Minibüsteyiz. Akşam vakti. Döndürüp döndürüp Ankara oyun havalarını çalıyor şoför. Benden önce davranıp “Müziği değiştirmeniz ya da kapatmanız mümkün mü?” diye sesleniyor yolculardan biri. Şoför pişkin ve hazırcevap: “Ne yani abla! İlla Batı müziği mi dinliycez?”
Yolcuların hiç azımsanmayacak bir kısmı, dershanelerinden yeni çıkmış öğrencilerden oluşuyor. Önümdeki sırada iki kız oturuyor. Çantalarından, ellerindeki kitaplardan dershaneye gittikleri belli oluyor hemen. Bağıra bağıra konuşuyorlar. Annelerinden, anneler gününden söz ediyorlar. Bir ara, duyduklarıma inanamayıp afallıyorum. Kızlardan biri “Akşam annemle iki arkadaş gibi konuştuk.” diyor. “Sana ne alayım fıstığım, diye sordum anneme. -Böyle sesleniyorum ona ben.- Koca istediğini söyledi fıstığım…”
Annesinin, kocasından beş yıl önce ayrıldığını, ayrılma nedenlerini, daha çok genç olduğunu, onun durumuna üzüldüğünü falan anlatıyor sonra. Ben kulak misafiri olduğum için utanırken bombayı patlatıyor kızımız: “Koca olmaz.” dedim. “Ama sana, anneler gününe özel bir sevgili ayarlayabiliriz. E gençsin, güzelsin. Kuruyup gideceksen böyle! Benimkini de alır, beraber takılırız fıstığım!”
Nedense gözlerim yaşarıyor birden. Anam geliyor aklıma.
Sekiz yıl önce, babam öldüğünden beri, Kastamonu’da yıkık dökük bir evde yalnız yaşayan, yanımıza geldiğinde üç beş gün zor durabilen, onca hastalığına ve yaşlılığına rağmen o evde bir çınar gibi durup bizi bekleyen, aldığı dul maaşını bereketlendirerek hem bizi hem de koca bir sokağı doyuran, babamın adı geçtiğinde kimselere hissettirmeden gözyaşlarını içine akıtan, anneler gününden haberdar bile olmayan anam geliyor gözlerimin önüne. Baba ocağına gittiğimizde, birinin bir ihtiyacı olur diye doğru dürüst uyumayan, eve geç geldiğimizde kapılara çıkıp yolumuzu gözleyen, acıdan ve sabırdan damıtılmış bir heykele dönmüş olsa da bütün gücüyle bize kol kanat geren o bitimsiz ve bereket yumağı kadın.
Müthiş bir özlem duyuyorum ona karşı birden: “Keşke burada, yanımda olsaydı şimdi. Defalarca sarılsaydım ona. Dudaklarım acıyana dek ellerini öpseydim. Tümden ağarmış gibi görünse de artık, küçükken yaptığım gibi saçında beyaz bulmaca oynasaydım. Göğsüne sokulsaydım. Hıçkıra hıçkıra ağlasaydım. Bu dünyanın derdi çilesi, kiri pası gözyaşlarıma belenerek aksaydı üzerimden. Başımı okşayarak beni uyutmasını isteseydim. Beni affet, deseydim. Hakkını helal et, deseydim yüzlerce kez. Onun ağlamaya daima hazır gözlerinde, titreyip duran dudaklarında bir parça çocukluk, bir nebze insanlık, bir demet huzur daha bulsaydım. Kapılara yakın yatma anacığım, deseydim. Bak ben artık yanındayım, buradayım anacığım…”
Her türlü rezilliği yapan annelerin sayısı artıyor olsa da kapılara yakın yatan analarla dolu değil midir bu ülke? Geceleri sık sık uyanır, en ufak bir çıtırtıda ayağa dikiliverirler onlar. İşe gidecek kocalarını rahatsız etmemek için bir köşede kıvrılıp uyurlar. Üstünü açan çocuklarını gözetir; büyük bir sevgi ve merhamet eşliğinde onların ateşini kontrol eder, alınlarına sessizce bir öpücük kondururlar. Evi kolaçan eder, kışsa sobaya bir göz atar, namaza kalkmak ve dua etmek için tetikte beklerler.
Belki çoğuna, ömrü boyunca bir kere bile “fıstığım” diyen olmamıştır. Kimileri, kalbi kırılarak hatta kocasından dayak yiyerek adım atmıştır geceye. Kimileri, büyümeleri için saçını süpürge ettiği oğullarından, kızlarından azar işiterek karşılamıştır koyu karanlığı. Mapus damlarında volta atan, gün tüketen yiğidini düşünür kimisi. Kimisi, gurbet ellere okumaya giden evladı için, güzel mi güzel düşlerle, hayallerle ısıtır içini. Kızına çeyiz hazırlayanlar vardır. Eve geç kalan haylaz çocuğunu, kaç kez gökyüzündeki serseri yıldızlara soranlar, mahalleli rahatsız olmasın diye uykuyu kendisine haram edenler vardır. Yalvaran seslerine dayanamayıp kapı önlerindeki kimsesiz sokak köpeklerini ve çaresiz kedileri gönülden, basit fakat imrenilecek bir sevgiyle doyuranlara rastlanır. Deprem korkusuyla yaşayanlara, komşusunun aç yatıp yatmadığını düşünenlere, sevgisizlikten üşüyenlere, uzak dağ köylerinde evlerinin basılması korkusuyla gözüne uyku girmeyenlere, töre cinayetlerine kurban giden yakınlarına ağıt yakanlara, yarınki ekmek ya da servis parasını denkleştirme derdine düşenlere, hapiste yatan oğlu, kocası, kızı, abisi için kendi elleriyle mis gibi kokan börek ve çörek hazırlayanlara, ağrıdan sızıdan duramadığı hâlde kimseye yük olmamak için sessiz sessiz ağlayanlara rastlanır.
Her ana bir değildir elbette, herkesin anası bir değildir.
Fakat bunca kahır, bunca zulüm, bunca pislik, bunca utanmazlık, bunca haksızlık içinde her sabah uzanıp yanaklarından öptüğümüz insanlık ağacındaki en güzel yapraklar; çoğu kapılara yakın yatan o anaların sevgisiyle yeşeren, emeği ve gözyaşıyla beslenen güzellik ve iyilik demetleridir.