Mısırlı değerli âlim Muhammed Gazali, Bakara Suresinin son ayetlerinin tefsiri sadedinde şunları söylemektedir:
“Müslümanların kurduğu medeniyet, milliyetçilik, maddi çıkar ya da toprak parçası kapmak için kurulmamıştır. Aksine bu medeniyet, sırf Rabbani öğretiler ve bu dünyayı ahiret yurdu için bir hazırlık mekânı kılan düşünce yapısı üzerine kurulmuştur.
“Resul, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, resullerine iman ettiler ve ‘O’nun elçileri arasında ayrım yapmayız. İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık, dönüş sanadır,’ dediler.” (2/285)
Müslümanların ne taraf tutacakları bir ırkı ve ne de bağımlı olacakları bir vatanı vardır. Onların dostluğu, yerlerin, göklerin ve bütün insanların rabbi olan Allah (c.c.) içindir. Birisinin diğerine, takvanın dışında, hiçbir üstünlüğü yoktur. Sahip oldukları dini tebliğ etmek dışında, diğer insanlara karşı onların hiçbir önceliği de yoktur…” (M. Gazali, Kur’an’ın Konulu Tefsiri, Bakara Suresi, Sf. 38, Düşün Yayıncılık)
Allah ona rahmet etsin, Üstad Gazali’nin hayata, tarihe ve Müslümanların yüklenmeleri gereken misyona dair sahih bakış açısını yansıtan bu yaklaşımı İslami kimlik ile cahilî mensubiyetler arasındaki net ayrıma işaret etmektedir. Gerçekten de sadece Allah için olmak ve O’nun kelimesini yüceltmek için mücadele etme şiarı ile eklektik aidiyetler, hesaplar, beklentiler için çabalamanın aynı şey olmadığı ve aynı menzile varmayacağı gayet açıktır. İslam, inananlarından muhlis olarak Rabbe yönelmelerini isterken, sentezci, eklektik kimlikler hak ile batılı, Rabbul Âlemin’in mukaddes kıldığı ile sıradan ve değersiz olanı birbirine katıp karıştırarak ortaya bir karmaşa çıkartırlar.
İşte o karmaşanın zihinleri, dilleri, eylemleri alabildiğine kuşattığı bir ortamdan geçmekteyiz. İslami değerler ve semboller ile cahilî ideolojilerin ürettiği değer, sembol ve tanımların iç içe geçirilmesine her yerde her vesileyle şahitlik ediyoruz. Baksanıza, Fetih Suresi ile başlayan ve mazlumların kurtuluşuna bir adım olarak tanımlanan askerî harekât Türklüğü tazim ve takdisle sürdürülüyor. Tek parti diktatörlüğünün uygulamaları tek tek ele alındığında yerden yere vurulurken, tüm bu icraatın karar verici ve uygulayıcıları rahmetle, minnet ve şükranla yad ediliyor. Bir yandan kardeşlik ve birlik sloganları yükseltilirken, aynı anda mutlu olmak için “Türk’üm” demenin şart olduğu vurgulanıyor!
Tüm bu görüntüler basit bir kafa karışıklığının işaretleri değil. Ciddi bir bulanıklığın, derin bir aşınmanın tezahürleri. Ve giderek daha geniş kesimleri etkiliyor, dönüştürüyor, kirletiyor. Bu fasit gidişata karşı çıkışlar ise oldukça cılız kalmakta. Duyarlı olması gereken çevrelerce gelip geçici bir rüzgâr olarak algılanıp basite alınıyor. Oysa bu toplumun devasa boyutta bir kimlik krizinin mağduru, kurbanı olduğu gerçeği bilhassa toplumsal yapıyı ıslah etmeyi hedefleyenlerin anlamak ve yüzleşmek zorunda oldukları bir husus. Rabbimizden bu hakikati layıkıyla anlayıp gereğince amel etmeyi hepimize nasip etmesini diliyoruz.
Bu sayıda yer alanlar: