20.yy'ın teknik alanındaki en önemli buluşlarından biri olan televizyon günümüz toplumunda ne yazık ki insanların en fazla vakit ayırdığı, en çok yüz yüze geldiği tüketici medya araçlarının başında gelmekte ve evlerde baş köşeye oturtularak ailenin baş tacı edilmektedir.
1990'lı yıllara kadar televizyon yayıncılığı sadece TRT'nin tekelinde bulunurken 1990'ların başında özel televizyon yayıncılığının şaşılacak bir biçimde çoğalmaya başlamasıyla insanların yaşantıları da televizyona göne biçim almaya başladı. Ve televizyon insanların karşısına her türlü alternatif programı sunarak kendisine bağımlı izleyici bulmakta da çok fazla zorlanmadı.
Tartışılmayan bu gücü ve etkisi sayesinde ne yazık ki çocukların yetiştirilmesi ve eğitilmesi noktasında da televizyonun ayrıcalıklı bir yeri oldu.
Bu bağlamda "Çocuk ve Televizyon" kitabını kaleme alan yazar Hüseyin E. Öztürk, kitabının giriş kısmında modern ve geleneksel çocuğun ayrımını yaparak 20. yy'ın ortalarına gelindiği andan itibaren geleneksel çocuktan kopuşla birlikte oluşmaya başlayan modern çocukluğun medya enformasyonu ile biçim aldığını ifade etmekte ve ne yazık ki çocukluk tarihinde de en büyük değişimin bu yüzyılda gerçekleştiğine vurgu yapmaktadır. Ve böyle bir dönemde sözlü kültür yerini yazılı kültüre, yazılı kültür de artık yerini elektroniğe devretmiş ve bu ortamda da hedef ne yazık ki yine çocukluk) olmuştur.
Kitapta, televizyon kültürünün, insan ilişkileri ve özellikle aile ilişkileri noktasında olumsuz yöndeki etkisinden bahseden önemli satırlar yer almaktadır. Televizyon kendi gerçeklerini üretmekten ziyade, kendisinin bizzat yegane gerçek halini aldığını, insanlara kör, sağır ve dilsiz rolünü üstlendirdiğini, toplumsal yahut kişisel sorunlardan kaçmak isteyen bireylerin televizyonun imgesel dünyasına sığındığını ifade eden yazar, özellikle televizyonun çocuk dünyasında da bu kadar etkili olmasının nedenlerinin başına, televizyon seyretmenin okuma-yazma gibi bir zorunluluk içermediği için her yaştaki çocuk tarafından çok kolay tüketilen bir meyve halini almasını getirmektedir.
Çocuğun kişiliğinin oluştuğu ve özdeşim kurmaya çalıştığı bir dönemde televizyon ekranlarından yansıyan görüntüler ciddi anlamda çocuğun kişiliğinin biçimlenmesinde etki etmektedir. Çocuk, ekranlardaki gördüğü modeli çekici bulduğu an kendini o kimlik içine sokma çabası içerisine girecektir.
"Özdeşleşme; gençlik çağına özgü ruhsal yapı içinde aile bireylerinden başlayarak çevredeki kişilere, düşüncelere, kültüre doğru gittikçe genişleyen bir alanda, gencin istemli ya da istemsiz olarak benimsediği, özümlediği düşünce, davranış, tutum ve eylemlerden oluşan bir süreçtir. Özdeşleşmenin oluştuğu ortamın toplumsal, ekonomik, kültürel özellikleri, bir yandan kişiliği oluştururken, öte yandan kişilikle toplum arasındaki tüm ilişkilerin temeli olan özerklik ve sorumluluk kavramlarını biçimlendirir." (s. 38-39)
Yazar, kitabın ilerleyen kısımlarında televizyonun insanları sadece izleyici konumuna düşürdüğünü, pasif, tepkisiz bir hale getirdiğini, dayanışma, hep beraber ortak bir eylem gerçekleştirme ve aile içi sohbeti vb. nasıl yok ettiğini vurgulamaktadır.
"Televizyon günümüzde bireyleri bir araya toplamakta ve onlar için ortak bir gündem belirlemektedir. Böylelikle insanlar, televizyonun belirlediği ortak noktalar etrafında birbirleriyle iş birliği halinde bulunmaktadır. Fakat bu görüntü tamamen gerçek dışıdır. Televizyon ile sürekli ilişki halinde bulunan bir bireyin diğer fertlerle ve sosyal gruplarla dayanışma ve iş birliği içine girmesi mümkün görünmemektedir. Çünkü televizyon başlı başına bir ilgi alanı, eylem ve faaliyet olarak bireyin hayatını işgal ettiğinden, kendisinden başkalarıyla girişilecek dayanışma ve İş birliğine de fırsat vermemektedir.
Bunun yanı sıra televizyon, bireyi, toplumsa' dayanışma ve iş birliğinden soyutlayarak tek başına kaldığı bir dünyada oyalamayı da önemli bir görev olarak üstlenmektedir." (s. 61)
Yazar, kitabın genel akışında denekler üzerinde yaptığı araştırmaların neticelerini ortaya koymaya çalışmıştır.
Yapılan araştırmalara göre televizyon ekranlarında karşılaşılan özellikle iki önemli husus ön plana çıkmaktadır. Şiddet ve seks. Bu iki başlığın kişiler üzerinde etkisi oldukça yoğun bir biçimde gün yüzüne çıkmakta. Bu nedenle de erkek olsun, kız olsun son yıllarda ergenlik döneminde suçtu sayısında büyük oranda artışın göze çarptığı dikkatlerden kaçmamıştır. Rastgele seçilen bir televizyon kanalında bir haftada neler olup bittiğine göz atıldığında oldukça düşündürücü bir sonuç ortaya çıkmıştır, 57 cinayet, 99 saldırı, 29 otomobil kazası, 22 polisiye olay. (s. 75)
Netice itibariyle televizyondaki şiddetin çocuklar üzerindeki saldırganlığı artırdığı gerçeği bir kez daha gözler önüne serilmiştir.
Ve aynı zamanda cinsel teşhirin çocuk psikolojisi üzerindeki olumsuz etkisi de tespit edilmiş, 900'lü Alo Bilgi hatları 19901ı yıllarda Türkiye'nin gündemine düşmüş ve bu hatların en belirgin alanı ise cinsellik ve çocuğa hitap eden oyunlar yönünde olmuştur. Ve okul çağında olan bir çocuğun bu hatların reklamlarından etkilenerek 900'lü hatları araması olanaksız değildir.
Televizyonun çocukların okul hayatında ve meslek seçimlerinde de etkili olduğu gözlemlenmiştir.
"Tıp doktorluğundan sonra, deneklerin tercihine fazla oranda mazhar olan meslek sporculuktur. Deneklerin %14.4'lük oranı sporcu olmayı meslek olarak tercih etmektedir. Kabul etmek gerekir ki, sporculuk bir meslek olarak modern zamanların bir olgusudur. Modern toplumlarda popüler mesleklerin başında yer alan sporculuk, başta televizyon olmak üzere medya aracılığı ile sürekli şekilde özendirilir." (s. 168)
Ayrıca televizyon seyreden öğrencilerin ekranlarda izledikleri okul biçimlerini, öğretmen-öğrenci enstantanelerini sürekli olarak kendi okul biçimleri ve ilişkileri İle mukayese etmektedirler.
"Bu sebepledir ki, televizyonlarda en sık yayınlanan filmler olan "Hababam Sınıfı" serisinin etkisi ile hemen hemen her okulda bir Hababam Sınıfı'ndan ve Mahmut Hoca'dan söz edilmektedir. Veya öğrenciler bu filmlerdeki karakterlere kendi arkadaşlarını yakıştırmaktadırlar." (s. 229)
Televizyonun getirmiş olduğu belki de en ciddi en önemli problemlerden biri de televizyonun aile içi tartışmalara (kavgalara) sebebiyet vermiş olmasıdır, içinde yüzlerce program olan bir kutuda herkes kendince bir şeyleri izlemek isteyecektir. Bu yüzden de aile içi çatışmalar artacak ve yeni bir tüketim olarak her evde ikinci televizyon zorunluluğu ortaya çıkacaktır.
Daha birçok konuyu içinde barındıran kitapta yazar denekler üzerinden ulaşmış olduğu tespitleri dile getirmekte ve bu tespitler üzerine bir kaç teklifte bulunarak kitaba son vermektedir.
Yazara bir kez daha televizyonun neresinde durduğumuzu, televizyonun hayatımıza nasıl yön verdiğini hatırlattığı için teşekkür ediyor ve son olarak diyoruz ki, zararının, faydasından çok olduğu ve azının uyarıcı, çoğunun uyuşturucu etki yaparak insanları kendine bağımlı kılan televizyon medyumundan çocuklarımızı uzak tutmak istiyorsak, önce kendimizden başlayarak, bizzat kendi ekranımızı karartarak, geleceğe aydınlık bir nesil bırakabiliriz.