Kapitalist sermaye, her gün artan gücüyle insanların düşünce ve inançlarına etki ederek onları dönüştürmeye çalışıyor. İnsanın mala ve dünyaya olan düşkünlüğü onurunun kapital karşısında değersiz bir meta halinde alınıp satılmasına fırsat veriyor. İnsan dünyaya meyledişini kendinden ve çevresinden gizlemek isterken kapitalizmin çarkları arasında kalışını bilinçli bir tercih ya da olması gereken bir vakıa olarak tanımlıyor. Geriye konuşmasından giyimine, yemek zevklerinden düşüncelerine kadar modern dünyanın bizler için çizdiği belirlenmiş ve tektipleştirilmiş bir kapitalist-pazarlamacı insan tipi çıkıyor.
Din-Kapitalizm İlişkisi
Biz kapitalizm ile din ilişkisi üzerinde dururken özelde İslam ve kapitalizm ilişkisini Müslüman fertlerdeki etkisi bağlamında değerlendiriyoruz. Bunu yaparken din-kapitalizm üzerine fikir beyan edenlerin düşüncelerini kısa olarak vermekte yarar olduğunu da düşünmekteyiz. Türkiye'de bazı gazetecilerin gündeme getirdiği Kalvenizm tartışmaları da bu noktada din-kapitalizm tartışmalarına İslami kapitalizm ya da Müslüman Kalvenistler gibi yeni tanımları getirdi. İslam'ın Protestanlaşmasını dört gözle bekleyenler1 için bu tartışmalar bulunmaz bir fırsattı. Müslüman yazarlardan bazıları ise İslam ile kapitalizm ya da Protestanlık arasında bağ kurmanın yanlışlığına işaret edip İslam'da reform tartışmalarına tavır alırlarken2 diğer yandan Müslümanlar arasında var olan kapitalizme ve dünyaya meyletme temayülünü ya görmezlikten gelen ya da bu konuyu diğer mahalle çocukları ile tartışmak istemeyen Müslüman kesim de kendisini ağırlıklı olarak hissettirmektedir.
Marksizm'e göre üretim araçları denen alt yapı, üst yapı denen dinden tutun hukuk ve sosyal ilişkilere kadar tüm formları oluşturur. Bu bağlamda din bir şekilde üretim araçlarının değişimine göre değişen bir üretilen ve edilgen bir olgu olarak karşımıza çıkar. Bu bağlamda Marx'ın düşüncelerine eleştiri olarak dinin edilgen olmayıp özellikle kapitalizm gelişmesinde önemli bir yeri olduğunu belirten ve din-kapitalizm arasında önemli tespitlerde bulunanlardan biri Max Weber'dir. Weber annesinin dindarlığı ile babasının siyaset adamlığını birleştirip Protestan mezhebinin kapitalist sermaye ile barışıklığı noktasında özellikle Amerika'daki mezhepler ve tarikatlarla ilgili tespitlerde bulunur3 ve kapitalizmin ilerlemesinde dinin önemli bir yerinin olduğunu söyler. Weber'in düşüncelerinde özellikle tarikat olgusunun ticarette çok etkili olduğunu görüyoruz. Weber'in Amerika'da din-kapitalizm ilişkisi noktasındaki tespitlerini iki önemli vurgu ile sınırlarsak birincisi, tarikat ya da herhangi bir dinsel örgüte üye olmak kapitalist kazanım açısından oldukça önemlidir. Bir tarikata ya da mezhebe üye olanlar bulundukları cemaatın üyelerini hemen müşteri portföyüne alırlarken, cemaat mensupları da kendilerinden olan üyeye karşı güven duymakta ve cemaatin garantisi altında olduklarını hissetmektedirler. İkinci önemli vurgu tarikatlara girenlerin çok da samimi olmayıp bu yapıları sermayelerini çoğaltmak adına araç olarak kullanıyor olmalarıdır. Dine sırf mistik bir boyut kazandırmak sanıldığının aksine insanları özellikle ekonomik faaliyetlerden alıkoymuyor. Bu yüzdendir ki hem tamamıyla mistik bir aleme kendini hapsedenler dinin sosyal boyutunu kendi cemaat ve fertleri ile sınırlı tutup onun dışında bir kimlik ibrazında bulunmuyorlar hem de dindarlıklarını dar bir alana hapsederek ellerindeki birikimin harcanmasını da sınırlamış oluyorlar. Müslüman çevrelerden ise Seyyid Kutub, Ali Şeriati gibi düşünürler hem sosyal adalete vurgu yapmış hem de sermayenin din ile ilişkisini itikadi, sosyolojik ve psikolojik bağlamlarda incelemeye çalışmışlardır.
İbadetten İnfaka Kapitalist Zihniyet
Bazı vakıflar Kurban bayramında görsel ve yazılı medyaya reklam verdiler. Bu reklamlarda kurbanlarını kendi vakıfları ile kesmeleri ve kesilen kurbanların yardıma muhtaçlara gönderileceğine dair ibareler vardı. Buraya kadar hiçbir sorun yok. Bir vakıf ya da derneğin Müslümanlar arasında gereği yardımlaşmak için çağrıda bulunması önemli ve desteklenmesi gereken bir hayırda yarışma örnekliğidir. Burada üzerinde durulması gereken durum bu hayır olayının bazıları tarafından klasik pazarlama stratejileri ile ticari bir olaya indirgenmeye çalışılmasıdır. Bir kurbanlık için normalde 250-300 YTL talep edenlere karşın sanki bir ticari ürünü ticari bir kâr için pazarlar gibi fiyatları 190 YTL gibi alt seviyelere çekerek ücretin düşük olduğu kanısının oluşturulması sağlanırken diğer taraftan kredi kartına taksit gibi tüketim çılgınlıklarının klasik taktikleri bu "hayır" yarışında öne geçmek için kullanılmıştır. Kurbanlıkların kendilerinde daha ucuz olduğu belirtilerek insanların hayırlarında bile yardımlaşma ve dayanışmanın önüne "Hayrı işlemeyi nasıl ucuza kapatabiliriz?" düşüncesi getirilmektedir.
Bu ağırlıklı olarak İslami olmayan çevrelere yapılsa da farz olan bir ibadetin nasıl ticari bir kategoriye indirgendiği açısından hadisenin rahatsız ediciliği ortadadır.
Yine özellikle Müslüman çevreler arasında yayılmaya başlayan diğer bir uygulama şekli ise ürün pazarlama4 hastalığıdır. Bir zamanların "Titan" olayına benzeyen bir mantıkla özellikle sağlık ve kozmetik ürünlerinin pazarlanmasında dindar çevrelerin çok aktif bir çaba içinde olduğuna şahit oluyoruz. Muhafazakar denen semtlerin yoğun caddelerinin kaldırımlarında yüzer metre ara ile bizlere küçük el ilanları uzatan sakallı, takım elbiseli erkekler ya da "şık" tesettürlü bayanları gördüğümüzde olayın boyutunu daha iyi anlıyoruz. Büyük ve gösterişli salon toplantıları yapan bu markaların etkinliklerine katılanların yarısından çoğunu tesettürlü bayanlar oluşturuyor. Sattıkları ürünlerin Amerikan malı olması aslında bu insanları fazla ilgilendirmiyor. Bunu düşünecek bilinçte değiller. Bunu düşünenler ise olayın sağlık sorunu olduğunu ifade ederek kaçamak cevaplar veriyorlar. Diğer bazıları ise akraba ve işsiz dostlarına iş ve para kazandırdıklarını söylüyorlar.
Burada önemli olan dindar çevrelerin gittikçe kapitalist sermaye tarafından kolay kullanılır birer eleman haline dönüştürülme durumudur. Malik bin Nebi'nin dediği gibi Müslümanların sömürülme kapasitesi var. Sakallı, takım elbiseli adamlar sizi yolun ortasında durdurup ürün pazarlıyor, sizi kendi alt halkasına katılarak sizin üzerinizden durduk yerde para kazanıp gösterişli toplantılarında verdikleri örneklerde olduğu gibi kısa sürede milyarder olan hanım teyze, bey amcalardan olabileceğinizin hayalini kurduruyorlar. Hayatlarında hiçbir erkeğe İslami tebliğ için bile iki kelam etmemiş tesettürlü bayanlar erkek kadın herkesle bir ürün için çok rahatlıkla konuşabilmektedirler. Otobüste, metroda hiç tanımadıkları yan koltukta oturan adama ya da kadına küçük el ilanlarını verip onlara ufak ve hızlı sunumlar yapabilmekteler.
Özellikle inancın sermaye tarafından sömürülmesine en rahatsız edici örnekler "inanç turizmi"5 diye de adlandırılan ve birilerinin Allah rızası için yaptığı bir amelinden kapitalist bir zihniyetle para kazanmayı hesaplayan ticari düşünme biçiminin yaygınlaşmasıdır. Bizlerin başkalaşımı ve dönüşümümüz aslında kendi içimizde bize ait olan alanları ya da kavramları kullanırken ilkeli ve tutarlı bir düşünme ve ilişki formunu oturtamadığımızdan kaynaklanmaktadır. Che'nin resimlerini tişörtlere ve biblolara basıp para kazananlar gibi, kutsal olanı metalaştırıp ticari bir ürün ya da hizmet gözü ile bakanlar hangi düşünce ve inanç olursa olsun önemli olanın para kazanmak olduğunu bize göstermektedirler.
Medyada pek çok kez gördüğümüz yardım kampanyaları samimi yardımların yanı sıra parası olan mutlu bir azınlığın hem ezilenlere, fakirlere karşı az da olsa içlerindeki ezikliği gidermek hem de sermayelerine karşı bu kesimlerin tepkilerini azaltmak şeklinde karşılık gördüğü de bir vakıa. Tabii buna yaptıkları yardımların hem reklam yapmalarına hem de vergi kaçırmalarına imkan sağladığını eklemek de gerekir.
Peki bizim taraftan bu manzara nasıl görünüyor?
Özellikle bilinen süreçten sonra Müslümanların sermayelerinin arttığını ve buna bağlı olarak yaşam tarzlarının epeyce değiştiğini görüyoruz. Müslüman Kalvenistler diye bir aralar yazılıp çizilen Anadolu sermayesinin hem dindar hem de kapitalist sermayenin gerekleri ile iyi bir ticaret erbabı olduğu yönündeki, bazılarının "Anadolu kaplanları" diye övdüğü, birilerini "yeşil sermaye" diye yerdiği bir vakıa ile karşı karşıyayız. Yılların birikimleri ile RP zamanında belediyelerle palazlanmaya, 28 Şubat ile renk tercihi yapmaya zorlanan, AKP süreci ile birlikte eski RP ve radikallerin AKP saflarında devlet imkanları, ihaleleri ile rengini ve safını belli ettiği bir İslami sermayenin İslami mücadeleye ne kadar yarar, ne kadar zarar verdiğini düşünmemiz lazım.
Egemen zihniyetin aslında kendisine kul-köle olan dindar sermaye sahipleri ile fazla alıp veremediği yoktur. Mesela İhlas Holding sahibinin 28 Şubat sürecinde paşaların arkasında onlarla bir iki kelam etmek için el bağlayıp saygıda kusur etmediğini tv ekranlarında görüyorduk. Yine televizyon ekranlarında devleti ve askeri ile hiçbir sorunu olmayan, hayırsever, dindar bir işadamı olumlu bir tip olarak tasvir edilirken tersine muhalifler tarikat şeyhlerinden emir alan, eli silahlı, kötü, tutarsız tipler olarak resmedilmektedirler.
İslami cemaatler (yeni adlandırma ile dernek ve vakıflar) yardım kampanyaları yapıyorlar. Mesela kermesler, konserler... Yardım için bunların yapılması doğru bir aktivitedir ve yapılmalıdır. Burada yardımda bulunduklarını zannedip kendi tüketim kültürlerini ve hayır, dayanışma, infak etme anlayışlarını modern tüketim kültürünün etkisi ile dönüştürmüş olanlara değinmek gerekir. Kapitalizm her şeyi bir mal (alınıp satılıp üzerinden kâr edilmesi gereken bir meta) şeklinde gördüğü için karşılıksız, bedelsiz bir olayı anlamlandıramaz. Yani biz Müslümanların infak anlayışı ile modern kültürün yardım anlayışı çelişmektedir. İslam'daki infak anlayışında ise karşılık yoktur. Biz yaptığımız ecirleri başa kalkmadığımız gibi bundan dünyevi bir menfaat ve karşılık beklemeyiz.
Peki infaklar bu şekilde mi ediliyor? İnfaklarımızı yardım kampanyasına, kermes ve fitreye indirgediğimiz gibi zihinsel olarak da karşılıksız bir infakta, yardıma muhtaçlarla dayanışmada bulunmayı azalttık. Bu bağlamda kermes genelde zorunlu bir yardım toplama aracı olarak kullanılırken, yardım yapmak yerine ucuza ürün almak gibi beraberinde sorunlu bir anlayışı da üretiyor. Olayı tersten değerlendirirsek yardım talep eden ya da buna aracı olan açısından yardımı bir dilenme olayından çıkarmak için yapılması gereken zorunlu bir etkinliği de ifade edebiliyor kermes. Çünkü modern düşünme sistematiği ile hayata bakanlar açısından her malın karşılığı olduğu gibi, her ödenen para ile bir mal-meta alınmalıdır. Bu bazen bir konserde sevdiğimiz şarkıcıları dinlerken yer yer coşup yer yer duygusal anlar yaşamamızla olabilir. Verdiğimiz para ile birilerine yardım ederken bizler de ruhsal bir karşılık elde ederek yaptığımız "alış-verişten" memnun kalırız. Tarkan dinlerken kendinden geçip örneğin lösemili çocuklara yardım ettiklerini düşününler gibi Filistin yararına bir kermesten kendine aldığı bir elbise ya da eşyayı ucuza aldığını düşünenler aslında benzer kodlarla hayatı okuyorlar. Birinin dindarlığı ile diğerinin eyyamlığı arasında bu bağlamda çok az fark var.
Hem kendi gözlemlerimizden hem de yaşantımızdan çıkardığımız bir sonuç olarak aktif mücadele, fertlerin ve yapıların kapitalistleşmesini önleyen etmenlerden biridir. Mücadele azmini kaybedenler, hayatlarını ve umutlarını tehir edenler, dünya nimetlerinin güzelliği karşında metaya ilan-ı aşk edip, diz çökenler, mücadelelerini mevki elde etme ve kapital biriktirip güç odağı olmaya endeksleyenlerin İslam ile kapitalizm arasında orta bir yol bulup, Rabbimizin sosyalizm ile liberalizm arasında fıtrata ve imtihan olgusuna uygun bir eksenin dışına çıktıklarını görmekteyiz. Kapitalizme teoride muhalif olmanın ötesinde yaşantı olarak ve pratiklerimiz açısından da tutarlı bir form oluşturmamız gerekmektedir. Bu ise daha duyarlı ve ilkeli bir ahlaki duruşu gerektirmektedir.
Dipnotlar:
1- Ertuğrul Özkök, Hürriyet'te Müslümanlar ve Kalvenizm ile ilgili yazısında F. Gülen'i Türkiye'deki en büyük Kalvenist olarak göstermişti.
2- Ali Bulaç, İslam Kalvenistleri, Zaman Gazetesi.
3- Sosyoloji Yazıları, Max Weber, Hürriyet Vakfı Yazınları.
4- Ürün pazarlama hastalığından kasıt Amerikan emperyalizminin ürünlerini ya da tüketim kültürüne hizmet eden ürünleri pazarlamadır. Yoksa normal bir ticari ürünün satımı için pazarlama yapanları ve emeklerini yermiyoruz.
6- İnanç turizmi tanımı bu yazıda insanların hangi dinden ya da inanıştan olursa olsun dini duygularını istismar edip, modern tüketim kültürünün ve hayat tarzının eşliğinde, inançlara sırf meta gözü ile bakıp ticari kazanç gözü ile bakmak gibi olumsuz bir anlamı ifade ediyor.