TC devletinin beyni ve belkemiği MGK "Türk Demokrasisi"ne yeni bir jest daha yaptı. MGK'nın bu son jesti ile birlikte kamuoyunu sürekli meşgul eden "Askeri Darbe" söylentileri de tamamen gündemin dışına çıkarılmış oldu. "Terör ve krizler darbeyi meşru kılar mı?", "Askeri Darbeler meşru mudur?" vb. gibi bazı soruların halkımızın zihnîni iğdiş etmesini önlemek üzere harekete geçen MGK, "Darbeleri otomatiğe bağlayarak" her zaman olduğu gibi tartışmalara son noktayı koyan taraf oldu.
Genelkurmay'ın kontrol ve idaresinde oluşturulan MGK zaten yürürlükteki tüm idari ve adli mekanizmaları (hukuk dışı olmamasına rağmen) denetleme, yönlendirme veya gerekliğinde tavsiyeleriyle şekillendirme hakkına sahip tek kuruluştur. Türkiye'deki tüm idari ve adli denetim mekanizmalarının denetimi dışında ve üstündeki tek kuruluş olan MGK devletin fikirsel ve pratik işleyişini temsil eden bir kurum, hatta devletin ta kendisidir. Örneğin kanunlarda yer almamasına rağmen ve tamamen hukuk dışı bir yapılanma olmasına rağmen MGK tarafından oluşturulan Milli Güvenlik Akademisi (MGA)'nın faaliyetleri ele alınabilir. MGA, vali, kaymakam, müsteşar vb. gibi üst düzeyde yer alan tüm bürokrat ve idarecilere "devlet ve demokrasi" anlayışlarının nasıl olması gerektiğinin, belirlenmiş bir eğitim süreci içerisinde dikte eden bir "eğitim" kurumudur. Zaman zaman "fevri çıkışlar" yapan kimi parti liderleri de "zorunlu seçmeli" olarak katıldığı MGA'nın "devlet ve demokrasi" derslerinde aldıkları eğitim sonucu önceki fevri çıkışlarından doğan gaflarını tekrarlamak gafletine düşmezler.
Hatırlanacak olursa yıllardır Türkiye'de "Kırmızı Kitap" tartışmaları olur. Tartışmaların temelinde demokratik seçimlerle iktidara gelen hükümetlerin, iş icraata gelince muhalefette dile getirdiği tüm söylem ve önerilerden çark ettiklerini, hiç bir biçimde öncenin muhalif söylemlerini icranın başı olarak Başbakan ve mevcud hükümetle yürürlüğe koymaya cesaret edemediklerini biliyoruz. Bir örnek olarak Başbakan olduğu ilk günlerde Tansu Çiller özellikle Kürt sorunu ve Güneydoğu politikasına ilişkin bir takım söylemler geliştirince yeni muhalif, eski başbakan Mesut Yılmaz tarafından "MGK'nın hazırladığı Kırmızı Kitapçığı iyice okumadan konuşma" şeklinde paylanmıştır.
TC egemenlerinin ve efendilerinin endişesi hiç bitmek bilmiyor; sürekli bir telaş, sürekli bir korku içindeler. Ayrıca MGK yıllardır canla başla uğraştığı "halkın milli birlik ve beraberliğini" tam olarak sağlayamamış olmanın telaşını yaşıyor, MGK büyük fedakarlıklar üzerine kurulmuş olan tam bağımsız ve demokratik Kemalist devletin zaafa düşürülüp yıkılacağından korkuyor. Telaş ve korku MGK'yı ve tüm alt birimlerini sürekli olarak yeni demokratik arayışlara sevk ediyor. Fakat ne çare ki MGK'nın bütün "daha çok demokrasi" arayışlarına rağmen halkın demokrasiden değil, askeri darbeden anladığı ortaya çıkıyor. MGK, Terörle Mücadele Yasası'nı yenileterek kendisinin belirlediği milli birlik ve beraberliğe iman etmeyenleri derhal derdest edip "polis-DGM-cezaevi sürecine" zorunlu istikamet tabelası koyarak aykırı tipleri azaltmaya çabaladı. Ama yine de zorunlu istikamet mahkumları gün geçtikçe çoğalıyor. Bu çoğalma yeni Terörle Mücadele Yasası'nı eskitmeye başladı bile. Doğu ve Güneydoğu'da süren savaşı bitirmek üzere oluşturulan ve yaklaşık 30 kezdir "son kez" uzatılan OHAL yasasına son verme müjdesi ile oluşturulan İller idaresi Yasası da Türkiye genelinde bir OHAL hedefliyor. MGK önce bir işi hedefliyor, hedefe varınca bu kez yeni bir hedef seçiyor. Ve bu süreç böylece devam edip duruyor. Tüm tedbir ve emniyet mekanizmalarının üstünde son olarak 9 Ocak 1997 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanan "Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği" ile MGK'nın müdahalelerini meşru kılmakla beraber otomatiğe bağlamış oldu.
Refahyol hükümetinin Başbakan'ı Erbakan'ın "MGK her şevin en iyisini yapar" ifadelerinin tezahürü olarak olsa gerek sükut hakimdi tüm RP kadrolarına. Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği koordinasyon yetkisini Başbakan adına tamamen MGK Genel Sekreteri'ne devrediyor, merkeze elemanlarını seçme yetkisi veriyor. Ayrıca Kriz Yönetim Merkezi'nin kaynak bütçesi ise Başbakanlık bütçesi. Böylece Kriz Yönetim Merkezi'nden Başbakan adına yetkili kılınan MGK Genel Sekreteri hem merkezin elemanlarını tek başına belirliyor, hem de başbakanlık bütçesini İstediği gibi kullanıyor. Başbakan MGK Genel Sekreteri'nin bir alt memuru, TBMM ise MGK'nın oluşturduğu Kriz Yönetim Merkezi'nin bir alt kurumu olarak TC demokrasisinin gücünü ve işlevini olanca açıklığıyla ortaya koyuyor. Demokratik seçimle TBMM bünyesinde oluşturulan Refahyol hükümeti hükümet gibi, başbakan da başbakan gibi hareket edemiyor. TC'de demokrasi, MGK'nın çizdiği sınırlar içerisinde geçerliydi Bu husus da tekrar tekrar vurgulanmış oluyor.
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği bünyesinde oluşturulacak Kriz Yönetim Merkezi ülkenin herhangi bir yerinde veya genelinde oluşabilecek herhangi bir konudaki kriz emarelerinin belirlenmesi veya başlamasıyla faaliyete geçecek. Kriz Yönetimi'ni gerektiren haller şu ifadelerle açıklanmış; "Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini, temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları nedeniyle kamu düzeninin bozulması. Terör olayları, kanunsuz grev ve işi bırakma eylemleri, etnik yapı, din ve mezhep farklılıklarından kaynaklanan olaylar, tabii afetler, iltica ve büyük nüfus hareketleri, tehlikeli ve salgın hastalıklar, büyük yangınlar, ağır ekonomik-buhranlar, radyasyon ve hava kirliliği gibi önemli kimyasal ve teknolojik olaylar".
Kriz Yönetim Merkezi, müdahale için "ciddi belirtilerin* ortaya çıkması ile olağanüstü yetkilerle mücehhez olarak tüm ülkede etkin bir biçimde görevini yerini getirebilecek. Bu demektir ki 73 yıllık tarihinde krizsiz bir gün geçirdiği muşahade edilememiş olan TC'de MGK Genel Sekreteri'nin başkanlığındaki Kriz Yönetim Merkezi'nin yılın 365 günü yoğun bir koşturmacası olacak. Ama olur da meydana gelen kriz her şeye rağmen önlenemez ve giderek tırmanırsa KYM Başkanı olağanüstü hal, seferberlik veya savaş hali ilan edilmesi gibi tedbirlere de başvurabilir. MGK bireysel ve toplumsal hayatın içinde müdahil olmadık, denetlenmedik en ufak bir nokta bırakmak istemiyor.
Bütün bu olup bitenler RP'li koalisyon iktidarında meydana geliyor. MGK Genel Sekreteri Başbakan adına tüm yetkilen üstleniyor ama RP kanadının hiç mi hiç sesi çıkmıyor. RP kanadının tek istisnası K. Maraş milletvekili Mustafa Kamalak oldu. Kamalak şu ifadeleri ile söylenmesi gerekenlerin bir kısmını ifade edebildi; "Milli Savunma, Genelkurmay'ın, hükümet Milli Güvenlik Kurulu'nun, Meclis de askerin gölgesi altında... Bunun adı demokrasiyse benim üniversitede öğrencilerime anlattıklarım yanlışmış. Ama eğer benim anlattıklarım doğruysa bunun adı demokrasi değil... Demokrasimiz hakkında bu söylediklerin en hafif tabirdir. Söyleyebileceklerimin sansür edilmiş halidir. Gölge geçicidir, oysa gölge koyulaşarak kalıcı hale geliyor. Gölge karanlığa dönüşüyor. Gölge meşruluk kazanıyor. Piramit ters dönmüş. Meclis'in itibarı erozyona uğruyor..."
Türkiye'nin en sivil partisi RP'dir. İşte o da ancak bu kadar sivildir. Hükümet Sultanbeyli'ye heykel diken paşanın davranışının hukukiliğini denetleyemediği için Genelkurmay, hükümetin bakanının hukukiliğini denetliyor
RP hukuktan bahsediyor ama sistemin ve temsilcilerinin tüm pisliklerini deşifre etme şansını ele geçirdiği halde sadece iktidarda kalma sürecini biraz daha fazla uzatma sevdasıyla, her kesimle uzlaşmaya ve onları "sütten çıkmış ak kaşık" haline sokmaya olağan üstü gayretler sarf etti. Muhalefette iken birçok yanlışına rağmen elinde bulundurduğu bazı doğruları iktidar uğruna eritmeye başladı. RP geri adım allıkça sistemin asıl sahipleri daha çok üzerine geldi. Şu an durduğu noktada RP'nin neredeyse sisteme verecek tavizi kalmamasına rağmen halen sistemin müdafilerinin rızasını kazanabilmiş değil. Ama RP İnatla bu çabasını sürdürüyor.
İçinde bulunduğumuz haftalarda TÜSİAD tarafından hazırlanan "Demokrasi Paketi" gerçekte en önce RP tarafından dile getirilmesi gereken birçok konuyu içermesine rağmen RP ve taraftarlarınca İHL'lerle ilgili TÜSİAD'ın düşmanca tutumunu ifade eden bir konuyu da içerdiği için tamamen reddedildi. Oysa ki, RP ve taraftarları, TÜSİAD'ın bu raporuna tamamen cephe almak yerine, karşı cepheden tartışmayı açarak, bu arada kendilerinin doğrudan dile getirmeye cesaret edemediği konuların da takipçisi olabilirdi. Fakaf RP ciddi anlamda ve sürekli olarak iktidarını kaybetme sendromu yaşıyor. Bu sendromdan kurtulma yolunda cesaret göstermeyen RP yönetimi hedefledikleri 8 milyon üyeye ulaşsalar da MGK'nın denetim ve yönlendirmesine tabi olmaktan öteye gidemezler.