Deniz Baykal’ın CHP genel başkanlığından istifasına yol açan kaset olayının siyasi arenada ciddi bir depreme yol açtığı herkesçe kabul edilmekle birlikte, asıl depremin ahlaki zeminde yaşandığı gerçeği kimi çevrelerce herhalde pek de görülmek istenmiyor. Baykal ve CHP milletvekili Nesrin Baytok’a ait olduğu iddia edilen -ve taraflarca reddedilmediğine göre doğru sayılması gereken- görüntülerin internet sitelerinde yayınlanmasının ardından verilen tepkiler Türkiye’nin nasıl bir ahlaki yozlaşma girdabında debelendiğinin somut manzarasını sunmuştur.
Rezil bir ilişki içerisinde olduğu belgelenen kişi mağrur ve mağdur bir kahraman edasıyla, hesap sorarcasına konuşmalar yapmış, kendisinden başka neredeyse herkesi suçlu ilan etmiş, meydan okumuş; taraftarları ise rezaleti adeta kitleselleştirmiş, toplumsallaştırmıştır. Baykal’ın istifa konuşmasını yaptığı CHP grup toplantısında yaşanan manzaralar; gözyaşlarına, hıçkırıklara boğulan partililerin hali, “inadına” sloganlarıyla yolcu etmeler, evinin önündeki “çadır tiyatrosu”, miting pespayeliği, “aydınlık orucu” komedisi ve benzeri görüntüler en az kaset görüntüleri kadar çirkin ve utandırıcı görüntüler oluşturmuştur.
Türkiye Sizinle Çürüyor!
Her ne kadar tüm bu tablonun toplam bir haftalık kullanım süresine sahip bir şovdan ibaret olduğu tez zamanda ortaya çıkmasına ve daha birkaç gün önce salya sümük Baykal güzellemesi düzenlerin saf değiştirmek için fırsat kolladıkları anlaşılmasına rağmen, yine de bu süreçte sergilenen tavırlar ve sarf edilen sözler akıl almaz bir rezalet tablosu olarak tarihe geçmiştir. Torun sahibi evli bir parti liderinin, partisinden milletvekili seçtirdiği evli bir kadınla çirkin görüntülerini hiç sorun görmeyip, tüm bu rezilliği komplo, pusu vb. saçmalıklarla geçiştirmeye kalkan; lanetlenmesi gereken bir çirkinliğin failini “Türkiye seninle gurur duyuyor!” terbiyesizliğine vardıran bir siyasi kültüre erişilmiş olmasını da acaba “Cumhuriyetin kazanımları” arasında saymalı mıyız?
Hiç öyle istifa olgusunu öne çıkartıp çirkinliğin hesabının sorulduğu ya da verildiği yalanının ardına sığınılmasın! Baksanıza Baykal’ın istifası ile yolu açılan Kemal Kılıçdaroğlu, kabul buyurursa, Baykal’ı müstakbel cumhurbaşkanları ilan ediyor. Kemal Bey seçimi kazanmış da hızını alamayıp cumhurbaşkanlığı seçimine bile geçmiş! Bu durumda kendisi de başbakan olarak hükümeti kuracağına göre, oldu olacak Nesrin Baytok’u da Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan koltuğuna oturtur artık! Al işte dört dörtlük çağdaş Türkiye manzarası!
Hiç kuşkusuz bu tablo Kemalist siyasi kültür ve ahlak anlayışını olanca açıklığıyla sergilemekte; çürümüşlüğe, kokuşmuşluğa ışık tutmaktadır. Zinanın suç sayılmasına ilişkin bir yasal düzenlemeyi “laikliğin aşındırılması” şeklinde niteleyip canla başla engelleyen; içkinin sınırlanmasına yönelik her türlü girişime şiddetle karşı çıkan; okullarda mescit avına çıkan; medya, sinema, eğlence sektöründe kadının metalaştırılmasına karşı tepkileri sansürcülük, ortaçağ kafalılık diye her fırsatta aşağılayan; eşcinsellik adı verilen sapkınlığa gayet hoşgörülü; başörtüsüne serbestlik taleplerine ise alabildiğine düşman bir zihniyete yakışır bir tablodur bu! İslam’a ve İslami değerlere bunca düşmanlığın, ortada ahlaka dair de pek bir şey bırakmaması doğal sonuçtur. İslami referansları dışlayan, aşağılayan egemenlerin bunların yerine koyabilecekleri ne var ki? Laik-Kemalist bir ahlak hiç olmamıştır ve olmayacaktır da!
Ortada eşlerin aldatılmasından ve birilerinin işlediği zina günahından öte ciddi bir çürümüşlük, büyük bir çirkinlik bulunduğu gözden kaçırılmamalı. Şüphesiz müminlerden oluşan topluluklar da dahil olmak üzere, her toplumda günah işleyenler, çirkin işlere bulaşanlar olur. Arzu edilmemekle birlikte bu anlaşılabilir bir durumdur. Ne var ki, günahın, çirkinliğin bu şekilde doğallaşması, sıradanlaşması, neredeyse teşvik görmesi akıl almaz bir durumdur ve herhalde Kemalist–laik kesimin yaşadığı zihinsel travmayı yansıtmaktadır.
Skandalın patladığı gün Baykal’ın çocukları medyaya ailenin tüm üyelerini toplayıp babalarının evinde kahvaltıda bir araya geldiklerini söylemişler. E, ne de olsa aile mefhumu zor zamanda dayanışmayı gerektirir değil mi?! Skandalın diğer tarafıysa “Evimizde ailece yaralarımızı sarıyoruz!” açıklaması yapıyor. Gazetelerde, internet sitelerinde “Nesrin Baytok’un eşi suskunluğunu bozdu!” manşetlerinin altında acaba “Eşime iftira atıldı!” falan mı diyecek diye merak ediyorsunuz ama bula bula Bay Baytok’un şirketine yöneltilen haksız ithamların, iftiraların hesabını mahkemelerde soracağına dair açıklamasını okuyorsunuz. Demek ki, beyefendinin ticari itibarının ve şirketinin hukukunun korunması lazım! Zaten namus denilince akla artık şirket bilançosu, vergi levhası falan gelmeli değil mi?
Sınır Tanımayan Empatik Duyarlılık!
Bu çirkefliği özel hayatın gizliliği, siyasi komplo ve benzeri mugalâtayla örtmeye, geçiştirmeye çalışanlar da az değil! “Empati yapalım, kendimizi ‘mağdur’ların yerine koyalım!” diyenlere dahi şahit olabiliyoruz. Ve ne yazık ki, İslami camia diye tavsif edilen kesimden kimi yazarlar, aydınlar, temsilciler de şapşalca bir tutum içinde bu çarpıtmaya onay vermekteler. İçlerinde Baykal’ın bu şekilde siyasi bir komplo ile görevinden ayrılmak zorunda kalmasından rahatsız olduklarını beyan edenlerden ‘geçmiş olsun’ mesajı iletenlere; İslami ilkeler uyarınca tecessüsten kaçınmaktan günahların örtülmesi gerektiğinden dem vuranlara kadar çeşitli tavırlar sergileyenleri görüyoruz.
Orta yerde tüm toplumu yutmaya dönük, pis kokular saçan kocaman bir kanalizasyon çukuru var. Birileri marifetmiş gibi “Görmezden gelelim, zihnimizi kirletmeyelim!” diyor. Yani düzenin çürümüşlüğünü ve orada da kalmayıp tüm toplumu çürütmeye yönelik sistemli saldırısını konuşmayalım, geçiştirelim diyorlar. Susarsak, görmezsek pislikten azade kalacağımızı, üzerimize bulaşmasının önüne geçebileceğimizi sanıyorlar. Hiç kuşkusuz aldanıyorlar! Oysa takınılması gereken tavır pisliği görmezden gelmek değil, pisliğin sahibi egemenleri ve kokuşmuş zihniyetlerini teşhir etmek olmalıdır. Bu devasa pisliğin nereden kaynaklandığını ve nasıl büyük bir tehlike teşkil ettiğini halka net biçimde göstermektir.
Gâvura gâvur demenin yasak edilmesi türünden bir durumla karşı karşıyayız. Benzeri bir yaklaşım önceki ay Devlet Bakanı Aliye Kavaf’ın eşcinsellikle ilgili değerlendirmesi üzerine başlatılan tartışmalar sırasında da kendini göstermişti. Ne yazık ki, İslami camia içinden gelen kimi sesler, medyadaki güçlü sapkınlık lobisinin oluşturduğu kirli atmosferin gölgesi altında kalmış ve tepki ve tavırlarında alabildiğine cılızlaşmış, silikleşmişlerdi. Konuya ilişkin net bir tutum takınmaktan, hüküm cümleleri kullanmaktan kaçınan, adeta topu taca atan bir tutumun izleriyle sıkça karşılaşılmıştı.
Aynı tutum kaset tartışmaları bağlamında yine nüksetti. Mahremiyetin ihlali, özel hayatın gizliliği ve benzeri söylemler dillendirilmek suretiyle güya duyarlılık ve nesnellik katsayısı yüksek, ciddi ve ağırbaşlı bir tavır sergilenmiş oluyor. Hikâye! Bu egemenlere yaranma çabasından başka bir şey değil. Akılları sıra birileri bu şekilde muhataplarına “Biz o kadar olgun ve âlicenap şahsiyetleriz ki, sizi zayıf noktanızdan vurmaya gönlümüz elvermez!” mesajı veriyorlar! Oysa sorun şahısların zaafları ya da zayıflıkları değil, kokuşmuş sistemin toplumu bir bütün olarak çürütmeye yönelik çabalarından kaynaklanmakta. Ve bu kapsamlı ifsad faaliyetine en net biçimde tavır almak bizim görevimiz sayılmalı.
Zina suçunun kendisi mahremiyetin en korkunç biçimde ihlalidir. Üstelik de toplumu etkileyen, halka yön verme iddiasındaki kişilerce işleniyorsa, çirkinlik daha da ileri boyutlara ulaşmış ve tüm toplumu çürütmeye yönelik bir saldırı mahiyeti kazanmış demektir. İşte tam bu noktada çirkinliklerinin, günahlarının hesabını sormak yerine, bu iğrençliği mahremiyet kavramı altında örtmeye kalkışmanın gülünç olduğunu görmek gerekir. Mahremiyetin azılı düşmanı bu sistemin sahiplerinin mahremiyet kavramının arkasına gizlenmeye kalkışmaları ise düpedüz trajikomiktir!