"Biz Kitab'ı sana, her şeyin açıklayıcısı, müslümanlara da bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik"1.
Giriş
Bir toplumu "zulumattan nura çıkarmak", o toplumun duyarlı ve muslih bireyleri arasında bir "iman gerilimi" oluşturabilmek, ilmi dinamizme münbit bir zemin hazırlayarak hayatı kurup şekillendiren ameller manzumesinin neşv-ü nema bulmasını sağlamak; doğruya ve ileriye yönelik bir sıçrama yapabilmek için elbette önce beyinlerin uyandırılması, dimağların aydınlatılması gerekmektedir.
Zihinleri ipotek altına alınmış, kirletilmiş, rehnedilmiş, zaafa uğratılıp kısmen özürlü hale getirilmiş insanların çoğunlukta olduğu bir toplum; zihnî/fikrî yönden irtifa kaybedip sürekli dumura uğrayacak, körelme ve düşkünlük içerisinde bunalacak, duyarsızlaşacak ve hep birilerine ya da bir yerlere angaje olacaktır. Hep birilerinin peykinde ve hep birilerinin inisiyatifi altında şekillenen dimağlar ön yargılarını, taassuplarını ve hatta hurafelerini de birlikte taşıyacak; akletme, sorgulama ve üretimden devamlı uzaklaşma temayülü göstereceklerdir. Böyle bir ortamda ve "düşürülmesi gereken zihin taşları"yla, mağaralarıyla birlikte yaşayan insanlar arasında; bir takım ihtilafları, hatta kınama ve saldırıları göğüsleyip göze almadan düşünce alanında yeni satırbaşları açmak, sahih ufuklara yönelmek de tabiatiyle son derece zorlaşacaktır. Nitekim hangi kulvarda seyrederse seyretsin, fikir emekçiliğinin meşakkat ve ızdırapla dolu tarihi de bunun apaçık göstergesidir.
Toplumların kültürel soğuma içerisine girmeleri, onları ister istemez geleneğe ve mevcut olana kapanmaya götürmekte, muhafazakarlaşmaya sevk etmektedir. Bu kabil kapalılık ve tutucu konformizm; teceddüd ve ilmi tecessüsü de sekteye uğratmakta, donukluğu ve menfi şüpheciliği ise palazlandırın aktadır. Diğer taraftan, mevcut şartlar muvacehesinde de olsa tefekkür etme, imâl-i fikirde bulunma; yalnızca bazı şahıs veya zümrelere hasredilmekte, bu da insanların çoğunu edilgen kılıp miskinleştirmektedir. Halbuki düşünmek bütün insanlar ve dolayısıyla bütün müslümanlar için farzdır.
Bilgiden ve bilenden korkmak, onulmaz bir hastalıktır. "Cahiller içinde bir bilgin, ölüler içinde bir diri gibidir". "Allah'tan en çok bilenler korkar"2 ve Hz. Ali'ye nispet edilen bir sözde ifade edildiği gibi; "Her kab içine bir şeyler kondukça küçüldüğü, daraldığı halde, bilgi kabı, içine bir şeyler dolduruldukça genişler".
Hak ve sahih olana ulaşma yolunda, ilmi ve kullanışlı bir yöntem eşliğinde "doğru düşünmek" de büyük önem arzetmektedir. İşte vahiy, muhatabı olan bütün insanlara hem akletmeyi, hem de bunu doğru bir şekilde, Rahman'in rızası doğrultusunda yapmayı sağlamakta; düşünme/idrak etme eylemini sağlıklı, yapıcı ve ilahi bildirimle test ettirilmiş bir biçimde icra etmeyi öğütlemektedir. Kur'an'ın bu tür bir okunuşu, bize, somut nesnelerle (ayet, burhan) yaşanılan olgularla da desteklenen işaret ve açılımlara dikkat çekildiğini göstermektedir.
Kur'an'ın durduğu yer
Akletmeyi, ibret ve öğüt almayı, tefekkür, tedebbür, tezekkür etmeyi, gözlemlemeyi, tafakkuhta bulunmayı en çok salık veren/emreden bir kitap olmasına rağmen Kur'an, ne yazık ki, bu sayılanlardan belki de en az nasibini alan bir uyarıcı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kur'an'ın kendisine gösterilen saygı ve gördüğü yüzeysel, içeriksiz rağbetle, gerçek anlamda okunup anlaşılması ve hayata geçirilip eylemleştirilmesi arasında ters bir orantının olduğu söylenebilir. Zira kendilerini bu Kitab'a nispet eden, ona iman ettiğini söyleyen milyonlarca insanın halen bu kadar duyarsız, bu kadar cahil ve ufuksuz, bu kadar teslimiyetçi ve ruhsuz olması; sömürülmeye, ezilmeye ve yönlendirilmeye bu kadar elverişli hale getirilmesi başka türlü izah edilemez. Sayısı bir buçuk milyara vardığı kabul edilen kitlenin günümüzde de içinde bulunduğu gerilik ve zillet, boğuşup durduğu zulmet, meskenet ve atalet de bu üzüntü verici tabloyu teyid etmektedir. Onca yeraltı ve yerüstü zenginliklerine, sahip olunan onca maddi kudrete rağmen, akli kudretlerin işlenmesi ve kullanılmasındaki cılızlık ve düşkünlük, her türlü emperyalizme, kültürel soykırıma ve başkalarına el açmaya, geri bırakılmışlığa müsait bir zemini beslemektedir. İçine kıvrılmış kapalı bir havza toplumu olma duygusu ve daha baştan mağlubiyeti kabullenmiş olma psikozu da bu kollektif pesimizmi ve yılgınlığı çoğullaştırmaktadır. İçinde Kur'an'ın diri, çağlar üstü ve evrensel mesajından bir şey olmayan sözde İslam dünyası bir ölü evini, bir harabeyi andırmakta; diriliş ve direniş çığlıkları da bu olumsuz ortamda yeterli, kalıcı ve kuşatıcı bir karşılık bulamamaktadır.
Birçok insanın evinde Kur'an, popülerleşen bir ifadeyle hâlâ duvarlara asılıp idam edilen veya video ile televizyon arasındaki boşluğu dolduran bir süs aracı gibi durmakta; dehşetli bir "terk edilme tahrifi"ne maruz bırakılmaktadır. Ve Hz. Pegyamber (s)'in ahiretteki şikayetine işaret eden şu ayet halâ tüylerimizi ürpertecek bir sıcaklık ve güncellik ihtiva etmektedir:
"Ve Rasul der ki: 'Rabbim, halkım, bu Kur'an'ı terk edilmiş bir halde bıraktılar'"3.
Halbuki yüce Allah, gerek son Elçi (s) ve O'nun muhatabı olanlar için, gerekse bu evrensel dinin her zaman ve zemindeki bütün muhatapları için, şu ilahi bildirim ve ikazda bulunmaktadır:
"Ve hiç şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız"4
Kur'an'ın etrafındaki "gürültüler"
"inkar edenler dediler ki: 'Bu Kur an'ı dinlemeyin, onun hakkında gürültü edin, belki ona galip gelirsiniz'"5.
Vahyin inişi esnasında kafir ve münafıkların başını çektiği, bu Kur'an hakkında gürültü oluşturma, yaygara koparma ve Kitab'ın etrafında kirli, bulanık ve kalın bir ağ oluşturma işi, tarih boyunca da şu veya bu şekilde müslümanların gündemine girmiş, karşılarına çıkmıştır. Bu mesele, günümüzde ise daha sinsi, daha girift bir görünüm kazanmıştır.
Modern dünyanın örgütleniş ve yaşayış tarzı; ilke ve hedefleri, eşyayı ve olayları yorumlayış şekli, insanoğlunu çeşitli yönlerden kuşatıp sarmalaması itibariyle zaten bir problemler yumağı oluşturmakta, çok yönlü bir gürültü kirliliği meydana getirmektedir. Bu çiğ ve sadelikten uzak ortam içerisinde Kur'an bir soyutlamaya ve insan hayatında uzak düşmeye itilmekte, kilitlenmeye ve hayatın taşrasına hapsedilmeye çalışılmaktadır.
Geçmişte ve günümüzde gerek bazı basiretsiz, ilmi donanımdan uzak, Kur'an bütünlüğünü kavrayamamış ve Kur'an'a yaklaşımda başka kaynaklara önceleyen yerli müellifler tarafından, gerekse müsteşrikler, yabancı İslamiyatçılar eliyle gündeme getirilen kimi şüpheleri, spekülasyonları da bu bağlamda ele almak mümkündür.
Kur'an'ın korunmuşluğu meselesindeki tartışmalardan tutunuz, Kur'an'ın toplanıp çoğaltılmasındaki bulanık ve Kur'an'ın özünden yoksun görüşlerin ileri sürülmesine; Garanik meselesinden nasih-mensup, muhkem-müteşabih mevzularındaki çoğu ölçülüp biçilmemiş lafazanlıklara, bazı ayetlerin Kur'an'a alınmadığı iddiasından zâhir-bâtin meselesine kadar temelsiz birçok görüş ve iddialar Kur'an'ın lağvına yönelik itham ve acziyet numuneleri olarak pişirilip pişirilip önümüze konmuştur. Bu konulardaki görüşlerin çoğu, hangi niyetle olursa olsun Kur'an'a iftira etmeye ve ilahi mesajın önünü tıkama boyutlarına kadar vardırılmıştır.
Günümüzde, Kur'an etrafındaki bu kirli yığılmayı; 'geleneksel ve modernist gürültüler' şeklinde ikiye ayırmak mümkündür. Her iki tavırda da Kur'an'ın bütünlüğü ilkesinden uzaklaşma, Kur'an'ın problemi olmayan konuları onun çevresinde biriktirme ve Kitab'ı kısımlara ayırarak bir nevi parçacılık mantığıyla hareket etme yanlışlığı vardır. Kitab'a göre şekillenmeme; onu kendine, kendi anlayışına uydurma tehlikesini de beraberinde getirmektedir. Bu iki tür sakat ve yanlış yaklaşımı ayrıntılarıyla izah etmek bu yazının amacını aşmaktadır. Ancak modern anlamda, ilahi mesajı, bilindiği üzere bir fen bilgisi, tarih, antropoloji ya da edebiyat kitabı mesabesine indirgeme anlayışı, 19 mucizesi meselesi, "asrın idrakine söyletiyorum" diye bir takım ayetleri eğip bükme ve bütünlüğünden koparma eğilimi, slogancılık, nüzul ortamı bilgisinden tamamen uzak uçuk söylemler, ayetleri hep müteşabih görerek havâi yorumlar yapmaya elverişli hale getirme gibi yaklaşımlar, bu konuyla ilgili olarak zikredilebilir. Bu yaklaşımlar, belirleyenin Kur'an olmaktan çıktığı, kimi zaman da aşağılık kompleksinin dürtüsüyle Öne çıkan yaklaşımlar olarak temayüz etmektedir. Bu türden görüş sahipleri, Kur'an'ı, kendi fikir, konum ve hayat tarzlarını onaylayıcı -tâbiri caizse- "noter" konumuna düşürme gafletini de gösterebilmektedirler6.
Geleneksel bağlamdaki olumsuz ve dengesiz yaklaşımlar da sanıldığından çok daha fazladır ve kimi yörelerde halk üzerindeki tesirini olanca ağırlığıyla devam ettirmekledir. Bunların bir kısmı bilgisizlikten, bazı meselelerin künhüne varamamaktan ve yöntemsizlikten kaynaklanmışsa da, zamanla kökleşmiş, kemikleşmişlerdir. Kur'an'ın yanı yöresi, gene Kur'an'ın menettiği bir takım marazlarla, asabiyet ve hurafelerle, ham ve tartılmamış görüşlerle doldurulmuştur. Bu tür tutumlar, geleneksel refleks ve tortular, bazılarının ekmeğine yağ sürmüş, din bezirganlarının/tacirlerinin türemesine ve semirmesine yol açmış, dini ve ilmi hayatı zamanla dondurarak, yaşayan İslam'ı tarihi ve folklorik malzemeler yığınına dönüştürme temayülü göstermiştir. Samiri ve bel'am tipli insanların da bunda çok büyük etkisi görülmüş, halk Kur'an'ı terkettikçe, onu okumayı bilmek hep birilerine sermaye olmuştur. Ne yazık ki Kur'an, bugün, halk arasında hâlâ, kendisini terketmeleri gereken kişilerin kirli ellerinden düşmemektedir. Ülkemizde "hatim piyasası" kavgaları yüzünden birbirini karalayan hatta birbirini öldüren insanların dahi çıkması, vak'ayı mizah olarak da gözler önüne sermektedir. Halk deyimiyle "derin hocalar", Kur'an'ı Kel Aliço tefrikalarını okur gibi güldür güldür okuyan "yanık sesli hafızlar", Kur'an'a bilinçli olarak yönelme noktasında adeta bir barikat ve tekelleşme oluşturmuş durumdadırlar. Resmi ideoloji ve eğitim sistemi de bu çarpık anlayışın sırlını sıvazlamaktadır. Zira böyle bir anlayış ve yaklaşım atmosferi içerisinde Kur'an, "80 ilim sahibi olmadan anlaşılamayan", "herkesi çarpan" bir kitap olarak algılanmaktadır7. Hele meal okumak kimi çevrelerin ''bir bilen"leri tarafından yanlış ve çok tehlikeli olarak lanse edilmektedir.
Böylece bu modern ve geleneksel gürültüler içerisinde, insanların yönelmeleri ve tutunmaları gereken kutlu hidayet ve felah gemisi ile aralarına dalga üstüne dalga girmektedir.
Amelli kitapsızlar, kitaplı amelsizler
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız iki ayrı eğilimi bu başlıktaki çağrışım şekliyle bir başka yönden ele almak da mümkündür.
Yaşadığımız toplumda hatta ümmet düzeyinde İslam'a samimi ve /fakat yeterli bilgi ve bilinçten yoksun olarak bağlanan insanların sayısı küçümsenmeyecek bir yektin oluşturmaktadır. Malum olduğu üzere bu insanlar temel İbadetler başta olmak üzere İslami diye bilinen amellere sarılmakta, devralınan bir miras olarak da olsa bunları hayatlarına aktarmaya çalışmaktadırlar. Fakat ne yazık ki bu eğilim, daha çok şekilsel planda kalmakta, örfleşmiş, kalıplaşmış bir şekilde karşımıza çıkmakta, çoğu kez Kur'ani özle bağlantısı zayıf kalmaktadır. Halbuki Kur'an, peşine düşülen şeyin bilinmesini istemekte, kuru taklitçilikten ve atalar dinini çağrıştıran unsurlardan kaçınmayı öğütlemekte, amelleri "salih" kılan öğenin "sahih inanç" olduğunu çeşitli bağlamlarda ısrarla vurgulamakladır.
Kitab'a yöneldiği, Kitab'ı okuyup incelediği halde onu hayatına aktarmayan, tevhidi sosyalleştirme, yaşanılır kılma istidadı göstermeyenlerin durumu İse işin diğer bir yönünü oluşturmakta; bir başka bilinç ve davranış bozukluğu olarak öne çıkmaktadır. Neredeyse Kitab'dan kendilerine hiçbir şey bulaşmayan, Kitab'ı okuduğu ve anlattığı, başkalarına öğüt verdiği halde "kendi âyinesinde derde deva hiçbir şey görülmeyen" bu tür insanların durumu da, Kitab'ı pratikte, yaşayışta terketme tahrifi şeklinde gözlemlenmektedir. Çoğu kez yapmadığı şeyi söyleyen veya bu konuda okkalı yetersizlikleri olan bu insanlar; Kur'an'ı okuyup anlama ve onu lâyıkıyla yaşama orijinli anlayışın canlanması için gayret eden müslümanları da -dolaylı olarak- zor durumda bırakmaktadırlar. Bu tür olumsuzluklar da insanlarda Kur'an'la daha fazla ve ciddi anlamda ilgilenmeye yönelik bir soğukluğun oluşmasını motive etmekle, ilahi mesajın önünü de ister istemez tıkama handikapı oluşturmaktadır. Halbuki Kur'an sadece okunmak, insanlar üzerinde tahakküme müstenid bir bilgi birikimi oluşturmak için değil, idrak edilip yaşanmak, hayata taşınmak için gönderilmiştir. Hele hele bazı meselelere neredeyse salt yeni bir çıkarımda bulunmak, halta bir müsteşrik edasıyla bir bit yeniği ararcasına yaklaşmak, geleneğe ve halka tepki olsun diye rijit tavır ve tutumlar takınmak; asla affedilmeyecek bir davranıştır. Kitab'ı takdir edememek demektir, Kitab'ı terk etmenin bir başka boyutudur. Bir bakıma, okuma ve düşünme özürlü oluşa mukabil, teslim olma ve yaşama noktasında başka bir özürlülüktür bu...
Okudukları ve bilgili göründükleri halde İslam'ı hayatlarında bir garnitür, bir katkı malzemesi konumuna düşürenler, bu yönden, eleştirip saldırdıkları kitlelerle aynı yanlışta buluşmakta, kimi zaman da sevimsiz husumetlere yol açmaktadırlar. Oysa doğru bilgi bizi doğru bilince, doğru inanca ve doğru yaşayışa götürmelidir. Hayatı değiştirip dönüştürmeyen, bizi, hidayete ve kurtuluşa yönlendirmeyen bilgi, "faydasız bilgindir ve son çözümlemede insanı inançsızlığa, sekülerleşmeye sevkeder. Kur'an, farklı bağlamda da olsa, bu tür tutumları olan malumatfuruş insanları, "Kitap yüklü merkepler" olarak tanımlamaktadır8. Bu tür bir okuma pasif ve kullanışsız/işlevsiz bir okumadır. Kur'an'ın şahitliği onu yaşayarak, toplumsal bazda örnekleyerek gerçekleştirilebilir.
Bir adı da "ruh" olan vahiy9 insanları diri ve direnişçi kılmak, onlara ruh (canlılık) kazandırmak, hevâ ve hevesten uzaklaşıp kulluğu yalnızca Allah'a has kılacak şekilde ahiret kazanımına ayarlı bir hayat sürmek için gönderilen en temel ve en güvenilir kaynaktır. Yaratıcıya gerçek anlamda kulluk etmekten imtina edenler de yaratılanlara kulluk etme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.
Sahih inanca sahip olmayı bir iddia olmaktan çıkarmak, ancak salih amellerle mümkündür.
Sonuç
Kısa sayılabilecek bir zaman dilimi önce, "yeniden ve bilinçli olarak Kur'an ve sahih sünnete dönmeliyiz" diyenlere karşı, birçok insan ya da çevrenin "peki icmâ ve kıyas ne olacak?" dediklerini, hatta böyle bir yönelişi gayri İslami addettiklerini biliyoruz. Günümüzde ise gerek yaşadığımız ülkede ve gerekse müslümanların yaşadığı diğer ülkelerde yoğun olarak Kur'an'a yönelme, Kur'an'la içli dışlı olma eğilimi göze çarpmaktadır. Uzun zamandır Kitab'ı terkeden ya da arkasına atan ümmet, şimdilerde yeterli bir düzeyde olmasa da ilahi mesajı daha bir önemsemekte, öncelemektedir. Kısa bir zaman öncesinde Kur'an'la ilgili panel ve sempozyumlar sıklıkla gündeme gelmekte, çeşitli dergi ve gazetelerde, kitle iletişim araçlarında, bu konuyla ilgili yazı ve konuşmalara yer verilmektedir. Bu eğilim, zamanla, "okumuşlar"ın dışında da daha geniş bir yelpazeyi kucaklama istidadı gösterebilecek niteliktedir. Ancak bu konuyla ilgili kirlilik, sığlık ve bulanıklıklar da kolayca ve bir çırpıda giderilebilecek gibi görünmemekte, bir süreci ve sebatı gerektirmektedir. Zira kökü yüzyıllar ötesine uzanan kalıplaşmış olumsuz anlayış ve yargılar; düşünme ameliyesini vurgulayıp yaygınlaştırmadan ve eğitim/insan yetiştirme alanındaki handikaplar aşılmadan halledilebilecek gibi değildir. Hatta tevhidi bilince ulaştığı kabul edilen müslümanlar arasında dahi, ne yazık ki bir formasyon ve yöntem yetersizliği bulunmakta, geleneksel ve vahiy dışı kültürün etkisiyle oluşmuş ön yargılar hâlâ öne çıkmaktadır. Öğrendiğini ve bildiğini zannetme çıkmazı da, ciddi yöneliş ve araştırmayı engellemektedir. Diğer yandan müslümanlar arasında da -güncel ifadesiyle- bir takım "düşünce suçları"nın bulunduğunu, bazı konuların konuşulup yazılmasına dahi tahammül gösterilemediğini söylemek mümkündür. Bir taraftan, yeryüzündeki en güçlü ve en sağlıklı bilgiye/inanca sahip olunduğunu söyleyip diğer taraftan hoşgörüsüz, özeleştiriye kapalı, kuşatıcılıktan ve istişare temelinden uzak şartlı reflekslere sahip olmak; üzücü ve endişe verici bir tutumdur. Müslümanlar merhameti önce kendilerine göstermek, birbirlerini dinlemeye ve anlamaya çalışmak zorundadırlar. Güncel gelişmeler ve hatta niteliksiz bir kitleselleşme veya entelektüel birikim adına, tevhidi bilinç ve pratikte ısrar etmeyi, Kur'an'ı önceleyip ona vurgu yapmayı tahfif etmek, uzun vadede bizi çıkmazlara götürecek, temel değerlerimizi ve özgünlüğümüzü zedeleyecektir. Zira heder edilenler, heba olanlar hepimizi üzecek, kazanımlar ve başarılar ise hepimizi sevindirip güçlendirecek, hepimize direnç ve şevk aşılayacaktır.
Ahirette sorulacağımız Kitab'a gereğince sarılıp istikamet sahibi olmamız, bizi, yaşadığımız bu hayatın suratımıza çarpılmasından inşaallah koruyacaktır.
"Şüphe yok ki, bu Kur'an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan müminlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjdeler
Dipnotlar:
1- 6/Nahl,89
2- 35/Fatır, 28
3- 25/Furkan, 30
4- 43/Zuhruf, 44
5- 41/Zariyat, 26
6- Bu konuyla ilgili olarak , Şûra Suresi'ne "Parlamento Suresi", Hadid Suresi'ne "Ağır Sanayi Hamlesi Suresi" denmesi gibi örnekleri çoğaltılabilecek popülist yakıştırmalar, modern bilim ve buluşlarla bağlantı kurma ve onları vahiyle ilintilendirme uğruna yapılan zorlamalar, hatta "Biz Kur'an'ı aştık" diyebilen profesörler hatırlanmalıdır.
7- Süleyman Çelebi'nin meşhur Mevlid'ini (Vesiletü'n-Necât) dahi Kur'an'dan zanneden ve bu yüzden yorgun argın bütün mevlid törenlerine yetişmeye çalışan, samimi fakat bilgisiz insanlara şahsen rastlamışızdır.
8- 62/Cum'a, 5
9- 17/İsra, 85;42/Şûra, 52
10- 17/İsra, 9