18 yıldır, son yedi yılı tesettürlü olmak üzere bir kamu kurumunda çalışmaktayım. Tesettürlü olarak iş hayatımın ilk altı yılında birtakım sataşma, sindirme tehditleri ile karşılaşmış olsam da bu tavırlar karşısında pek etkilenmedim ve göğsümü gererek aynı kamu kurumunda çalışmak üzere yeni gelen mütesettir kardeşlerime kol kanat olmaya, onlara destek vermeye çalıştım.
Fakat geçen yıl 28 Şubat 1997 tarihinden bu yana, bir sihirli değnek değmiş gibi, iş yerinde her şey değişmeye başladı. İdare tarafından hakkımızda başlatılan soruşturmalar, İslamı kimliğimize karşı tahammülü olmayan bir kısım yetki sahibi kimselere cesaret veriyor. Bu kimselerin psikolojik baskı ve yıpratma tavırları ile bir anda ilişkilerimiz gerginleşmeye başladı.
Acıtan çeşitli idari soruşturma ve tahkikatlar, Temmuz 97'de hükümet değişimi ile yeni bir sürece girdi. İşi bırakmamız için sistemli bir şekilde baskı görmeye başladık. İdari cezalar artık maaşlardan kesilen para cezaları ile hız kazandı.
Yapılan soruşturmaların ve maaşlardan kesilen para cezalarının tek sebebi başımızı örtecek kılık kıyafet kanununa muhalefet etmektir.
Özellikle para cezasına önem veriyorlar. Yönetmelikte her cezanın belli bir sırası, kesilecek para cezasının belli bir zamanı olduğu halde, yönetmeliklere dahi riayet etmeyerek bu yoğunluğu arttırmaya çalışıyorlar.
Diğer yandan kanun ve yönetmeliklerdeki boşlukları ve idarenin inisiyatifine bırakılan yetkileri, İslama tahammülü olmayan yöneticiler aleyhimizde bir baskı aracı haline dönüştürüyorlar.
Zaten yeterli olmayan bir devlet memurunun maaşını kesintiye uğratmak, memura karşı verilecek en büyük cezalardan biridir. Geçim sıkıntısı çeken insanların rızıklarına mani olarak bu insanları caydırmaya çalışmak ise şu an Türkiye'de hemen birçok kamu kurumunda çalışan müslümanlara yönelik uygulanan ceza yönteminin en fazla müracaat edilenidir.
Yapılan baskıların, müslümanları yılgınlığa sürükleyip tamamen bu alanları terk etmelerini sağlamaya yönelik olduğunu iddia edebiliriz. Rahatsızlık sadece başörtümüze değil, varlığımızı tamamen ortadan kaldırmaya; bizi kamu hayatının her alanından silmeye yönelik. Duyduğumuza göre baskılara dayanamayıp peruk takan insanlara halen ceza vermenin yollarını aramaları, baskının topyekün İslami varlığımızın izlerini dahi silmeye yönelik olduğunu kanıtlamaktadır.
Zaman zaman baskılara yenik düşüp, teslim olan arkadaşlara rastlıyoruz. Henüz soruşturma safhasında hemen istifaya yeltenen kişilerin olduğunu görüyoruz. Onlara diyorum ki, hak bizimdir. Bir nebze olsun elde ettiğimiz mevzilerimizi terk etmekle, daha ilk safhada teslim olmakla, karşımızdakinin ekmeğine yağ sürmüş oluyoruz. Rızık kapılarımızı kendimiz kapatmayalım. Hiçbir direnç göstermeden evlerimizin duvarları arasına çekilmek sistemin en büyük isteğidir. Kız kardeşlerimizin başörtülü olarak daha ortaokulda, lisede, üniversitede okuma hakkı gasp edilirken; türlü zulüm ve baskılarla okumalarına engel olunurken, dişimiz ve tırnağımızla bir yerlere gelmiş olan bizleri de sahip olduğumuz bu mevkilerden uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar. Hak kutsaldır. Biz inananlar direneceğiz ve hakkımızı koruyacağız. Yılgınlığımız, zayıflığımızdır. Zayıflık ise mücadeleyi kaybetmektir.
Türkiye sathında bu zulüm ve baskılara maruz kalan bütün kardeşlerime sesleniyorum ve diyorum ki, onurlu ve şerefli kimliğimizle, müstekbirlere karşı dimdik karşı koyalım. Mağlubiyetimiz, gelecek neslimizin mağlubiyetidir. Direnelim ki, durduğumuz yer gelecek neslimiz için bir basamak olsun. Rızık korkusu ile bizi mücadelemizden yoksun bırakamazlar.
Rızık veren Allah inanan ve direnenlerin yardımcısıdır.