İtalyan tarihçi Carlo Ginzburg "Geçmişte tarihçiler, yalnızca kralların büyük işleriyle ilgilenmekle suçlanabilirlerdi, ama günümüzde artık bu doğru değil" cümlesiyle başlıyor önsüzüne. Savaşların, devletlerin, siyasal olayların, hanedanların tarihine karşı, Marksist tarihçilik ve Anale Ekol sonrasında yeni bir perspektifle kültürel tarihçiliğin vurgusunu yapıyor Ginzburg. Geçmişte ihmal edilen, dışlanan, unutulan kitlelerin, toplumların tarihinin yazımına yöneliyor ve tarih yazımında yeni bir sayfa açıyor. Genel olarak bir yazılı doküman bırakmamış alt sınıfların davranış biçimleri, sınıf bilinci ve popüler kültür üzerine yoğunlaşırken, sessiz kalmış bu yığınlara en azından yüzyıllar sonrasında da olsa nasıl bir ses bulunacağının arayışını veriyor.
Güzel bir tercüme ile Eylül 1996 yılında Metis Yayıncılık tarafından Türkçe'ye kazandırılan kitabın orijinal İtalyanca baskısı 1976 yılına aittir.
1962 yılında Engizisyon Mahkemeleri kayıtları üzerinde çalışma yaparken Ginzburg davalılardan birinin "dünyanın kokuşmakta, çürümekte olduğuna" dair uzun bir ifadesine rastlıyor. Katolik dogmatizmine ve kilise egemenliğine karşı çıktığından dolayı yargılanan bu değirmencinin hayat hikayesi bu insanın düşüncelerini, duygularını, anlayışını, inanç biçimini ve korkularını bize yakınlaştırıyor. Ginzburg işte bu noktadan Menocchio takma isimli bu değirmencinin karışık ilişkilerden yola çıkarak 16. yüzyıl Avrupası'nda bir sosyal yapının anatomisini çizme uğraşısı veriyor. Bunun yanı sıra bireysel tavırların ve 16. yüzyıl köylü düşünme biçiminin derinliklerine dalıyor.
Ginzburg bir dönemi, bir tarihi, bir vakıayı, bir toplum ve bireyi anlamakta "zihniyet tarihçiliğinin" önemine dikkat çekiyor. Geçmişte yaşamış bir insanı anlamak için onun nasıl düşündüğünü anlamaya çalışmak gerektiğini işliyor tezinde. Önsöz kısmında, 17. sayfada zihniyet tarihi çalışmalarının önemine istinaden şöyle diyor: "Zihniyet tarihi çalışmalarını belirleyen özellik bunların verili bir dünya görüşündeki hareketsiz, müphem, bilinçdışı unsurlara verdikleri önemdir. Süre-giden eski gelenekler, tedavülden kalkmış sözler, terimler; duygusal ve mantıkdışı şeyler: Bütün bunlar zihniyet tarihinin kendine özgü alanına girmekte, onu fikir tarihi ya da kültür tarihi gibi kurumlaşmış disiplinlerden ayırmaktadır. Menecchio vakıasını yalnızca zihniyet tarihinin sınırları içinde tartışmak, onun dünya imgelemindeki güçlü akılcı unsuru (bunun ille de bizim akılcılığımızla özdeş olması gerekmez) azımsamak demek olur. Ama zihniyet tarihinin yöntemlerinin izlenmesine karşı çok daha can alıcı bir görüş de, bunun belirleyici olarak sınıfsız bir nitelik taşıdığıdır. Bu tarih 'Sezar ile en küçük rütbeli lejyoneri Aziz Louis ile tarlalarında çalışan köylü, Kristof Kolomb ile denizcilerinden biri' arasında neyin ortak olduğunu ortaya koymayı amaçlar. Bu anlamda 'zihniyet' kelimesine eklenen 'kolektif sıfatı, birçok durumda fazlalıktır. Bu tür araştırmanın meşruluğu inkar edilemez, ama hiç de garantisi olmayan sonuçlara varma tehlikesi çoktur."
Carlo Ginzburg, köylü dünyasına açılan Menocchio'nun penceresinden Köylü inanışları ile ilgili aktarımlarda bulurken, diğer yandan ise Engizisyon Mahkemeleri'nin karakterini pratik bir uygulama alanında yansıtmaktadır. Bu mahkemelerde iddiaları ve savunmaları ve sarfedilen her kelimeyi noterlerin kayıt etmesi Ginzburg'un kaleme aldığı değirmencinin hayat hikayesine belgesel bir özellik kazandırıyor. Mahkemede bağımsız bir noterin bütün sorgulamaları ve herkesin ağzından çıkanı kaydetmesi ve bir dokunulmazlığının olması, bu mahkemelerin işleyiş açısından çok sıkı ve merkezi olduğunu gösteriyor.
Bir engizisyoncu haftalarca yol alıyor, yıllarca araştırıyor ve bir iddiayı bütün boyutlarıyla sorgudan geçiriyor. Engizisyon Mahkemeleri yeni bir kurum ve o zamana kadar engizisyoncular insanların aklına getirmedikleri şeyleri yapıyorlar. Neyin suç olup olmadığı hiç belli değil ve o zamana kadar suç olmayan birçok şey suç haline getiriliyor. İnsanların özel hayatına hiç bu kadar karışan bir mahkeme daha olmamış.
Bir kere eline düştükten sonra bir daha kurtuluşu olmayan bu mahkemeler rüşvetsiz, torpilsiz işleyen ve karşı durulamayan rüşvetle işleyen bir toplumun başına birden bire getirilmiş olan bir kurumdur.
Soruşturmanın derinliği öylesine hayrete şayandır ki, örneğin değirmenci Menocchio'nun okuduğu kitapları kimlerden aldığı ve bu kitapları veren şahısların ne tür fikirlere sahip oldukları detaylı bir şekilde araştırılır. Tarih olarak bu dönem, Avrupa'da reform hareketlerinin başladığı, protestan hareketinin etkinlik kazandığı, Kilise'ye karşı ayaklanmaların başgösterdiği ve bütün bunlara karşı Katolik karşı reformcularının da Engizisyon mahkemeleri ile çok katı önlem ve tedbirler aldıkları, kiliseye karşı çıktığı savıyla bilinenleri dahi ciddi sorgulamalardan geçirip astıkları bir dönemdir. Katolik kilisesi kuşkulandığı her hareketi soruşturmaya tabi tutmakta ve bunu Martin Luther'in akımıyla özdeşleştirmektedir. Büyük bir korku ve endişe içinde Kilise, temellerinin sallandığını görünce "sapkın" olarak nitelediği Kilise karşıtı hareketleri çok iyi organize edilmiş Engisizyon Mahkemeleri ile yok etmeye çalışmıştır.
16. yüzyıl ilk yarısında yoğunlaşan dinde reform hareketleri M. Luther'in aforoz edilmesi ve Protestanlık'ın yeni bir mezhep olarak ortaya çıkmasına ve özellikle Almanya'da mezhep savaşlarına kadar uzanır. Reform karşıtlarının Katolik inancının propagandasını yapmak ve bu inanca yönelik saldırıları savunmak üzere oluşturdukları Cizvitler topluluğu ise ideolojik militanlığa soyunur.
Peynir ve Kurtlar kitabına yeniden dönecek olursak, Ginzburg'un yaptığı çalışma özellikle kültürel tarihçilik konusunda yeni bir dalga oluşturur. Özellikle alt sınıfların, dışlananlarının, ötekilerin kültürünün yoğun bir şekilde işlenmesi söz konusudur.
Sosyolojik açıdan ihmal edilen üzerinde çalışmaların yapılmadığı kültürel tarihçilik, özellikle siyasal tarihçiliğe karşı, geçmişi daha iyi anlamaya çalışma yolunda yeni bir perspektif olarak alternatif oluşturur. İktisat tarihçiliği ve sosyal tarihçilik sonrasında yeni bir akım olarak 1970-80'li yıllarda etkili olmaya başlar. Bu bakımdan kitabın kayda değer bir özelliği vardır.
Kitap, 15 yıl arayla hakkında iki kere dava açılan ve Engizisyon Mahkemesi'nin emriyle yakılarak idam edilen Menocchio takma isimli bir değirmencinin: düşüncelerinin, duygularının, hayallerinin ve isteklerinin kaleme alınmış belgelerden yola çıkılarak çizilmiş zengin bir tablosudur. Ya da tabi (teba) kültürün bir çığlığıdır. Bir bakıma matbaanın icadıyla ciddi bir biçimde darbe alan "kültürün bir ayrıcalık olduğu fikri", sıradan insanların da okuma, öğrenme, gerçekleri görme ve kavramasıyla toplumsal hiyerarşik yapıyı sarsmasına imkan sağlar.
"Latince" gibi bürokratik bir dilin mahkemelerde kullanılmasına varıncaya kadar bir çok konuda Kilise'nin ve aristokrasinin oluşturduğu egemen sınıfların kurdukları dünyada "yoksula ihanet" edildiğini belirten Menocchio, üsttekilerin, hakim sınıfların baskısına karşı uzun bir mücadeleye girişir.
Konu, mahkemenin "sapıkça" fikirlere sahip değirmencinin bu fikirlere nasıl ulaştığı, kimlerden etkilendiği, kimlerle ilişki kurduğu, kimlere neler anlattığı, Kilise'nin öğretilerine niçin karşı çıktığı gibi genel olarak değirmencinin inançlarının sorgulandığı sahnelerden oluşur. Akrabalarından yakın çevresine, köylülere, kasabanın belediye başkanından Kilise yöneticilerine varıncaya kadar mahkeme birçok kimsenin ifadesini alır. Değirmenciyi iki-üç yıl boyunca sorguya ve yargılamaya alır. Değirmencinin Hristiyanlık hakkındaki inançları, Kilise'nin öğretilerine aykırıdır. En azından İsa'nın Allah'ın oğlu olmadığını söyler; evrenin yaradılışı ile ilgili kozmik görüşleri farklıdır. İsa ve yaradılış ile ilgili "sapkınca ve çok kafirce" söylediği şeyler öyle sıradan dine küfür meselesi değildir.
Engizisyoncular için sapık fikirlere sahip olmak yargılanmak için yeterlidir. Fakat Menocchio'nun belki de kendi çağının felsefecileri kadar hayret verici açıklamalarını kabullenemeyen engizisyoncular bir seferinde "bütün suç ortaklarını açıklamasını aksi takdirde daha sert tedbirler alacaklarını; çünkü bu kadar şeyi tek başına öğrenmesinin, hiç bir yoldaşının olmamasının Engisizyon tarafından mümkün görülmediğini" ifade etmişlerdir. Günah çıkarmaktan, vaftiz olmaya kadar birçok inancı anlamsız ve aykırı bulan değirmencinin, 16. yüzyılda İtalyanca çevirisi yapılan Kur'an'ı okumuş olabileceği ve bundan etkilenebileceği 2. duruşmada gündeme gelir.
Menocchio için çarmıha gerilme, haçın bu paradoksu kabul edilemez bir şeydi: "Rabbin kendisini bu şekilde ele geçirmelerine izin vermesi bana garip geldi, ayrıca çarmıha gerildiğine göre Tanrı olmadığını, bir peygamber olduğunu düşündüm..." (s. 70}
Menochio konulara kıvrak bir zeka ile yaklaşmakta ve engizisyoncuları zor durumda bırakmaktadır. Doğrusu Menocchio'nun dikkat çekici inançları ve kimi zamanda ateizme varan inkarı, üzerinde durulacak ya da engisizyoncu gibi oturup sorgulanacak bir özelliğe sahip değildir. Engizisyoncu bu işi zaten yapmış ve sapıklığından dolayı yakılmak suretiyle idamına karar vermiştir. Bu bakımdan kitaba "16. yüzyıl değirmencisinden din hususunda neler öğrenebilirim" mantığıyla ya da klasikleşmiş Amerikan filmlerindeki saatlerce süren trajik mahkeme sahnelerinin heyecanıyla yaklaşmamak gerekir. Yazarın ne yapmak istediğini, konuyu ne şekilde işlediğini, bir konu üzerindeki çalışmasının derinliklerine ve inceliklerine ne şekilde girdiğine dikkat etmek gerekir.
İdam edilmeden kısa bir süre önce tutuklanmasına sebep olan konuşmada Simon isimli yahudiye "dünyanın en güzel kitabından" söz etmiştir. Ginzburg'a göre Menocchio'yu Kur'an'a döndüren etki Kur'an'ın, Hristiyanlık'ın temel dogmalarını özellikle de teslisi reddetmesi idi. (s. 131)
Bu iddianın gerçekliğini bilmiyoruz. Ama her şeye rağmen o dönem için çok kötü bir çeviri de olsa Kur'an'ın, Kilise ruhbanlığı altında ezilen, inleyen kitleler için bir tutamak olduğu ve bir yerde hayatla dinsel bağı sağlayan ve akla uygunluğu ile yaşanabilirliği arasında bir uyum olan İslam'ın kapalı bir şekilde kilise dogmatizminin kırılmasında bir etken olduğu düşünülebilir.
Bir başka açıdan, aydınlanma çağının üzerinde şekillendiği bu dönemin zihniyetinin bir alt kültür olarak incelenmesine dikkat edilebilir. Kilisenin taassubu, baskısı, zorbalığı ve hemen birçok alanda toplumsal hayatın gelişimine karşı tavrı, bir patlama ile Avrupa insanını inkarcılığa iterken gelecek nesilleri maddeciliğe ve bilimsel inanışa yöneltti. Aydınlanma Çağı, Ortaçağa sırtını çevirirken bütünüyle dini akıl dışılıkla ve gericiliğin, batılın kaynağı olmakla suçladı. Aydınlanma, Kilise tarihine sünger çekerken, bu tarihin ürünleri üzerinde kendini inşa etti. Bir sentez değildi ortaya çıkan. Açık ve katı bir şekilde geçmişi inkar etti ve tahrif olmuş dine karşı din dışılığa soyundu. Din karşıtlığı ile oluşturdu yeni ideolojisini ve engizisyon kültürünü daha da geliştirerek diğer "Ulus"lara taşıdı. Hrıstiyanlık öncesi tarih aydınlanmanın yeni motivasyonları haline geldi. Toptan kabul ya da ret olarak yaklaşılamayacak olan bir tarih, ancak geride bıraktıkları ile incelemeye değer. Ve belki de 18. yüzyıl Aydınlanmacılığının inkarını doğuran sebeplerin manzumesini bir kesit olarak daha erken bu yüzyılda görmek. Avrupa'da Katoliklik'in evrilmesini ve buna karşın materyalist, ulusalcı, pozitivist vs. akımların gelişimini anlamak günümüz tarihini anlamanın vazgeçilmezi olarak karşımızda durmaktadır.