Kafur, Zencefil ve Selsebil -1

Sezai Arıcıoğlu

Koyulaşıyordu gece. Adımlarına belli bir ritim vermiş ve bir saat Kadar yürümüştü. Az önce, nadiren de olsa geceyi yırtarak gelen araçlar yanından hızla gelip geçiyorlardı. Masasının üzerinde bir kasımpatı vardı. O ciğerlerini götürüyordu kupkuru kokusuna. Pencere hafif aralıktı. Gecenin büyüsü ara ara tüle çarpıp çarpıp dönüyor, o buna iç geçiriyordu. Dizlerinden başlayıp topuklarına kadar derin, ince bir sızı inip inip çıkıyordu. Keyfe keder olmuyordu. Aksine dinginliğe, tatlı sulara-müsait zamanlara, keskin ve kalıcı olmayan darbeler vuruyordu. Tüm boşlukları tespit edip doldurmak lazım geliyordu. Ünsiyet oluşturması gereken bir varlıktı insan. Gözü, kulağı ve kalbi (gönlü) vardı çünkü. Bütünü parçalamadan hep birden, toptan tüm duygu-düşünce ve istekleri ile sahip olduğu organlarının hepsine, tutunduğu değerler nispetinde yön vermesi, kumanda etmesi gerekiyordu. Birbirine zıtlık teşkil eden hedeflerle vaktini harcamaması, sermayenin ödenmemişi ile değil, bizzat ve kanırtarak ödenmişi ile alakasını güçlendirmesini bilmeliydi. Varmayacağı yere gitmeyen treni beklememeliydi.

Ağzına kadar dolu olan bardağı dudaklarına götürürken birçok şeyin sadece bir refleks haline indirgendiğini düşündü. Su içmek de tabi ki. Böyle olunca öncesinden ders alınmayan, sonrası hesap edilmeyen bir davranışlar bütünü oluyordu hayat.

Oysa suyun çok önemli bir yeri vardı. Başlı başına bir ihtiyaçtı ve olmazsa olmazdı, Suyla büyüyordu insan, demir de öyle. Demir de suya daldırıla daldırıla çelikleşmeye başlıyordu, o da büyüyordu yani. Daldırılıp, kızdırılıp, tekrar daldırılıyordu suya. Sonra dövülüyordu, dövüldükçe dövülüyordu. Her seferinde daha bir sertleşiyor, tavlanıyor, olgunlaşıyordu. İnsan bilmecesinin çözümü belki biraz da bu su-demir-çelik sürecini bilmekten, anlamaktan geçiyordu. Çeliği anlamak suyu bilmekle, ateşten geçmekle ve dövülmekle mümkündü. Bugün iki bin beşyüz züppe familyanın oyuncağı haline düşmüşse insanlık; sebebi, suyu bilmemek, ateşten geçmemek ve dövülmemektir. Ya da suyu bir refleks olarak içmek, ateşten bir refleks olarak geçmek ve sadece bir refleks olarak dövülmektir. Neredeyse üç yüz yıldır korkunç ve acıklı bir ateş dansında raks ettirilen bu insanlar içtikleri suyu dahi anlayamamışlara; "insan düşünen bir hayvandır", "insan sosyal bir hayvandır", ya da "insan alet kullanan bir hayvandır" ya da "insan şehevi bir hayvandır" tanımlarının yapılıp bunlara ait değer ve hukuk sistemlerinin oluşturulması kaçınılmazdır ve maalesef ki olmuştur. Çelik olması beklenen insan bugün basit plastik bir eşyadan öte bir şey değildir. Üstelik soyulup soğana çevrilmiştir.

Tavandan aşağı doğru sarkan örümcek geldi tam önünde durdu. Sanki havada asılı duruyordu. Serçe parmağı ile hafifçe dokununca örümcek hızla tekrar tavana doğru yükseldi.

Su insanı adam etmeliydi oysa. Metaneti artırmalıydı. Kişiliği geliştirmeliydi. Sevgiyi pekiştirmeliydi. Suyun ilahi hikmetlerini temaşa edip duruyoruz da kainatın en küçük gezegenlerinden birisi aklımızı başımızdan almış.

Suyun olmaması yani susuzluk ise bir musibettir. İnsanlık tarih boyu susuz kalmaktan hep korkmuş, bu hep ürperti ve tedirginlik vermiştir. Susuzluğa karşı çeşitli tedbirler alınmış ve geliştirilmiştir sürekli.

Elindeki bardağın boşaldığını neden sonra fark etti. Usulca masanın kenarına bıraktı. Üzerine bir hırka almak için ayağa kalktı. Üşümüştü. Hırkayı alıp tekrar yerine döndü.

Dünkü hayat, bugünkü hayat değil. Dünkü insan/insanlık da bugünkü insan/insanlık değil. Bunlar değişebilecek şeyler. Fakat dünkü iyilik ile bugünkü aynıdır. Dünkü kötülükle bugünkü nasıl aynıysa.

İyilikleri çoğaltmanın, sürdürmenin, korumanın, geliştirmenin yollarını aramamız lazım. İnsan suresinin 5-26. ayet-i kerimeleri arasında iyiler anlatılır. En başta iyilere "kafur" ikram eden Yüce Yaratıcı bu iyiliği koruyup sürdürenlere 17. ayette "zencefil" sunar. İyiliğe devam edip, bıkmadan, usanmadan bunu hayatlarının bütününe hakim kılanlara ise bir pınar verir ve onun adı "selsebil"dir.

Önündeki kitabı kapattı. Gözleri kapanıyordu. Kitabın üzerine koydu başını sanki iyilerin-iyiliklerin kokusu geliyordu gecenin içinden.