Sahip olduğumuz bütün düşünce ve yaklaşımların Kur’an’la test edilmesi ve eğer uyumsuzluk varsa Kur’an dışı fikirlerin terk edilmesi gerekir. Gerek nefsi baskıların gerekse atalar dininin muhafazakâr tutumlarından vahyi mesaja hicret edilmesi bir müminin en temel sorumluluklarından birisidir. Ama bu sorumluluk sanıldığı kadar kolay gerçekleşmez her zaman.
Bazen din adı altında bazı kalıplar zihinlerin kıvrımlarına ve gündelik hayata öyle bir yerleşir ki birçok insan aksi yönde bir bilgiyle karşılaştığında bile eski tutumlarına devam etmeyi yeğler. Önyargı diyebileceğimiz bu kabuller, yalnızca İslam’ı yeterince bilmeyen insanların hayatlarını kuşatmaz, bilgi sorunu olmayan pek çok kişi de aynı önyargılarla malul olabilir. Ön kabullerin Kur’an ışığında değerlendirilmesi gerekir elbet. Ancak bazen önyargıların kuvveti Kur’an ayetlerinin yanlış anlaşılmasına sebep olabilir. Hatta kimi zaman bazı ayetler bile vahiy dışı fikirlerin ispat edilmesinde delil olarak kullanılabilir.
Kur’an’a bütüncül yaklaşım ya da Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri metodu bu hatalara düşülmesini asgari düzeye indirmede önemli bir rol oynar. Oysa genellikle klasik tefsirler bu metodun aksine Kur’an bütünlüğünden kopuk bir şekilde yazılmışlardır. Bu nedenle bir ayetin tefsiri, konuyla ilgili diğer ayetlerden ve Kur’an’ın temel, muhkem değerlerinden bağımsız bir şekilde açıklanmaya kalkıldığında İslam’ın ruhuna ters pek çok yorumla karşılaşmak mümkündür. Gerçekten de Kur’an’a yaklaşımda parçacı tutum, vahyin mesajını anlamada önemli bir engel oluşturmaktadır.
Önyargıların Kur’an’ı anlamada oluşturduğu zaaflara verilecek en iyi örneklerden biri kadının konumu ile ilgilidir. Ataerkil düşünce, Kur’an’ın kadının konumuna ilişkin tutumunu anlamada en büyük engeldir. Ataerkil paradigma, kendi çerçevesiyle uyumlu gördüğü ayetleri esas alarak kadın konusunu temellendirmekte, daha geniş perspektif veren ayetleri ise görmezden gelmektedir. Nitekim Kur’an’da kadının konumu ile ilgili tartışmalar genellikle bazı ayetler temel alınarak değerlendirilmekte; diğer ilgili ayetler merkeze alınan ayetlerin ışığında gölgelenmektedir.
Temele alınan en önemli ayet ‘kavvam’ kelimesinin geçtiği Nisa Suresi’nin 34. ayeti kerimesidir. Buna göre erkekler kadınlar üzerinde ‘kavvam’dırlar. Kavvam kelimesi bir de ‘üstündürler’ şeklinde çevrilirse o zaman kadınla ilgili ne söyleseniz nafile. Kavvam kelimesinin ‘sorumlu’ anlamında kullanıldığı, Kur’an’daki diğer ayetlerin ışığında konunun ele alınması gerektiği ile ilgili uyarılar; Rabbimizin belirlediği konuma razı olmamak ya da feminist olmak gibi suçlamalarla itham edilmeye mahkumdur. Ayrıca kadının şahitliğinin yarım olduğu kabulü, mirastan eksik pay alması gibi ayetlerin kavvam kelimesinin altına art arda sıralanmasıyla ortaya çıkan tablo, hadislerle de desteklenerek kadın, değer hiyerarşisinde erkekten sonra gelen bir varlığa tekabül ettirilmekte. Tefsir kitaplarında özellikle kadının yaratılışı ile ilgili yer alan bol İsrailiyat haberleri bu çerçeveye iyi bir dolgu malzemesi sağlamaktadır.
Gerçekten de var olan kabuller, söz konusu perspektifle desteklendiğinde yukarıda bahsedilen ayetler ışığında erkeğin yaratılış bakımından üstünlüğünü kabul etmek ve bu üstün varlığa koşulsuz itaat etmek dini bir görev olarak algılanmaktadır.
Şimdi de Kur’an’da kadın konusunda kavvam ifadesinin geçtiği aile hukukuyla ilgili ayetten daha genel ve kapsayıcı olduğunu düşündüğümüz diğer ayetlere bakabiliriz. Bu ayetlerin Resul’un siretinde uygulamasını bulan kadının gerçek konumunu anlamada bir perspektif sağlayacağı kanaatindeyiz.
Üstünlük takvadadır!
“Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi kavim ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız en takvalı olanınızdır.” (Hucurat, 49/13)
İnsanların iradeleri dışında, kalıtımsal olarak bu dünyaya getirdikleri birtakım özellikler ve farklılıklar tarih sahnesinde üstünlük temelinde diğerlerine yönelik bir zulüm aracına dönüştürülmüştür. İnsanlık tarihi, ırk taassubu konusunda felsefi/dini düşünce sahiplerinin uyguladıkları katliamlarla doludur. Yine Hinduların kast sisteminden siyah-beyaz tenli ayrımına kadar pek çok haksızlıkla insanlık mücadele etmiştir ve bu mücadele günümüzde de farklı enstrümanlarla da olsa devam etmektedir.
Bu ayetle Rabbimiz insanların kendi aralarında koydukları ve birbirlerine üstünlük tasladıkları değer yargılarını yerle bir ederek yeni bir değer ortaya koymuştur. Kadın ya da erkek, siyah ya da beyaz olmanız, şanlı(!) tarihe sahip bir soydan gelmeniz vs. sizi Allah katında değerli kılmaz. Çünkü Allah’ın indinde bütün dünyevi üstünlük anlayışını alt üst eden değer, kişinin takvasıdır.
Bu bağlamda Rabbine karşı sorumluluk bilincini kuşanmış bir kişi cinsiyeti, soyu sopu, etnik kökeni ne olursa olsun üstün bir kişidir. Adaletin değil kaba kuvvetin hakim olduğu tarih, değeri saraylarda, soyda sopta bulmuş ve bu güce sahip olan erkeği tarihin asli unsuru kabul ederken kadını da erkeğin yedeğine yerleştirmiştir. Erkeğe ait değerlerin hakimiyeti olarak tanımlayabileceğimiz ataerkil düşünce, tarihe damgasını vurmuş olsa da İslami perspektifte eleştirilmesi gereken bir düşünce biçimidir.
Geleneksel yorumlarda kadın; erkek için yaratılmış, ilk günahı işleten bir fitne unsuru, aklı ve dini yarım, dünyada ve ahirette erkekle eşdeğer olmayan çocuk-insan konumundadır. ‘Üstünlük takvadadır.’ ibaresi tek başına geleneksel değer hiyerarşisinde erkeğin ve doğuştan getirdiğimiz özelliklerin yerine takva anlayışını koymuştur. Ne var ki kaba kuvvetin iktidarında ezilen insanlık, adil olmayan erkeğin kas gücüyle ezdiği kadın vakıasıyla da karşı karşıyadır. Sorun yalnızca kadının gündelik hayatta ezilmesi ile kalmamakta, kadın cinsinin hor görülmesi olarak da karşımıza çıkmaktadır. İmanı, ameli, yazıp çizdiği kısaca her türlü eyleminin meşruiyeti için devasa önyargıları aşmak zorunda kalan kadın için İslam’ın özgürleştirici ruhunu atalar dininden kurtarıp çıkarmak elzemdir.
Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velisidirler!
Kadının konumuyla ilgili geleneksel çerçeveyi epey zorlayan bir başka ayet de Tevbe Suresi 71. ayettir: “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velisidirler. İyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekatı verirler, Allah’a ve Resulü’ne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir.”
Aynı surenin 67. ayetinde ise münafık erkek ve kadınların birbirinden olduğu ve kötülüğü yaymak için birlikte çalıştıkları ifade edilmektedir. Burada bir hedef, ideal uğrunda kilitlenen insanların kadın-erkek birlikte davalarına adanmışlıklarıdır söz konusu olan.
Bu ayetlerde kadın şahsiyetini, erkekten bağımsız ve bir ideal uğrunda onunla dayanışma halinde olan bir kişilik olarak görüyoruz. Eğer yüzyıllardır söylendiği gibi kadın her halükarda erkeğe itaat etmesi gereken bir insan olsaydı, ayetin formu “Mümin erkekler mümin kadınların velisidirler!” şeklinde olması gerekirdi. Oysa ayetler açık bir şekilde uyarma ve iyiliği emretme gibi ailevi, iktisadi, sosyal her alanda geçerli olan İslam’ın temel bir ilkesinden bahsetmekte ve dahası bu sorumluluğun mümin erkek ve kadınların birbirlerinin veliliği temelinde gerçekleştiğini bildirmektedir. ‘Birbirlerinin velisi olmak’, bir dava uğrunda birbirleri yerine konuşabilmek, tavır alabilecek yakınlıkta dost/arkadaş olmak anlamındadır.
Bu ayet, aile hukukunun düzenlendiği diğer ayetlerden daha genel ve kuşatıcı olduğundan kadının İslam’daki yerini anlamada temel alınacak ayetlerden birisidir. Çünkü kadın-erkek ilişkilerini sadece aile içinde karı- koca ilişkileri olarak tanımlamak ve konuyla ilgili ayetleri genellemek yanılgıya sebep olmaktadır. Zira yukarıda kadın-erkek ilişkilerinde velayet vurgulanırken birbirlerine destek olan inanan kadın ve erkeklerden bahsedilirken daha geniş bir çerçeve vurgulanmaktadır.
Firavun’un eşiyle Hz. Nuh ve Hz. Lut’un eşleri
Tahrim Suresi’nde Rabbimiz art arda gelen ayetlerde inkar edenler ile iman edenlere kadınlardan örnek vermiştir. Surenin 10. ayetinde inkar edenlere Hz. Nuh ile Hz. Lut’un eşleri örnek verilmiş ve resul olan eşlerinin kendilerini ateşten koruyamadıkları ifade edilmiştir. 11. ayette ise bu kez inananlara örnek olarak zalim Firavun’un karısı örnek gösterilmiştir.
Ayetlerde dikkat çeken nokta; örnek verilen kadınların eşlerinin hayat tarzlarına karşıt bir düşünceyi seçmiş olmalarıdır. Kurtuluşa eren kadın Firavun’a rağmen iman etmiş kadındır. Zalim kocasına itaat etmemiş ve cenneti hak etmiştir.
Toplumumuzda kadının özellikle evlendiğinde erkeğe göre şekillenmesi istenir ve bağımsız bir kişilik olduğu kabul edilmez. Kadından istenen; itaat, sessizlik ve uyumdur. Kur’an yukarıdaki ayetlerle eşlerinden bağımsız bir kimlik oluşturan kadınlardan bahsetmektedir. Dikkat çekici nokta ise kadınla ilgili olarak hedeflenen eşinin değil zulmün karşısında kendisini konumlandırdığında cennetle müjdelenmesidir. Yoksa peygamberlerin mesajına karşıt olan kadınlar kurtuluşa eremezler.
Bu ayetlerde de bir kez daha mesele kadın-erkek zaviyesinden çıkarılarak vahye teslim olmak yani takva bağlamında ele alınmıştır. Kadın peygamber eşi olduğunda elbette diğer inananlar gibi ona itaat etmekle sorumludur ancak zorba yöneticinin eşi bile olsa ona başkaldırmak da övülesi bir davranıştır.
‘Resulle tartışan kadın’ geleneği sorguluyor!
Namazını kılıp kocasına itaat ettiğinde cennete gideceği söylenen kadın modelini, Resulullah döneminde tahayyül etmemiz mümkün değil. Siyer bu gözle okunduğunda İslam davasını yüceltmede davetin ilk aşamasından gelişimine kadar pek çok kadının aktif rol aldığını görmek mümkün.
Üstelik Müslüman kadının haklı itirazlarına Allah Resulü’nün önem verdiği anlaşılıyor. Adını bir sahabe kadının Hz. Resul’le tartışmasından alan Mücadele Suresi ise Resul’ün çözüm bulamadığı sırada Rabbimizin müdahalesi ile inen ayetlerle başlamaktadır: “Allah kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikayette bulunan kadının sözünü işitti.” (58/1) Ayetin devamını destekleyen nüzul sebebiyle ilgili rivayetlerden anlaşılan o dur ki Arap toplumunda zıhar adetiyle mağdur edilmiş kadın, Hz. Peygamber’in yanına gelerek kaldığı zor durumu anlatır ve bir çözüm yolu ister. Bu sırada kadının bu Arap geleneğini sorguladığı ve durumunu Allah’a havale ettiği anlaşılmaktadır. Bunun üzerine zıhar geleneğini eleştiren ayetler iner ve zıhar yapanla ilgili ödenmesi gereken kefaretler bildirilir.
Bu durum kadınların, hakları konusunda Resulullah’la bile tartışabilecek bir serbestliğe sahip olduklarını göstermekte. Bununla da kalmayıp Rabbimizin, nebisi ile tartışan kadına en küçük bir uyarıda bulunmadan mağduriyetini gideren vahiy indirmesi, geleneksel çerçeveyi oldukça zorlamakta. Öyle ya kocasına karşı sesini yükseltmesi günah addedilen kadının biri kalkıp Hz. Peygamber’le tartışacak ve Rabbimiz bu tartışmaya binaen sure indirecek ve surenin adına da olayı anlatan Mücadele ismini verecek!
Bu ayetlerin verdiği evrensel mesaj ise kadını mağdur eden atalar dinine karşı mücadele etmenin erdemidir. Bu durum erkeklere karşı geliştirilecek bir kadın hareketi değildir tabiî ki.
Mesele zulme karşı verilen bir mücadelenin cinsiyetten bağımsız olmasıdır. Öyleyse bugün de kadının iyiliği emretme, kötülükten nehyetme görevinin önüne konan birtakım geleneksel ya da çağdaş değerlere karşı kadın-erkek mücadele edilmesi gerekir. Bu mücadelede kullanılacak dil ve metot ise başka bir tartışmanın konusu.
Kadını fitnenin odağı görerek, mümkün olduğunca toplumsal alandan onu soyutlayan gelenek, bu ayetler ışığında yeniden sorgulanmalıdır. Geleneğin kadın konusundaki şablonunu zorlayan başka pek çok ayet mevcut. Rabbimizin kadın-erkek hiçbir çalışanın amelini boşa çıkarmayacağını bildirmesi (3/195), biat gibi siyasi bir konuda kadınların biatının da alınmasını Resul’e bildirmesi (60/12) gibi ayetler bizlere farklı bir perspektif sunmaktadır.
Resul’ün önderliğinde yaşanan Müslüman kadın modeli işte bu ayetler ışığında şekillenmiştir. Kadını değer hiyerarşisinde erkeğin ardına koyan zihniyet ise her ne kadar bazı ayetleri delil olarak gösterse de bu ayetleri ya yanlış yorumlayarak ya da bazı özel durumları genelleyerek ataerkil düşünceyi sürdürmektedir. Bizlere düşen sorumluluk ise kadını bu dogmatik yaklaşımlardan kurtararak, kadın ile vahiy arasına konan engelleri kaldırmaktır. Bundan sonrası ise kadının imtihan alanıdır; ya takvasını kuşanır ya da fücurunu! Nefsini temizleyen iflah olur, onu kirletip örten de ziyana uğrar. (91/8–10)