Kobani ve Sol

Bahadır Kurbanoğlu

Türkiye solu hakkında yazı yazmak, hele hele Türkiye solunun Suriye ve Kobani konusundaki tutumu hakkında bir şeyler karalamaya çalışmak insanın nabzını zorlayan, sinir katsayısındaki artışlarla vücut kimyasını bozan boyutlar içermekte. Ancak çağın bu safhasında özet kabilinden de olsa, tarihe kara lekeler olarak düşen ve Gezi sürecinin bileşenlerine ek olarak kafaları iyiden iyiye bulanıp az sayıda ayakta kalanı da içine çeken bu girdaba dair birkaç kelam etmekten kaçınmak doğru olmazdı. Bu bapta merkezimize “Türkiye Solunun Ortak Açıklaması” olarak ilan ettikleri bildiriyi aldık. 

Kobani'ye yönelik IŞİD ilerleyişi sürerken, sol örgüt ve sendikalardan ortak bir açıklama yapılmıştı. Bu bildiride “IŞİD'i besleyip büyütenin AKP'nin Suriye'ye yönelik savaş politikası olduğu” ve “hükümetin insani yardım koridoru açmasının gerekliliği, fakat her türlü sınır ötesi harekât planından da vazgeçmesi gerektiği” dile getirilmişti. Bildiriye imza koyanlar arasında -Gezi’nin meşhur aktörleri de dâhil- kimler yoktu ki:

“DEVRİMCİ İŞÇİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU (DİSK), KAMU EMEKÇİLERİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU (KESK), TÜRK MİMAR VE MÜHENDİS ODALARI BİRLİĞİ (TMMOB), TÜRK TABİBLERİ BİRLİĞİ (TTB), İNSAN HAKLARI DERNEĞİ (İHD), TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI (TİHV), HACI BEKTAŞ-I VELİ VAKFI, PİR SULTAN ABDAL KÜLTÜR DERNEKLERİ (PSAKD), ALEVİ KÜLTÜR DERNEKLERİ, DİVRİĞİ KÜLTÜR DERNEKLERİ, ANTİKAPİTALİST MÜSLÜMANLAR, KAPİTALİZMLE MÜCADELE DERNEKLERİ (KAMÜDER), İSLAMİ HAKİKATLER ARAŞTIRMA DERNEĞİ (İHA-DER), HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ (HDK), HALKIN TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ (HTKP), KOMÜNİST PARTİ (KP), ÖZGÜRLÜK VE DAYANIŞMA PARTİSİ (ÖDP), EMEK PARTİSİ (EMEP), EMEKÇİ HAREKET PARTİSİ (EHP), HALKEVLERİ, HALKLARIN DEMOKRATİK PARTİSİ (HDP) (İlginçtir ki, HDP'nin sol örgütlerle birlikte yaptığı açıklamada hükümetin politikaları mahkûm edilip IŞİD'den hükümet sorumlu tutulurken, aynı gün HDP'nin DTK ve DBP'yle ortak yaptığı açıklamada hükümetin şimdiye kadar attığı adımlar "olumlu" olarak nitelenmiş ve sürdürülmesi istenmişti.)

Sadece IŞİD Değil, Tüm Suriye-Irak Direnişi Durdurulmalı

Sol örgütler adına “IŞİD'i Durduralım, Kobanê'ye Sahip Çıkalım” başlığıyla yapılan bu açıklama aslında Türkiye solunun zihin kodlarını ortaya koyduğu kadar içine düştüğü batağı da gözler önüne sermekteydi. Suriye konusunda daha en başından içine girilen çarpık ilişkiler, Ortadoğu halklarının seküler kimlik taşıyanları dışındakilere yönelik oryantalist bakış açısı ve en nihayetinde de sürekli dillerinden düşürmeyerek Suriyeli muhalifleri karalamada mihenk taşı belledikleri anti-emperyalizm söylemi de bu bildiride de açıkça görüldüğü üzere yerle yeksan oluyordu.

Aslında solun bu halini teşhir etmek için Kobani’den çok önceki gelişmelere bakmak da yeterliydi, ancak bu defa maskeler iyiden iyiye düştü. Söz konusu olan bir çelişkiler yumağından ziyade, içine girilen kimlik tercihlerinin insanları nerelere savurduğunun basit bir göstergesiydi aslında.

Suriye konusundaki bakış açısının özeti aslında “AKP Suriye’ye yönelik savaş siyasetine son vermelidir!” cümlesinde saklıydı. Suriye konusunda Suriye rejimini de suçlamakla beraber AKP’yi sorumlu gören bazı kesimleri dışarıda bırakırsak, aslında bu cümleyi sarf edenler aynı zamanda 3,5 yıldır Suriye’de Esed’in anti-emperyalist bir savaş verdiğini de göğüslerini gere gere ilan edenlerdi. Esed yakıp yıkacak ama AKP görmeyecek, İHH, Özgür-Der başta olmak üzere tüm Türkiyeli STK’lar engellenecek, sınır hatları kapanacak, sınırlı geçişlere izin verilecek ama Suriye halkı kendi kaderine terk edilecekti. Kobani, Kobani halkı, hatta PYD/PKK için istenen ne varsa Suriye halkına yönelik talep etmek zinhar haramdı!

Şunu istiyordu Türkiye solu bu bildiride: “Hükümet Suriye’ye ve Rojava bölgesine yönelik savaş siyasetine son vermelidir. Sınır ötesi harekat, tampon bölge, uçuşa yasak bölge gibi müdahaleci planlardan vazgeçilmelidir. Cihatçı çetelere her türlü silah ve lojistik destek son bulmalıdır. AKP hükümetinin kışkırtmaya çalıştığı Suriye'ye dönük olası bir emperyalist müdahalenin de karşısında yer alacağız. Bütün Ortadoğu’da çeteci yapılanmalara karşı duracağız.”

Nerden Baksan Tutarsızlık, Nerden Baksan Ahmakça!

Bildiride AKP’ye savaş siyaseti izleme konusunda abartılı bir rol biçilmesi, Suriye konusunda ziyadesiyle belirleyici bir konumda imiş gibi, ta Suriye sürecinin başından bu yana ortaya konan zırvalamalardan vazgeçilmemesi ve devamındaki cümleler hem Gezi’nin ortak bileşenleri olan bu sol cenahın ruh halini göstermesi hem de Ortadoğu’da aslında kime karşı konumlandıklarını da resmetmesi açısından gayet anlamlıdır.

Bildiride ne ABD ne koalisyon var. Suriye ve Irak’a dönük emperyalist müdahaleden tek bir cümlecikle bile bahsedilmiyor. Emperyalizmin anıldığı cümlede şu tuhaf ve bölge gerçekliğini anlamaktan uzak tespitler(!) yapılmakta: “AKP hükümetinin kışkırtmaya çalıştığı Suriye'ye dönük olası bir emperyalist müdahale…”

“Cihatçı çetelere destek son bulmalıdır” cümlesi de solun içler acısı halinin bir kez daha ikrarı. Konu IŞİD falan değil, “cihatçı tüm çeteler”.

Yani ABD’nin başındaki koalisyonun, Esed ve Maliki’nin hâlihazırda uçakları ve kara harekâtıyla bombaladığı direniş örgütleri! İlginçtir ki, tıpkı Gezi sonrası -mezkûr bildiriye de imza atmış olan- taleplerin küresel güçlerin istekleriyle uyuşması gibi, aslında burada da AKP’den talep edilenler ya da direniş gruplarına bakış açıları tam da bölgeye yabancı ve düşman unsurların perspektifleri ve amaçlarıyla örtüşmekte.

Tabii bu “devrimci” arkadaşlar ellerindeki anti-emperyalist tokmağı da bırakma niyetinde değiller. Mesela Halkın Türkiye Komünist Partisi (HTKP) tarafından İstanbul'da Haliç Metro Köprüsü'ne asılan büyük bir Kobani pankartında "ABD'ye, AKP'ye, Gericiliğe Geçit Yok! Diren Kobane, Diren Suriye, Diren Türkiye!" yazılıydı. Bu şifreli pankartın düğümünü çözebilene aşk olsun!

Yine mesela Komünist Parti (KP) yayınladığı 11 maddelik deklarasyonda; “Komünist Parti, Kobane'de Kürt halkının üstüne çöken katliam tehdidini, onlarca kentte Kobane'yle dayanışma eylemlerine yönelen resmi ve sivil faşist saldırıları, Suriye'nin başka bölgelerinde IŞİD, ÖSO ya da benzeri gerici terör örgütleri eliyle sürdürülen emperyalist saldırganlığı şiddetle protesto etmektedir.” diyerek zırvalıkta zirveyi zorluyordu.

Birincisi, bunlara göre AKP ve gerici terör örgütleri (yani İslami direniş grupları) eliyle bölgede bir emperyalist saldırganlık sürdürülüyordu. Herhalde ABD’ye destek olan Esed ve destekçilerinden Rusya da bu emperyalist saldırganlığa geçit vermemek için orada bulunuyorlardı. Ne anlamlı ne tutarlı ne erdemli bir duruş değil mi? Yüz binlerden hiç bahis açma; Hama, Humus, Halep, Dera, Deyruz-Zor, Lazkiye, Yermuk, Bağat, Felluce, Anbar hiç yaşanmamış gibi farz et; koalisyonun orada gerçekte kimleri vurduğundan hiç bahis açma; istemem yan cebime retoriği kullan ama anti-emperyalizmden de hiç ödün verme!

İkincisi de “resmi ve sivil faşist” saldırılar retoriği! Adam sanki Benelux ülkesinde makale yazarı. Sanki “Türkiye askeri olarak BM nezdinde müdahalede bulunmalı” diyen bir Alman Sol Parti mümessili. Yahu hangi resmi ve sivil faşist saldırılar?! Tıpkı ÖDP’de de olduğu gibi PKK/HDP sanki hiçbir çağrıda bulunmamış, sanki bölgede Faşist/Stalinist saldırılar bölge Müslümanlarına yapılmamış; sanki binanın üzerinden atılıp arabayla önce çiğnenen, sonra benzin dökülüp yakılan insanlar Batı Şeria’dan, Kürdistan’dan değil! Ve dahi onlarca vahşi ölümün sorumlusu bizatihi mezkûr ortak bildiriye de imza atanlar değil! ÖDP’ye göre de iç savaş kışkırtıcılığını bizzat yapan AKP’nin kendisi. Ama aynı ÖDP AKP’den aynı zamanda şunları talep ediyor:

“Hükümet Kobanê’nin düşmesine ve bunu izleyecek bir katliama seyirci kalmamalı, buradaki direnişin ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli yardımların yapılabileceği bir yaşam koridorunu açmalıdır.

Kobanê’den yaralı geçişleri kolaylaştırılmalı, sınıra bir sahra hastanesi kurulmalı, ağır yaralıların helikopter ambulansla taşınması sağlanmalıdır.”

Daha hükümetin buralarda ne yaptığından, hangi yardımları ilettiğinden, hastanelerde kaç tane PYD militanının olduğundan habersiz bu “devrimci beyler” bununla da kalmıyor. Bütün sol yapıların ortak talebi şu aynı zamanda:

“Tampon bölge, uçuşa yasak bölge gibi müdahaleci planlardan vazgeçilmelidir!”

Yani?!

Yanisi şu: Esed ve ABD/Koalisyon Suriye halkını canından bezdirsin, katliamlar devam etsin, yeter ki cihatçı teröristler nefes alamasın! Bir bir vurulsun. Zaten emperyalist planın birer parçası onlar!

Tampon bölge, uçuşa yasak bölge gibi müdahaleci planlardan vazgeçilmelidir!” gibi vicdansız ve ahlaksız bir öneri ancak bölgenin Müslüman halklarıyla hiçbir ünsiyet bağı kalmamış olan ve teorisiyle pratiğiyle artık aslına dönüp Batı merkezli bölge ve dünya perspektifinin galebe çalması için gerekirse tüm Ortadoğu’nun yanıp kül olmasına timsah gözyaşlarıyla bakacak olan bir akıl tutulmasının ve dahi İslam düşmanlığının neticesi olabilir. Aslında aşağıdaki tespitler bu söylediklerimizi veciz bir tarzda özetliyor:

“Rojava gibi demokratik, özgürlükçü laik bir bölgenin yok edilip yerine IŞİD katillerinin yerleşmesine göz yumulduğu takdirde bunun dönüp Türkiye'yi vuracağı ve Pakistan’ın son 15 yılda yaşadıklarının bir benzerinin Türkiye'de yaşanacağı…”

Bu sözlerin Esed’in, Rusya’nın ya da emekli CIA yöneticilerinin sözlerinden bir farkı var mı? Demokratik ve laik güçler IŞİD’in yaptığı iddia edilenlerle mukayese kabul etmeyecek katliam ve işkenceleri bölge halkına yapsın; bu cihatçı terör şebekelerinden kurtulmak için gerekirse tüm dünyanın jetleri bölgede uçsun; tercihini İslam’dan yana yapmış ve bu çeteleri bağrında besleyen halklar bu yanlış tercihin bedelini ödesin; yeter ki, laik/demokratik örgütler yaşasın; bölgenin Batıcıl ruhu(!) olmaya devam etsin!!

İşin gerçeği direnişe dönüşemeyen, kahramanlık destanları yazılmasına vesile olamayan Stalingrad (pardon Kobani) diren(e)meyişi ve yenilgisi bu “devrimcilerin” PKK tezleri üzerinden devrimcilik oynayabilmelerine -tıpkı geçen yıl Rojava’da olduğu gibi- vesile oldu, olmadı değil. Lakin bu çevreler zaten “Emperyalizm anti-emperyalist Esed’i devirmek için gelecek.” yalanına kendilerini o kadar kaptırmışlardı ki, aynı türküyü 3,5 yıldır Baasçılık üzerinden çığırmaktaydılar. Kobani’nin bunlar için bir bahane, yeniden tarih yazabileceklerini zannettikleri teatral bir zemin olduğu unutulmamalı.

Eğer gerçekten Kürt halkını ve onun kadim değerlerini düşünüyor olsalardı; Ortadoğu’da halklar arasından bir tercih asla yapmadan, bu halkların kaderinin bir olduğunu görerek, birinin akıbetinden diğerinin beri kalamayacağını düşünerek hareket etmeleri gerekirdi.

“ABD işgali neden bir sosyalist direniş doğurmadı?” diye oturup düşüneceklerine, bu işgale ve onun neticelerine bir şekilde direniş gösteren yapıları ABD ve Batı ağzıyla karalamaktan ve pişkince bunların da kaynağının Batı olduğunu söylemekten geri durmuyorlar.

İçine düştükleri çelişkileri mahirce örttüklerini, tutarlı pozisyonlar edindiklerini, “biz söylemiştik” teraneleriyle (eski dünyanın perspektifleriyle) Ortadoğu çözümlemeleri yaptıklarını zannediyorlar. Bölgenin Müslüman halklarının maslahatına mugayir, sekülerleşme yolunda bir hayli yol aldığını düşündükleri Kürt halkının da sırtına binerek tezlerinin yeniden canlanacağını varsayıyorlar. Ancak hem emperyalizme olur verme hem de bölge düşmanı diktatörlere daha fazla entegre olma yolunda ilerlediklerini göremiyorlar. Kürt’ü, Türkmen’i, Arap’ı ve onların ürettikleri çözüm yollarını bedelleri olmakla birlikte meşru ve meşru olduğu kadar da alternatifsiz olduğunu göremiyorlar.

Bazıları göremiyor ama bazıları da ABD-Batı Şebbihalığına soyunmaktan geri durmuyor. Bunların başında da Gezi’nin “devrimci yoldaşlarından” Cengiz Çandar geliyor. Ona hassaten değinmemizin sebebi, artık internette tek bir tuşla anında yılların arşivinin masa üstüne getirilebildiği bugünlerde pişkince, arsızca, ikiyüzlüce satırların nasıl karalanabildiğinin bir örneğini serdetmek. Hatırlanacak olursa Çandar, Gezi’de hevalleri sadece Taksim’e değil, bölgede de direnişe ve Kürt sorununu çözemeyecek olan bu iktidarı devirmeye çağırıyordu canhıraş bir şekilde. İşte bu halk darbesi(!) heveslisi, ABD-Batı sözcüsü ve muhtemelen emekli olmaya ölene dek pek niyeti olmayan zat, bu defaki yazılarında Kobani üzerinden hükümete akıl verip; “Eğer hükümet Batı nezdinde imaj tazelemek ve Kürt sorununun çözümü konusunda elini güçlendirmek istiyorsa Kobani’ye sadece omuz vermek değil, bizatihi askeri operasyonla IŞİD’e karşı tam destek vermeli” mealinde çağrılarda bulundu. Eğer Alzeimer hastalığına tutulmadıysa dün yazdıklarının muhtemelen Türkiye’de okunup okunmadığından ziyade, New York’ta, Washington’da okunup okunmadığını umursuyor olmalı. Göze girmiş olduğunu bizim müjdelememize gerek var mı?

Tabii kafaların iyiden iyiye karıştığı bu ortamda, Çandar’ın sinsi, pişkin ve fütursuzca sarf ettiği politik talepler bazen mahcup bir edayla ve acabalı cümlelerle, bazen de yine açıktan hem liberal hem de “muhafazakâr” kalemlerden de sadır oldu.

Kendi Nefislerine Zulmetmekte Olduklarını Görmüyorlar

Ulusalcılık tam bir virüs. Her türlüsü. Bugün bölgede yaşanan iyilikleri de olumsuzlukları da propagandaları eşliğinde Ortadoğu halklarının maslahatlarına mugayir bir tarzda, bölgeye müdahale amacı taşıyan güçlerin lehine, yeter ki kendi ajandalarında var olan hedefler yerine gelsin diye umarsızca pratiğe döken bir vandallığa sahip. İnşa edilecek olanın göz boyaması, yitip gidenlerden, yakılıp yıkılanlardan daha ehven.

Bu çevreler ve bunlara sempatiyle bakanlarla sosyal medyada yaptığımız bir tartışmada şu vurgularda bulunmuştuk:

“Maliki binleri vurdu umurunuzda olmadı. Esed yüz binleri vurdu, posterlerini taşıdınız, adına konserler verdiniz. ABD/Koalisyon güçleri sivil halkı katlediyor, bölgeyi, Irak ve Suriye’yi kana buluyor, evet IŞİD de çorbalarına tuz katıyor. Esed memnun, İran memnun, Suud memnun, Kobani olmasaydı bıyık altından gülecektiniz; şimdi ise halkın mağduriyeti üzerinden zaten var olan İslam düşmanlığınızı tepe tepe sokaklara döktünüz. AKP ve Erdoğan düşmanlığınız da ideolojinizi besleyen tuz biber oldu. Geldiğiniz nokta intihar bilmem farkında mısınız? Fareli köyün kavalcısı durumunda olduğunuzdan ve Kürt halkının acılarını kullandığınız çok iyi bilindiğinden kimse artık propagandalarınıza prim vermiyor. PKK eleştirilerini Kürt halkına yapılmış gibi sunmanıza da artık insanların karnı tok. Yalnızlaştıkça daha fazla küresel emperyalizmin ve bölge diktatörlerinin kucağına düşüyorsunuz. Belki bu sizi bir süre daha aktör kılabilir ama sadece yardımcı aktör ya da figüran. Gücünü tıpkı Kemalistler gibi halkını yozlaştırmaktan ve küresel emperyalizmden alan her yapı Ortadoğu denizinde boğulmaya mahkûmdur. Bu sadece sizin için değil, kendini İslam’a refere ettiğini savunan irrasyonel yapılar ve devletçikler için de geçerli. O günler çok uzak değil.”

Bir diğeri ise şuydu:

"Ne Kobani’ymiş ama. Şam'ı da Bağdat'ı da Felluce'yi de Halep'i de Humus'u da unutturdu. Kobani düşüyor diye ülkeyi yakan faşistler, nice analar, çocuklar, kadınlar, yüz binler düşerken toprağa Esed'i bağrınıza bastınız. Şimdi bile onun değirmenine su taşıyorsunuz. Bu kinle nereye kadar? Ne ettinizse kendi ellerinizle yaptınız, sağda solda kurban aramanız pisliğinizi örtemez."

Kendilerini İslam’a refere etmekle beraber PKK/PYD’nin Suriye politikasına ilişkin propagandalarından etkilenen ve bunları her daim paylaşan kesimlere cevap ve mezkûr propagandanın maskesini de düşürmek amacıyla şu paylaşımda bulunduk:

“Bir yalan tutturmuşlar gidiyor. Hepsinde aynı cümle. PYD garanti istemiş de muhalifler vermemiş, ne yapsaymış Kürt halkı Esed sonrasında da parya olarak mı yaşasaymış! Yalandan ölen olsaydı, bu propagandalarınızla bölgede tek bir Kürt milliyetçisi kalmazdı. Bu da faşistlerin binlerce yalan propagandasından biri. Bugünlerde bunu bütün Kürt milliyetçileri günah çıkarır gibi anlatıyor. Oysa koca bir yalan. Madem öyle diğer Kürt grupları neden muhaliflerle birlikte hareket ettiler? Suriye’nin bütünlüğü konusunda anlaşılmıştı ama PYD bunu kabul etmedi, diğer Kürt gruplarına da saldırdı, katletti. Liderlerini, gösteri yapan gençlerini öldürdü. 2013 Haziran ayında yaşananlara bakmanız bile kâfi gelir. Bu, 3,5 yıldır Esedçilik oynayanların düştükleri bataklıktan çıkabilmek için ürettikleri mazeretlerin en gülüncü. İslam düşmanlığını örtmenin, muhalif gruplara karşı fırsatçılığı gizlemenin, mahir(!) bir açıklaması. Katlettiğiniz diğer Kürt grupların liderlerinin ve gençlerinin ahı size yeter!”

Maalesef bazı Kürt İslamcı kesimlerin de bugünlerde PYD/PKK’ya yapılan eleştirileri “ırkçılık”la itham etmeleri de içine düşülen batağı göstermesi açısından manidar.

Çuvaldızı Kendimize de Batıralım!

Solu ve ulusalcı yapıları bu minvalde eleştirdik ama bir noktada da haklarını teslim etmek gerek. Mesela MLKP, DHKP-C ile PKK’nın birbirleriyle onca çatışma süreçlerine rağmen Kobani konusunda ittifak ederek “tam destek” açıklamalarında bulunmaları “din kardeşliği”nin önemli bir örneğini teşkil etmekte. Pek çok İslami camianın birbirlerine bu desteği sunmada gösterdikleri acziyet, bin dereden su getirme, pasifizm ve edilgenlik hali göz önüne alındığında, birbirlerine silah sıkan ve birbirlerinden can alan örgütlerin “direniş, birlik, beraberlik” mesajları geçmeleri, hakkı teslim edilmesi gereken bir tutum. 

Oysa Fatih Camii’nde bölgede katledilen Müslümanlar için kılınacak olan gıyabi cenaze namazı öncesi atılan twitler, sms’ler tam anlamıyla utanç vericiydi. İstanbul’da yapılacak bir eylemliliğin “PKK saldıracak” bahanesi ve maalesef korkusuyla gereken desteği görememesi, İslami yapıların hali pür melalini ortaya koymaktaydı. Peki, bu durumda bölgedeki Müslümanlar ne yapsın? Yüksekova modelini Van gibi iller başta olmak üzere bölgeye yayma stratejisi olarak hayata geçiren ve İslami kişi ve yapıları canından bezdiren ulusalcı faşistlere karşı bölge Müslümanlarına eleştiri getirmeye ya da yol yordam önermeye kimin hakkı kalıyor?

Bir diğer husus ise Suriye ve Irak gerçekliğini gereğince idrak edemeyen kardeşlere. Bölgede yaşanan PKK vahşeti ve çılgınlığının binlerle misliyle Hama’da, Humus’ta, İdlip’te, Şam’da, Dera’da, yıllardır yaşandığı, Irak’ın da Suriye’den bir farkının olmadığı görülmeli. Buradaki ulusalcı vahşetin Suriye’deki karşılığı da yine başka bir mezhebî-ulusalcılık histerisi ve Baasçı vahşet olduğu görülmeli. Oradaki kardeşlerimizin halkın yanında, katledilen bebeklerin, yaşlı ana-babaların, kirletilen bacılarımızın canlarının ve namuslarının bekçiliğini Allah adına yapmaya çalıştıkları görülebilmeli. Güçsüz olduğumuz ortamlarda bu kâfirlerin nasıl çanımıza ot tıkama yarışına girdikleri ve aslında Esed’in Suriye politikasının bir uzantısı olarak IŞİD bahanesiyle Müslümanlara ve Müslüman halka eziyet etme ve sindirme politikası takip ettikleri görülüp, Suriye halkının yaşadığı dramın gerçek faillerine karşı ortak hassasiyet ve birlikteliklerle hareket edilmesi gerektiği idrak edilmeli. Unutmamak gerekir ki, Ortadoğu’nun herhangi bir şehrindeki, herhangi bir halkın yaşadığı yangın, hepimizin yangınıdır ve failleri değişik gibi görünse de aslında amaçları birdir!

Açılım süreci perspektifimizi yenilemek ve buna göre yeni tutumlar belirlemek kadar, Ortadoğu ve İslam dünyası perspektifimizi de yenilemeye ihtiyacımız var, Çünkü eski dünyanın “İslamcılıklarının”, yani ümmetin genel maslahatlarına aykırı akide ve duruşlar sergileyen, zaman zaman sosyalizan jargonlardan, zaman zaman kendisini İslam’a refere etse de belli bir mezhebin ve kadim saltanatçı ya da milliyetçi menfaatlerin mefkûrelerine odaklanmış devletçiklerin İslamcılığının bittiği görülebilmeli!

Geçmişte Suud üzerinden kolaylıkla yapılagelen ABD karşıtı tezlerin sadece Suud’la bağlantılı olmadığı, bölgeye emperyal müdahaleleri kolaylaştıran politikalarda yalnızca Körfez ülkelerinin günah keçisi olmadığı görülebilmeli!