Kitaplar, Fuarlar ve Kültürel Politika

Asım Öz

Fuar sözcüğü, latincede şenlik, bayram anlamına gelen feria sözcüğünden türetilmiştir. Fuarlar endüstri devrimi ile birlikte üretim olanaklarının gelişmesi ve üretimin artması sonucunda oluşan stokların birikmesi, pazar yetersizliği ve işsizliğin artması sorunlarına çözüm olarak ortaya çıkmıştır.

Endüstri devriminin ve 19. yy’ın ilerlemeye olan inancı sonucunda oluşan fuarların kökleri çok eskilere, tüccarların, meraklıların çok uzaklardan görmeye geldikleri Orta Çağ fuarlarına uzanmaktadır. Geçmişte fuarlar yalnızca, zamanın bilgisinin, birikimlerin ortaya konulduğu değiş-tokuşlarla yürütülen vitrinler olarak değerlendirilmiştir. Günümüzde ise fuarlar, dünyadaki gelişmeleri çok daha eksiksiz bir şekilde yansıtma ve paylaşma olanağı sağlayan oluşumlardır.

Fuar; çeşitli ürünler ile bunlara ait hizmetlerin sergilenerek teknik gelişmelerin tanıtıldığı, bilgi alışverişinin yapıldığı alıcı ve satıcının karşılaştığı çok sayıda ürünü kapsayan, önceden belirlenmiş yer ve zamanlarda açılan, özellikle önemli sanayi, kültür ve ticaret merkezlerinde kurulan, gelişmiş organizasyonlardır. Fuarların bir türü olarak kitap fuarları günümüzde giderek yaygınlaşan, geniş kitlelere ulaşabilen, ürünlerin tanıtıldığı, denenebildiği, karşılaştırılabildiği ürün sergileme alanları olarak dikkat çekiyor. Uluslararası kitap fuarlarına ise yalnızca satışın bir aracı olarak bakılmamaktadır. Fuarlar kitap yönünden pazarlama çalışmalarının tüm unsurlarını etkilemiş ve yalnızca satın alma işlemlerinin yapıldığı bir yer olmaktan çıkarak giderek büyüyen bir bilgi ve iletişim platformu olma niteliğini de üstlenmiştir.

Metalaşma ve Kitap Fuarları

Fuar mekanlarının ana işlevi iletişimdir. Fuara katılan firmanın ürünleri ve kadrosu ile ilk başta bilgi veren konumunda olmasına karşın, başlangıçta bilgi toplayan konumunda olan ziyaretçi, aktif bir durumuna gelmektedir. Fuar gibi geniş kapsamlı düzenlemelerde sergilemenin tam başarıya ulaşması için görsellikle hedeflenecek amaçlar, izleyicide oluşacak bilgilenmenin somut göstergeleridir. Fuar mekanlarında amaç, sadece satış değil aynı zamanda ve hatta bazen sadece tanıtımdır. Katılım amacı ne olursa olsun fuar mekanlarının en önemli sorunu izleyiciyi standa çekebilmektir. Stant tasarımı bir firmanın simgesi niteliğindedir. Birçok rakip katılımcı arasından ön plana çıkmak, ilgi çekmek, izleyicide merak uyandırmak aynı zamanda bir tasarım problemidir. Aslında meselenin düğümlendiği temel nokta da burasıdır. Hilmi Yavuz bu durumu şöyle açıklar: “Kitaplarının, kendi emeklerinden ayrılarak bir değişim–değerine dönüşmesinden ve 'moda' oldukları için çok satılmasından mutlu olan yazarlar, meta fetişizminin onları, kendi emeklerinin ürünü olan şeye, yani kitaplarına, yabancılaştırdığının farkında bile olmadan, stantlarda bekleşen alıcı ('okur' değil!) kalabalığına gülümseyerek bakıyorlar. Şimdi tıpkı herhangi bir şey gibi, kitaplarının 'moda' olmasıyla, 'yazar' kimliklerinin bir 'marka'ya indirgenmiş olması tedirgin etmiyor onları. Hiç etmiyor! 'Yazar' olarak değil, 'marka' olarak ve 'okur' karşısında değil, 'alıcı' karşısında bulunuyor olmaktan rahatsız değiller!” (Yavuz, 2001)

Kitabın pazarla ve piyasa ile ilişkisinin tarihine bakıldığında on altıncı yüzyılın sonundan başlayarak “Kitap basanlar okuryazar dünyasını yönlendirmeyi bırakıp, satışı garanti kitapları basma işine yöneldiler.” denebilir. Zengin olanlar mal varlıklarını hazır pazarın beklediği alanlarda üretim yaparak paralarına para kattılar.Eski kitapların yeniden basımları, geleneksel dini kitaplar ve her şeyin üstünde de Kilise Babaları tarafından kaleme alınmış kitaplar… Kimileri de okul kitapları pazarına yönelip, ders notları, dilbilgisi el kitapları ve alfabe sayfaları ürettiler. Bu eğilimin günden güne güçlenerek yaygınlaştığını görebiliyoruz artık.

İstanbul'da, Ankara’da, İzmir’de, Adana’da, Bursa’da birbiri ardı sıra kitap fuarları açılmaya başladı. Yeni olanlar da var; yıllardır devam edenler de. Fuar alanlarının en belirgin özelliği ise iyi ile kötü olanın, nitelikle niceliğin birbirinden ayrılamadığı; ama markalı niceliğin göz alıcı bir ihtişamla öne çıktığı yerler olmasıdır. Örneğin Franfurt Kitap Fuarı 190.000 metrekare üzerine kurulmuş ve 110 ülkeden yaklaşık 8000 yayınevinin kim bilir kaç milyon kitabının sergilendiği bir alanda kurulmuş küçük bir dünyadır. Okurun bu çokluk/tekasür içinde iyi olanı arayıp bulabilmesi ve göz alıcı ihtişama tevessül etmemesi için sıradan olmayı reddeden aykırı bir bilinçle donanmış olması gerekir. Öte yandan çokluk temelli hegemonya biçimi oldukça yaygınlaşmaktadır. Sanatçının geleceği sezme ve görme yetisinin de bir örneği olarak okunabilecek olan, Benjamin’in 1927’de yazdığı ve konumuzu çok ilgilendiren Pasajlar’dan bir bölüm aktaralım. Benjamin kitabının Dünya Fuarları bölümünde, Marx'ın Das Kapital'de 'meta fetişizmi' diye kavramsallaştırdığı duruma bir gönderme yaparak “Dünya fuarları, adına mal denilen fetişin hac yerleridir.” der. Benjamin'in bugün Türkiye'deki kitap piyasasındaki meta fetişizmine ışık tutan başka bir tespiti daha var: “Mal denilen fetişe hangi dinsel törenlerle tapılacağını, moda saptar (…) Dünya fuarları malın değişim–değerini çarpıtır: Kullanım değerinin arka plana itildiği bir çerçeve yaratır. İnsanın zaman geçirmek için, içerisine daldığı bir fantazmagori (Fantazmagori: Yok ama var, var ama yok kavramıdır. Örneğin; sanal dünya vardır ama öyle bir dünya yoktur.)oluşturur. Eğlence endüstrisi de insanı malın eriştiği düzene yükselterek, bu fantazmagoriye girmesini kolaylaştırır. İnsanoğlu da kendine ve başkalarına yabancılaşmasının tadını çıkararak, kendini böyle bir dünyanın yönlendirmesine bırakmış olur.” (Benjamin, 2001) Yazar markalarının kültürel sermayenin en cafcaflı yanını oluşturduğu günümüz koşullarında bu sözlerin yazar ve okur, okur ve kitap, yayınevi ve kitap arasındaki ilişkilerin değişen niteliğini daha da anlaşılır kıldığı ortadadır. Octavio Paz gibi “Çok satanlar edebi eserler değil, ticari eşyalardır. (…) Piyasanın mantığı, edebiyatın mantığı değildir.” (Paz, 1997) diye düşünsek bile çelişkili biçimde bir yanımız hep markalı yazarların dünyasında gezinmeye devam eder.

İki Fuar Arasındaki Kültürel Açı Farkı

Türkiye’de çok az sayıda fuar alanı olduğu, kapasite açısından ele alındığında ise mevcut fuar alanlarının yeterince büyük olmadığı ve birçoğunun teknik alt yapı açısından yeterli alt yapı koşullarına sahip olmadığı görülmektedir. Konumları bakımından da fuar alanları ya şehrin çok merkezi bir bölümünde ya da ulaşımın zor olduğu şehrin sınırlarının çok dışında kurulmaktadırlar. Örneğin İstanbul TÜYAP, Beylikdüzü merkezinden oldukça uzaktadır. Bu da alanın fonksiyonelliğini ve cazibesini azaltmaktadır. Diğer yandan Sultanahmet fuar alanı, şehrin merkezinde olmasına karşın, teknik alt yapısı ve kapasitesi bakımından oldukça zayıf özelliktedir.

Türkiye Diyanet Vakfı tarafından bu yıl 27.’si düzenlenen geleneksel Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı her yıl olduğu gibi bu yıl da Ankara'da Kocatepe Camii ve İstanbul'da ise Sultanahmet Camii avlusunda yapıldı. Fuarda her iki ilde toplamda 255 yayınevinin kitapları yer aldı. Her yıl Ramazan ayının ilk haftasında kurulan ve yoğun ilgiyle karşılanan fuara gelen ziyaretçiler kitapları yüzde 60'a kadar indirimli fiyata alabiliyor. Fuarda önceki yıllarda sadece milliyetçi, muhafazakâr ve İslamcı yayınevlerinin kitapları bulunabilirken her geçen yıl yayınevleri bakımından bir genişleme yaşandığı görülüyor. İlk defa 1983 yılında 'Dini Yayınlar Kitap Fuarı' olarak başlayan etkinliğin adı 1996 yılından itibaren toplumun her kesimine hitap etmek amacıyla Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı olarak değiştirilmişti. Çeyrek asrını deviren fuara yaşanan yoğun ilginin aynı düzeyde kültürel aktivitelerle desteklenebildiğini söylemek mümkün değil.

Türkiye Kitap ve Kültür Fuarıfuar anlayışı ve konuya yaklaşım bakımından hem TÜYAP Kitap Fuarı’ndan hem de diğer ülke fuarlarından büyük farklılıklar göstermektedir. Fuar organizasyonlarında ise çok büyük eksiklikler ve kurumsallaşamamış bir düzen hakimdir. Fuar alanının yeterli büyüklük ve alt yapıda olmadığı görülmektedir. Her yıl ayrı bir tema çerçevesinde, okurla yazarı buluşturan ve bu yıl 28.’si düzenlenecek olan İstanbul Kitap Fuarı ise, kültür ve edebiyat etkinliklerini de kapsaması bakımından Diyanet’in düzenlediği kitap fuarlarından daha kaliteli olmasıyla dikkat çekmektedir. TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi- Beylikdüzü'nde düzenlenen İstanbul Kitap Fuarı’nda fuar süresince söyleşi, panel, şiir-dinletisi ve çocuk etkinlikleri gibi oldukça fazla üzerinde kültür-sanat etkinliği ve o yılın teması çerçevesinde yurtdışından konuk yazarların katılımıyla çeşitli söyleşiler gerçekleştirildiği hatırlandığında bu kültürel fark iyice belirginleşmektedir.

Türkiye Diyanet Vakfı tarafından düzenlenen Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı’nda sadece yazar, sanatçı, bilim insanı, gazetecilerin kitaplarını imzalaması dışında bir kültürel etkinlik genelde rastlanan bir durum değil. AyrıcaTÜYAP Çocuk Kulübü bünyesinde, okuma, söyleşi, drama çalışması ve resim atölyeleri gibi çocuk etkinliği yapılırken Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı bu anlamda herhangi bir etkinlik yok.

Kitap fuarlarınınbu boyutlara ulaşacağının kestirilemediği zamanlardan kalma alışkanlıklarla 'malzemesi kitap olan birfuarı' bu anlayışla sürdürmek çok anlamlı deği. Türkiye Diyanet Vakfı tarafından düzenlenen Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı yalnızca sayısal olarak büyümekle kalmamalı, nitelik olarak da geliştirilmelidir. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı, “yılda bir kez, belli bir zaman dilimi içinde (Ramazan ayında) yayınevlerini, yazarları ve okuru buluşturma” ilkesini, kalıcı bir geleneğe dönüştürme başarısını fuarın sacayağına kültürel etkinlikleri de katarak,fuarıkültürelleştirmeyi başarması gerekiyor. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı, kendi özgün koşullarında biçimlenmiş, gelişmiştir. Başarısı, gerek yayıncılardan gerekse okurlardan gördüğü yoğun ilgiyle kanıtlanmıştır. Aradan geçen yıllarda Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı’nın düzenleyicileri, fuarı, salt ticari faaliyetlerle, salt kitap alışverişiyle sınırlı bir mekân olarak görmediklerini ortaya koyacak bir atılım gerçekleştirememişlerdir.

Kültürel/Siyasal Bir Misyon Olarak Uluslararası Kitap Fuarları

Fuarlar ister ulusal olsun ister uluslararası olsun, kitap tanıtım ve pazarlamacılığının en etkin araçlarından biridir. Yayıncıların, ürünlerini, firmalarını ve hizmetlerini çağdaş yöntemler ile fuarlarda tanıtmaları günümüzde büyük önem taşımaktadır. Bu fuarlar, “uluslararası kitap fuarları” olduğunda ise konu yeni bir boyut daha kazanmaktadır. Uluslararası kitap fuarları, ticari amaçlar yanında kültürel/siyasal bir misyon da taşımaktadır. Her iki nedenle yayınevlerinin bu fuarlara katılımı ya da katılmamaları daha da anlamlı olmaktadır.

Uluslararası kitap fuarları, öncelikle yayınevlerinin ekonomik olarak varlıklarını sürdürebilmeleri yönüyle büyük önem taşıyor. Bu fuarlar, yayınevleri için yabancı yayıncılarla buluşabilecekleri ve telif görüşmelerini yürütebilecekleri bir zemin oluşturuyor. Böylece telif alışverişinde bulunabilmeleri için yayınevlerinin önü açılıyor.

Uluslararası kitap fuarları, ticari yönle birlikte yayınevlerine yayıncılığı uluslararası düzeyde takip edebilme imkânını veriyor. Yayıncılık alanındaki gelişmeleri izlemek hem tek tek özel yayınevleri açısından hem de bir bütün olarak ulusal yayıncılık açısından önem taşıyor. Bu sayede yayınevleri, dünyadaki değişim ve gelişimlere göre kendilerini geliştirme ve dolayısıyla yayıncılığın yeniden yapılandırılmasında rol oynama fırsatını yakalama imkanına ulaşıyorlar.

Kültürlerinin tanınırlık boyutunu farklı ülkelere taşımak isteyen ülkeler, uluslararası kitap fuarlarına katılıyor. Çünkü kitaplar, ülkelerin tarihsel, kültürel, sanatsal ve edebî birikimlerinin en etkin aktarım araçları olarak kabul ediliyor. Uluslararası kitap fuarları da bu kaynaklar ile insanları özellikle de uzmanları, öğrencileri ve kitap fuarlarını takip eden entelektüel kitleyi buluşturuyor.

Uluslararası kitap fuarları, siyasi ilişkilerin yönlendirilmesinde de önemli rol oynuyor. Siyasi ilişkilerin mutlaka kültürel ilişkilerle desteklenmesi gerektiği, günümüzde bütün ulusal devletler tarafından çok iyi biliniyor. Artık ülkeler, siyasi ilişkilerini geliştirmeyi istedikleri diğer ülkelerle ya da meşruiyetlerini dünya kamuoyuna kanıtlamak için önce kültürel köprüler kuruyor. Bu durum uluslararası kitap fuarlarının hem ticari hem de kültürel ve siyasi yönlerden önemli açılımlara sahip olduğunu açıkça göstermektedir.

2008 yılı içinde fuar ve politika ilişkisini açık biçimde ortaya koyan Paris Kitap Fuarı ile Frankfurt Kitap Fuarı’na değinmek gerek. Açılışını Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile işgalci İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’in yaptığı 14-19 Mart 2008 arasında Paris Sergi Sarayı’nda düzenlenen Fransa’nın en büyük edebiyat buluşması Paris Kitap Fuarı’nın bu yılki “onur konuğu” tercihinin İsrail olması kitap fuarı ve politika ilişkisini düşündüren ve daha da önemlisi kültürelin siyasallıkla içli dışlı oluşunun önemli bir göstergesiydi. Fuar yönetiminin tercihinin İsrail devletinin 60. kuruluş yılına denk gelmesi Arap-İslam dünyasının bu yılki etkinliği boykot etmesine neden oldu. Öyle ki, Lübnan başta olmak üzere, Fas, Tunus, Cezayir, İran, Mısır ve Yemen derhal katılımlarını iptal edip, yazarlarını geri çekti. Ne var ki, “Yakubian Apartmanı” adlı eseri, geçen yıl dünyada en iyi satan kitaplar arasına giren Mısırlı yazar Alaa al-Aswani ve Filistin asıllı Amerikalı kadın yazar Susan Abulhawa, İsrail’in onur konuğu olmasını şiddetle eleştirmekle birlikte, fuara katılma kararı aldılar.

Paris Kitap Fuarı’nı düzenleyen Fransız Ulusal Yayıncılar Sendikası yetkilileri“Davetli olan İsrail devleti değil, İsrail edebiyatıdır. Kültür insanları kapıyı kapatmaktansa tartışmayı tercih etmeli, sırtını dönmek yerine birbirine anlayışla yaklaşmayı denemeli. Seçimimiz siyasi değil, edebi bir seçimdir.” diyerek seçimlerinin nesnel olduğunu savunma gereği duymuşlardı. Fas merkezli İslami Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (ISESCO) 50 üye ülkeye boykot çağrısında bulunurken ve “Filistin halkını hedefleyen katliam, baskı ve ambargo politikası uygulayan İsrail’e böylesi bir ayrıcalığın tanınmış olmasına karşı” olduğunu belirtirken fuara davet edilen İsrailli yazarlardan bu protestoya katılarak gelmekten vazgeçen bir tek şair Aaron Shabtai oldu. Aaron Shabtai gerekçesini şöyle dile getiriyor: “Sivil halka her gün saldıran işgalci bir devletin herhangi bir kültürel haftaya davet edilmeyi hak etmediğini düşünüyorum.”

Kimi yazarların ‘AKP organizasyonu’ olduğu gerekçesiyle katılmayı reddettiği, Türkiye’nin ‘konuk ülke’ olacağı 14-19 Ekim tarihleri arasında Almanya’nın başkenti Frankfurt’ta gerçekleştirilecek 60. Frankfurt Kitap Fuarı etkinlikleri ise düzenlenişinden içeriğine, içerikte yapılan değişikliklerden protestocu yazarlara kadar politik konumlanışın kültürel sermayeyi nasıl biçimlendirdiğini ortaya koyan bir organizasyon olarak hatırlanacaktır.

Fuar için çeşitli yazar örgütlerinden oluşturulan komite, söz konusu etkinliğin “hükümetin değil, yayın dünyasının bir organizasyonu” olduğunu açıklayarak politikanın bu etkinlik üzerinde etkili olmadığını belirtme gereği duydu ama tartışmalar sonuçlanmadı. Açılış konuşmasını Nobel Edebiyat Ödüllü Orhan Pamuk’un, kapanış konuşmasını ise şair Gülten Akın’ın yapacağı fuara katılacak 300’ü aşkın yazar var. Fuar için “Orhun Yazıtları’ndan Nobel’e Türk Edebiyatı” başlığıyla hazırlanan belgesel, ülke tanıtımında kullanılacak. Komitenin belgesel çekimlerini yaptırdığı ajansın arkasında yapımcı rolüyle AKP MKYK üyesi Ayşe Böhürler’in bulunması özellikle sol Kemalist çevrelerin eleştirisine konu oldu. Ayşe Böhürler ise Frankfurt Kitap Fuarı’nda Türkiye’yi temsil eden hiçbir ismin siyasi çıkışına izin vermeyeceklerini, bunun için de belgesel içinde “siyasetin s'sinin bile yer almasını istemediğini, yalnızca edebiyatı yansıtmayı hedeflediklerini” ifade etti.

PEN Yazarlar Derneği üyelerinden yazar Leyla Erbil ise "Yazarlar taraflarını seçerler; yazmayı, sanatı bırakabilirler bile. Hayat politikayla edebiyatı birbirinden ayrı tutmaz. Bugün, rejim değiştiriliyor, gelense ne halk devrimi, ne sosyalizm, ne demokrasi, ne şu ne bu; sadece Ortaçağ kafası!” diyerek politika ile hayatı ayrı tutmadığını ortaya koydu. Erbil, bu bütüncül bakışından kaynaklanan siyasal tavrı ile Frankfurt Kitap Fuarı’na katılmayı reddetti. Erbil’in “İşine geldiğinde yazarları kullanarak kendine pay çıkaran AKP’yi ve onun Kültür Bakanı’nı protesto ettim. Frankfurt Kitap Fuarı için yaptıkları daveti reddettim.” şeklindeki açıklamasının ardından, Tahsin Yücel ve Kaan Arslanoğlu da kendilerine yapılan daveti reddederek Frankfurt Kitap Fuarı ile AKP'yi özdeşleştirdiklerini ortaya koydular. Yazar Kaan Arslanoğlu’nun, fuarı protesto nedenine ilişkin yaptığı açıklamalarda hem kültürel politikaya hem de fuarların mantığına ilişkin itirazlarını görmek mümkün: “Leyla Erbil’e bu onurlu davranışı için saygılarımı sunuyorum, ben de fuara katılmama kararı aldım. Bu kararda, AKP ve kültür politikalarının gericiliğinden çok, bu tür organizasyonlar aracılığıyla AKP gericiliğini üreten ve destekleyen liberal sol çevrelerin payı var. TÜYAP Kitap Fuarı’na da katılmıyorum, buraya hiç katılmam.” şeklindeki açıklamasının sol Kemalist körlükten kaynaklanan boyutları bir yana, edebiyat dünyasını ticarileştiren, piyasacılaştıran anlayışa karşı çıktığı boyutları bir yana koyarak değerlendirmek fuarların mantığını anlamamıza imkan tanıyacaktır. Fuara ilişkin olarak bu tartışmaların yapılması her şeyden önce bu ülkedeki sol Kemalist körlüğü görmemizi sağlamakta.

Frankfurt Kitap Fuarı Komitesi, Ulusal Yürütme Komitesi Eşbaşkanı Müge Gürsoy Sökmen, Yazarlar Komitesi Moderatörü Enver Ercan, Yayıncılık Komitesi Moderatörü Münir Üstün, Konferanslar ve Bilimsel Toplantılar Komitesi Moderatörü Tanıl Bora imzasıyla yapılan açıklamada, bu tür eleştirilere karşı şöyle denildi: “Türkiye’de yazarların, çizerlerin, sanatçıların, aydınların siyasi otoriteden tedirgin olmak için haklı sebepleri vardır. Aslında sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada böyledir, her zaman böyledir; edebiyatın, özgür düşüncenin doğası gereği böyledir! Öte yandan unutmamalı ki, Frankfurt Kitap Fuarı, devletler ve hükümetler arası bir organizasyon değil, yayın dünyasının bir organizasyonudur. Dünya yayıncılığının bir platformudur. Dünya edebiyatlarının ve kamusal düşünce üretiminin, yayıncılık deneyimleri ve piyasası aracılığıyla buluşturulduğu bir zemindir.

Kuşkusuz devletler ve hükümetler (bütçeleri ve organizasyonları ile) Frankfurt Kitap Fuarı’na katılımda etkin oluyorlar; zaten kamusal bir kaynak niteliği taşıyan devlet bütçelerinden bu organizasyona pay ayrılması, bir lütuf değil, bir sosyal hak olarak düşünülmelidir. Fakat sonuç olarak katılımın içeriğini oluşturan, yayıncılar ve yayıncılık aracılığıyla edebiyatçılar, sanatçılar, yazarlardır. Frankfurt Kitap Fuarı’nda bir araya gelen gazeteciler, yazarlar, eleştirmenler, okurlar, kitabı sevenler, kitaba inananlar olarak; orada karşılaştıkları takdimin resmi hüviyetinden çok, kitaplarla, yazarlarla ilgilenirler; orada bir resmiyet, bir propaganda havası sezdiklerinde zaten yüzlerini çevirirler! Her şeyden önce hesaba katılması ve güvenilmesi gereken, bu olmalıdır.”.Daveti geri çeviren yazarlar kararlarını gerekçelendirdiler. Ama katılacak yazarların çoğunun ne soru sorma ne de katılma gerekçelerini açıklama yönünde bir davranış sergilememeleri suskunluğun ‘ülke tanıtımının derinliği’ ile gerekçelendirildiği izlenimini edinmemizi sağlıyor.

Frankfurt Kitap Fuarı üstünden yapılan tartışmalar fuarın salt bir yayıncılık platformu olmadığını, Türkiye’nin konuk ülke olması fırsatını, bir diplomatik-turistik-folklorik tanıtım ve güzelleme vesilesi olarak görme eğiliminin; Türkiye’nin yayıncılık deneyimini, edebiyat ve düşünce birikimini bütün yelpazesiyle görünür kılarak değerlendirmenin önüne geçmiş durumda olduğunu gösterdi. Bu bakımdan Frankfurt Kitap Fuarı, Türkiye yayıncılığının ve edebiyatının, kendi muhasebesini yapması için bir vesile olduğu gibi Türkiye’deki kültürel politikaların kırılma alanlarının izinin sürülmesine katkı yapmış oldu.

Tartışmaların, kitap piyasasının durumu ne olursa olsun yine de her defasında kitaplara ulaşmak için önemli etkinliklerdir fuarlar. Ne olduğumuzu ve nerede olduğumuzu görebilmek için sürekli kendimizi ve çevremizi okumak durumundayız. Okumak, neredeyse nefes almak kadar temel bir işlevimiz. Bu nedenle okumak, toplumsal sözleşmenin ilk adımı sayılır. Bunun için okurun da okumayı öğrenmesi gerekmektedir. M.Ö. 5. yüzyılda okur, tomarı bir eli ile açarken diğeri ile sararak, metni bölüm bölüm görerek, sesli okumak zorundaymış. Beş yüz sayfalık bir kitabı ağır bir rulo halinde elinizde tuttuğunuzu düşünün. Eski okurlar epeyce kol kası yapmış ve amansız sırt ağrıları çekmiş olmalı. Günümüz okurunun, bunca konfora rağmen, Kitab’la ve kitaplarla ilişkisini sıkı sıkıya tuttuğunu söyleyebilseydik keşke.

Alberto Manguel'in Okumanın Tarihi’nden bir bölümle noktalayalım bu yazıyı. Borges’in bir defasında Manguel’e, 1950 yılında Peron tarafından entelektüellere karşı düzenlenen popülist bir gösteride göstericilerin, “Ayakkabıya Evet - Kitaba Hayır!” diye bağırdıklarını anlatır ve ekler: “… Halkçı rejimler unutmamızı isterler ve bunun sonucu olarak da kitapları gereksiz bir lüks olarak nitelerler; totaliter rejimler düşünmemizi istemez, bu nedenle de yasaklar çıkarır, gözdağı verir ya da her ikisini birden yaparlar, çoğunlukla aptal olmamızı ve uysalca aşağılanmayı kabullenmemizi isterler, bu nedenle de düzeysiz basmakalıp yapıt tüketimini desteklerler. Böyle koşullar altında okurun aykırı olması kaçınılmazdır."

 

PAZ, Octavio (1997) Öteki Ses, Çev: Murat Varlı, İnkılâp Kitabevi, İst.

BENJAMİN, Walter (2001) Pasajlar, Çev: Ahmet Cemal, YKY, İst.

YAVUZ, Hilmi (2001) Özel Hayat’tan Küreselleşme’ye, Boyut Kitapları, İst.

MANGUEL, Alberto (2001) Okumanın Tarihi, Çev: Füsun Elioğlu, YKY, İst.