi tefsirinde Şafii şöyle diyor: "Serkeşliğin söz ile olması (daha önce) kendisini çağırdığında 'Efendim, buyur' diyen, kendisine seslenildiğinde sözünü dinleyen bir tavırda iken sonradan değişmesidir. Fiil ile olan ise daha önce yanına girdiğinde ayağa kalkıp emrine koşarken ve kendisini istediğinde güler yüzle gelirken sonradan değişivermesidir. İşte bunlar başkaldırma emareleridir."12
Tefsirlerde bu tip yorumlara sıkça rastlamak mümkün. Ancak hadis külliyatında da durum pek farklı gözükmüyor.
"Kadınları göze çarpan yerlere oturtmayın, yazıyı da öğretmeyin. Dikiş öğretin ve Sure-i Nur'u da iyi öğretin."13
"Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı fitne fesat olarak hiç birşey bırakmadım."14
"Erkeklerden çoğu (fazilette) kemale erdi. Halbuki kadınlardan yalnız Fir'avn'ın karısı Asiye ile İmran'ın kızı Meryem'den başka hiçbiri kemale erişemedi..."15
"Eğer kocanın tepesinden ayağına kadar bütün bedeni irinler içinde kalıp hanımı o irinleri diliyle silerse yine de ona karşı teşekkür etme vazifesini eda etmiş sayılmaz."16
Geleneksel bakış açısında Müslümanların, kadını bu derece aşağılayan ve Kur'an'a tamamen ters söylemleri Rasulullah(s)'ın ağzına nasıl yakıştırdıklarını doğrusu anlamak mümkün değildir. Kadını ikinci sınıf varlık gören, erkeği dünyada ve ahirette üstün sayan, bunun sebebini de savaş gücünün olmasında, cuma namazına iştirak edebilmesinde, sakallı ve sarıklı olmasında bulan bir düşünce ile üstünlüğü takvada gören bir anlayış (49/13) elbette bağdaşamaz. Yaptığımız bu alıntılar maalesef bize, üstünlüğün takvada olduğunu vurgulayan İslam değerleri yerine, kadını hor gören, ikinci sınıf varlık addeden cahiliye düşüncelerini anımsatmaktadır.
Bu bakış açısı neticesinde, kadının erkeğe kayıtsız şartsız itaati, onun her alanda kendinden üstün olduğunu bilmesi, iki adım gerisinden yürümesi, fitne çıkarmamak için mescidlere gitmemesi, namazını evinin en ücra köşesi olan yatak odasında kılması, sesini asla erkeklere duyurmaması, buna rağmen cehennemin çoğunluğunu kendisinin oluşturacağına inanması, kemikleşmiş gelenek içinde kadına "takva" başlığı altında sunulmuş, toplumdan soyutlanıp evine kapanabildiği ve bunları uygulayabildiği ölçüde takvada ileri gideceği düşüncesi yerleştirilmiştir. Ve bugün bu düşüncelerin hakim olduğu kitle çoğunluktadır. Kadınların kendilerine biçilen bu konumu kabul edip benimsemeleri, bu anlayışın "din" adı altında sunulmuş olması ve kadınların ilmi birikimlerinin az olmasından kaynaklanmıştır. Çünkü Kur'an'da bu şekilde bir cinsin toplumda pasifize edilmesi söz konusu olmadığı gibi Rasulullah (s) döneminde de bu şekilde yaşanmamıştır. Hz. Peygamberle istişare eden, savaşlara katılan, şehid olan, mescidleri kullanıp Cuma ve vakit namazlarım ikame eden, ilim öğrenen ve öğreten vahyi sorumluluklarını gerçekleştirmek için çaba sarf eden son derece aktif kadınların olduğuna dair rivayetler vardır. Bunların sıhhati kesin olmasa bile, Hz. Aişe'nin bir ordu komutanı olarak savaşa katılması, muhalefet lideri olması kesin ve önemli bir veridir. Savaştaki tarafı konusunda eleştiri almış olsa da kadın olmasından dolayı herhangi bir tenkid ve itirazla karşılaşmamıştır. Bu da bize ilk dönemlerde kadının toplumda sahip olduğu aktif rolü ve kadına bakış açısının bugünkünden ne kadar farklı olduğunu göstermektedir. Daha sonraki dönemlerde başlayan yozlaşma ve cahili düşüncelerin İslam adı altında canlanması konusunda, sorumluluk sadece müslümanlara aittir. Çünkü İslam daha önce de ifade edildiği gibi insan olma, sorumluluğu yerine getirme noktasında ayırım gözetmemiş, getirdiği prensiplerle kadın ve erkeğin fıtri yönlerine uygun bir şekilde hayatı tanzim etmelerini istemiştir. İslam, kadın ve erkeğin birbirini tamamlar mahiyetteki yönlerini hiçbir zaman birinin üstünlüğü ve avantajı, diğerinin eksikliği, noksanlığı olarak görmemiş ve böyle görülmesini eleştirmiştir. Kadının hor ve aşağılık görülmesi, erkeğin emrinde ve onun hizmeti için yaratılmış olduğu düşüncesi cahiliye Arapları tarafından da söylense, (bozulma sürecindeki) müslümanlar tarafından da söylense "cahili düşünceler"dir. Ve Kur'an bu sapma hallerinin ıslahı için gelmiştir.
Bugün müslüman kadının düşünmesi gereken, kendisinin yeryüzünün imarı için yaratılmış bir halife olduğu, yeryüzünde İslam'ı hakim kılma doğruyu emredip, yanlıştan sakındırma ve fitneyi kaldırma gibi çok büyük bir "emanet"i yüklendiğidir. Ve herkes Allah huzurunda hesap verirken yalnız olacaktır. Kimse cinsiyetini mazeret göstererek bu sorumluluktan kaçamayacak ve bir başkasının iki adım arkasına sığınamayacaktır. Müslüman kadının bu asil ve öncelikli görevlerini bir kenara itip fıkhi ayrıntılarla uğraşmasının zamanı artık geçmiştir. Çünkü şu anda yeryüzünde büyük bir fitne hakimdir. Bunun sebebi ise tevhidi bilinci yitirmemiz ve sorumluluklarımızı unutmamızdır. O halde, kadın erkek hepimize düşen, vahyi doğruları anlamaya ve hayata hakim kılmaya çalışmak olacaktır.
Sonuç olarak, bu veriler ışığında kadın konusunda üç temel yaklaşımın varlığından söz edilebilir.
Bir; Vahyi tamamen gözardı ederek akıl ve nefislerini ilah edenlerin oluşturduğu dünkü ve bugünkü cahili düşüncede kadın, iki Vahyin belirlediği modele tarih içinde şekillenen bazı cahili etkileri eklemleyen geleneksel yaklaşımda kadın. Üç: Kur'an'ın şekillendirdiği anlayışta kadın.
Hepimizin özlediği ve gerçekleştirme için çaba sarfetmesi gerektiği yaklaşım elbette üçüncüsü dür.
Ve bu yaklaşım sadece kadın konusunda değil, hayatı anlama ve değiştirmede ihtiyaç duyduğumuz ve her konuda baş vuracağımız temel dinamiğimiz olmalıdır.
Dipnotlar:
1. Zıhar: Araplarda, koca karısı ile evlilik ilişkilerini terk ettiği halde onu nikahı altında ve evinde kalmaya mecbur eden iki adet vardı. Bunlardan biri zıhar idi. Koca, karısına "Sen bana annemin sırtı gibisin!" der, böylece karısı cinsel yönden ona haram olurdu. Fakat adam, onun başkası ile evlenmesini engellemek veya mehrini ödememek gibi maksatlarla kadını nikahı ve himayesi altından çıkartmazdı. Kadın ne adamın eşi, nede boşanmış sayılırda. Bazı ravilere göre onlar bu işi karısı kız doğurduğunda öfkelerinden yaparlardı.
İzzet Derveze, Kur'an'a Göre Hz. Muhammed'in Hayatı, C. I; s. 130-131; İstanbul-1989
2- Prof. Dr. S. Akdemir, Tarih Boyunca ve Kur'an-ı Kerim'de Kadın, İslami Araştırmalar Dergisi, C. V; No, 4; Ankara- 1991
3- Cihan Aktaş, Modernizmin Evsizliği ve Ailenin Gerekliliği, S. 120; İstanbul-1992
4- N. Şişman - A. Böhürler, Kadın Dergilerinde Kadın, İzlenim Dergisi, No: 9; İstanbul-1993
5- Taberi, Tefsir-i Taberi, C. I; s. 235-237, Mısır-1954
6- Razi, Tefsir-i Kebir, C. II; S. 387; Akçağ Yayınları, Ankara-1988; İbn Kesir, El-Bidaye ve'n-Nihaye, C. l-ll, s. 74, Mısır-1932; Taberi, Mecmeu'l-Beyan fi Tefsiri'l-Kur'an, C. I, s. 187, Beyrut-tarihsiz.
7- Tevrat, Tekvin Bölümü, 2-3. bablar
8- M. Said Şimşek, Kur'an Kıssalarına Giriş, s. 133. İstanbul-1993
9- Meraği, Tefsir-i Meraği, C. IV, s. 177, Mısır-1974
10- İbn Kesir, Hadislerle Kur'an Tefsiri, C. III, s. 902, Çağrı Yayınları, İstanbul-1994
11- Said Havva, El-Esas Fi't-Tefsir, C. III, s. 112, Şamil Yayınları, İstanbul-1988
12- Razi, a.g.e. C. VIII, s. 21
13- Ramizu'l-Ehadis, C. II, s. 280
14- Sahihi Buhari Muhtasarı, Tecrid-ı Sarih, C. XI, s. 277
15- Tecrid-i Sarih, C. IX, s. 148
16- Gazali, Kimya-i Saadet, s. 227, Arslan Yayınları, İstanbul-1982