1987 yılındaki Filistin halk ayaklanması, gasp edilen hakların geri iadesi konusunda çok önemli bir işlev görmüş ve 1991 yılında tüm Arap ülkeleri ile İsrail'i Madrid'te barış masasına oturtmuştu. Bu tarihten itibaren 1993 yılına kadar Filistin Kurtuluş Örgütü ile İsrail arasında yürütülen gizli pazarlıklar Oslo Anlaşması ile sonuçlanmış ancak bu anlaşmayla kurulması öngörülen Filistin Özerk Yönetimi, Filistin halkının beklentilerini karşılayamamıştır. O tarihte 5 yıllık bir geçiş süreci belirlenerek, Filistinlilerin en geç 1999 yılında bir devlete sahip olmaları ön görülüyordu. Ancak, aradan geçen süre içinde değil bağımsız bir devlete sahip olmak, 2000 yılından itibaren yürütülen pazarlıklarda, Filistin tarafı Oslo Anlaşması ile elde ettiği özerklik hakkını bile yitirme aşamasına getirildi. Söz konusu yönetim tam bağımsız olamadığı gibi, sık sık gördüğümüz üzere İsrail'in istediği zaman müdahale edebildiği, kamu binalarını yerle bir ettiği, Devlet Başkanı'nı bir odaya sıkıştırıp dünya ile bağlantısını koparacak kadar pervasızlaştığı gece kondu bir devlet görünümüne büründürülmüştür. Bununla yetinmeyen işgalci İsrail yönetimi, 1993 yılında kabul edilip çözüme bağlanan tüm koşulları yeniden tartışmaya açmış ve Filistin tarafı ile pazarlıkları sıfırdan başlatmıştır. Aradan geçen 10 yıllık süre içinde Filistinlilerin uluslararası hukuk çerçevesinde elde etmiş olduğu tüm kazanımlar, yok sayılmış ve yeni bir barış anlaşmasının koşulları olarak yeniden masaya getirilmiştir.
Filistin halkı ikinci defa, bu kez 2000 yılı Eylül ayında yeniden ayağa kalkmış, Aksa İntifadası'nı başlatarak oynanan barış(!) komedisine son vermiştir. Irak harekatı öncesinde Amerikan yönetimi; İsrail'in Arapları kızdıracak bir hareket yapmasını engellemiş ve kitlesel katliamlar yerine, günübirlik cinayetlerle Filistin halkından intikam almasını sağlamıştır. Irak işgalinden sonra ise, oluşan yeni bölgesel dengeler çerçevesinde Arap ülkelerine ve özellikle Filistin yönetimine daha yoğun baskı uygulamaya başlamıştır. Hatta bu baskılar o dereceye varmıştır ki, Filistin'de kimin Başbakan yada Bakan olacağına doğrudan doğruya ABD-İsrail ikilisi karar verebilmiştir. Arafat'ı tasfiye ederek Filistin'de iş başına geçirdiği kişilerle yeni bir barış (!) süreci deneyen Amerikan yönetimi, açıkladığı 'Yol Haritası' ile, en geç 2005 yılı sonunda Filistin devletinin kurulmasını ön gören bir anlaşma metni dayatmaya başlamıştır. İlk bakışta hiçbir Filistinlinin itiraz etmeyeceği tarzda kaleme alınan bu yeni barış taslağının, biraz detaylara inildiğinde aslında tamamen Filistin direnişini sona erdirmek amacıyla hazırlandığı görülmektedir. Anlaşma, 2005 yılına kadar İsrail'e her hangi bir yükümlülük getirmediği gibi, Filistinlilerin derhal şiddeti sona erdirmeleri koşulunu dayatmaktadır. İsrail'in işgal altında tuttuğu Batı Şeria ve Gazze'den çekilmesi yönündeki koşullar ise, 1993 anlaşmasına göre zaten yapmak zorunda olduğu bir işlem. Dolayısıyla, İsrail'in kendisine ait olmayan topraklardan çekilmesini yeni bir barış maddesiymiş gibi tekrar gündeme getirmek, 10 yıllık pazarlıkları 10 yıl öncesine döndürmekle eş anlamlıdır.
Amerika'nın bölgeye yerleşmesi, kuşkusuz İsrail'e büyük bir güven vermektedir. Bu güvenin bir sonucu olarak Filistin topraklarından kısmen çekilmeye başlaması, dünya kamuoyuna Filistin eylemlerinin haksızlığını gösterme çabasından başka bir şey değildir. Herkes bilmektedir ki, İsrail Yol Haritası'nda ön görülen koşulları her gün ihlal etmektedir. Yahudi yerleşim birimleri Filistin topraklarının ortasında varlığını sürdürmekte, evlerinden atılan Filistinliler halen geri dönememekte ve Kudüs'teki Siyonist işgali gündeme bile getirilmemektedir.
Amerikan hükümetinin tüm Filistinli grupları "terör örgütleri" listesine alarak, ABD'deki mal varlıklarını dondurması, Siyonist rejimi cesaretlendirmenin ötesinde, katliamlarını sürdürme konusunda onu adeta teşvik etmektedir.
Son iki yılda hayatını kaybeden Filistinli sayısı 3 bini bulurken, bunların yarıya yakınını çocuk yaştakilerin oluşturması, İsrail'in asıl hedefinin Filistin'in geleceği olduğunu göstermektedir. İsrail işgal devletinin Filistin kentlerindeki işgal operasyonlarında verdiği maddi zarar ise 6 milyar doları aşmıştır. Zaten kıt kanaat ve değişik ülkelerden gelen yardımlarla geçinmeye çalışan Filistinli aileler, ellerindeki tüm maddi imkanları da işgalcilerin yıkım siyasetine kurban vermektedirler.
Fanatik Yahudi partilerin iktidarda olduğu İsrail'in, iki büyük Filistin bölgesi olan Batı Şeria ve Gazze'deki varlığı devam etmekte, ve katliam siyaseti sebebiyle Filistin'de her ay ortalama 75 ile 100 Filistinli hayatını kaybetmektedir.