"Biz tehlike değiliz, tehlikedeyiz." S.D.
Her gün belki de sokakta yaşayan, yanından geçerken size yardım bekleyen gözlerle bakan, kağıt mendil, çiçek, simit satan yada bir köprü altında, bir duvar dibinde oturup tiner çeken yüzlerce çocuklarla karşı karşıya gelmekteyiz. Kimi zaman onları fark ediyor, kimi zaman da görmezden gelip geçiyoruz.
Oysa çoğumuz için öteki niteliğini taşıyan bu çocuklar, bizim çok yakınımızda, bizim hemen yanı başımızda yaşamaktadırlar. Ve onlar henüz çocuk yaşta olmalarına rağmen hayatın her türlü acımasızlığını en iyi şekilde öğrenmek zorunda kalmışlardır.
Onlarla konuştuğunuzda kimi zaman yanınıza sizinle acılarını, umutlarını paylaşmak kimi zaman da göz koyduğu herhangi bir eşyanızı (cüzdanınızı, saatinizi v.b) (ç)almak için sokulurlar.
Ne yazık ki bu çocuklar, kendi akranlarının yaşamış olduğu hayattan oldukça uzak olan sokak hayatını daha doğrusu sokak kültürünü sanki kendi kaderleriymiş gibi benimsemiş ve bünyelerinde taşımak zorunda bırakılmışlardır.
Sokağı mesken edinmek zorunda kalan çocukların hayatlarına baktığımız zaman onları sokağa iten, hayatlarını çözümsüz kılan, gün geçtikçe sayılarını artıran etmenlerin tek boyutlu olmadığını da görmekteyiz
Öncelikle sokağı yaşam tarzı olarak tercih etmek zorunda kalan çocukların varoluş sürecine baktığımızda bu olgunun (sokak çocukları) sanayileşme süreciyle birlikte ortaya çıkan bir fenomen olduğunu görürüz.
Sanayileşme ile başlayan şehirleşme, tarımsal kesimden endüstri merkezlerine doğru bir göç başlatmıştır. Ekmek kavgası için başlayan bu göçe katılanlar, tarım kesimindeki büyük aile dayanışmasını terk ederek tek başlarına bir maceraya atılmışlardır. Fabrikalar etrafında kurulan büyük şehirlerde devam eden bu macera, çoğunlukla varlığını iş mahallindeki mesaiye bağlı olarak oluşturulan çekirdek aile birimi ile sürdürmüştür. Çekirdek ailede çocuk yük olarak görülmüş, ekonomik ve eğitsel olarak kuşatılamayan çocuklar, sokak çocuklarının ilk örneklerini oluşturmuştur.
Özellikle 19. yüzyıl sonlarında Avrupa Ülkelerinde zirveye tırmanan bu problem yavaş yavaş kalkınmakta olan ülkelerde de ciddi anlamda gündeme gelmiş ve yaygınlaşmaya başlamıştır.
Yaşadığımız ülkedeki sanayileşmenin, sosyo-ekonomik ve politik yapıdaki çarpıklığı, yoksulluk, işsizlik, eğitim seviyesinin düşüklüğü, kitle iletişim araçlarının yanlış kullanımı ve köyden kente göç olgusu ne yazık ki genel anlamda insanlığı, özelde ise aileyi ve en özelde çocuğu, çocukluğun konumunu oldukça olumsuz yönde etkilemektedir.
Köyden kente göç sonucu çocuklar değişen bir aile ortamı, yeni bir çevre, yeni bir doğa, yani yeni bir hayatla karşı karşıya gelmektedirler. Ve bu yeni çevrede birçok sorun da onları beklemektedir. Barınma, karnını doyurma, okuma, vb.
Geniş aileyi içinde barındıran, üretime ve yaygın iş bölümüne dayanan aile yapısından, ücretli emeğe dayanan, sanayi ekonomisinin çekirdek aile birimine geçilmiştir. Göç sonucu geniş aileyi tüketen, ekonomik sıkıntıları nedeniyle çocuğu yük olarak gören, böylece aile içinde çocuğun dışlanmasına hatta şiddete maruz kalmasına neden olan sanayileşme sürecinin aile modeli, çocuğun mağdur olmasına, çoğu kere de istismara ve tasalluta uğramasına neden olmuştur.
Prof. Dr. Rona Serozan, "Çocuk Hukuku" adlı kitabında çocukların sokağa itilmiş ve fıtratlarına aykırı tutumlar içerine girmiş olmalarını şu maddelerle özetlemektedir:
"- Unutulmasın ki çocuk tiner çekme alışkanlığını, suç işleme eğilimini ve sokakta dilencilik etme gereksinimini doğuştan kazanmaz. Bunları ailesinden, toplumdan, maddi ve manevi yaşam koşullarından edinir.
- Tarım toplumundan ayrımlı olarak, sanayileşen ve kentleşen toplumda çocuk, artı değer üretimine katkıda bulanan bir "nimet" değil de değer tüketen bir "külfet" olarak algılanır. Her şeyi karşılıklılık (ivaz) kantarında tartan bir toplumda kendisine karşılıksız bakıldığı için de dışlanır.
- Ağırlaşan maddi geçim koşulları ve işsizlik olgusu çocukların bir yandan ailelerince bir yandan da çıkar çevrelerince pazarlanmalarına yol açar."
Bu olumsuz yaşam şartlarından kurtulmak amacıyla yaşı henüz küçük olan çocuk(lar) göç ettikleri metropollerin kalabalık ve tehlikeli alanlarında her türlü riske her türlü istismara karşı kendilerini savunacak hiç bir mekanizmaları olmadığı halde sakağa itilerek çalışmaya mecbur bırakılmaktadırlar.
Araştırmalar neticesinde neredeyse sokakta çalışan çocukların %50'sinin okul çağında olmasına rağmen, okula gitmedikleri yada okulu terk ettikleri görülmektedir. Geniş ailenin varlığına rağmen nüfus çokluğu modern tüketim kültürü ve değişen yaşam koşulları kırsal bölgelerde yaşayan ailelerde de ekonomik açıdan sorun yaratmaktadır. Kırsal kesimde eğitim düzeyleri daha düşük olan anne ve babanın problemler karşısında çaresizliği artmaktadır. Sonuçta "taşı toprağı altın" nitelemesiyle ekmek kapısı haline gelen metropol şehirlere yapılan bilinçsiz göç sonucu mağdur hale gelen çocuk, ciddi anlamda rol çatışması içerisine itilmektedir.
Evde çocuk, sokakta işçi, okulda öğrenci olmaya çalışan çocuk, böylece başıboşluk ve kimlik bölünmelerinin kurbanı olmaktadır.
Yani sabahlara kadar sokaklarda kalan, köşe başlarında kağıt mendil, yada çiçek satmaya çalışan, araba camlarını silmek için arabaların önlerine atılan, dilenen, süreç içinde de aileleri ile tamamen ilişkileri kesilen, parklarda, banklarda, telefon kulübelerinde, çeşitli kabinlerde, köprü altlarında, eğlence merkezlerinde, her türlü riske karşı savunmasız olarak yaşamak zorunda kalan, çoğunlukla uçucu madde kullanarak, kendilerine ve topluma zarar verebilme oranı yüksek olan, yaşları 18'in altında bulunan, ne yerli nede göçebe olan bu çocuklar kendiliğinden, birdenbire ortaya çıkmamaktadır; ama maalesef gördüğümüz kadarıyla bu çocuklar çok hızlı bir şekilde çoğalmaktadırlar.
Sokak Çocuğunu Tanımlamak
"Sokak çocuğu" veya "sokak çocukları" terimi ilk olarak Henry Mayhew tarafından 1851 yılında kullanılmıştır. Genel anlamda kullanımı ise 1979 yılında Birleşmiş Milletler Çocuk Yılı'ndan sonra ortaya çıkmıştır. Bundan önce sokak çocuğu terimi yerine "evden kaçmış" veya "evsiz çocuk" gibi terimler kullanılmaktaydı..
1980'li yıllara gelindiğinde ise UNICEF'in yaptığı araştırmalara göre uzmanlar "sokak çocukları" ve "sokaktaki çocuklar" biçiminde iki kavramdan bahsetmektedirler. "Sokak çocukları"ndan maksat hayatlarının tamamını sokakta geçiren, ailesi tarafından sokağa terkedilmiş ve ailesiyle ilişkisini koparmış olan, yada aile desteğinden büyük oranda yoksun olan çocuklardır. Yani bu çocuklar neredeyse öksüz ve yetim niteliğini taşımaktadırlar.
"Sokaktaki çocuklar" ise genelde okul, giyim gibi kendi masraflarını çıkarmak, ailelerine ekonomik açıdan katkı sağlamak maksadıyla günün belirli bölümünde çalışan ve aileleri ile ilişkileri süren çocuklardır. Fakat konuyla ilgili araştırmaların çoğuna baktığımızda bu çocukların büyük bölümünün de ciddi anlamda sorumsuz, dağınık oldukları, özellikle okul hayatlarında ya kalemlerinin, ya defterlerinin yada başka bir gereçlerinin eksik olduğu, saldırgan tavırlar içine girdikleri ve bir zaman sonra da sokağın kendilerine vermiş olduğu başıboşluk ve tehlikeli ortamdan dolayı okulu da terk etmek zorunda kaldıkları ve en sonunda da aileleriyle de ilişkilerini tamamen kestikleri gözlemlenmiştir. Yani bu çocukların her biri de maalesef öksüz ve yetim olmaya aday birer birey konumuna düşmektedirler.
Netice itibarıyla her iki grubun hangisine dahil olursa olsunlar, onların hepsi çocuktur. Sokağın onlara sağlamış olduğu sağlıksız ortamdan kurtulup fıtratlarıyla barışık normal bir hayatı yaşamak onların en insani ve en doğal haklarıdır.
Sayılarla Sokak Çocukları
Tüm dünyada ciddi anlamda sorun haline gelen ve Türkiye'de de toplumsal sorunlarımızdan biri olan sokak çocuklarının sayıları hakkında da net bir bilgiye sahip değiliz. Fakat yetkililerinin yapmış olduğu araştırmalara göre sadece İstanbul'da takriben 30 binin üzerinde, Türkiye'de ise ortalama 100 bine yakın çocuk sokakta yaşamaktadır. Ve yaşadığımız ülkede her 4 çocuktan biri de çalışmaktadır.
Türk-İş'in yapmış olduğu araştırmalara göre yaşadığımız ülkede sömürülen çocuk işgüçü neredeyse Uzak Doğu ülkelerindeki boyutlara ulaşmıştır. Altı milyondan fazla çocuğun yaşlarına aykırı bir biçimde çalıştırıldığı söylenmektedir.
Yine çocuk yaştaki işçilerin sayısının çok fazla olduğu ve büyük çoğunluğunun da ailesini geçindirmek için oldukça zor şartlarda görev yaptığı Eğitim-Sen İstanbul 2 No'lu Şubesi'nce ifade edilmektedir.
Uluslar arası hukukun kurallarına rağmen küçük yaştaki milyonlarca çocuk dünyanın her yerinde ucuz iş gücü olarak çalıştırılmaktadır.
Sokaklarda yaşayan ve sokakta çalışan çocuklar çalışma hayatlarında birçok riskle karşı karşıya kalmaktadırlar. Çalışma ortamlarının pis, gürültülü, tehlikeli, soğuk ve istismara açık olması nedeniyle bu çocukların büyük bir kısmında ciddi anlamda sağlık sorunları cinsel problemler; saldırganlık, intihar girişimi, hırsızlık, hiperaktivite gibi psikososyal davranış bozuklukları ortaya çıkmaktadır.
Yaşanılan bu sorunlara paralel olarak çocuk yaşta işlenen suç oranında da ciddi anlamda artışın olduğunu tespit edilmiştir. Mesela 1998 yılı itibariyle Türkiye'de 20 bin 311 çocuk suç işlemiş ve suç işleyenler arasında ilk sırada genelde sokaklarda yaşadıkları için geçimlerini sağlamak amacıyla hırsızlık yapan çocuklar yer almıştır.
Peki devlet yetkilileri toplum açısından ciddi anlamda tehdit niteliği taşıyan, her gün 3 bin çocuğun sigaraya başladığı, uyuşturucu madde kullanma yaşının 11'e düştüğü bir ülkede (İLO Türkiye Temsilciliği 1997 Yılı Araştırması) korunmaya, gözetilmeye en çok ihtiyacı olan, sokakları mesken edinmiş bu çocuklar için ne(ler) yapmakta. Bu çocukların geleceğini kurtarmak adına nasıl önlemler alınmaktadır? Bunlara yönelik hizmet veren devlet kurumları kaç kişiyi nasıl ve ne şekilde istihdam edebiliyor? Bu kurumlarda nasıl bir eğitim sistemi var?
Devlet hizmet verdiği kurumlarıyla bu çocukların sadece barınma ve gıda ihtiyacını gidermekle yetinmektedir. Ya da onları korumak adına nasıl uygulandığı takip edilmeyen bir takım yasalar koymaktadır. Oysa zihinlerimizde yer etmesi gereken en temel soru ve en önemli sorunlardan birisi de bu çocukların büyüyünce ne olacağıdır.
Sokak Çocukları Neyin Potansiyeli?
1990'lı yıllarda çocuk yaşta işlenen suç verilerine baktığımızda en çok göze çarpan suçlar; gasp, adam öldürme, kız kaçırma, ırza geçme, ruhsatsız silah taşıma eylemleri. Ve bu suçları işleyen çocuklar alışkanlıklarıyla birlikte büyümekte sonuç itibariyle de potansiyel nefret, kin, intikam taşıyan birer birey olarak toplumda yer edinmektedirler.
Bu sıfatları taşıyan bir insan büyüdüğü zaman yaşadığı toplumda nasıl bir rol üstlenecektir. Muhtemelen emellerine mafya yoluyla yahut fuhuş batağına düşerek veya bol rant getiren düşük işler yaparak ulaşacaklardır. İçlerinde biraz daha gözü açık olanlar devlete, sisteme, halka karşı intikam duygularını taşıyacak bir takım organize faaliyetler içerisine girebileceklerdir. Belki sokak çocukluğundan büyüyen gençler, geldikleri çizgiyi örgütleyen mekanizmalar dahi kurabilecek, bazı şer odaklarının uzantıları konumuna düşebilecek ve daha da öteye giderek devlet içi hesaplaşmaların tetikçisi pozisyonuna gelebileceklerdir.
Hukukun hakim olmadığı, adalet ve toplumsal huzurun öncelenmediği devlet mekanizmalarında, ayak takımından sayılan bu tarz sosyal kategoriler, her an kullanılacak tetikçi potansiyeli olarak görülebilir. Sokakta yaşayan çocuklarla yaptığımız röportajlarda da aldığımız cevaplar, geleceğimiz açıcından ciddi anlamda tehlike sinyalleri vermektedir. "Okulu bitirince mafya olacağım, hem de devlet mafyası" tarzındaki ifadelerin çokluğu ürkütücü bir gerçektir.
Diyarbakır 75. Yıl Çocuk ve Gençlik Merkezi'nde uzman olan İrfan Polat'ın sokakta yaşayan çocukların düşlerini topladığı kitabında 14 yaşındaki A.T'nin düşü önemli bir mesaj içermektedir: "Devletten bir gün gelip de suçlu durumuna düşen insanların yarısından fazlasının sokak çocuklarının olduğunu unutmamasını istiyorum". Yine konuyla ilgili sokak çocukları ile yaptığımız söyleşilerde tanıştığımız 16 yaşındaki S.D'nin önemli bir tespiti vardı: "Abla bize tehlikeymişiz gibi davranıyorlar. Aslında biz tehlike değiliz. Tehlikedeyiz".
Evet bu çocuklar tehlike değiller; ama gerek toplum tarafından ve gerek devlet tarafından tehlikeye itilmektedirler.
Ayrıca devletin yetkili kurumlarınca kimsesiz çocuklar için tahsis ettiği mekanları da ne denli denetleyebildiği meçhuldür. 2005 Şubat ayı içinde Türkiye gündemine düşen Barbaros Çocuk Köyü'nde yaşanılan skandal bu anlamda devletin tedbirsizliğini, ihmalini bir kez daha gözler önüne sermektedir. 18 dönüm arazi üzerine kurulu olan ve 9 yıl önce eğitime başlayan İzmir'in Urla ilçesinde ki Barbaros Çocuk Köyü'nde toplam 9 ev kurul üyesi ve 80 çocuk bu köyde barınmaktadır.
Sahipsiz çocuklara sahip çıkıp onları hayata hazırlamak amacıyla örnek ve çağdaş bir proje olarak kurulan çocuk köyü, 12 kız çocuğuna yapılan cinsel taciz ve tecavüz olaylarıyla gündeme geldi.
Çocuk köyündeki yaşanılan bu rezaleti soruşturan savcı Murat Gök'ün ifadeleri köyde yaşanılan rezaletin boyutları hakkında ipuçları vermektedir.
* Köyde yaşayan kızları bekaret kontrolünden geçirdik. Kızların büyük çoğunluğu bakire değil.
* Halen 12 yaşında olan bir kız çocuğunun hem de yıllar önce bekaretinin bozulduğu doktor raporlarıyla saptandı.
* Gözaltında bulunan annelerden birinin, aynı evde kaldığı 16 yaşındaki bir erkek çocukla ilişkisinin olduğu saptandı. Diğer anneler ise kötü muameleden gözaltına alındı.
* Olayda maalesef çok geç kalınmış. Kurum yöneticilerinin aldıkları duyumları dikkate almayarak pas ettikleri doğru.
* Zamanında müdahale edilseydi de, keşke daha çok çocuk kurtarılabilseydi. O çocuklar o psikolojiyi hayatlarının her döneminde hatırlayacak.
* Konuyu bilenler, kurumun adı kötüye çıkmasın diye saklamışlar. Kurum zaten o çocuklar için var. Bunları saklayanlar da cezalandırılmalı.
Köyde vuku bulan bu çirkin olay üzerine CHP'li yetkililerin yaklaşımı ise ayrı bir handikapı içermektedir. CHP'li yetkililerin iddialarına göre aslında köydeki taciz ve tecavüz iddiaları çok abartılmakta ve burada asıl amaç AKP'nin köy idaresini ele geçirip, orada kendi inisiyatifini kurarak İslami bir eğitim oluşturma çabası içerisinde olmasından kaynaklanmaktadır.
Bu denli çirkin bir olay karşısında çözüm üretme, alternatif sunma yoluna gidilmesi gerekirken ne yazık ki kimileri bu nahoş olaydan dahi kendilerine bir pay çıkarma çabası içerisine girmektedirler.
Oysa henüz çocuk yaşta olup kimsesiz oldukları için Barbaros Çocuk Köyünde geleceğe hazırlanmak adına bu çocukların yarınları gözler önünde kirletilmiştir ve kirletilmektedir. Devlet ise bu olayda olduğu gibi ya gereken tedbirleri almamakta yada hep iş işten geçtikten sonra harekete geçmektedir.
Çözüm Üretilebilir mi?
Sağlıklı bir aile ortamından uzak, anne ve baba şefkatinden mahrum, gecenin soğuğunda birbirlerine sarılarak veya tiner çekerek ısınmaya ve uyumaya çalışan çocuklar, aileden göremedikleri sevgiyi ve ilgiyi birbirleriyle gidermeye çalışırken, bazıları da bu eğitimsiz ve denetimsiz yakınlıklar nedeniyle çok küçük yaşta ilk cinsel deneyimlerini de yaşamaya başlamaktadırlar.
Bu vahim durum ileriki yaşlarda ensest ilişkilerin çoğalmasına ve toplumda küçük yaşta zina olaylarının yaygınlaşmasına da neden olmaktadır. Devlet ise her türlü çirkinliğe, ahlaksızlığa mütemayil yetişen, hırsızlık zina cinayet gibi suç potansiyeli yüksek sosyal yapının bu kesiti karşısında duyarsız kalmakta adeta geleceği toprağa gömmektedir.
Peki sonuç olarak neler yapmalıyız ve Müslümanlar olarak sorumluluklarımız nelerdir?
Ailenin temelini oluşturan ve sürekliliğini sağlayan, toplumun da sürekliliği anlamına gelen çocukların yeri, köprü altları, banklar, sur dehlizleri yani sokaklar olmamalıdır.
Her gün gazete köşelerinde okuduğumuz, TV ekranlarında sıkça izlediğimiz küçük yaşta işlenen cinayet, gasp, zina, intihar girişimleri, köprü altında açlıktan ve soğuktan ölen çocukların haberleri netice itibariyle dünya genelinde şiddete, sömürüye, cinsel tacize uğrayan, kötü davranışa ve ihmale kurban giden, gerek mafya tarafından ve gerek istihbarat birimlerinin eliyle kullanılan çocukların sayısı giderek artmakta, acı çeken çocuk imajı her geçen gün yeni çocuk çehrelerine sinmektedir.
Ve artık çocuklar sadece savaşlarda, kavgalarda ölmemektedir. 1980'de Brezilya örneğinde olduğu gibi de ölmektedir. 1980'lerde Brezilya istihbarat birimleri tarafından, sayıları her geçen gün arttığı gerekçesiyle bu çocukların öldürülmesine karar verilmişti. Ve bu yüz kızartıcı çirkin karar neticesinde 250 çocuğun canına kıyılmıştı. (Ali Bulaç, Zaman, 28.08.2001)
Genellikle modern toplumda çocuk evde, okulda, sokakta kısaca hayatın her alanında mağdur edilmekte ve bu mağduriyet çocuğu toplum karşısında potansiyel bir suçlu durumuna getirmektedir. Ve bu çocukların hayatına karşı ciddi önlemler alınmadıkça daha büyük sorunların bizi beklemesi kaçınılmazdır.
Unutmamalıyız ki bu çocuklar açlar, evsizler, babasızlar ve annesizler. Şefkat ve merhametten uzak bir hayatın içerisindeler. Onlara merhamet edecek, onların başını okşayıp kendilerine kucak açacak ellere muhtaçlar. Yani bu çocuklar öksüz ve yetim niteliği taşıyan çocuklardır. Öksüz ve yetime sahip çıkılması ve korunması inancımızın önemli sorumluluklarından birini teşkil etmektedir. Bu nedenle de alternatif eğitim ve yeniden sosyal inşa projemiz içerisine sokak çocuklarını da katarak, bu çocuklarla ilişki kuracak mekanizma ağlarını geliştirerek ve bunları doğru olana, adalete, haksızlığa karşı tavır sergileyen, fıtratlarıyla barışık yaşayan, sevgilerini sevince dönüştüren, dinamik bir ruh ve bedene sahip olan, vahiy merkezli düşünen bireyler olmaya sevk etme çabası içerisinde olmamız gerekmektedir.
İdeal tasavvurlarımız yanında reel çözüm olarak da sokak çocuklarını devletin soğuk yüzü ve soğuk kurumlarıyla değil, halkla daha iç içe olan çeşitli kuruluşların ve özellikle belediyelerin sağlayacağı imkanlarla kuşatılması gerçekleştirilmelidir. Bu konuda sokak çocuklarına hizmet verecek belediyelerin veya sivil teşebbüslerin açacağı kurumların denetimi için bir hakem heyeti oluşturulmalıdır. Hakem heyeti resmi makamlarca atanmamalıdır. Adalet ve güvenilirlik ölçüleri güçlü, emin görülen insanlardan, katılım imkanı açık ve şeffaf bir prosedürle seçilmelidir. Halkla iç içe olan bu tarz kurum ve kuruluşların sağlayacağı rehabilitasyon merkezlerinde, halk içinden görev alacak ehil gönüllü katılımcılar sağlanmalıdır. Deprem, bünyede tahribatlar açan nasıl sosyal bir afetse ve insani hasletleri öne çıkan gönüllü katılımcılarla yaraların sarılması söz konusu oluyorsa; sokak çocukları da sosyal bir afettir ve bu yaraların sarılması için gönüllü katılımcılık özendirilmelidir. Sokak çocuklarının hayatlarını düzene sokacak ve onları potansiyel bir suçlu olmaktan kurtaracak olan fıtratla barışık projelerde yer almanın, yetim ve öksüzlerle ilgilenmek anlamına geleceği anlayışı da bir kültür olarak yaygınlaştırılabilmelidir. Tabiki bu konularda adalet duygusu körelmemiş insanların ilgisini vakıf inisiyatifi içinde toplamak, yönlendirmek ve denetlemek imkanı söz konusu olabilirse, daha güvenli sonuçlar devşirebilmek mümkün olacaktır.
Yeni Şafak Gazetesi'nde Kürşat Buminin (12-13.02.2005) ve Sami Hocaoğlu'nun (14,18.02.2005) Barbaros Çocuk Köyü'nde yaşanan skandal üzerine gelişen olaylarla ilgili olarak kaleme aldıkları yazılarında teklifi sunulan bir takım alternatifler (kimsesiz çocukların koruyucu anneye, aileye teslim edilmesi ve İslam'da evlat edinme gibi) üzerinde düşünmenin ve münazara etmenin veya bu konuda kendi fıkhımızı yeniden irdelemenin, fıtri ve adil çözüm arayışlarına yönelmenin faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Bizler bu çocuklarla paylaşımlar elde etmek, onların sorunlarına çözüm üretecek olanakları hep birlikte inşa etmek çabası içinde olmalıyız. Bilinen bir gerçek var ki bu çocuklar kapitalist sistemin yetimleridirler. Ve bu çocuklar bu sistemin çarkı altında ezilip yok olmakta veya çarkın dişlilerine dönüşmektedirler.
Tabi ki küresel kapitalizm, sömürü, toplumsal çürüme ve sınıflaşma devam edeceği için bu sorunlar bitmeyecektir. Fakat yeniden ürüyor, diye var olan sorunlara ilgisiz kalamayız. Zira boğulmakta olan bir insana karşı ilgisiz kalan kişi konumuna düşeriz. Böyle bir kişi ise insanlığından tamamen yabancılaşmıştır.
"Düzen değişmedikçe bu sorunlar düzelmeyecektir, bu yüzden ne yapsak boştur" mantığını artık bir kenara bırakıp, yaşadığımız toplumda kendi imkanlarımız oranında bu çocuklar için nasıl daha insani ve daha adil ortamları hazırlayabiliriz sorusuna cevaplar üretmemiz gerekmektedir.
Yoksa tıpkı cahili toplumda kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi, Firavun toplumunda dünyaya gözlerini açan Musaların öldürülmek istenmesi benzeri bir durumla karşı karşıyayız demektir Yaşadığımız modern cahiliyede, Firavuni toplumlarda sokakta diri diri ölen çocukların sayısı her geçen gün artmakta veya sokak çocuklarının insani özellikleri hızla azaltılmaktadır. Bu nedenle sokak çocukları için yapacağımız her türlü olumlu çaba hem bu sahipsiz çocukların ıslahı için hem de toplumsal geleceğimizin ıslahı ve kazanımı için daha sağlıklı, zinde ve sahih bir inşa çabasını ifade edecektir.