"Beyler", dedi "gidip şu kulübeyi ölçmenizi rica ediyorum. Tezgahın uzunluğunun 149 santimetre olduğunu göreceksiniz, yani Dünya ile Güneş arasındaki uzaklığın yüz milyarda biri. Kulübenin arka tarafının yüksekliğini, pencerenin genişliğine bölerseniz: 176:56= 3,14 çıkar. Ön tarafın yüksekliği 19 desimetredir; bu da, Yunan ay dönümü yıllarının sayısına eşittir. İki ön köşenin yüksekliği ile iki arka köşenin yüksekliğinin toplamı ise: (190x2)+(176x2)= 732'dir; bu da Poitiers zaferinin tarihidir. Tezgahın kalınlığı 3,10 santimetre, pencere kornişinin genişliği ise 8,8 santimetredir. Tam sayıların yerine onlara denk düşen alfabe harflerini (3 yerine C, 8 yerine H) koyarak, CIO H8'i elde ederiz. Bu da naftalinin formülüdür." "Olağanüstü!" dedim, "Bütün bu ölçümleri yaptınız mı?" "Hayır", dedi Aglie, "Jean Pierre Adam diye biri başka bir kulübe üstünde yaptı. Sanırım piyangoya bileti satılan bütün kulübelerin boyutları az çok aynıdır." (Foucalt Sarkacı, Umberto Eco, sh. 274, Can yay. 1997)
I.
"Ne olacak bu memleketin hali?" sorusunun sıkça sorulduğu dönemlerde hemen her kafadan benzer senaryolar duyulmaya başlar. Asıl sorundan, perdenin arkasındakilerden, gizemli ilişkilerden söz edilir. Heyecanlı fısıldaşmalar kulaktan kulağa, hemen her meclise taşınır. İşte bu fısıltıların mürekkep yalamışına "Komplo Teorisi" ismi verilmiştir. Her Komplo Teorisi'nin kamuoyunda genellikle iki türlü algılanması vardır; ilki ismi zikredilmese de popüler içeriğinin doğurduğu cazip bir söylence olarak, ikincisi ise özellikle ismi zikredilerek vehim ve paranoya gibi olumsuz anlamların yüklendiği bir söylem olarak algılanışı... Her iki durumda da bir Komplo Teorisi siyasal düzlemde ideolojik araç olarak kullanılabilme potansiyelini ifade eder. Bu, sanayi sonrası toplumlarda (Modern Toplum) ortaya çıkmış bir durumdur. Modernizmin insanın özüne ilişkin totaliter projesi buna uygun bir zemin hazırlar. Zira modern insan farklı katmanlarda da olsa yabancılaşmış insandır. Herhangi bir şekilde içine düştüğü hayatın nedenleri ve sonuçları üzerinde sorulması muhtemel sorularını kaybetmiştir. Gerçek soruların olmadığı bir ortamda gerçek cevapları aramak gibi ontolojik bir boşluk içindedir. Bu haliyle anlamsız bir hayatta kendi dışında gelişen bir takım mekanizmaların kontrolü ve yönlendirmesi altında gardım düşürmüş, savunmasız bir canlıdır sadece. Bu "Yabancılaşma" hali bireyi bir "Anlam" veya "Hakikat parçası" bulma konusunda her türlü manipülasyona açık, edilgen bir pozisyonda tutar. Birilerinin, kötü veya kontrolü dışında gelişen şeylerin nedenlerini anlatması ve bunu popüler kültürün temel argümanlarıyla çatışmaksızın kurgulanması, bireye çatışmasız zahmetsiz akla ve nefse hoş gelen ideolojik bir uyum, bir anlam ve yer/konum kazandırır.
II.
Komplo teorisinin mevcut hegemonik güçlerle uyumlu olması önemlidir. Bu yüzden genellikle toplumun belleğindeki düşmanlardan türetilir. Tarık Buğra'nın "Gençliğim Eyvah" isimli meşhur (!) romanı, populer söylemin hegemonik argümanları nasıl bir komplo teorisine dönüştürebileceğinin ibretli ve tipik bir örneğidir. Romanda en önemli temalardan olan "komünist" imgesi Osmanlıdan devralınan Rus tehlikesinin (topraklarımız üzerindeki Moskof tehdidinin), Kızıl Komünist imgesine dönüştürülmüş halidir. Yine yazar net olarak göremediği Emperyalizm olgusunu halk belleğindeki yıkıcı güçler, dış mihraklar, hain komşular vb. imgelerinden, "İhtiyar" tiplemesi olarak üretir. Her şeyi kontrol eden, hakimi mutlak bir son merciidir "İhtiyar" imgesi. Komplo teorisi halkın maruz kaldığı ama kavrayamadığı ve doğru analiz edemediği olayları, açıklayabileceğini zannettiği olgularla kodlayıp, bunları tanımadığı ve en azından malumat sahibi olduğu başka olgularla örtüştürerek, bir yanılsama oluşturur. Bu yanılsama yabancılaşmış birey açısından yabancılaşmasını derinleştiren ancak geçici bir hakikat hissi veren bir zihinsel durum yaratır. Bu yönüyle fonksiyoneldir. Ancak komplo teorisi ürettiği yanılsamayla manipüle ettiği yığınları ideolojik olarak savunmasız bırakır. Toplumsal hayata yönelik gerçek tehditler perdelendiğinden gerekli savunma mekanizmaları ve toplumsal refleksler geliştirilemez. Türkiye'de, sağ zemininden neşet eden bütün siyasetlerde bu edilgen ve uzlaşmaya hazır ruh halini görürüz. Basit genellemeler ve kişi merkezli tarihi yorumlar dışında bir perspektife sahip olmayan Türk sağı, içinde bulunduğu acziyet halinden kurtulamadığı gibi, vehmetti komplo teorisi, iktidar sahiplerine öykünme gibi çift yönlü ve birbirini besleyen ideolojik bir açmazı besler. Yahudi dünya hakimiyeti teorisi; tarihi izah metodu olarak kullananların Nazi dünya hakimiyetine duydukları hayranlık (C. Rıfat Atilhan örneği) ya da batılı ülkelerin misyonerlik faaliyetlerine cihat ilan edip kendi ülkelerinin misyonerliğini daha azgelişmiş ülkelerde kolejler açarak pervasızca (Nijeryalı çocuklara İstiklal Marşı söyletmek gibi) yürütmeye çalışan zihniyet, çoğaltılması mümkün örneklerdir.
III.
Bu noktada sağcı, ruhçu, muhafazakar, gelenekçi vb. kesimin yüzyıldır kullandığı Mason ve Yahudi komplolarından bahsetmek açıklayıcı olacaktır. Yahudilik Kur'an'da bir kavimden ziyade bir ahlak biçimi, bir davranış kalıbı olarak verilir. Bu anlamda Yahudi ismi verilen karakterin, toplumsal hayattaki rolünün iktisadi ve ideolojik (dini) ifsad ağırlıklı olduğunu görürüz. Babil sürgününden sonra dünyanın birçok coğrafyasına dağılmış Yahudi diasporasının geliştirdiği içe kapalı ve cemaatsel dayanışma temelli çifte standartlı bir ahlaka dayanan bir kimliktir bu. Yazılı metinlere ve geniş bir literatüre sahip ilk büyük şeriat olması kadim bilgi üzerinde ideolojik bir tekel psikolojisi üretmelerine neden olmuş; İsa (a) ve Resullullah'ın (s) getirdikleri şeriatlere en büyük tepkiyi Yahudi kimliği göstermiştir. Bunun altında hegemonyalarının kırılmasına karşı duyulan panik ve öfke yatar. Yahudi kimliğinin diğer önemli motifi ise ekonomik hayatta oynadıkları baskın/etken roldür. Ticaret, tefecilik, bankacılık seyriyle devam eden bu iktisadi rol; bulundukları ülkelerde öncelikle ekonomiyi ele geçirmeleri ve zamanla ülke egemenleriyle ters düşmeleri sonucu oluşan öfke ve pogromlar arasında gidip gelen bir seyir izler. Osmanlıyı; Haçlı zulmü karşısında yardım dilenen Endülüs için parmağını oynatmazken, 1492'de İspanyol Yahudilerini kendi topraklarına getirerek hamileri rolünde görürüz. Burada gaye engin Osmanlı hoşgörüsünü dosta düşman göstermek değil, Yahudilerin iktisadi güçlerini kullanarak kesata uğramış Doğu Akdeniz ticaretini canlandırma kaygısıdır. İkinci perde de Alman emperyalizminin Osmanlıya girişiyle başlayan İttihat ve Terakki'nin ekonomiyi Türkleştirme politikaları; sonrasında tehcir, varlık vergisi, 6-7 Eylül olayları. Yahudi Komplosu, Sabetaycılar vs. ile ilgili senaryolarla devam edegelen ve bunların popülerize edilip komplo teorisine dönüştürülerek halka hazır cevaplar olarak sunulması ile tekerrür eden tarihtir. Yahudilik Kur'ani bir kavram olarak; her tarihsel dönemde mal hırsını, dünyaya düşkünlüğü, ihaneti, din tarifçiliğini, menfaatperestliği temsil eder; yoksa ırkî bir kavramsallaştırma değildir. 21. yy.da da ekonomik ve siyasal ifsadın başında her ırktan ve milletten Yahudi olduğu gibi, Siyonizm adı altındaki "İsrailoğulları Yahudiliği", Yahudi ırkının dindarlığıyla izah edilemeyecek kadar çok faktörün ortaya çıkardığı bir düşmandır. (Siyonizmle mücadele bu geniş çerçevede düşünülerek uygulandığında başarılı olabilecektir ve siyonizmin mağlubiyeti tek başına Yahudiliğin mağlubiyeti olmayacaktır.)
Yine popüler kültürde çok yaygın bir komplo teorisi, Yahudi dünya hakimiyeti teorisiyle paralel bir Masonluk komplosu teorisidir. Masonlar, Avrupa burjuvazisinin gelişmesiyle birlikte 18. yy.da dünya siyasetinde boy gösterdiler. Ellerinde tuttukları sermaye ile orantılı siyasal haklar talep eden burjuvazinin ideolog ve aktivistlerinden oluşmuşlardı. Özellikle 19. yy sonrasında burjuvazinin siyasal anlamda önünü açan çok yönlü bir baskı grubuna dönüştüler. Avrupa'daki mutlakiyetçi rejimler karşısında aydınlama felsefesinin öncüleri olarak takındıkları siyasal ve entelektüel savaşım dolayısıyla yine Avrupa'nın sömürgesi durumundaki 3. dünya ülke aydınlan tarafından sempatiyle karşılanmış; bu intelijensiya kendi ülkelerinde Masonların aydınlanmacı sloganları olan kardeşlik, eşitlik, hürriyet nidalarının taşıyıcıları olmuşlardır. Avrupa'daki mutlakiyetçi rejimlerin sömürge ülkelerinin hakim rejimleriyle kurdukları ilişki ve Avrupa'daki mutlakiyet karşıtı kesimlerin masonluk ilkeleri üzerinden sömürge ülkelerin muhalif kesimleriyle ilişki kurmaları, süreç içinde bazı görüntü bulanıklıklarına yol açmış; sığ genellemelerle olduğundan farklı ilişki biçimleri şeklinde algılanır olmuşlardır. Avrupa monarşilerinin zamanla büyük oranda şekil değiştirerek masonların temsil ettiği sınıflarla özdeşleşmesi, dünya genelinde yekpare bir emperyal sınıfın ortaya çıkması sonucunu verir. Masonların muhalif kimlikleri üçüncü dünya geriliğine karşı medeni Avrupa'nın aydınlığını taşıma şeklinde emperyal bir "misyon"a bırakır yerini. 3. dünya aydını açısından, masonluk hala öncü ve ilerici bir örgütleme olarak algılanırken; halk nezdinde sırtındaki zincirlerin sahipleri, karanlık güçler; aydınlar ise bunların uşakları içimizdeki düşmanlar olarak biçimlenir. Halkın kendisine en yakın düşman kimlik olarak gördüğü bu aymaz ülke aydını, hizmetkarlığını yaptığı örgütün güvenilmez bir unsuru olarak popüler sağ kültürdeki yerini alır. Masonluk ise bir yönüyle dışarıdaki şer odaklarının örgütlenmiş ve gizemli örgütü, bir yönüyle içimizdeki düşmanları ortaya çıkaracak bir turnusol; bir yönüyle de kötü giden her şeyin itirazsız nedeni olması dolayısıyla cazip bir izah modeli oldu. Masonluk 20. yy. da işlevselliğini büyük oranda aynı "aydınlanmacı" ilkeler üzerinde kurulan başka yapılanmalara terk etti. Ulusal ve uluslar arası sermayenin siyasetlerini yürütme de artık daha etkili ve rasyonel kurumları oluşmuştu. Ulus devlet modeli ile birlikte ortaya çıkan parlamenter rejimler; Birleşmiş Milletler, IMF, Dünya Bankası gibi uluslar arası kuruluşlar; lobiler; siyasal partiler; üniversiteler çok yönlü bir "Dünya Sistemi"nin rasyonel kurallarını düzenleyen mekanizmalar olarak mason localarının; profesyonel kadrolar ise mason kardeşliğinin yerini almıştır. Artık daha soyut ve karmaşık bir muhatap vardır karşımızda. Bu noktada hala mason komplosundan, onların homojen yapılarından ve dünya hakimiyeti hedefleri üzerinden teoriler üretmeye çalışmak "Global Cahiliye"nin işleyişinden bihaber olmak ve sonuçta emperyal saldırılar karşısında ideolojik anlamda pasif ve savunmasız bir yerde durmakta ısrar etmek anlamına gelir.
IV.
Komplo teorisinin ikinci ve olumsuz anlamda algılanışı; egemen güçlerin somut tezgahlarını deşifre eden her türden analizi kasten gölgelemek için üretilen "Komplo Teorisi deştirme)" teorileridir. Hakim ideolojik söylemle çelişen doğruların ve tahlillerin içeriği perdelenerek ve izlenen yöntemlerin karikatürleştirilerek komplo teorileriyle özdeşleştirilmesi yoluyla, mevcut hegemonya tahkim edilmeye çalışılır. Halk açısından çoğu zaman tabloyu doğru okuyamamaktan kaynaklanan bir zaaftır. Bu yönüyle komplo teorisinden medet uman zihinsel acziyetle; deşifre özelliği taşıyan reel tahlilleri komplo teorisi diye olumsuzlayan zihni acziyet arasında, birbirlerinin simetrisi olma gibi bir ilişkisi vardır. Her ikisi de sağlıklı bir kavrayışın enstrümanlarından mahrum oldukları için aşık olma ile nefret etme arasında gidip gelmekten başka bir tavır geliştiremezler. Ancak çoğu zaman yukarıda değindiğimiz gibi devletin ve emperyalizmin hegemonik araçları tarafından ifsadın bütününü saklamak için oluşturulan bir "Komplo Teorisi (leştirme)" teorisi yaygınlık kazanır. Bireyleri bireycileştirerek mustaz'aflaştırma ve yığın haline getirme politikalarının dünya ölçeğinde işleyen ideolojik silahları, zihinsel kuşatmalarına tehdit olarak gördükleri her söylemi komplo teorisi olarak lanse etme yoluyla etkisizleştirmeye çabalar. Son yıllarda özellikle vurgulanan; her şeyin siyah ve beyaz olmadığı gri tonlarında olduğu, ya da tüm siyasal olayları hak ve batıl arasındaki mücadele olarak görmenin yanlışlığı, siyasal İslam'ın iflası vb. argümanlar tehdit unsuru olan söylemleri karikatürize ederek "komplo teorisi deştirme)", aşındırma projesidir.
V.
Tutunacak sağlam bir kulpun ( el urvet'-ul vuska) varlığından habersiz hale getirilen kitleler açısından, bu karmaşada neyin "Komplo Teorisi", neyin "Komplo Teorisi(leştirme) teorisi" olduğunun ayırdına varmak son derece zorlaşır. Ve yığınlar açısından aklatın e yerine manipüle edilme, güdülme (güdülenme) bir tercih haline gelir zamanla... İlkel insanın saldırılarından korunmak istediği vahşi hayvanların resimlerini mağara duvarlarına çizerek onlar üzerinde bir tür kontrol sağladığı yanılsamasını yaşadıkları söylenir. Bir tür sağaltıma yarayan bu mekanizma zamanla paganizmi doğurur. Modern insanın trajedisi de künhüne vakıf olamadığı ama ızdırabını her hücresinde hissettiği global cahiliyenin resmini çizerek onun üzerinde kontrol sağlayabileceği vehmidir. Komplo Teorisi tıpkı mağara duvarlarına çizilen naif çizgiler gibi ilkel bir çabadan ibarettir. Şu unutulmamalıdır ki; tarihsel kurgulara göre, ilkel adamın gerçek bir insan olabilmesi için mağarasından çıkıp vahşi hayvanla yüz yüze gelmesi gerekmiştir.