İnsanlar "dil" sayesinde kendi içlerindeki en soyut duyguları dahi dışa vurabilir, başkalarına aktarabilirler. Müziğin fonksiyonlarından birinin de "toplumsal bir dil" olması olduğu söylenebilir. Müzik bu açıdan, hem duygusal hem de düşünsel içeriğe sahip etkin bir kitlesel ifade biçimidir.
Bir toplumda hakim olan müzik anlayışları o toplumun duygusal ve düşünsel yapısı hakkında bize somut bir gözlem alanı sunar. Popüler hale gelmiş olan müzikler, hem melodileri hem de sözleri itibari ile o müziğin popüler olduğu kitlenin vasıflarına ilişkin ipuçları içermektedir. Burada üzerinde özellikle duracağımız husus, müzik tarzlarının toplumsal yapının bir tezahürü olduğu tezidir.
İnsanlar arabesk dinledikleri için kaderci bir anlayışa sahip olmaktan ziyade kaderci bir anlayışa sahip oldukları için arabesk dinlemeyi tercih ederler. Bir kitlenin müzik tercihi değiştirildiğinde kitlesel vasıflarının da değiştirilebileceği düşüncesinin TC'nin ilk yıllarından itibaren gerçekleştirilen dayatmacı uygulamalar örneğinde nasıl iflas ettiğini gördük. Toplumun müzik tercihinde Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren cebri kültür değişimi süreci ile islenilen ölçülerde gerçekleştirilemeyen dönüşüm, özellikle son on beş yıl içerisindeki serbest (!) kültür değişim sürecinde büyük oranda sağlanmış oldu.
İnsanların dünyayı algılayış ve değerlendiriş biçimlerinde meydana gelen değişim müzik tercihlerini de farklılaştırdı. Resmi ideolojinin dayatmacı tavrına karşı bir tepki olarak da değerlendirebileceğimiz, uzun yıllar TRT'de yayınlanmayan ama halk nezdinde büyük rağbet gören arabesk, yerini -son birkaç yılda- pop müzik denilen tarza bırakıverdi.
Belki de Cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez resmi ideolojinin -bir şekilde- rahatsız olmadığı, desteklediği bir müzik türü kitlesel kabul görmüş oldu. Bu müzik tarzının kabul görüşünün toplumdaki ahlaki çözülme ve dünyevileşme süreci ile eş zamanlı oluşu, belki ilk bakışta ilkinin, ikincisinin sebebi olduğu kanaatini doğurabilir. Ancak arada çift yönlü bir etkileşim olmakla birlikte, bize ikincisi -yani ahlaki çözülme ve dünyevileşme-, müzik tercihindeki farklılaşmanın sebebi gibi geliyor.
İslami müzik ya da ''yeşil pop" olarak tanımlanan müzik tarzına yapılan eleştirileri bir de bu açıdan değerlendirmek lazım diye düşünüyoruz. Ara sıra "tahammül ederek" bu müzik tarzını eleştirme lütfunda bulunan yazarlar. İslami kesimde var olan dejenerasyonun sebeplerinden biri olarak bu tarz müziği görmekte ve onu kendisini ortaya çıkaran toplumsal alt yapıdan ayrıştırarak ölçüsüzce hedef tahtası haline getirmektedirler.
Bu basmakalıp eleştiriler herhangi bir alternatif içermeyen yüzeysel polemikler olarak yazılı basında gözükmeye devam ediyor. Mevcut "sloganik içerikli derme çatma melodili" müziklerin yerine medeniyetimizin (!) seçkinci saray müziğini tavsiye eden ya da günümüzde müslümanların genel anlamda İslam'ı algılayış seviyesinin ne düzeyde olduğunu bilmezmişcesine bu müziği yapanların İslami dünya görüşünü zayıf bulan ve onları garipseyen eleştirmenler ortaya hiçbir ciddi çözüm önerisi getirmemektedirler.
İslami kesimin müzikle uğraşmaya başlama süreci kendi kendini dayatan bir biçimde kendiliğinden başlamıştır. Bu sebeple birçok açıdan zaaflar taşıdığı da bir gerçektir. Yapılan eleştirilerin önemli bir kısmı bazı açılardan haklılık payı içermiyor da değil. Ancak eleştirilerin ortaya konuluş biçimi ve eleştirilen şeye alternatif getiren yapıcı bir mahiyete sahip olmayışları, eleştirmenleri en az eleştirilenler kadar sorumlu konuma düşürmektedir.
Kendini üst bir konuma oturtarak (genellikle küçük dağların zirvesine) yaptıkları eleştirilerle şahsi psikolojileri hakkında da ipucu veren bu eleştirmenler aynaya bakıp şu soruyu sorabilme cesaretini gösterebilirler mi? ''Küçümsediğini ve acımasızca eleştirdiğim insanların ortaya koyduğu bu kötü ürünlerde benim katkı payım acaba nedir?"
Aslında bu soruyu hepimizin kendi kendine sorması gerekiyor. Türkiye'deki müslümanlar, Kur'an merkezli sahih bir sosyal kimlik oluşturma noktasında henüz ciddi bir pratik ortaya koyamamışlardır. Sosyal kimliği oluşturacak parçalardan biri olan ortak müzik dili de henüz böylesi sahih bir yapı içerisinde yerini almış değil.
Müziğin toplumsal bir dil olarak, rağbet gördüğü toplumun düşünce ve duygulanım dünyasının somutlaşmış bir dışa vurumu olduğunu söylemiştik. Buradan hareketle öncelikli olarak kafa yormamız gereken şey, küçümseyici bir şekilde "yeşil pop" diye adlandırılan müzik tarzının bir dil olarak ne ifade eniğini, nasıl bir sosyal tabanı olduğunu anlamaya çalışmak olmalıdır diyebiliriz. Bu dilin çözümlenmesi aynı zamanda bir yüzleşmeyi de beraberinde getirecektir. Hepimizi ilgilendiren bu yüzleşmeden kaçınarak dışarıdan bakışlarla olayı yüzeysel bir polemik halinde tutmada ısrar etme tavrı, üzerinde ayrıca durulması gereken önemli bir kompleksi içermektedir.
"Kendi kabuğunu beğenmeme durumu'' diyebileceğimiz bu tavır, özellikle yapılan eleştirilerin "dışarıdan bakıyor görünümlü" oluşuyla karşımıza çıkıyor. Bir eleştirmen Bob Dylan, Pink Floyd dinlemekten büyük haz duyduğunu, müzik dinlemek istediği zaman bizimkilerin yoz müzikleri yerine onları tercih ettiğini söylerken, bir başka eleştirmen bu müziklerin ağırlıklı olarak yayınlandığı radyolardan bahisle, ''aylardan sonra ilk defa adına 'İslami radyo' denilen istasyonlara uğradım ve müzik dinledim" diyebiliyor.
Bahsi geçen -örnek olarak aldığımız- eleştirmenler, bir zamanlar arabesk dinlediği ortaya çıktığında utancından ne yapacağını bilemeyen sosyal demokrat aydınların tavrına benzer bir şekilde "İslami ezgilerle" ve "İslami radyolarla" ne derece mesafeli olduklarını belirtmeye çalışmaktadırlar. Burada "İslami ezgileri" ya da "İslami radyoları" temize çıkartmaya çalışmıyoruz. Sosyal kimliğimizin parçalarından olan bu alanlar şüphesiz birçok açıdan ciddi bir biçimde eleştirilmeye muhtaç haldeler. Ancak küçümseyici bir edayla ve dışarıda kalmaya özen gösterilerek yapılan bu eleştiriler, eleştirmenlerin zaten şişkin olan egolarını biraz daha şişirmekten öte bir fayda getirmeyeceğe benziyor.
Eleştirilerimizle eğer müziğimizi, radyolarımızı "bizi" ifade eden, bize özgü yaşam biçimimizi destekleyen bir niteliğe kavuşturmak niyetindeysek, öncelikle onların mevcut hallerine tahammül etmeyi başarabilmeliyiz. Beğensek de beğenmesek de bu müzikler, bu radyolar mevcut sosyal yapının hayat aynasına yansıyan görüntülerinden başka bir şey değiller.
Aylar sonra ilk defa bir "İslami radyo" istasyonuna bin pişmanlıkla uğrayarak ya da dünya görüşü, yaşam tarzı belli olan bazı yabancı müzikçileri ideal örnek olarak ortaya sürerek yapılan eleştirilerle hiçbir olumlu gelişmenin sağlanması mümkün gözükmüyor.
Unutmamalıyız ki bize özgü yaşam biçimimizi destekleyen, dinlemekten zevk ve gurur duyduğumuz "kendi müziğimize", "kendi radyolarımıza" giden yol -eğer gerçeklen bunu istiyorsak- önce "kendimiz" dediğimiz şeyin ne olduğunun bilincine varmaktan geçmektedir.