"Üzerine yüreğinden başka muska takmayanlara"
Bazıları için nefes almak kadar kolay, bazıları için ise alamamak kadar zor bir hayatın içindeyiz diye geçirdi içinden. Bir insan için hayatın kolay ya da zor oluşu arasında ne kadar ince bir zar vardı. Basit gibi gözüken bir tercih sanki tılsımlı bir değnekmişcesine büsbütün farklılaştırabiliyordu hayatımızı. Herşey bir anda zorlaşıp bir anda kolaylaşabiliyordu.
Hayat üzerinde bu şekilde düşünmesine gazetede gördüğü ve bir türlü zihninden atamadığı o haber, sebep olmuştu, "Türbanı öğrenciler çözdü" diyordu haberin başlığı alaycı bir edayla. Ve yüzde seksenbeş oranındaki başörtülü öğrencinin üniversitelere artık başörtüsüz devam ettiğini yazıyordu.
Haberdeki oranın ne kadar gerçek olduğunu bilememekle birlikte başını açmaya bir şekilde ikna olanların en azından, çoğunlukta olduğunu çeşitli vesilelerle duymuştu. Gazetedeki o alaycı başlığı görene kadar bir süredir duyumlarım aldığı bu hazin tabloyla yüzleşmekten kaçmayı başarabilmişti. Ama biraz olsun savunulacak bir yüzü olmasını istiyorsa daha fazla kaçamazdı, biliyordu.
Artık yüzleşmekten kaçamadığı bu tabloda, çeşitli biçimlerde ikna edilerek başını açan öğrenciler kadar, hayatlarının belki en anlamlı tercihlerini yaparak baskılara direnen ve uğrunda onca emek s atfettikleri okullarını gözlerini kırpmadan inançları ve onurlan için feda eden, zoru seçerek bedel ödeyen öğrenciler de bulunmaktaydı.
Günlük konuşmalarında sıkça geçen bir ifadeydi bedel ödemek. Ama ne anlama geldiğini hiç bu kadar kuvvetli hissetmemişti. Bir erkek olarak kendini başörtülü bir öğrencinin yerine koymaya çalışmıştı. Acaba kendisi nasıl bir tercihte bulunurdu böylesi bir durumda. Bu soru dahi onu tâ derinden sarsmaya yetmişti. Bu vakte kadar yüzleşmekten kaçışının en büyük sebebi de zaten böyle bir sarsıntı korkusuydu.
Kaçamadığı ve onu içten içe sarsan bu yüzleşmeden sonra hayat ile ilişkisi üzerinde daha çok düşünmeye başlamıştı. Nasıl bir bağ vardı hayatla arasında. Yaşamak ne kadar zordu onun için, ne kadar kolay.
"Hayatı Iskalamayın" isimli bir kitap çarpmıştı gözüne epey zaman önce. Hayatı Iskalamak... O zaman ilginç bir kitap isminden öte pek bir anlam ifade etmiyordu. Ama şimdi, zihninde halka halka büyüyen çağrışımları onu çepeçevre kuşatarak, o can alıcı soruyu kulaklarında çınlatıyorlardı. "Acaba, acaba ben hayatı ıskalıyor muyum?"
Baskılar sonucu ikna olarak başını açıp okullarına devam edenlerle, direnen ve okullarından uzaklaştırılan öğrencilerin oluşturduğu tablo, olan bitene müdahil olamamanın getirdiği suçluluk duygusunun yanı sıra hayata dair bir sorgulamanın da kaynağı olmuştu onun için.
Hangi baskılarla nelere ikna olmuştu hayatında. Neler için hangi bedeller ödemişti. Hayatın kenar sokaklarında dolaşıp hep seyirci kalmakla kime, neye ikna olmuştu.
Birden başörtüsünü çıkararak okuluna devam eden bir öğrenci gibi hissetti kendini. Sanki herkes tuhaf tuhaf ona bakıyordu. Hayatta o güne kadar kazanmış olmakla avunduğu ve o an müthiş bir arzuyla arkasına saklanmak için zihnine getirdiği şeyler utancının kavurucu etkisiyle adeta eriyor ufalıyordu.
Yaşadığı utanç nöbetinin etkisiyle sersemlemiş sağa sola yalpalamaktaydı ki iki adım önünde ani bir frenle duran taksinin korna sesiyle irkilerek kendine geldi. Utancın bu kadar ıstırap verici birşey olabileceği aklının ucuna bile gelmezdi. Keşke dedi içinden, keşke benim utancım da sadece başörtümü çıkarmamla ilgili olsaydı. En azından tekrar örtünüp okulu bırakabilir ve yaşadığını utancı acı bir hatıraya dönüştürebilirdim belki. Ama hayatımı neyle örtebilirim ki olanca çıplaklığıyla orta yerdeyken.
Hayata sürtünmeden, yara bere almadan yaşamıştı bugüne kadar. Oysa hayat denilen geçitten kendini onun boyutlarına uydurmadan sürtünmesiz geçmek mümkün değildi. Kendini geçide göre ayarlayarak eğilip bükülmeyenler tıpkı az sayıda kalan ve okullarından atılan başörtülü öğrenciler gibi yara bere içinde kalabiliyorlardı.
Aslında dedi İçinden, onlar bütün bu olup bitenden en az zarar görenler olsa gerek. Ödedikleri bedelin karşılığında kazandıkları mücadele azmine, hayata karşı dimdik durabilme güçlerine ve yüzlerindeki sekinete imrenmemek mümkün müydü.
Asıl zarar gören her şeye olduğu gibi bu son hadiselere de seyirci kalanlardı, yani başta kendisi idi. Başörtüsünü çıkaran her öğrenci onun ve onun gibi kenarlarda yaşayanların hayatlarını biraz daha çıplaklaştırıyordu.
Neler çıkmıyordu ki açığa? Hayal kırıklıkları, korkular, ihanetler, ertelemeler, bencillikler, tutkular, hırslar, kıskançlıklar, tutarsızlıklar...
Hepsi teker teker çıkıyordu örtülerinin altından. Bütün bunlara mazeret bulmak biraz daha eğilip bükülmekten başka ne anlam ifade edebilirdi ki.
Akıntıya karşı yüzmek kadar zordu başı dik yürümek. Oysa tıpkı akıntıya kendini bırakmak gibi ne kadar rahattı eğilip bükülmek.
Kendisi gibiler içinse ikisi de geçerli değildi, yani kenarda bir dal parçasına tutunup suyun akışını seyredenler için. Bazen ticari bir uğraş oluyordu o dal, bazen akademik bir unvan, bazen mistik bir heyecan, bazense sıcak bir yuva.
Kenara nişan alanlar hedefi ıskalarlar diye mırıldandı yüksek sesle. Hedefin tam ortasına nişan almalıydı insan hayatın tam ortasında durmalıydı. Tıpkı az ilerde toplanmaya başlamış olan başörtülü kızlar gibi.