Kara Harekâtı: Kürt Sorununda Çözümsüzlüğe Devam

Adil Özyiğit

17 Ekim 2007'de, TBMM'de 507 oyla kabul edilen ve TSK'ya çok geniş yetkiler sunan tezkereden hemen dört gün sonra yaşanan Dağlıca (Oramar) baskını, yeni bir sınır ötesi operasyonun çok yakında yapılacağının en bariz habercisiydi. Kamuoyu, Dağlıca'da ölen askerler ve esir düşen sekiz asker sayesinde, söz konusu operasyon için psikolojik olarak uygun kıvama getirilmişti.

1983–99 yılları arasında, ikisi çok geniş kapsamlı olmak üzere 24 defa sınır ötesi operasyon yapan TSK, bir yenisine daha hazırlanıyordu. Bu amaçla; 5 Kasım 2007'de Tayyip Erdoğan ile Bush arasında yapılan ve "Beyaz Saray Mutabakatı" alarak da adlandırılan görüşmeyle ABD'nin de izni alınmış olup, ilk sınır ötesi hava harekâtı 16 Aralık gecesi yapıldı. Güney Kürdistan'da PKK'ye ait kamplara aralıklı olarak yapılan 8 hava saldırısından sonra; 21 Şubat'ta yapılan MGK toplantısının hemen ardından, on bin askerin katıldığı ve Güneş Operasyonu adı verilen kara harekâtının başladığı TSK tarafından resmen duyuruldu.

Militarist Anlayış Kürt Sorununu Derinleştiriyor

Kara harekâtından birkaç gün evvel bir grup aydının, Abdullah Gül ile görüşüp Kürt sorununun barışçıl yollarla çözülmesi ve sınır ötesi operasyonun sonlandırılması gerektiğine ilişkin çabalarına rağmen olumlu geçtiği ifade edilen bu görüşmeden hemen birkaç gün sonra başlayan kara harekâtı, sistemin Kürt sorunu realitesini görmezden gelmeye devam ettiğini ve hâlâ militarizmin saldırgan yöntemleri ile "çözüm" bulabileceği yanılgısı içinde olduğunu gözler önüne sermekten başka bir anlam ifade etmiyordu.

Kemalist resmi paradigmanın, "Türk ulusu"nu inşa etmek amacıyla asimilasyon ve imhaya tabi tuttuğu Kürt kavminin haklı taleplerini görmezden gelmesi ve sorunu "terör sorunu" olarak nitelendirilmesi, sistemin doğası gereği kuşandığı militarist refleksin bir tezahürüdür. Sorun ne salt "terör" sorunudur ne de sadece kalkınma eksikliğidir. Sistemli biçimde asimilasyona ve inkâra tabi tutulan bir halkın hak arama mücadelesini, "bölücülük ve terör" olarak değerlendirip, onlara her türlü eziyeti ve zulmü reva gören oligarşik resmi ideoloji, sorunun esasını teşkil etmektedir.

Yıllarca konuştuğu dili yasaklanan, kültürü ve değerleri aşağılanan, faşizan uygulamaların her türlüsüne maruz bırakılan bir halkın, insani taleplerini görmezden gelmek, ne kadar adil bir yaklaşımdır acaba? Pozitivist aydınlanmacı ve tek-tipleştirici ideolojik ulusal yapının; kendisine benzetemediği, dönüştüremediği unsurları tahakkümü altında tutmaya çalışması ve tüm haklarını gasp etmesi; bu da yetmezmiş gibi toplu imhaya tabi tutması hangi kavramla tanımlanabilir?

Vakıayı doğru okuyamamak, sorunlara doğru yaklaşamamanın en önemli nedenidir. Bir bütün halinde ulus projesinin tornasından geçirilmeye çalışılan bir kavme yaşatılan onca zulmü görmezden gelip, militarist yaklaşıma yönelik reaksiyonların bir sonucu olarak ortaya çıkan PKK'nın da sorunun tek müsebbibi olarak değerlendirilmesi ve PKK ile yapılacak harbin sorunu çözmek için yeterli olduğuna inanmak, tarihi tersinden okumaya çalışmaktan başka bir şey değildir.

PKK ile Kürt sorunu birbirinden ayrı değerlendirilemeyecek kadar girift bir ilişkiye sahiptir. PKK'nin Kürt halkı arasında geniş bir tabanı bulunmaktadır ve bu nedenle Kürt sorununa dönük çözüm arayışları yapılırken PKK sorunu da görmezden gelinemez. Çözüm arayışlarının önünün açılması için, Kürt sorununun bir kanadını oluşturan silahlı örgütlenmenin de siyasi ortama aktif katılımını mümkün kılacak uygun şartlar hazırlanmalıdır.

Kürt Sorununun Çözümü, Militarizmin Geriletilmesi ve Siyasi Adımların Atılması ile Mümkündür!

Bugüne kadar Kürt sorununun çözümüne yönelik geniş anlamda siyasi açılımların yapılmaması ve sorunun çözümü için sadece silahlı yöntemlere başvurulması, Kürt sorununun daha da çetrefilli bir hal almasına yol açmıştır. Yapılması gereken; hükümet nezdinde adımların atılması ve geniş katılımlı barışçıl yöntemlerle bu sorununun çözülmesiyken, her defasında sorunun güvenlik zafiyetinden kaynaklanan bir soruna indirgenip TSK'ya havale edilmesi; iktidarın gerçek sahiplerinin oligarşik bürokrasi olduğu gerçeğini bir kez daha görmemizi sağlamaktadır.

TSK'nın PKK'ye karşı yürüttüğü savaşın başarıyla sonuçlanması halinde bölgedeki sorunların biteceğine olan inanç, maalesef ki Kürt sorununun hâlâ doğru teşhisinin yapılamadığını göstermektedir. Kürt realitesini görmezden gelmek ve bu sorunun çözümü için siyasi adımlar atamamak, militarizmden medet ummaya yol açmaktadır. Ama bilinmelidir ki; silahtan ve kandan beslenen militarizm, bu sorunu çözmek bir yana dursun, daha fazla büyümesine yol açmıştır ve açacaktır.

Güvenlik eksikliği, bölünme endişesi, "terör" konsepti söylemlerinin ardına sığınarak, silahlı mücadeleyi çözüm olarak sunan militarizmin amacı, elinde tuttuğu erki kaybetmemektir. İnkâr ve imha politikalarının yol açtığı problemlerle hesaplaşmak için, öncelikle resmi ideolojinin Kürt sorununu çözümsüzlük girdabında tutan politikalardan arındırılması gerekmektedir.

Nitekim AK Parti'nin 22 Temmuz seçimlerinde Kürt illerinden aldığı oylar, bu sorunun derhal siyasi zemine taşınması ve çözüme kavuşturulmasının talep edilmesi anlamına gelmektedir. Ancak, daha evvelki hükümetlerin yaptığı hataların aynısını, seçimlerde kendisine büyük kredi verilen AK Parti iktidarı da yapmakta ve militarizmin değirmenine su taşımaya devam etmektedir. Siyasi yöntemlerle çözülmesi gereken Kürt sorununun militarizme havale edilmesi, hem siyasi iktidarın anlamsızlaşmasına hem de militarizmin tahakkümünün güçlenmesine yol açacaktır. Bilinmelidir ki, militarizm bu gibi güvenlik paranoyalarını büyütme konusunda mahirdir ve bu yolla iktidarını perçinlemeyi amaçlamaktadır.

Kürt sorunu, ancak barışçıl ve adil yöntemler ile çözülebilir. PKK ile yapılan savaşta TSK başarılı olsa bile, yıllarca hakları gasp edilen ve yok sayılan bir halkın taleplerini görmezden gelen anlayışı sürdürmek, sorunun devam edeceği anlamına gelecektir. Bölgenin ekonomik geriliğinin sosyolojisini tahlil ederek, bu sorununun esasını teşkil ettiğini iddia eden güdük siyasi yaklaşımlar ise başlı başına bir değerlendirme konusudur. Ekonomik ve sosyal anlamda geri kalmışlık Kürt sorununu doğurmamıştır; bilakis sistematik asimilasyon politikalarının bir ayağını oluşturan yoksullaştırıp sindirme taktiği, Kemalist sistemin kuruluşundan bu yana uygulanagelen tipik imhacı mantığın bir yansımasıdır ve bu yolla Kürt kavminin asimilasyonunun kolaylaştırılıp hızlandırılması amaçlanmıştır.

İşgalci ABD'nin Verdiği Destek Nasıl Anlaşılmalıdır?

Yürütülen yeni sınır ötesi operasyonun da Kürt sorununun çözümüne bir katkı sunmayacağı, aksine sorunun daha da derinleşmesine yol açacağı, aklı başında her insanın malumudur. Fakat, yapılan bu operasyonların arka planında kurulan ittifaklara bakıldığı zaman, zihinlerde birçok soru işareti oluşmaktadır. ABD'nin bilgisi ve izni dâhilinde yapılan ve ABD Dışişleri Bakanı'nın da açıklamalarıyla destek verdiği bu operasyonlara karşılık, TC hükümetinin, ABD'ye nasıl bir diyet ödeyeceği öncelikle sorulması gereken ilk sorudur.

Son NATO toplantısında ABD Savunma Bakanı Robert Gates, NATO'nun bölünebilme ihtimalinden söz ederek, Afganistan işgaline destek veren müttefiklerin savaşmaları gerektiğini belirtip, Türkiye'nin de savaşa aktif katılımının gerektiğini vurguladı. Burada şöyle bir soru da sorulabilir: ABD'nin İran'a saldırı planları yaptığı açıkça ortadayken, acaba sınır ötesi operasyona verdiği destek karşılığında, İran'ın işgali konusunda Türkiye'den destek sözü mü alınmıştır?

Ortadoğu üzerinde yıllardır emperyalist hesapları bulunan İşgalci ABD ile başka konularda anlaşmalar da yapılmış olabilir. Zira ilk günden beri sınır ötesi operasyonu asla kabullenmeyeceğini belirten ABD, 5 Kasım görüşmesi sonrası TSK'nın yapacağı sınır ötesi operasyona hem müsamaha göstereceğini ifade etmiş hem de istihbarat desteği vereceğini bildirmişti. ABD bu desteğinin karşılığında, mutlaka kendi işine yarayacak bir şeyler koparmıştır ve bu da Ortadoğu coğrafyası üzerinde yürüttüğü kirli projesine katkı sunmaya yarayacaktır.

Sorulması gereken bir diğer soru da, operasyonun neyi amaçladığı ve ne zaman biteceğidir. Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek'in, operasyon ne zaman bitecek sorusuna vermiş olduğu "Varmak istediğimiz nokta, geri çekilme sürecini tayin edecektir." şeklindeki net olmayan cevabı, soru işaretlerini çoğaltmaktadır. Çünkü Federe Kürt Yönetimi'nin yetkilileri, bu operasyonlar ile asıl murat edilenin; Musul ve Kerkük'ün işgali ve Federe Kürt Yönetimi'nin diskalifiyesi olduğunu belirtmektedirler. Bu tarz spekülasyonların tartışıldığı bir zeminde BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun, operasyon sonrası Irak sınırlarının yeniden çizilmesi gerektiğini belirtmesi ve "TSK, Gabar'a sırtını dayayarak Türkiye'yi korumalıdır." söylemini dillendirmesi, söz konusu operasyonun gerçek amacı konusunda asıl niyetin ne olduğu tartışmalarını büyütmektedir.

Asker Cenazeleri Etnik Temelli Toplumsal Kutuplaşma Riskini Artırır!

Hali hazırda devam eden kara harekâtı sonucu, birçok askerin hayatını kaybetmesine bağlı olarak toplumsal kutuplaşma ve etnik farklılıklar büyütülecek ve hamasi militarist öç alma söylemleri güçlenecektir. Bu durum, sorunun çözümünü nerdeyse imkânsız kılmaya yol açacaktır. Çünkü militarizmin sivil siyaset karşısında güçlenmesi, Kürt sorununun çözümsüz kalmasıyla eşdeğerdir.

PKK'nin Kuzey Irak'ı üs olarak kullanıp saldırılarda bulunmasını bahane ederek sınır ötesi operasyon yapan TSK, son 24 yılda yapmış olduğu 24 harekâtla sorunun çözümüne ilişkin bir gelişme kaydedebilmiş değildir. Militarist karakterli saldırganlık, ateşkesten, barıştan söz edildiği zaman, bunları "teslimiyet ve acziyet" olarak nitelendirip, böylece karşı tarafın da saldırganlık dozunu artırmasına yol açmıştır.

Son saldırılarla beraber, PKK'nin askeri kanadını oluşturan HPG'nin (Halk Savunma Güçleri) ana karargâh komutanı Bahoz Erdal, metropollerde yaşayan PKK yandaşı Kürtlere, bulundukları bölgeleri cehenneme çevirme talimatı verdi. Araçların yakılması, işyerlerine yapılan saldırılar acaba neye hizmet edecektir? Bu gibi eylemlerin etnik farklılık temelinde çatışmalara yol açıp,  çözümsüzlüğün alabildiğine derinleşmesine katkı sunmaktan başka bir anlamı yoktur.

İki taraf arasında yaşanan sıcak çatışmalar hususunda medyaya yeteri kadar aydınlatıcı bilgi ulaşmamaktadır. Operasyon konusunda Genelkurmay'ın medyaya verdiği manipütalif bilgilerle yetinilmektedir. Operasyon bölgesine habercilerin girmesine izin vermeyen Genelkurmay yetkilileri, böylelikle operasyonun durumu hakkında sadece kendi verdikleri haberlerle yetinilmesini amaçlıyorlar. Aynı durum PKK cephesinde de yaşanmakta,  Roj TV ve Fırat Haber Ajansı'nın verdiği haberler çoğu zaman diğer haberlerle çelişkiler arz etmektedir. Ne olup bittiği konusunda kamuoyu yeteri kadar malumata sahip olamamaktadır.

Sonuç

Yürütülen sınır ötesi operasyonun derhal sonlandırılması ve Kürt sorununun adil ve barışçıl bir zeminde çözüme kavuşturulması için acilen adımlar atılmalıdır. Bu konuda en büyük sorumluluk AK Parti hükümetine düşmektedir. Yıllarca gençlerin kanı üzerinden sürdürülen bu kirli savaşın sonlandırılması için geniş kapsamlı siyasi af çıkarılması, Kürt kavminin hak ve özgürlüklerini karşılayacak bir siyasi paketin Meclis'e sunulması, sorunun büyük ölçüde çözümlenmesini sağlayacaktır. Bu cesareti gösterebilmek için, öncelikle askeri vesayetin ülke siyaseti üzerindeki etkisi kırılmalı ve resmi ideolojinin ırkçı söylemi bertaraf edilmelidir.