"Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer gerçekten inanıyorsanız mutlaka siz üstün geleceksiniz. Eğer size şimdi bir yara dokundu ise, o topluluğa da benzeri bir yara dokunmuştu. Biz günleri insanlar arasında çevirip duruyoruz. Bu, Allah inananları ortaya çıkarsın ve Hakk'ın gerçek şahitlerini seçsin diye yapıldı. Çünkü Allah zalimleri sevmez. O, bu imtihanla müminleri temiz kılmayı, kafirleri ise mahvetmeyi diledi." (3/Al-i İmran, 139-141)
Dünya; bir yanda beşerî şer güçlerinin tekelinde yeni dünya düzeninin üstüne oturtulmaya çalışılırken öbür yanda Kur'an'dan ilhamını alan muvahhid müslümanların emperyalizmin hesaplarına karşı verdikleri şanlı mücadeleye tanık olmaktadır. Değişik yıldırma operasyonlarının Allah'ın hesabına asla galip gelemeyeceği bilincinin yaygınlaştığı süreçte İslam'ın etkin sesi, yapay dengeler yolunda ilahlık sevdalılarını rahatsız ediyor. Baskı ve zulümlerini bugüne kadar demokrasi ve laiklik kalkanının arkasına sığınarak gizlemeye çalışanlar bugün gerçek yüzleriyle sahneye çıkıyorlar. Egemen şer güçlerinin fiili sömürge yönetiminden vazgeçip güdümlü işbirlikçi rejimler aracılığıyla uzaktan kontrolü altında tuttuğu İslam ülkelerinde bugüne değin cazibeli gösterilmiş yönetimler, asli görevlerini yerine getiriyorlar: Gelişen İslami potansiyeli sindirme eylemleriyle sömürgeci Batı'ya dostluklarını ispatlama yani diyetlerini ödemedeki hassasiyetlerini gösteriyorlar, işte Cezayir ilmeği!
Batı sömürgeciliğinin 19. yüzyılda dünya halklarına saldırısında Fransa'nın payına düşen Cezayir, fiili sömürgeci Fransa'ya karşı iki milyona yakın insanını şehid vererek kurtuluş mücadelesi vermiş müslüman bir halkın ülkesidir. Mazlum Cezayir halkı ve toprakları Fransa'nın nasibine düşmüştü. Fransızlar Cezayir'i 1830'de işgal etmişlerdi.
Halkı gibi kendisi de Fransız emperyalizmine tanık olan Malik b. Nebi İslam Davası adlı kitabında ülkesinin durumunu ve sömürgeci mantığı anlatırken şunları söylüyor: Sömürgeciliğin iki türü vardır:
a. Liberal sömürgecilik; burada sömürgeci, Sömürge halkının hayatına bir çok konuda müdahale etmez, hatta onlara bir takım özgürlükler tanır.
b. Totaliter sömürgecilik; bu, sömürge hayatına en ince ayrıntılarına kadar müdahale eder. O, sömürge çocuklarına özgü sömürge okulları kurarak onların akıllarını sömürür. Örneğin kahvehane açmak isteyen bir sömürge bireyine bu konumuna uygun bir ticari unvan asmasını şart koşar. Totaliter sömürgeciliğin bilimsel akademileri dahi vardır. Bu akademiler, sömürge politikalarını çizer, idareye bilgi verir. Buna örnek olarak Paris Sömürge Okulunu gösterebiliriz... Sömürgecilik böylelikle sömürülenin hayatının bir yönünü sarıyor, en basit şeyleri dahi gözden kaçırmadan onu yönlendiriyor."
Fransa'nın fiili sömürgesine karşı 1832'de Emir Abdulkadir'in başlattığı direniş hareketi 1837'de Cezayir'in esaretiyle sonuçlandı. Sonradan Şeyh Abdulhamid b. Badis, Şeyh Basir İbrahimi, Şeyh Tayyib Akbi ve diğerlerinin bu esarete karşı sürdürdükleri kurtuluş mücadelelerinin kökleri; İslam'ı, Arapça'yı ve Cezayirli insanı yok etmeyi amaçlayan Fransa'ya karşı mücadele bayrağını açan Emir Abdulkadir'e dayanır. Fransızların kolonileştirmeye yönelik totaliter baskılarına rağmen mazlum Cezayir halkının kıyamı 1960'lı yıllara kadar sürmüştür. Halkın emperyalizme karşı 1962'ye kadar 30 yıl aralıksız sürdürdüğü direniş esnasında Fransızlar, gerçekleştirdikleri işkenceler ve katliamlar yanında kültürel ve ahlaki dejenerasyonu yaygınlaştırarak da halkın değerlerine darbe vurmaya çalışmışlardır.
"Hükümdarlar bir ülkeye girdiklerinde, kuşkusuz orayı ifsad ederler, şerefli insanları düşük kılarlar. Bunlar işte böyle yaparlar." (27/Neml, 34)
Cezayir halkını ifsad etmeyi ve kendi değerlerini onlara aşılamayı amaçlayan Fransız istilası zor kullanarak da olsa kendisine bağlı belli bir azınlığı sömürge okullarında veya pragmatik ilişkilere alıştırarak yetiştirdi. Batılı değerlerle hemhal olan bu azınlık istila döneminin bitmesinin ardından ülke yönetiminde önemli roller üstlendi. Diğer müslüman halkların da başına gelen benzeri yönetim biçimlerine zemin hazırlayan amil, Batılı imkanlarla yetişme ve yaşama imkanı bulan Batıcı laik zihniyettir. Bu miras Batılılar'ın yardım eline sarılanlarca devralınan, başlangıçta onlara karşı çetin mücadeleler veren mazlum insanların yorgunluğu ve bitkinliği üzerine çöreklenen işbirlikçi taraftarların devraldığı şekliyle sürdürülmüştür. II. Dünya Savaşı sonrasında Fransızlar'ın Almanlar'a yenilmesinin ardından Kuzey Afrika'da yeniden canlanan direniş faaliyetleri 1962'de Cezayir'e bağımsızlık payesinin verilmesini beraberinde getirdi. Ulusal Kurtuluş Cephesi [FLN] çehresiyle meşhurluk kazanan ve bu yolda yüz binlerce Cezayirli'nin kendilerini feda etmesiyle sonuçlanan bu kurtuluşun arkasında, Emir Abdulkadir'in tutuşturduğu ve 1931'de onu devralan Şeyh Abdulhamid b. Badis'lerin devam ettirdiği mücadele süreci bulunmaktaydı. Fakat 1954'de el değiştiren Cezayir direnişinin öyküsü sosyalist batıcı mantaliteye sahip bir grubun elinde devletleşti. Bu hazin son, İslamî ruhun uzun bir süre belleklere terk edildiği bir dönemi başlattı. Sömürgeci Fransızlar'a karşı verilen kurtuluş mücadelesinden öncü parti olarak çıkmayı başaran FLN 1962'de Cezayir'in bağımsızlığının ilan edilmesinin ardından tek parti konumunu başlattı. 1965'de aynı kadrodan olan Bumedyen'in kişisel ayrılıklar neticesinde kendi önderliğiyle gerçekleştirdiği darbe Ahmed b. Bella'nın yerine kendisinin Devlet Başkanlığı makamına geçmesini sağlayacaktı. Bu darbenin ardından halkın bağımsızlığını ve siyasi belirleyiciliğini yok eden bürokratik sınıfçı azınlığın yönetimi askeri aygıt himayesinde ülkeyi yönetmeye başladı. 1978'de Bumedyen'in ölmesinin ardından yine Bumedyen gibi asker kökenli Şadli bin Cedid devlet başkanlığına seçildi.
Meşruiyetini Fransız emperyalizmine karşı yürüttüğü devrimci kurtuluş mücadelesinden alan FLN, amacını; İslami prensipler çerçevesinde tam bağımsız demokratik ve sosyalist Cezayir devleti kurmak şeklinde özetlemiş, demokratik ve halkçı cumhuriyet sistemini kurmuştu. Bu cumhuriyet kesinlikle bir islam devleti değildi. Zaten Cezayirli müslümanların meşru talepleri karşısında islami prensipler çerçevesinde kurulduğunu iddia edip öte yandan ulusçu, laik, batıcı bir dikta yönetimi kurmaya çalışan yeni rejim bir müddet çifte standartlarla durumu idare etti. Malik b. Nebi'nin "Kendilerini İslam'la temellendirmeyen tüm siyasi partiler, tüm rejimler ve tüm liderler gayrı meşru ve tehlikelidir. Komünist bir parti, laik bir parti, marksist-sosyalist bir parti ve milliyetçi bir parti islam topraklarında var olamaz." şeklindeki eleştirisinin ve ithamının muhatabı da bu anlayış ve uygulamalardı.
Bumedyen, kendi döneminde kıpırdanmaya başlayan islami uyanışı ya Cezayir milliyetçiliği anlayışıyla saptırmaya veya güç kullanarak baskı yoluyla sindirmeye çalıştı. Laki-batıcı aydınların inisiyatifi ele geçirdikleri Cezayir yönetimi, 1966'lı yıllarda müslümanlara açıktan cephe almaya başladı. Malik b. Nebi; 1963'de getirildiği Yüksek Öğretim Müdürlüğü görevinden 1966 yılında uzaklaştırıldı. 1964 yılında Muhammed Hıdar ile birlikte kurduğu EI-Kıyam cemiyetinin özellikle müslüman gençler arasında büyük ilgi gören islami çalışmaları ve konferansları engellenmeye başlandı. Muhammed Hıdar ülke dışına sürüldü. Ve sürgünde iken 1967 yılında gerçekleştirilen bir suikastle şehit edildi. Cemiyetin il teşkilatlarının faaliyeti 1966 yılında yasaklandı. Ve islami uyanış karşısında dünün sömürgeci ve işgal kuvvetleri olan emperyalist Batı ülkeleriyle daha sıkı bir işbirliğine gitmeyi kendi saltanatı için meşru gören Cezayir'deki batıcı-laik dikta rejimi EI-Kıyam cemiyetini 1970 yılında kapattı, müslümanları sıkı takibata başladı ve baskı politikalarını yaygınlaştırdı. işin tuhafı bu arada Malik b. Nebi gibi tevhidi bilinci düşünce ve eylem sahasında pratize etmek, fikri ve siyasi sahadaki bozulmaya, zulme, şirke karşı ıslahat çabalarıyla karşı çıkmak kaygısını taşıyan muvahhid insanlar yer altına çekilmek zorunda kalırken, öte yandan rejimin istemi doğrultusunda resmi bir din anlayışı kurumlaştırılmaya çalışılıyordu.
1975'lerden sonra Cezayir'de çoğunluğu gençlerden oluşan yeni bir islami hareketlilik başladı. El-Kıyam'ın yorumlarını ve söylem tarzını benimseyen ve bu bağlamda belli etkinlikler gerçekleştiren ve kendilerine Müslümanlar ya da Müslüman Kardeşler adını veren bu yeni oluşumun 1978'den sonra ciddi anlamda kitleselleştiği gözlenmeye başlandı. Kendilerini marufu emredip münkeri nehyetme göreviyle yükümlü tutan ve aktif tebliğden yana bu yeni hareket, çoğunlukla kamu ahlakını denetleme konusunda duyarlı davranıyordu. Üniversitelerde yoğun taraftarı bulunan bu müslümanlara karşı solcuları sahneye çıkarmak isteyen rejim, bir solcu öğrencinin öldürülmesini bahane bilerek 1982'de hareketin mensuplarından önde gelenleri de dahil geniş bir kitleyi tutuklamıştı. Bu tutuklamaların ardından 80,000 kişinin katıldığı bir protesto eylemi yapıldı. Ve bu eylemde Abbasî Medenî, Şeyh Abdullatif Sultanî ve Şeyh Ahmed Sahnun'un ortak imzalarıyla kaleme alıp hükümete deklere edilen bir bildiri ile hükümet kınandı. Akabinden Abbasî Medenî, Şeyh Abdullatif Sultanî ve Şeyh Ahmed Sahnun tutuklanıp hapse atıldı. 1984 yılında Şeyh Sultanî'nin hapisteyken ölmesinin ardından ölüm duyurusu yapılmamasına rağmen 25,000'i aşkın insanın cenaze törenine gelmesi hükümeti çözümsüzlüğe sevketmişti. Bu çözümsüzlük, törene Diyanet işleri Başkanlığı'ndan temsilcilerin katılmasıyla kendisini açık ediyordu. Aynı yıl ertelenen mahkemelerin sonuçlanmasının ardından A. Medenî ve Şeyh Sahnun'un da bulunduğu 23 müslüman serbest bırakıldı. Şeyh Sahnun ve Şeyh Sultanî'nin daha önce Bin Badis'in Ulemalar Birliğinde faal olarak görev aldıkları hatırlatılacak olursa bu hareketin önceki çabalarla bağının bulunduğu fark edilecektir. Ulusalcılığa, ahlaksızlığa, eğitim kurumlarının yozlaşmasına, yabancı kültür etkileşimine, İslam'ı resmileştirmeye, işsizlik, gıda maddelerinin yokluğu gibi ekonomik kıtlıklara, yolsuzluk, rüşvet gibi uygulamalara karşı eleştiriler yönelten ve genç kesimler arasında genişleyerek devam eden bu hareketlilik Şadli b. Cedid'in yıldırma politikaları karşısında bitmeden tükenmeden güçlenerek devam etti.
1988 Ekim'inde meydana gelen olaylarda yüzlerce kişi öldürülmüş ve tutuklanmıştı. Ekmek isyanı diye yansıtılan bu olayların arkasında rejimin baskıları ve sindirme operasyonlarını protesto eden müslüman kitlelerin örgütlü güçleri vardı. Fransa'nın gizli hakimiyetinin her alanda sürdüğü Cezayir'de, bu olayların ardından yaklaşık beş ay sonra sosyalist modelle devam etmekte olan devlet yapısı çok partili düzene girildiğini ilan edilerek değiştirilmek zorunda kalındı. Fransız işgalinin ektiği gayri İslami tohumlar İslami uyanışa zaman zaman engel teşkil ediyor ve Fransız sömürgeciliğinden devşirilen bürokratik yapı İslam'a karşı en net muhalefeti gerçekleştiriyordu. 18 Şubat 1989'da Bab el-Gued'de Sünne Camisi'nde yapıkları toplantı da alınan kuruluş kararıyla İslami Kurtuluş Cephesi (FIS) adıyla Abbasî Medenî, Ali Belhac, Muhamned Said gibi isimler ve deklere ettikleri tüzükleriyle bir parti dikkatleri çekmişti. Ciddi yöntem tartışmalarının ardından Şeyh Mahfuz Nahnah gibi bazı isimlerin karşı çıkmasına rağmen parti süreci benimsendi. Abbasî Medenî bu konuyu şöyle açıklıyor: "İslam Kurtuluş Cephesi bir ruhun doğurduğu harekettir. Yoksa parti meydana getirmek için bir araya gelmiş bir cemaat partisi değildir. İslam Kurtuluş Cephesi tarihi şartların, buhranların doğurduğu ve islam'ı çözüm olarak gören ruhun zirveleştirdiği bir harekettir. Tek partinin baskısı altında idik. Biz, islam'ı bir çözüm olarak sunup, 25 yıl önce temel ilkeleri belirlenmiş siyasi mücadeleye başladık. Biz siyasi mücadeleye girişirken, ülkeye hakim olan çirkin bütün oluşumlara karşı tavrımızı ortaya koyduk. Bu anlamdaki düzeni değiştirmek, cemiyeti ıslah etmek ve kitleyi ekonomik, sosyal ve kültürel çıkmazlardan kurtarmak için bu yola koyulduk. Programımız açıktır, imkanlar ortadadır ve halk da hazırdır. Cephemiz geleceğe hazırdır. Cezayir halkının büyük güvenini almış durumdayız. Bizim cephemiz, klasik manada bir siyasi parti, belli bir ekibin yönettiği bir grup veya belli prensipleri olan bir siyasi grup değildir. Geniş ilkelere, şuurlu bir zirveye dayanan İslami Kurtuluş Cephesi [FIS] yukarıda sayılanların müsbet yönlerini temsil etmektedir."
Abbas Medeni'nin bu sözleri; özellikle Türkiye'de, demokratik bir imkan olan parti kurumunu temel bir yapı, vazgeçilemez bir kimlik olarak gören uzlaşmacı anlayışların ibret almaları gereken derslerdir.
Ve ayrıca parti aracını tevhidi ilkelerden taviz vermeksizin demokratik bir imkan olarak kullanmak niyetinde olan yaklaşımların da bu ifadelerdeki şartları iyi değerlendirmeleri gerekir. Dünya ve İslam dergisinin 7. sayısında yer alan "İslami Parti Tartışmalarına İlişkin Açıklama başlıklı yazı bu konuda yerinde ve zamanında yapılmış önemli bir hatırlatmadır. Dikkat edilirse Abbas Medeni ve arkadaşları; uzun bir mücadele sürecinin, somut bir programın, kendi gücüne dayanan bir platformun ve kitleselleşme noktasında uygun şartların söz konusu olduğu bir tarih diliminde parti imkanının tartışmasına gerek duymuşlardır. Yine Cezayir örneğinde dikkat edilirse parti aracının getireceği nimetlerden önce kendi gücüne dayanan yeterli bir alt yapı, önemli bir zamanlama ve uygun bir zemin söz konusudur. Ve bütün bunlara rağmen parti sadece kullanılabilecek veya gerektiğinde vazgeçilebilecek bir araç olarak görülmektedir.
Yöntem konusunda ayrıldıkları halde Mahfuz Nahnah ile Abbasî Medeni birbirlerine saygı duyan ve iyi görüşen Müslüman Cezayir büyük bir binadır. Onu beraber inşa edeceğiz diyen iki liderdi. Nahnah daha ziyade üniversite ve diğer bazı meclislerde tebliğ faaliyetleri sürdürmekteydi. Ama Nahnah, daha sonra 'Hamas' adlı bir parti kurdu. Ve iktidar güçleriyle çatışmaktan kaçınan pasif bir siyasi tavır benimsedi.
Ülkenin doğu kesimlerinde güçlü bir cemaat de İhvan-ı Müslimin'den etkilenmiş olan Şeyh Abdullah Cubullah'ın Nahne adlı cemiyetidir. Bu cemiyetten bazı simalar Abbasî Medenî cephesinde yer almaya başladılar. Ali Belhac bunlardan birisidir. Bu hareket daha ziyade üniversite ağırlıklı çalışmalarıyla meşgul. Yine Rabıtatu'd-Daveti'l-islamiyye adlı bir cemiyet daha var. Cemaatler arasında ihtilafları halletmek için tesis olunan bu kuruluşun başında yaşlı bir lider olan Ahmed Sahnun bulunmakta. O, Medenî için şöyle diyor: "Cezayir'de selefi salihinin hayatta kalan temsilcilerinden biri."
Cezayir'de girilen çok partili dönemin ilk kararı 12 Mart 1990'da yapılacak yerel seçim kararı oldu, Abbasî Medenînin %70 civarında oy beklediği bu secimler yapıldıktan sonra FIS lehine çıkan rakam %76 civarındaydı. İslami Kurtuluş Cephesi'nin ilk ve büyük atılımı olan bu sonuç, başta Batılıları ve Cezayir hükümetini ürkütmüş, onları hayal kırıklığına uğratmıştı. Haber yayınlarında kısıtlama ve yanlış bilgi verme yollarıyla bastırılmaya çalışılan bu beklenmedik başarı, rejim önlemler almaya şevketti. İlk önlemler, erken seçim kararında direten İslami Kurtuluş Cephesi'ni oyalama yoluyla herhangi bir tarihin açıklanmaması, camilerdeki faaliyetlerin yasaklanması, bazı şehirlerde parti bürolarının kapatılması, bazı cephe mensuplarının değişik uydurma bahanelerle tutuklanması, partinin faaliyetlerine izin verilmemesi gibi tavırlardı. Günden güne yükselen tansiyon karşısında rejim erken seçim tarihini açıklayacağını vaadetti. Kısa bir aradan sonra 15 Haziran 1991 tarihinden bahsedildi. Bu tarih yaklaşırken seçimlerin iptal edildiği duyuldu. Halkın gösterdiği büyük tepkiler sonucunda parti binası kapatılarak liderlerden Medenî ve Ali Belhac silahlı komplo iddiasıyla tutuklandılar. Körfez Savaşı'nda kamuoyundan çekinerek tarafsızlığı yeğleyen Cezayir rejimi, şimdi karşı karşıya olduğu islam'ın tehdidine karşı askerî darbe ve tutuklama kararları veriyor ve uyguluyordu. Medenî'nin seçim tarihinin ertelenmesinin ardından halkı genel cihada çağıracağı şeklindeki açıklaması ve rejimin teröre dayanan uygulamaları halkı sokağa dökmeye yetmişti.
Ülkede müslümanların başarılarıyla sonuçlanan seçimlerden sonra bir anda dünya gündemine sıcak bir şekilde giren Cezayirli müslümanlar diğer dünya müslümanlarının ve emperyalist batının dikkatlerini çekti. Batı ve Batıcı basın olayı Cezayir'de aşırı dincilerin zaferi, Cezayir İranlılaşıyor mu?, Kur'an FLN'yi yenilgiye uğrattı... gibi kaygılarını ifade eden spotlarla vermişti. Bu dönemlerde kendileriyle yapılan röportajlarda suçlayıcı ve hedef gösteren üslubuyla Batıcı basının kendilerine yönelttiği sorulara güzel ve yerinde cevaplar vermesiyle tanınan Abbasî Medenî ve Ali Belhac kısaca Cezayir halkının tarihle hesaplaşma sürecinin başladığını duyuruyorlardı. Medenî bir hutbesinde kalabalıklara hitaben, Bu seçim zaferi tüm inananların ve insanların Allah tarafından kendisine inananlara sunduğu bir zaferdir derken; Ali b. el-Hac da, Seçimlerden elde ettiğimiz zafer, demokrasinin değil, islam'ın zaferidir. Bizim için doğrular ve yanlışlar vardır. Geçimle ya da seçimsiz zafer bizim olacaktır. Tüm dünyaya ilan etmek isteriz ki, bizim hedefimiz belediyeler ya da eyaletler değildir. Hedefimiz, İslamî bir millet aracılığıyla halifeliğin ve Allah'ın kitabı Kur'an'ın egemenliğinin yeniden kurulmasıdır. diyordu. Bu insanlar açıklamalarında pek yakında kendilerini hedef alacak sindirme politikalarının ve tutuklama kararlarının söz konusu olabileceğini kapalı bir dille ifade ederken, bundan çekinmediklerini ve kendilerini hiç bir gücün durduramayacağını ilan etmişlerdi. Nitekim kısa bir süre sonra katliamlar, tutuklamalar boy gösterdi. Bugünkü Cezayir olayları, müslüman halkların yaşadıkları ülkelerde fiilen işlenmekte olan siyasetin önemli ipuçlarını vermektedir. Bunlar benzeri gelişmelerin yaşanması halinde ülkemizde meydana gelebilecek hadiseler için de önemli göstergeler olarak sayılabilir. Bunlara kısaca değinelim: Bir kere islam ülkelerinde, islam'ın yaşam düzeni haline gelmemesi için uluslararası bir komplo bulunduğu Cezayir olayları ile bir kere daha meydana çıkmıştır. Fransa başta olmak üzere, ABD şemsiyesi altında bulunan ve bize kadar uzanan islam düşmanı cephe, Cezayir'deki gelişmelere yoğun ilgi göstermekte, islam'ın iktidar olması ihtimaline ürküntü ile bakmaktadır. Bugün halen hissedilen Fransız sömürgeciliğine karşı Cezayirli müslümanların verdiği savaş, küfür sistemine ve onun yerleşik yapısına karşı devam etmektedir. Bu, tüm kurulu küfür sistemlerine ve onların dünyayı sevketmeye çalıştıkları yeni dünya düzenine karşı verilen bir mücadelenin devam eden adımları sayılacağı için, uluslararası güç odaklarının işbirlikçi yönetimleri, efendilerini islam tehlikesine (!) karşı yardıma çağırarak, sömürgecilerin zulüm, işkence, katliam fillerine meşruiyet sağlamaya çalışıyorlar.
Şimdilerde tüm dünyada barış, demokrasi, insan hakları, silahsızlanma gibi nutuklar atılırken, birilerinin islam'dan dem vurup kitlelerin desteğini kazanmasını geriye dönüş, ilkel zihniyet olarak niteleyen Batıcı zihniyet, demokrasi anlayışında ne kadar iki yüzlü olduğunu ve demokrasi yönetiminin temelde güçlülerin yönetimi olduğunu bir kere daha ortaya koyuyor.
Son olaylar bugün iddia olunan resmi söylemlerin göstermelik göz boyama nevinden nutuklar olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Buna göre, halk kendi iradesini, ancak kendisine izin verildiği kadarıyla rejimin istediği doğrultuda kullanmalı ve hiç bir irade Batılı iradenin önünü geçmemelidir. Bu yolda gerektiğinde diktatörlüklerin kurulmasına, öldürme-tutuklama operasyonlarına hatta Körfez Savaşı'nda görüldüğü üzere el birlik oluşturulan şer ittifakının bir halkı hedef alan katliamlarına başvurmak meşru sayılacaktır.
Bugün Cezayir'de rejimin sebep olduğu bozulma, çürüme, rüşvet ve sefalet karşısında kendi alt yapısını oluşturduktan sonra seçim aracını kullanan, FlS'in önerdiği İslami Cözümün kitleler tarafından yaygın bir şekilde kabul edildiği ortaya çıkmıştı. Yeni dünya düzeninin emperyalizmin ekseninde tüm yeryüzünü biçimlendirmesi hedeflenirken, Kuzey Afrika'dan yükselen bu aykırı sesin derhal bastırılması gerekiyordu. Zaten müslümanların taciz edilmesine yönelik son gelişmelerde emperyalist batının ve işbirlikçi bölge rejimlerinin teşviki önemli rol oynamıştı. Cezayir ordusunun müslümanlara karşı çok sert vaziyet alması, Fransa'da sayıları hayli kalabalık Cezayirli işçilerin seslerini yükselterek bir gerilim ortamına sebep olmalarından ürken Fransız yöneticilerini de hayli memnun etmişti. Bu arada Batı'nın ve işbirlikçilerinin taarruzunu göğüsleyemeyen çatlak sesler, Cepheyi içerden bölmeyi hedefledikleri uzlaşmacı tavır ve ifadelere başvurdularsa da onların bu hareketi halk nezdinde asla kabul görmedi, İslam Kurtuluş Cephesi [FIS] mensubu üst düzey konumlarda görev almış Beşir Fakih, Haşimi Sehnuni, Ahmet Meranı gibiler diğerlerini antidemokratik yolu teşvik etmek, Abbasî Medenî'yi de kişisel diktatörlük yanlısı olarak değerlendirmeleri ve halkla resmi iktidar güçlerini karşı karşıya getirmelerinin affedilemez suçları olduğu yolunda Cezayir televizyonu ve batılı medya kuruluşlarına verdikleri ucuz beyanatların halk ve cephe mensuplarınca dikkate alınmadığı ortada. Bu şahısların partiden ihraç edilmelerinin hiç bir tepki uyandırmaması bu kanaati güçlendiriyor. Oysa bugünkü tabloda riski göze alamayanların kolaycılığı ve ürkekliği kendilerini hangi tavırlara yöneltirse yöneltsin, Bin Cedid ve avanesinin müslümanların bizatihi varlığını hedef aldığı ortaya çıkmıştır. Çünkü tutuklananların sadece cephe üst düzey yetkililer olmayıp halktan binlerce insanın da içinde bulunduğu kalabalık kitlelerden oluştuğu gözlenecek olursa bu tesbit doğruluk kazanacaktır.
1988-1989 yıllarında yöntem tartışmaları sürerken son olaylarla ilgisi bulunduğu için, önemli bir noktaya dikkatleri çekmek gerekiyor. O yıllara gelindiğinde Cezayir İslami potansiyelinin kimliğini genelde kısaca selefi ve ihvan-ı Müslimin çizgisi belirlemişti. Kitleselleşme yönünde kapalı yapılanmayı sürdüren bu çizgi daha ziyade pasif ve siyasetten uzak bir konumdaydı. Ki seçimler sırasında İhvan'ın ve selefilerin İslami Kurtuluş Cephesi'ne yönelttikleri eleştiriler genellikle hareketin siyasileştiği noktasında toplanıyordu.
O dönemlerde daha önceki olaylarda adını duyurmuş aktif kanat içte, A. Medenî'nin öncülüğünde yöntem tartışmalarını başlatmıştı. Yaygın kitleselleşme yanlısı siyasî belirginlik ve tavırdan yana olan ve çoğunluğu gençlerden oluşmuş bir kitle tarafından taşınan bu kanat, camilerin daha iyi kullanılabileceğini, belli kurumlaşmalara gidilebileceğini, halkla ünsiyetin oluşturulması için ülkede somut teşebbüslere geçilmesinin zorunlu hal aldığını ve bunun başarılmasının mümkün olduğunu gündeme getirmiş ve yoğun tartışmaları başlatmıştı. Sonuçta kendi sınırları dışına taşmayan ve kendi değerlerini mutlaklaştıran cemaatlerin birliğinden ziyade, ümmetin birliği söyleminin baz alınıp yaygınlaşan bu girişim kabul görmeye başlamış, karşı anlayışa sahip çokları tarafından da gittikçe desteklenen bir boyutu gün yüzüne çıkartmıştır.
İzleyebildiğimiz kadarıyla bu gayretler doğrultusunda atılan adımlar, ciddi çalışma ve organizasyonlara dayanıyor ve yeni yapılanmayı, top yekün bir mücadeleyi kucaklayabilecek bir donanıma kavuşturmaya çalışıyorlardı. Bu açıdan cephe mensubu kişilere bazı İslami haber kaynaklarının yönelttikleri parti imkanı elinizden alınırsa ne yapacaksınız? sorusuna verilen cevap önemlidir: Biz varlığımızı parti imkanına borçlu değiliz. Bizim parti teşkilatları dışında birçok çalışma birimlerimiz var.
FIS, örgütlü fakat apolitik ve genellikle Rabıtatu'l-Alemin'in politikaları doğrultusunda faaliyet gösteren şekilci cemaat yapılarını aşan bir oluşumu gerçekleştirdi. FlS'in karar mekanizması değişik çalışmalardan gelen kişilerle oluşturulmuş bir istişare heyetine dayanıyordu.
Bir müddet FIS'in Suudiler'le ilişkisi olduğu tartışma konusu oldu. Bu tartışma muhtemelen eski cemaatlerden kopup gelen bazı kişilerin taşıdığı zaaflara dayanıyordu. Ama Abbasî Medenî, Körfez Krizi sırasında sergilediği basiretli tavırlarıyla, cephenin tutumunu netleştirdi. Cephe'nin Körfez Krizi sırasında Cezayir rejimini ürkütecek boyuttaki antiemperyalist tutum ve gösterileri ve Suudi yönetim aleyhindeki tavrı ile Suudiler'le ilgili zaaf taşıyan yaklaşımı ezdi. FIS bu gösterilerdeki beyanatlarında, Mekke ve Medine'nin işgal altında olduğunu ve Hicaz'ın tüm müslümanların dayanışmasıyla kurtarılarak orada bağımsız ve uluslararası bir islam devletinin kurulması gerekliliğini isledi. Yaygınlaşan ve sahiplenilen bu politika karşısında Cephe içinde Cezayir ihvan'ının çizgisini temsil eden Beşir Fakih, Haşimi Sehnuni, Ahmed Merani gibiler yitirdikleri inisiyatiflerinin ardından, Cezayir diktatörlüğünün FlS'e karşı başlattığı saldırı karşısında çözüldüler ve Şadli b. Cedid'in TV'sinden Medeni'ye ve cephenin tağuti rejim karşısında gösterdiği kararlılığa yönelttikleri suçlamalar ile birlikle saf değiştirdiler. Yılgın iradeli ve zaaflarla malul bu döneklerin cepheden ayıklanması, İslami anlayışın ve tavırların netleşmesinde Cezayir müslümanlarının geleceğini daha imkanlı kılacaktır.
Bugün Cezayir'deki İslami hareketin önünün alınamayışı ve emperyalist güçlerin ve içerde işbirlikçi rejimin telaşı gösteriyor ki, İslami Kurtuluş Cephesi'nin şekli varlığından öte, arkasındaki köklü ve eğitimli bir kitle, gücünü her geçen gün artırmaktadır. FIS henüz kurulmamışken bu öncü kille 1988'de yürüttüğü mücadelede rejim güçlerine karşı 500'e yakın şehit vermiştir. Ve bugün demokratik platformda eriyeceği zannedilen hareket tüm ekonomik ve idari engellemelere rağmen kendi öz gücünü geliştirmiş ve top yekun bir mücadeleyi göze alabilecek bir kitleselleşmeyi gerçekleştiriliştir. Abbasî Medenî ve 700 arkadaşının Cephe'nin merkezinde tank ve zırhlı araçlarla kuşatılıp esir alınması akabinden, ülkenin bütün büyük şehirlerinde ayağa kalkan ve yüzlerce şehit, binlerce esir veren müslüman kitleler Cezayir İslami hareketinin sürekliliğini ve gücünü ortaya koymuşlardır. Verilen mücadelenin Cezayir ve dünya müslümanları için önemli bir tecrübe birikimi oluşturduğu ve bu birikimin yeni atılımlarda müslümanları daha güçlü kılacağı inancındayız. Cezayir İslami hareketi yüz binlerce şehidin kanı üzerinde yücelen şanlı bir direniştir. Bu mücadele bütün müslümanların ortak kazanımı ve ortak mücadelesidir.
KAYNAKLAR:
1) Dünya ve İslam. Radikal İslamcılık ve Cezayir Milliyetçiliğinin Çıkmazı, Yöneliş Yayınları, Sayı 1, 1990; Cezayir İslami Kurtuluş Cephesi'nin Siyası Programı, Sayı .4, 1990.
2) el-Alem, İngiltere, 1990-91. [ilgili haber ve yorumlar)
3) el-Munkız, Cezayir, 1989-1991. (FlS'in haftalık dergisi)
4] Dış Politika, Mahfuz Nahnah ile mülakat, Risale Yayınları Sayı.8.1990
5] Panel. Abbas Medeni ile röportaj, Sayı.19,Ankara-1990.
6) Modem Düşüncenin Krizi: İslami Çözüm, Abbas Medeni, Yöneliş Yayınları, istanbul-1990.
7) İslam Davası. Malik b. Nebi, Yöneliş Yayınları. İstanbul 1990.
8) Cezayir'de İslam'ın Yeniden Doğuşu, Malik b. Nebi. Yagmur Yayınları, istanbul-1973.
9] Çağa Tanıklığım, Mali b Nebi Bir Yayıncılık. İstanbul-1986.
10) Sömürgeciliğe Karşı Afrika'da Sufi Direniş, B.G Martin, İnsan Yayınları, istanbul- 1988.
11] Sömürgecilik Tarihi. Raimando Luraghi, E Yayınları. İstanbul-1975.
12) Bir Başkaldırının Anatomisi. Raphael Daziger, Akabe Yayınları, İstanbul-1988.
13) Sömürgelerin Uluslaşması, Ropert Emerson, Türk Siyası ilimler Derneği Yayın, Ankara-1965.