Giriş
Bir mücadeleyi başlatmak kolaydır. Ancak sürdürmek zordur. Çünkü yoğun emek, ter ve göz nuru ister. Gerektiğinde mal; gerektiğinde can; gerektiğinde kan ister. Zorluğu göze almayan, iman yolculuğunun zorluklarına katlanamayan, sabır yerine teslimiyeti seçenler, amaçlarından çabuk vazgeçenler sınavı kaybederler.
Cihadsız bir İslami mücadele imkansızdır. Bunun için belli bir mekan şart değildir. İster Mekke'de ister Medine'de ister İslam diyarlarında isterse küfür diyarında olalım Tebliğ, Hicret, Cihad; İMAN'ın olmazsa olmaz şartıdır. Ancak içinde bulunulan koşullara göre sadece araçlar değişebilir. Bu araçların meşru olması da, Nebevi-Tevhidi mücadele esasına göre uyumlu olmasıyla mümkündür.
Mücadele Sünneti'nin temel ilkelerini Rabbani mesajdan değil de sosyolojinin rutin, statik kalıplarından seçmek müminleri yanılgıya sürükleyebilir. Bu yanlış kazanılmış mevzilerin de kaybedilmesine yol açabilir. Yaşadığımız coğrafyada bunun birçok örneğini son yıllarda çokça yaşadık. Sünnetullah'a uygun zorlu bir mücadeleyi göze alamayanlar kâfirlere biat etmek istediler. Kâfirler ise doğaları gereği "Onların dinine girilmediği sürece" BİAT'ı kabul etmeyeceklerini tüm güçleri ile ortaya koyarak müslümanları takiyye yapmakla suçladılar. (Bkz. 2/Bakara, 120)
Oysa Kur'an'ı rehber edinmeyen, batıl paradigmalara göre oluşmuş sosyolojinin ve politikanın dümen suyuna kendini kaptırıp zihinsel bulanıklık yaşayan ve İslami mücadelenin sünnetini kavrayamayanlar kafirlere biat etmek konusunda çok istekli davranmaktadırlar. Bu durum müslümanların ümit ve etkinliklerine zarar vermekte, zilleti yaygınlaştırmaktadır.
Onurumuzu korumak, mücadele sünnetini kavramaktan ve Allah'ın razı olacağı şekilde bir hareket tarzı ortaya koymaktan geçer.
Bunun için kâfirlerle ilişkilerimizin temel ekseni nasıl olması gerektiğini tespit etmek durumundayız. Rabbimiz Hizbuşşeytan ile kendi taraftarlarının hangi ilişkilerini meşru hangilerini gayri meşru saymaktadır? Bu araştırmamızın konusu "Allah'ın taraftarları ile şeytanın taraftarları arasındaki ilişkinin temel ekseninin nasıl olması" gerektiğini izah etmeye dönüktür.
A- İslam'ın Hakimiyetinde Tedricilik
İslami bir mücadelenin çeşitli safhaları vardır. Ayeti kerimede İMAN, HİCRET ve CİHAD olarak üç aşamadan söz edilmektedir.
"İman eden, Hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla Cihad edenlerin Allah katında dereceleri daha büyüktür. İşte kurtuluşa erenler onlardır." (9/Tevbe, 20)
Kâfirlerle ilişkiler bu üç aşamada karşı tarafın tavırlarına ve Rabbani sorumluluğun gereklerine göre farklılaşabilmektedir. Ancak şurasını peşinen ifade edelim ki, üç aşamanın üçünde de çelişkili bir tavır yoktur. Birinde doğru olan ikisinde de doğru birinde yanlış olan ikisinde de yanlıştır. Temel ilke, bilindiği gibi şudur: "Tevhid yaygınlaştırılmalı, Şirk'e karşı mücadele edilmelidir." Aşamalara geçildikçe mücadelenin ilkeleri değişmemekte, ancak araçlar değişebilmektedir.
Bazı örneklerle konuyu biraz açmak mümkündür:
a) İslami mücadeleyi üstlenen muvahhidler Tebliğ'de sövgü, hakaret yerine; hikmetli, en güzel, doğru, içlere işleyecek kadar tesirli, gönül alıcı sözler söylemeli, sözünün arkasında durup ilk şahid, ilk model olmayı gaye edinmelidirler. Bu ilke mücadelenin bütün aşamalarında daima göz önünde tutulmalıdır.
"Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek sınırı aşıp Allah'a sövmesinler!...." (6/En'am, 108)
"Firavun'a gidin, çünkü o azdı. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt alır veya korkar." (20/Taha, 43-44)
"Kitab'da İbrahim'i de an; Babasına demişti ki: Babacığım, işitmeyen, görmeyen, sana hiçbir kazanç sağlamayacak olan şeylere niçin tapıyorsun?" (19/Meryem, 41-42)2
Tebliğin erken dönemine ait yukarıdaki ayet örneklerinde de görüldüğü gibi hikmetli yumuşak söz söylemek teşvik edilmiş; ilkeleri yumuşatıp karşı tarafa yağcılık yapmak (müdahane) menedilmiş, yasaklanmıştır.
b) Aslolan Allah'ın kendisini yüceltmek, Tevhid'in araçlarını gerçekleştirmek, ayağa düşürmemektir. Bunun için iman adımını attıktan sonra bir göç anlaşması yapılmış olur. Küfürden, nankörlükten yaratıcıya borcunu, ödevini yerine getirerek Şirk'ten Tevhid'e, şeytanın kirlettiği toplumsal-siyasal-ekonomik yapıdan Adalete ahlâki göç: Hicret.
Hicret ister mekansal isterse ahlâkı olsun her müminin yerine getirmesi gereken zorunlu bir eylemdir:
"Elbiseni temizle kötülükten hicret et!"3
Şirk'ten küfür'den uzaklaşmak, tertemiz Allah'ın dinine hicret ederek ifsadı hayat tarzı olarak sürdürenlerle manevi bağları, velayet, itaat, Biat bağlarını koparmak, İman Ahdi'nin yerine getirilmesi mecburi şartlardır.
Şakası olmayan, topyekün bir hayatı dönüştürmeyi, tarihin kalbine Tevhid'in ışıklarını düşürmeyi amaçlayan ciddi bir görevin habercisi Kur'an'ın mesajlarını yüklenmek eğer bulunduğumuz yerde yaşanmıyorsa Mekansal Hicret'i de öngören sorumlulukları beraberinde getirir:
"Kendilerine yazık eden kimselere, canlarını alırken melekler: 'Ne işte idiniz? dediler.' (Onlar): 'Biz yeryüzünde zayıf, aciz düşürülmüşlerden idik' diye cevap verdiler. Melekler: 'Peki Allah'ın Yer'i geniş değilmiydi ki, onda göç (hicret) etseydiniz ya? İşte onların durağı cehennemdir. Ne kötü bir gidiş yeridir orası!" (4/Nisa, 97)4
İman sorumluluğunu yüklenen müminler öncelikle yaşadıkları toplumdaki kirliliklerden manevi hicreti mümkün olmuyorsa mekansal hicreti daima gözünde tutmaları gerekir. Yeryüzünün büyük, geniş imkanlara sahip olması dolayısı ile mustazafların tembelliklerine, kolaycılıklarına mazeret üretmeleri geçersiz kabul edilecektir. Hicret, ilkelerden mümin kişiliğini oluşturan değerlerden taviz vermemek, müşriklerle uzlaşmamak için başvurulabilecek bir silahtır.5
c) Cihad aşaması tıpkı birinci ve ikinci aşamalar gibi aynı hedef ve aynı ideali gerçekleştirmek için yaşanması gerekir. Hicret de olduğu gibi kıtali (fiili öldürmeyi) içermeyen cihad, vahyin inmeye başladığı andan itibaren başvurulması gereken Tevhidi bir eylemdir. Ancak önce sözün, propagandanın gücüne dayanırken, Kelamın etkisinin yok olduğu, işe yaramadığı andan itibaren ilahi bir izinle, yahut istişare ile inatlaşan, direten, işkence, baskı, ambargo uygulayan Tağut'u bertaraf etmek için devreye sokulması gereken zorunlu silahtır.
Allah ile insanlar arasına giren küfrün tahrif eden uzlaşmacı yalaka samirileri altetmenin tek yolu fiili cihad, yani kıtaldir:
"(Savaşta) inkar edenlerle karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurun. Nihayet onları iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın...' (47/Muhammed, 4)6
Müminler Cihad edilmesi gereken münafıklara, kafirlere sert davranmalı, acımamalı, güçlerini göstermelidirler:
"Ey Peygamber kâfirlerle ve münafıklarla cihad et, onlara sert davran, onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir gidiş yeridir O". (9/Tevbe, 73)
Cihad etmeyi engelleyen Allah katında geçerli bir mazeret olmalıdır. Örneğin toplumda tek bir hane olan Hz. Lut'un durumu gibi:
"Keşke savaşacak gücüm olsaydı, Yahut çok sarp bir kaleye sığınabilseydim." (Hud, 80)7
İster bir arada yaşarken isterse farklı mekanlarda yaşayalım. Kâfirlerle ilişkilerimizin ekseninde cihadı çıkaramayız. "Beraber Yaşamacı Teorilerin Sahibi Sosyolog Müslümanlar!" Mücadelenin okunun yönünü kâfirlerden müslümanlara kaydırmaktadırlar. Oysa hicret de cihad da iman edilen Tevhid dininin zaman ve mekan ayrımı gözetilmeyecek temel emirlerindendir. Değişen imkanların genişlemesiyle birlikte araçlardır. Çünkü Cihad da Hicret de sadece Medeni sûrelerde değil, Mekke'de daha Rasulullah birkaç kişiye mesajı ulaştırırken emredilen salih amellerdendir. (Bkz. İlk Mesajlardan olan Müddesir, Müzzemmil sureleri)
Kâfirlerle hiçbir zaman Kardeşlik ilişkisi kuramayız. Çünkü müminlerin kardeşleri sadece müminlerdir.
Ancak cihad kâfirlerle tüm ilişkileri koparmayı her zaman önermez. Kâfirlerin bizi tanıyıp "Emin" sıfatını haiz görecekleri kadar içice olabiliriz. Ancak onlardaki pisliklere bulaşmamak, şirkten hicret etmekten daima ifsata karşı mücadele/cihad hukuku içinde yaşamak şartıyla.8
B- Kâfirlerle Meşru Olmayan Sözleşmeler
Müminler sahip oldukları imanı kavramak, yaygınlaştırmak, zulmün ifsadın alanlarını daraltmak için çeşitli meşru yollara başvurmak ödevini yüklenmişlerdir. Diğer insanlarla ve insan gurupları ile ilişkilerimizi daraltan, genişleten, yasaklayan, serbest bırakan bir Hukuk'un temel ilkelerini Rabbimiz bize indirmiştir. Buna göre kâfirlerle olan ilişkilerimizde başvurmamızın yasak olduğu yollar şunlardır:
1- MÜDAHANE YAPMAK: Müdahane sert davranılması gerekirken yumuşak davranmak, İslam'ın kati, muhkem hükümlerinden kararsızlık göstermek, karşı tarafı memnun etmek için yağcılık yapmak, ilkesel uzlaşmaya gitmek anlamlarına gelir:
"Onlar istediler ki, sen yumuşak davranasın (müdahane) da onlar da sana yumuşak davransınlar." (68/Kalem,9)9
Kalem suresi erken döneme ait surelerden biridir. O halde henüz yeni ve körpe olan İslami mücadele bir tuzağa karşı uyarılmaktadır. Hareketi bastıramayacağını anlayan muarızların saptırma girişimlerini ifade eder. Erken döneme, müminlerin sayılarının ve güçlerinin son derece cılız olduğu bir döneme rastlayan uyarı başka türlü, iktidara gelince başka türlü davranmaya yeltenen makyevelist tavırlar Nebevi-Kur'ani mücadeleye uymaz.
İster güçsüz isterse güçlü olalım kâfirlerle olan ilişkilerimizde ilkesel müdahane/uzlaşı yapmak son derece yanlıştır. Yani kısaca ilkesel uzlaşı haramdır. Örneğin; Laik olmadığımız halde, Kemalist olmadığımız halde, Atatürkçü olmadığımız halde öyleymişiz gibi yapmak yalancılık, yağcılık, korkaklık, uzlaşmacılıktır. Yağcılık ilkenin zamanla terkine yol açar.10
2- İTAAT ETMEK: Kâfirlerle ilişkilerimizde itaat etmemek esastır. İtaat, emre uyum sağlamak demektir. Bizi imandan yüz çevirmeye. Allah'ın emrini çiğnemeye çağıran bir yöneticiye, anne babaya itaat etmemek imanımızın bir gereğidir. Çünkü kan bağı da olsa aramızda, kâfirler bizim gerçek ailemiz değildir onlara itaatle yükümlü olamayız:
"Kâfirlere itaat etme. Ve (bu Kur'an) ile onlara karşı büyük cihad et". (25/Furkan, 52)
"Eğer onlar (anne-baban) seni, hakkında bilgin olamayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin.." (31/Lokman, 15)
Kâfirlerle ilişkilerimizde itaat, Firavun'un Sarayındaki 'inanmış adam örneğinde olduğu gibi imana zarar vermeyen bürokratik bazı prosedürler olabilir. İnanmış adam ilkelerinden taviz vermiyor, belli bir rutin hizmet karşılığında Firavun'dan aldıkları ile geçimini sağlıyor, yeri geldiğinde de Tevhidi açıkça haykırıyor. Onun Firavun'un devlet dairesinde çalışıyor olması kınanmıyor. Kur'an'da onun arızi olarak, güçsüzlüğünden dolayı imanından vazgeçmeden gizlenmesi: ama ilkesel uzlaşmaya da girmemesi övülüyor:
"Firavun ailesinden imanını gizleyen mümin bir adam dedi: 'Rabbim Allah'tır' dediği için bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa O size Rabbinizden kanıtlar getirmiştir. Eğer yalancı olursa yalanı kendi zararınadır..." (40/Mü'min. 28)
Hz. Yusuf da prosedür gereği olan, ilkesel taviz istenmeyen efendisinin emirlerine itaat etmiştir. Ancak efendisi Allah'ın haram kıldığı Zina fiilini işlemeye çağırdığında itaat etmemiştir:
"....Yusuf'a: Çık karşılarına! dedi. Kadınlar Yusuf'u görünce onu gözlerinde büyüttüler. Ellerini kestiler ve: Allah için, haşa bu insan değildir. Bu ancak güzel bir melektir!' dediler."11 (12/Yusuf, 31)
Kur'an'da müminlerden itaat etmemeleri istenen toplumsal gruplar özetle şunlardır:
Kâfirler, münafıklar, zalim yöneticiler, Allah'ın iradesine uymayan bey, paşa, efendi ve büyükler, tağutlar, şeytanlar, nefsin olumsuz arzuları, müstağni, kibirli, azgın insanlar.
"Kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Onların eziyetlerine aldırma, Allah'a dayan, vekil olarak Allah yeter." (33/Ahzab, 45)12
3- VELAYET İLİŞKİLERİNE GİRMEK (BİAT ETMEK) Müminler isteyerek kâfirleri yönetici seçemezler. Çünkü yöneten ile yönetilen arasındaki ilişki tayin eden Biat ameliyesi ancak mümin birine yapılabilir. Allah'ın hükümleri ancak bir önderlik etrafında yaşanabilir. Her mümin imanın tüm gereklerini yerine getirmesi şuuruna ulaştığında biatlaşmalıdır. Biat; Hicret, Cihad ve Fetih için gerekli bir sözleşmedir. Bu sözleşmenin tarafları daima müminlerdir. Sözleşmenin tarafları kâfirlerden olursa anlaşma fasit olur. Tarihte peygamberimiz Hz. Muhammed (s) ile müminler arasında yapılan bu siyasal sözleşmeden Fetih suresi bahsetmiştir:
"Sana Biat edenler, gerçekte Allah'a biat etmektedirler..." (48/Fetih, 10)
Rasulullah yeni iman edenler ve İslami mücadelenin zorlu aşamalarında Hicret'ten ve Hudeybiye'den önce müminlerden tek tek ve toplu olarak biat almıştır. Kur'an'dan ve Sünnet'ten takip ettiğimiz kadarı ile siyasal önderliğe itaat için bu önderliğin mümin olması gerekir. Kâfirleri veli (yönetici) edinmek, dost ve sırdaş tutmak müslümanlara Rabbimiz tarafından haram kılınmıştır:
"Ey inananlar, eğer imana karşı küfrü seviyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları veli tanırsa işte zalimler onlardır." (9/Tevbe, 23)13
Kâfirlere biat etmek haramdır. Zaten biz etsek de onlar bizden biat kabul etmeyeceklerdir. 28 Şubat 1997 öncesinde RP'nin sisteme bütün biat gayretlerine rağmen girişimi kabul edilmemiştir. Çünkü Tağut, kendisine biati müdâhane sözleşmesi şartı ile kabul edebilir ve unutmayalım ki, onların dinine girmedikçe kâfirler verdiğimiz tavizleri yeterli bulmayacaktır.14
4- NİKAH AKDİ: Rabbimiz kâfirlere yapılan bazı akitler/sözleşmelerin bazılarını haram bazılarını helal kılmıştır.
Nikah sözleşmesi tıpkı velayet sözleşmesi olan Biatlaşmak, ilkesel uzlaşmayı esas alan "müdâhane sözleşmesi" gibi haram kılınmıştır. Yani mümin erkekler ve kadınlar kâfirlerle evlilik sözleşmesi yapamazlar:
"Allah'a ortak koşan kadınlarla onlar inanıncaya kadar evlenmeyin. Hoşunuza gitse dahi inanan bir câriye ortak koşan bir kadından iyidir. Ortak koşan erkekler de inanıncaya kadar, onlarla evlendirmeyin. Hoşunuza gitse dahi, inanan bir köle, ortak koşan bir adamdan daha iyidir..." (2/Bakara, 221 )15
5-KAFİRLERLE MÜMİNLERE KARŞI PAKT OLUŞTURMAK: Toplumsal mutabakat adına müminlere karşı olduğu açık olan askeri, siyasi sözleşmeler yapmak haramdır. Ortak mücadele mümin erkeklerin mümin kadınların velayetinde yapılandır. Münafık erkekler ve münafık kadınlar da kötülükte birbirleriyle yardımlaşır, müminlere karşı pakt oluşturmaya çalışırlar:
"Allah Rasulü'nün arkasından oturmakla sevindiler. Mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten hoşlandılar: "Sıcakta sefere çıkmayın" dediler. Deki: 'Cehennem ateşi daha sıcaktır!' Keşke anlasalardı!" (9/Tevbe, 81)16
Müminler müminlerle dayanışmaya girmeli kâfirlerle ortak pakt oluşturmamalıdırlar:
"Ey inanlar! Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun." (9/Tevbe, 119)
C- Kâfirlerle Yapılabilecek Meşru Sözleşmeler
İnsanlar nasıl tek başına yaşayamazlarsa, toplumlar da diğer toplumlardan tamamen tecrid olmuş olarak yaşayamazlar. Kaldı ki söz konusu olan müslümanların önderliğindeki toplum olunca, tüm kâfirlerden arındırılmış bir ülke tasavvuru (Mescid-i Haram Hariç) ütopiktir. İnsanları imtihan için yaratan Allah, müminlerle kâfirler arasında bitimsiz bir mücadele sünneti yaratmıştır. Yani kâfir, müfsid, müşrik fasık gibi ilahi vahye karşıt güçler arasındaki hukuk gereklidir. Peki karşıt güçler arasındaki hukuk nasıl olmalıdır? Bu sorunun cevabını meşru gayri meşru sözleşmeler bağlamında dile getirmeye çalışıyoruz. Kâfirlerle yapılabilecek meşru sözleşmeler şunlardır:
1- ŞERİATA AYKIRI OLMAYAN TİCARİ SÖZLEŞMELER
a) Genel Ticari Akitler
Eğer şeriatça kötü görülen bir konuda değilse, haksız kazanç içermiyorsa, faizli bir işlem gerektirmiyorsa ticari akitlerin taraflarından birinin mümin veya kâfir olması fark etmez. Kâfirlerle ticaret yapmayı yasaklayan hiçbir ilahi emir yoktur. Ancak ma'ruf ölçüler vardır.
Maide süresi 1. ayeti Kâfir-Mümin ayrımı gözetmeksizin anlaşmalara riayeti emretmektedir:
"Ey insanlar! Akitleri yerine getirin...."
Müslümanlar Allah'ın haram kıldığı bir konuda söz vermezler. Meşru dairede verdikleri sözde de dururlar. Yahudilerin "kendilerinden olmayanlara karşı sorumlu olmakları" şeklindeki ırkçı ideoloji müminlerin Temiz Ahlak'ına uygun değildir. Ancak maalesef bu ırkçı ideoloji, Daru'l-Harb Fıkhı ile Kur'an'dan onay almayan yaklaşımlar, aranızda savaş olmayan kafirlerin can, mal, namus emniyetlerine sayısız davranışlara yol açabilmektedir:
"Kitab ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle emanet bıraksan, onu sana öder. Onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar versen devamlı olarak başına dikilmeden onu sana ödemez. 'Ümmilere karşı bir sorumluluk yoktur' dedikleri için böyle yapıyorlar ve Allah'a karşı bite bile yalan soyuyorlar." (3/Al-i İmran, 75)
b) Uluslararası Ticari Akitler:
Müslümanlar haram olmayan bir konuda, ilkelere uygun uluslararası ticari anlaşma yapabilir. Örneğin, Kur'an'ın indirilişinden önce Kureyş'in önderliğindeki Mekke Hükümeti ile Bizans ve çevre kabileler arasında yapılan ticari güvenlik anlaşması 'İ'laf'dan Allah Teâlâ övgü ile bahsetmiştir:
"Kureyşin İ'lafi; yaz ve kış yolculuğunun ticari güvenliği için bu ev'in Rabbine kulluk etsinler. O ki, onları yedirip açlıktan kurtardı. Ve onları korkudan güvene kavuşturdu." (106/Kureyş Sûresi)
Fiili askeri cihad başlayana kadar bu ticaret şekli içinde Ebû Süfyan'ın kervanına bile müslümanlar katılmış, İ'laf kurumundan yararlanmışlardır.
2- KAFİRLERDEN EMAN ALMAK, EMAN VERMEK
Himaye adı da verilen günümüzde pasaport vize, nüfus cüzdanı işlemlerine benzeyen muameleler helal sözleşmeler kapsamına girer. Ancak bu işlem sonucunda Tağut bir ilkemizden vazgeçmemizi istiyorsa o zaman Müdahane olur. Yağcılık yapmadan, yaltaklanmadan sırf o ülkede yaşadığımızı göstermek için nüfus cüzdanı taşımak, ya da bir ülkeye giriş vizesi istemek yalın olarak günah değildir. Aynı şekilde bizden eman isteyen, bizimle barış içinde yaşamak isteyen bir kâfire de hakkı vermek durumundayız:
"Ve eğer ortak koşanlardan biri Eman dileyip yanına gelmek isterse, onu yanına al ki, Allah'ın sözünü işitsin; sonra onu güven içinde bulanacağı yere ulaştır. Böyle (yap) çünkü onlar bilmez bir topluluktur." (9/Tevbe, 6)
Rasulullah Medine'de kurduğu siyasi organizasyonun bir tebası olarak yahûdilere ve diğer azınlıklara Eman vermiştir. Bunu sözleşmeye 'Medine Vesikası' ile dökmüştür. Zımmi statüsündeki Gayri Müslim unsurların İslam devletine karşı siyasi, askeri, ekonomik sorumlulukları vardır. Bu sorumluluklarını yerine getirmediklerinin de müeyyidesi ile karşılaşırlar. Beni Kureyza, Beni Kaynuka ve Beni Nadir Yahudi kabilelerine yapıldığı gibi.
3- MUSALAHA YAPMAK AHDİ
Nebevi mücadelenin başında emredilen manevi cihad, süreç içinde fiili savaşa yol açabilir. Hangi araçla yapılırsa yapılsın cihad kâfirlerle İlişkilerimizin asıl eksenidir. Cihad temeli üzerinde yükselmesi gereken bu ilişkide zaman ve dönemsel koşullar elverdiğinde, şuranın istişaresi ile süreli, geçici barış sözleşmelerine başvurulabilir. Hudeybiye Musalahası bu kabildendir.
"Biz sana apaçık bir fetih verdik. Ta ki Allah senin günahından, geçmiş ve gelecek olanı nimetini tamamlasın ve seni doğru bir yola iletsin ve Allah sana Şanlı bir Zafer versin." (48/Fetih, 1-3)17
Mümin kadın ve çocuklar musâlaha ahdinin dışındadırlar, istisnadırlar:
"Ey inananlar! Mümin kadınlar göç ederek size geldiği zaman onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer onların inanmış olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri döndürmeyin..." (60/Mümtehine, 10)
D- Kâfirlerle İlişkilerimizin Asli ve Arizi Unsurları
1- BİZİMLE SAVAŞANLARLA:
Kâfirlerle ilişkimizin asli unsuru cihad, arizi unsuru taarruzdur demek bizi yanılgıya sürükleyebilir. Çünkü cihad her ikisidir.
Velayet ilişkisi ancak müminlerle müminler arasında ve Biat yolu ile olur. Kâfirleri dost edinmeyi Yüce Allah bize yasaklamıştır:
"Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım eden kimselerle dost olmaktan meneder. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır." (9/Tevbe, 9)
Müşriklerden ister bizimle savaşanlar isterse savaşmayanlar olsun kimse Mescid-i Haram'da yaşam hakkına sahip değildir. Çünkü Mescid-i Haram kurtarılmış ve özel bir bölgedir.
Dini farklılık açısından müşriklerle bizim aramızda Beraet ilişkisi vardır. Yani onların düşünce ve anlayışlarından beriyizdir, kopuk ve ayrıyızdır. Müşriklerden bir taraf olarak müminlere karşı kendilerini konumlandıranlar ile de Beraet ilişkisi söz konusudur. Beraet İslamı mücadele sürecinin üçüncü aşamasının sonuna tekabül eder:
"Allah ve Rasulünden anlaşma yaptığınız müşriklere Beraet'dir (ihtardır). Dört ay daha Yeryüzünde dolaşın, bilin ki Siz Allah'ı âciz bırakamazsınız ve Allah kâfirleri rezil edecektir". (9/Tevbe, 1-2)
2- BİZİMLE SAVAŞMAYANLARLA
"Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselerle iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan menetmez. Çünkü, Allah adalet yapanları sever". (60/Mümtehine, 8)
Kâfirler gözetmeseler bile müminler meşru dairede yaptıkları ticari, siyasi askeri anlaşmalarına riâyet etmelidirler. Eğer müşrikler anlaşmalarını bozarlarsa savaş kaçınılmaz olur:
"Ancak anlaşma yaptığınız müşriklerden hiç bir şeyi size eksik bırakmaya ve size karşı hiç kimseye arka çıkmayanların andlaşmalarını, kendilerine tanıdığınız süreye kadar tamamlayın. Çünkü Allah muttakileri sever. (9/Tevbe, 4)18
Cihad, Mekke-Medine dönemi ayırımına gidilemeyecek şekilde İslami mücadelenin bütün aşamalarında başvurulması gereken bir yöntemdir. Hangi şart altında olursak olalım kâfirlerle cihaddan mücadeleden vazgeçemeyiz. Fakat fiili savaşı, (öldürmeyi gerektiren mücadele anlamındaki cihadı) yersiz, zamansız, istişaresiz talep etme hakkına sahip değiliz. Allah kâfirleri müminler için imtihan aracı kılmıştır. Eğer mümkünse köprüler atılmamalı, diyalog koparılmamalıdır. Çünkü tebliğde başarılı olmak için uzun bir süreç gerekebilir. Müdahane ilişkisine girmemek koşulu ile savaşı arzu eden taraf mü'minler olmamalı. Fakat gerekiyorsa fiili cihad üstlenilmeli. Cihad yolundan sapmak da korkaklık ve pısırıklık olur ki, gerçek müminlere yakışmaz.
"Belki de Allah, sizinle onlardan düşman olduklarınız arasına bir sevgi koyar. Allah kadirdir, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (60/Mümtehine, 7)
Bu demek değildir ki, Cihad bir savunmadır. Cihad Hz. Süleyman'ın Belkıs kıssasında olduğu gibi bir taarruz aracıdır aynı zamanda.
3- KAFİRLERE KARŞI RADİKAL MÜMİNLERE KARŞI KOL KANAT GERİCİ OLMAK
"Andolsun, içinizden size öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir; size düşkün, müminlere şefkatli, merhametlidir." (9/Tevbe, 128)
"Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar, Kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler..," (48/Fetih, 29)
Tağut'u inkar, zalimlere isyan etmek, müstekbirlerle Büyük Cihad'ı istemek imanın en temel gereklerinden biridir:
"Andolsun Biz, her toplum içinden "Allah'a kulluk edin. Tağut'tan kaçının" diye bir elçi gönderdik...." (12/Yusuf, 36)
Müminlerin İslam itikadından ayrılmak, temel ilkelerden sapmamak koşulu ile öbekleşmesi Allah katında kınanan bir durum değildir. Ancak Kâfirleri bırakıp kendi aralarında savaşmaları Hizbu'ş-şeytan'a yöneltilmesi gereken şiddeti kendilerine çevirmeleri son derece hatalı ve kaçınılması gereken bir durumdur. Müslüman öbekler arasında ilişki şeklini Kardeşlik Hukuku belirlemelidir:
"Muhakkak müminler kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan çekinin ki, size rahmet edilsin." (49/Hucurat, 10)19
SONUÇ
"İnanmayanlara de: 'Olduğunuz yerde yapacağınızı yapın, biz de yapıyoruz. Bekleyin biz de bekliyoruz". (11/Hud, 121-122)
Mücadelesiz imtihan kazanılmaz. İmtihan kazanılmadan da vadedilen Cennet'e kavuşamayız. Her ilişkimizin temel ilkelerini anlamlandırabileceğimiz Kur'an-ı Kerim, kâfirlerle Büyük Cihad'a talip olmamız gerektiğine dair yüzlerce emirle doludur.
İslami mücadelenin gerektirdiği sorumlulukları yerine getirirken, Sabır ve Direnç yerine müdâhane sözleşmelerine meyledip, geçici faydalar için ebedi hayatı feda etmek çok ucuz bir alışveriştir.
Açıkça tebliğ etmek, şahitlik yapmak varken, zorunlu olmadığı halde mesajı gizlemek ve kimlik olarak gizlenmek zalime teslimiyetçilik, korkaklık değil de nedir? Takiyye asli değil arızi durumdur.
İlk inen sûrelerde (Alak, Kalem, Müzzemmil, Müddessir) ilahi bildirimin ilkelerinin çelişkisiz, tutarlı, açıkça duyurulması, açıkça şahitliğinin yapılması istenmiştir. Firavun'un sarayında bile olsa şartlar oluştuğunda tebliğden kaçınılmamalıdır. (Bkz. 40/Mü'min, 28)
Kâfirlerle ilişkilerimizde Tevhidin ilkelerini açıkça ifade etmeliyiz. Ancak mücadele esnasında başvurulacak araçlar, içinde bulunulan koşullara göre değişebilir. Çünkü Allah bize gücümüzün üstünde yük yüklemez. Yani elimizdeki olanaklardan dolayı hesaba çekilecek değiliz. (11/Hud. 80)
"Ne olur bir arada yaşayalım" şeklinde bir yaklaşım, küfürden manevi ve mekansal hicret etmeyi öngören İMAN'a aykırıdır.
Dipnotlar
1- Ayrıca bkz. 2/Bakara, 218; 3/Ali-İmran,195
2- Ayrıca bkz. 4/Nisa, 5-8-135; 5/Maide, 116; 9/Tevbe, 40:17/İsra, 25-53: 26/Şuara, 224-226; 39/Zümer, 18-55: 47/Muhammed. 21: 61/Saff, 2 vd.
3- 74/Müddesir, 4-5. Ayrıca bkz. 4/Nisa, 34: 19/Meryem. 46; 25/Furkan, 30; 73/Müzzemmil, 10
4- Ayrıca bkz. 4/Nisa, 89-100; 8/Enfal. 72-74; 9/Tevbe, 20-100-117; 16/Nahl, 41-110: 22/Hacc, 58; 24/Nur, 22; 29/Ankebut, 26: 33/Ahzab. 6; 59/Haşr, 8-9; 60/Mümtehine. 10
5- Bkz. 17/İsra, 73-77
6- Ayrıca bkz. 2/Bakara, 190-191; 4/Nisa. 91; 8/Enfal, 13-56; 9/Tevbe, 5-29:22/Hacc. 39-40; 60/Mümtehine, 8:66/Tahrim, 9; 71/Nuh, 22. vd.
7- Ayrıca bkz. 11/Hud, 88
8- Bkz. 49/Hucurat. 10; 53/Necm. 1-3.
9- Ayrıca bkz. 11/Hud, 87
10- Ayrıca bkz. Haksöz; Sayı: 65-Ağustos, 1996
11- Ayrıca bkz. 12/Yusuf, 23-30
12- İtaatle ilgili; Ayrıca bkz. 3/Ali-İmran, 168; 6/En'am, 121; 18/ Kehf, 28; 33/Ahzab, 67; 76/İnsan, 24; 96/Alak, 19; vd. Haksöz. Sayı: 56: Kasım, 1995, İstanbul.
13- Ayrıca bkz. 3/Ali-İmran, 28; 4/Nisa, 139; 9/Tevbe; 71. vd.
14- Daha geniş bkz: Haksöz. 78: Eylül 1997; İstanbul
15- Ayrıca bkz. 24/Nur, 3
16- Ayrıca bkz. 9/Tevbe, 67-74-75; 60/Mümtehine, 1
17- Ayrıca bkz. 48/Fetih. 18-27
18- Ayrıca bkz. 9/Tevbe. 8-12
19- Ayrıca bkz. 49/Hucurat. 9