21 Haziran Cumartesi günü Taksim’de çeşitli grupların ortak eylemiyle gerçekleştirilen “Darbeye Karşı 70 Milyon Adım” yürüyüşü postalsever medyanın sansürüne rağmen ses getiren bir eylem oldu. Çeşitli çap ve markalarda darbelerin sanki birbiri ardına resm-i geçit yaptığı bir ülke Türkiye. Darbe olgusunu kötü bir alınyazısı gibi algılamak ve siyasi partilerden sivil toplum örgütlerine, medyadan geniş halk kitlelerine kadar her defasında büyük bir “tevekkül” ile karşılamak bu toplumun ölümcül bir hastalığı adeta.
Bu açıdan 21 Haziran’da Tünel’den Galatasaray Lisesi önüne kadar binlerce insanın darbeye karşı yürümesinin anlamlı ve önemli bir eylem olduğu kuşku götürmez. İçlerinde Mazlumder, Genç Siviller, Küresel Eylem Grubu, DTP, DSİP, TGTV gibi örgütlerin de bulunduğu toplam 17 grup tarafından organize edilen ve liberal ve muhafazakâr basın yayın kuruluşlarınca desteklenen bu eylemin genelde olumlu yankılara yol açtığı görüldü.
Darbe Karşıtı Eyleme Özgür-Der Neden Katılmadı?
Peki, darbe gibi bu ülkenin yakıcı bir sorununa karşı gerçekleştirilen ve amacı itibariyle hem önemsenen hem de olumlanan bu eyleme Özgür-Der neden katılmadı? Militarizmi Türkiye’nin en temel sorunlarından biri olarak tanımlayan Özgür-Der’in militarizmin en net biçimde uç verdiği darbe tehdidine karşı gerçekleştirilen bir eyleme katılmaması çelişki değil miydi?
Özgür-Der Yönetim Kurulu’nda yürüyüşten birkaç gün önce yapılan istişare neticesinde katılmama kararı alınmasına ve yürüyüşü organize edenlerin kendilerine de bu karar iletilmiş olmasına rağmen, eyleme ilişkin olarak olumsuz bir hava estirilmesine katkıda bulunmamak kaygısıyla bu karar açıkça dillendirilmemişti. Ne var ki, yürüyüşün gerçekleştirilmesinden sonra gerek Özgür-Der ile irtibatlı gerekse de farklı çevrelerden şahısların sorularının cevaplanması ihtiyaç olarak belirdi. Bu bağlamda Haksöz dergisinin web sayfasına da yansıdığı şekliyle konuyla ilgili tartışma ve eleştirilere yönelik olarak Özgür-Der’in tutumu izah edilmeye çalışılmıştı. Burada konuyu biraz daha geniş bir perspektiften ele almaya ve sadece söz konusu yürüyüş özelinde değil, genel manada eylem birlikteliğinde nasıl bir ölçü gözettiğimizi de izaha gayret edeceğiz.
Üç Temel Rezerv
Temel hedefi noktasında olumlayıp desteklediğimiz Taksim yürüyüşüne katılmamamızın üç temel nedeni bulunmakta. Bunları özetle eylemin kimliğine, örgütlenmesine ve katılımcılarına yönelik rezervlerimiz şeklinde sıralayabiliriz.
Nasıl bir kimlik?
Öncelikle bu eylemin kimliğinin bizi temsil etmediğini düşünüyoruz. Şöyle ki, darbeye karşı çıkmanın insaf ve adalet sahibi her insanın sorumluluğu olduğuna inanmakla beraber darbeye hangi kimlikle karşı çıkıldığının da çok önemli olduğuna inanıyoruz. Biz İslamcıyız, İslami kimlikli bir mücadelenin belirleyiciliğini savunuyoruz. Bununla birlikte farklı çevrelerin ortak etkinliğinde kimliğimizi dayatmayı bir hak olarak görmediğimiz gibi, doğru da bulmayız. Ama aynı şekilde başka ideoloji mensuplarının da bize kimlik dayatmasını da asla kabul etmeyiz.
Söz konusu eylemin kimliğine baktığımızda farklı çevrelerin liberal-demokrat bir zeminde buluştuklarını; demokrasinin ortak payda şeklinde belirlenmiş olduğunu görmekteyiz. Nitekim çözüm sadedinde bu anlayışın net biçimde vurgulanmış olduğu da ortadadır. Bu zemini bizim benimsememiz ise söz konusu olamaz. Elbette kendimizi anti-demokrat olarak tanımlamıyoruz; despotizme ve diktatörlüğün her türüne şiddetle karşıyız ama bir ideoloji olarak demokrasinin bizim akidemizden, kimliğimizden farklı bir dünya görüşüne tekabül ettiği gerçeğini de görmezden gelemeyiz.
Dolayısıyla son zamanlarda yoğunlaştığı görülen farklı çevrelerin birlikteliğine ilişkin arayışlarda demokrasi anlayışının ve demokratlık vurgusunun giderek daha fazla öne çıkartılması tutumunun kabul edilemezliğinin altını çiziyoruz. Otoriter-bürokratik dayatmaların, ulusalcılık adı verilen faşizan eğilimlerin güçlendirildiği; darbeciliğin öyle örtük, mahçup ifadelerle değil, pervasızca savunulmaya başlandığı bir konjonktürde demokrasi kavramına itiraz etmenin pek makbul bir tutum olarak algılanamayacağının da farkındayız. Mamafih bu konunun politik bir tercih olmanın ötesinde, Müslümanlar açısından akidevi bir zorunluluk olduğunu düşünüyor; bu nedenle de farklı bir tutum geliştirmenin mümkün olamayacağına inanıyoruz.
Aslında zor görünmekle birlikte, bu sorun hiç de çözümsüz değildir. Müslümanların da katılımı arzulanıyorsa ortak eylemler, ortak platformlar kimsenin kimliğini dışlamayan genişlikte tanımlanmalıdır. Darbeye karşı olmak; adaletten, haktan, özgürlükten yana olmak; zulme, despotizme, sömürüye muhalefet; anti-emperyalizm, anti-siyonizm, anti-faşizm vb. bir dizi tanımlama ortak payda olabilir ama nasıl Müslümanlık temelinde bir tanımlama farklı inanç ve kimlik mensupları açısından kabul edilemezse, aynı şekilde demokrasi, liberalizm, sosyalizm, Türklük, Kürtlük, cumhuriyet, çağdaşlık vb. tanımlamalar da bizi dışlar. Öyleyse farklı kimlikli insanların ortaklaşa gerçekleştirecekleri her etkinliğin, ortak açıklama veya bildirinin ya da eylemin herkesin üzerinde mutabık kalacağı bir kimlik zemininde ifade edilmesi gereklidir.
Ne tür bir örgütlenme?
Özgür-Der’in Taksim yürüyüşüne katılmama nedenlerinden biri de bu eylemin örgütlenme biçiminden kaynaklanmıştır. Liberal ve muhafazakâr medyada epeyce destek bulan eylemin nasıl tanımlandığına baktığımızda “Genç Siviller’in öncülüğü” şeklinde bir kavramsallaştırmanın dikkat çektiği görülecektir. Her ne kadar organizasyonda yer alan diğer kuruluş ve çevrelerin bu tanımlamaya itiraz etmeleri ve eylemin geniş bir ittifakla gerçekleştirildiğinin altını ısrarla çizmeye çalışmalarına rağmen bu algı korunmuştur. Bunda muhtemelen Genç Siviller adıyla bir araya gelen kişilerin ve temsil ettikleri anlayışın son dönemlerde bilhassa muhafazakâr medya ve sivil toplum kuruluşları nezdinde gördüğü itibar ve sıcaklığın belirleyici olduğu düşünülebilir.
Bu tutum muhalif kimlikli hareketler arasında sık rastlanan bir hastalıktır. Sıkıntılı ve gergin dönemlerde kendi kimliğiyle var olmanın, kendi tezlerini, taleplerini yükseltmenin bedel gerektirdiğinin düşünüldüğü süreçlerde, ortada gözüken, statükoya fazla ters düşmeyen tez ve kimliklerin peşine takılmak, başkalarının şemsiyesi altına girmek daha az riskli görünür. 12 Eylül döneminde solun sivil toplumculuğu keşfetmesi örneğinde görüldüğü üzere, 28 Şubat süreciyle birlikte İslamcı bilinen kesimlerde yaygınlaşan liberalleşme eğiliminin de kaynağı burasıdır. Zihinsel tutum itibariyle sivil toplumculaşma, liberalleşme pratikte de etkisini göstermekte; geçmiş itibariyle İslamcı çizgiden gelen pek çok çevre ve şahıs liberal kimlikli bir grubun peşine takılmakta bir beis görmemektedir. Hem neden görsünler ki? Zaten artık onlardan farklı bir şey söylemiyorlar. Ayrıca da bu tarz hem çok matrak ve eğlenceli hem de çok medyatik! Üstelik de hiç sıkıcı değil!
Bu sözlerimizden Genç Siviller adlı grubu eleştirdiğimiz sonucunun çıkmasını istemeyiz. Çünkü gerçekten de ne Genç Siviller ne de diğer liberal-demokrat çevrelerle, anlayışlarını ve tezlerini bizlere dayatmadıkları sürece herhangi bir alıp veremediğimiz olmaz. Bilakis düzenin faşizan karakterinin belirginleştiği böylesi süreçlerde insan haklarını ve özgürlükleri savunma çerçevesinde ortaya koydukları aktif ve cesur tutumdan dolayı da ayrıca takdir edilmeleri gerektiğine inanırız. Burada sözümüz İslamcılık iddiasını terkedip, liberal anlayışa eklemlenenlere! Bizim hesaplaşmamız tipik bir kimliksizlik ve savrulma olarak gördüğümüz bu tutumla.
Bu genel çerçeveden tekrar konuya dönecek olursak, Taksim yürüyüşünün sadece sunumu değil, örgütlenme tarzı itibariyle de ters olduğuna inandığımızı ifade etmeliyiz. 17 kuruluşun ortak etkinliği olarak organize edildiği söylenen bir eyleme “destek vermek” üzere davet edilmeyi kabul etmeyiz! Ülke gündeminde yer tutan hemen her konuyla ilgili olarak sözü olan ve sözünü kendi ölçüsünde pratiğe aktaran muhalif bir örgütlenme olan Özgür-Der kimliğiyle, eylemiyle bir tabela teşkilatı olmadığını ispatlamış bir kuruluştur. Muhataplarına ilkeli ve usulüne uygun davranmaya çalışmakta ve aynı şekilde de muhataplarının da ilkeli ve usulüne uygun davranmasını beklemektedir. Bu itibarla nasıl ki yaptıkları organizasyon dahilinde kararların alınma sürecinde Özgür-Der’in bulunmasını istememek birilerinin hakkıysa, karar alma sürecine dahil olmadığı bir eyleme katılmamak da Özgür-Der’in hakkıdır!
Bu konuyla ilgili olarak geçmişte de çok sorun yaşadık, muhtemelen gelecekte de yaşayacağız. Bu yüzden daha geniş izah etmek yararlı olabilir: Bilhassa İslami çevrelerin ortak organizasyonları şeklinde sunulan etkinliklerle ilgili olarak zaman zaman yaşanan anlaşmazlıklar ve sıkıntıların bazıları açısından teferruat olarak algılandığını biliyoruz. Bu yüzden birileri bize “Madem hayırlı bir iş var ortada, neden geri duruyorsunuz, dahil olsanıza!” diye yol gösteriyor. Bu doğru değil! Usul bozukluğunu sıradanlaştırmak büyük bir yanlıştır. Maslahat adına usulsüzlüğün yerleşmesine izin vermemeli, Müslümanlar olarak geçmişten bugüne bedellerini ağır biçimde ödediğimiz bu yanlışın yanlış olduğunu söylemekten vazgeçmemeliyiz.
Bazıları Özgür-Der’in bu hassasiyetini kendisini aşırı önemsemesi ya da abartması olarak değerlendirebiliyor. Hatta ısrarlı tutum kimilerince “tabela takıntısı” gibi de yorumlanabiliyor. Oysa sorun ismin değil, ismin temsil ettiği kimliğin, çizginin, tezin hukukunun korunması. Bu noktada Özgür-Der’in kendi kimliğine ve örgütlülüğüne önem vermesi, ortaya konulan etkinliklerle ilgili olarak titiz davranması hem hakkıdır, hem de sorumluluğu.
Üzerinde mutabakata varılan çerçevede elbette başkalarıyla birlikte yürümeye evet diyoruz fakat kimsenin kuyruğu olmayı kabul etmiyoruz. Tutumumuzu özetlemek gerekirse farklı muhalif kimlikli kesimlerle yan yana yürüyebiliriz ama kimsenin ardına düşmeyiz!
Bu bağlamda Özgür-Der’e geçmişte farklı tavırlar sergilediğine dair eleştiriler yöneltildiğine şahit oluyoruz. Irak işgali, NATO zirvesi ya da Filistin sorununa ilişkin düzenlenen ve solun ağırlığını net biçimde hissettirdiği çeşitli eylemlerde aktif biçimde yer almakla solun peşine takılmış olunup olunmadığı sorusuna, daha doğrusu eleştirisine zaman zaman muhatap olmaktayız. Evet doğrudur, söz konusu eylemlerin pek çoğunda sol kimlikli grupların ağırlığı hissedilmiştir ama bu eylemler sosyalist ideolojinin propagandasına dönüşmemiştir. Önceden belirlenen ortak payda zemininde hareket edilmiş, ayrıca katılan her kuruluş ya da çevre kendi kimliğini, söylemini, taleplerini net biçimde ifade edebilmiştir.
Sözü edilen etkinliklerin hemen tümünde organizasyon aşamasında, katılan her grup kendi kimliği ve talepleriyle çelişen noktalara itirazını dillendirmiş ve üzerinde mutabık kalınan çerçeve dışına çıkılmaması hususu karara bağlanmıştır. Bu yüzden örneğin platform şeklinde gerçekleştirilen bu eylemlerde okunacak ortak bildiri üzerinde uzun uzadıya tartışmalar yürütüldüğü vakidir.
Öte yandan Özgür-Der, usulüne uygun biçimde davet söz konusu olduğunda konusuna bağlı olarak zaman zaman farklı kuruluşların etkinliklerine de aktif biçimde katılmıştır. Ne var ki, konunun arkaplanını bilmeyen bazı zevat Özgür-Der’in bu tutumunu bir çelişki gibi algılayabilmiştir. Nitekim mesela “EMEP’in mitingine katıldınız da, SP’ninkine niye katılmadınız?” türünden eleştiriler sıkça dillendirilmiştir. Oysa bunun izahı basittir: Her şeyden önce Özgür-Der’in çağrıldığı her yere koşmak gibi bir zorunluluğu, görevi yoktur. Gündeme, organizasyonun kimliğine, davet biçimine bağlı olarak katılıp katılmayacağını belirler. Ayrıca Özgür-Der katıldığı etkinlikte kendi kimliğini, savunduğu değerlerini ve taleplerini ne ölçüde yansıtabileceğini, organizasyonu gerçekleştiren kuruluş ya da kuruluşların bu konuda ne ölçüde tutarlı olduğunu dikkate alır.
Bu açıdan değerlendirildiğinde örneğin SP’nin mitingine katılınmamıştır çünkü ortada bir davet bulunmamaktadır. Özgür-Der gazete ya da televizyon ilanlarından hareketle herhangi bir etkinliğe katılmayı doğru bulmaz. Ayrıca yukarıda örnek verilen mitingi organize edenlerin ulusal bayrak ve marş hassasiyetleri, kendi belirlediklerinin dışında hiçbir pankart ve slogana izin vermeme tutumları da katılmama kararının alınmasında belirleyici olmuştur. Oysa EMEP ya da davetlerine icabet ettiğimiz farklı sol grupların etkinliklerinde bu tarz sorunlar yaşanmamış, dayatma asla söz konusu olmamıştır.
Elbette sol gruplarla birlikte gerçekleştirilen etkinliklerle ilgili olarak da zaman zaman sorunlar, tartışmalar yaşanmıştır. Bu çerçevede, İslam düşmanlığını karakter haline getirmiş ve söylemi itibariyle sol görünmekle birlikte özünde Kemalist zihniyetin taşıyıcıları konumundaki kimi grupların İslami kimliği ve Müslümanları aşağılama anlamına gelebilecek tavırları söz konusu olduğunda açık bir biçimde itiraz edilmiş; aynı şekilde sol grupların kendi özel gündemlerini dayatma anlamına gelebilecek etkinliklerinden ise bütünüyle uzak kalınmıştır.
Öte yandan İslami çevreler tarafından düzenlenen etkinliklere katılım noktasında zaman zaman yaşanan tartışmalardan sanki Özgür-Der’in İslami kuruluşlarca gerçekleştirilen eylemlere karşı keskin bir rezervinin bulunduğu şeklinde bir izlenim oluştuğunu biliyoruz. Oysa bu yanlıştır! Özgür-Der bugüne kadar İslami tandanslı kuruluş ve çevrelerce gerçekleştirilen pek çok etkinliğin organizasyon aşamasında yer almış, bu tarz kolektif eylemlerin çoğaltılması ve başarısı için yoğun çaba sarfetmiştir. Aynı şekilde doğrudan organizasyonunda yer almasa da, düzenleyen kuruluş ya da çevrelerin kimliğine ve etkinliğin konusuna bağlı olarak gücü oranında İslami yapıların eylemlerine destek vermiştir.
Kimlerle birliktelik?
Taksim eylemine Özgür-Der’in üçüncü bir itirazı ise eylemin organizasyonunda yer alan gruplardan birinden kaynaklanmıştır. Eylem çağrısı metninde imzası olan kuruluşlar arasında “Lambda Aktivistleri” adlı homoseksüel gruba da yer verilmesi açık bir yanlış olmuştur. Yakın zamana kadar bu oluşum kamuoyunda neredeyse hiç tanınmamaktaydı. Ta ki, kısa bir süre önce derneklerinin Valilikçe ahlaksızlık suçlamasıyla kapatılmasıyla birlikte medyada yoğun bir tarzda gündemleşmeye başlamıştır. Öyle ki, söz konusu gruba örgütlenme hakkının tanınıp tanınmaması tartışmasının bazı işgüzar tipler vasıtasıyla neredeyse biricik özgürlük kriteri konumuna oturtulduğu, sapkınlığın sıradanlaştırılmaya çalışıldığı görülmektedir.
Homoseksüellerle aynı düzlemde yer almak ile farklı ideolojik-siyasi kimliklerden insanlarla bir aradalık aynı şey değildir. Bazıları “Sonuçta vahiy karşıtı kimliklere sahip olduktan sonra ne fark eder; solcu, sağcı, anarşist, komünist, liberal, muhafazakâr vs. kimlikli insanlarla farklı zeminlerde bir araya gelmekten gocunmuyorsunuz da, homoseksüellere niye bu tavrınız?” diye düşünebilir. Oysa zulme karşı siyasal bir itiraz ve muhalif bir kimlik geliştirme tavrının neticesinde ortaya çıkan arayışlarla, fıtratı bozmaya yönelik bir sapkınlığın kıyaslanması doğru olamaz. Üstelik de akidevi boyutunun haricinde konunun bir de toplumsal meşruiyet boyutunun mevcudiyeti gözden kaçırılmamalıdır.
Son dönemlerde homoseksüellik konusunun medyanın da katkısıyla giderek daha fazla gündemleştiği ve sapkın cinsel kimliklerin yoğun bir tarzda öne çıkartıldığı görülüyor. Kapitalist tüketim kültürünün her alanda topluma yaşattığı çürümenin uç bir noktası olarak bu sapkınlığın giderek normalleştirilmesine, sıradanlaştırılmasına yönelik adeta kapsamlı bir kampanya yürütülmekte. Bunun neticesi olarak sorun basit bir kimlik tercihi sorunu, hatta özgürlük sorununa indirgenebilmektedir. Öyle ki temel bir fıtri sapma ve toplumun geleceğini derinden sarsmaya aday bir tehdit şeklinde algılaması gerekenler dahi medyanın da yönlendirmesiyle konuya ilişkin net bir tutum takınmakta zorlanabilmektedirler.
Böylesi tehlikeli bir süreçte herkesin bu çirkinliğe karşı daha duyarlı, daha dikkatli davranması gerekmektedir. İşte Özgür-Der de bu kaygıdan hareketle daha kesin ve net bir tavır sergileme ihtiyacı hissetmektedir. Bunun anlaşılmasının ise hiç de zor olmadığını sanıyoruz.
Bu yaklaşımımızı fazla abartılı bulan ve tali kalması kuvvetle muhtemel bir boyutu çok öne çıkarttığımızı düşünenlerden bazıları “üç beş marjinal tipi merkeze oturtup, eylemin bunlara feda edildiği” şeklinde bir eleştiri getirmektedirler. Oysa bu konuda Özgür-Der’in tutumunu abartılı bulanlar konuyu doğru kavramak istiyorlarsa önce soruyu tersinden sormak durumundadırlar. Öyle ya, bu önemli etkinliğe homoseksüelleri katmak şart mıydı? Olmamaları durumunda acaba kim ne tür bir eksiklik hissedecekti?
İşte tüm bu gerekçelerle Özgür-Der, çeşitli grupların ortak bir etkinlik şeklinde icra ettikleri darbe karşıtı yürüyüşe katılmamıştır. Kendi zemininde gerçekleştirdiği istişare sonucunda belirlediği tutumun doğru olduğuna inanmakla birlikte, ilkeleri ve geleneği itibariyle Özgür-Der daha güçlü deliller ve somut olgularla desteklenecek eleştirilere, tavsiyelere de elbette açıktır.
Tutarsızlık Eleştirilerinin Kendisi Tutarlılık İçermeli, Adaleti Gözetmeli!
Gerek mensupları itibariyle gerekse de çevresinde bıraktığı izlenim dolayısıyla Özgür-Der’in yapıp ettikleri ya da yapmadıkları her zaman canlı bir ilgi odağı oluşturmuştur. Söylemini de eylemini de hep eleştiriye, sorgulamaya açık tutan bir oluşum açısından bu durumun bir olumluluk, bir kazanım olduğuna inanıyoruz. Bununla birlikte zaman zaman eleştirenlerin de eleştiri mantığını gözden geçirmeleri şüphesiz yararlı olacaktır.
Ayrıca Özgür-Der’in tavrını tutarlılık ekseninde kritiğe tabi tutanların bu hassasiyetin en azından bir kısmını farklı “kuruluşlarımız”dan esirgemelerine de pek bir anlam veremiyoruz. Yakın geçmişte bizi sol ile eylem birlikteliği yaptığımızdan ötürü kıyasıya eleştirenlerin üstelik de solun en marjinal unsurlarıyla işbirliği içine girmeleri dikkat çekicidir. Müslümanların hiç vakit kaybetmeksizin seslerini yükseltmeleri gereken konularda Özgür-Der’in düzenlediği eylemlere katılmaktan imtina edenlerin, liberallerin peşine takılmayı marifet bellemelerini ibretle izliyoruz. Elbette kimsenin Özgür-Der’in kendi kararıyla belirlediği ve organize ettiği herhangi bir etkinliğe katılma zorunluluğu yok! Herkes kendisiyle ilgili kararı kendi zemininde istişare eder ve verir. Mamafih “Bir avuç topluluğun slogan atmasından bir şey olmaz!” diyerek Özgür-Der’in eylemlerine dudak bükenlerin, liberallerin eyleminde boy göstermelerinin hikmetini anlamak da doğrusu pek kolay olmuyor!
Başka bir örnek; son günlerde TGTV merkezli yeni bir oluşum yeni anayasayı gündeme taşıma gayretinde. Seçimlerin hemen ardından yeni anayasa tartışmalarının doludizgin sürdüğü bir vasatta uyuyan “ortak akıl” şimdilerde harekete geçip kuşatıcı bir platform çabası yürütüyor. Yüzlerce kuruluşun davet edildiği, geniş katılım görüntüsü verme adına mahalle derneklerinin bile dahil edildiği bir platforma Özgür-Der’in çağrılmaması acaba nasıl bir kuşatıcılık mantığına sahip olunduğunu göstermez mi? Özgür-Der çağrılmış olsaydı katılır mıydı, ayrı bir bahis. Bu tarz bir oluşuma doğal olarak katılmazdı! Ama çağrılmaması önemli bir gösterge. Bunu eleştirmek, suçlamak için söylemiyoruz. Doğal olarak herkes kendisine yakın, anlaşıp birlikte yürüyebileceği oluşumlara açık olacaktır. Özgür-Der’in bilinen tutumu göz önünde bulundurulduğunda birilerinin uzak durmak istemesini de en azından kendileri için bir hak olarak görürüz.
Eleştirdiğimiz yaklaşım, bu açık olguyu bir türlü kavramaya yanaşmayan ve her defasında eleştiri oklarını Özgür-Der’e yöneltenlerin tutumu. Herhalde birileri dokunulmazlık zırhına bürünüp kendilerini her türlü eleştiriye, sorgulamaya kapatınca; buna açık olduğu bilinenlere yüklenmek daha cazip geliyor olmalı! Oysa bunun adil ve ilerletici bir tutum olmadığı artık görülmeli. Müslümanlar arasında yanlışların yaygınlaşmaması, kurumsallaşmaması arzulanıyorsa usulüne uygun eleştiri ve sorgulama her Müslüman için bir hak, kurumsal faaliyetler yürütenler içinse bir sorumluluk olarak benimsenmelidir.
Özgür-Der