Türkiye’deki muhafazakâr çevrelerin önemli bir kısmı İttihat Terakki’den bahsederken kısaltma kullanırlar ve tahkir amacıyla bu kısaltmayı “İT” şeklinde yazarlar. Bu kısaltmanın ifade ettiği anlamsal karşılık, uzun yılların neticesinde ortaya çıkan ve acıyla yoğrulan bir tarihe tekabül etmektedir. Osmanlı son döneminden bugünkü Ergenekon sürecine uzanan kesintisiz çizgide, halkla ve İslam’la savaşan zihniyet “İT” kısaltmasıyla tesmiye edilmektedir. Pozitivizmin altın yıllarının Batı’dan kalkarak hayatımıza soktuğu bu faşist zihniyetle hâlâ hesaplaşılabilmiş değildir.
İttihat Terakki, elbette sadece pozitivist aydınlardan müteşekkil bir yapı değildi ancak faşizmi besleyen bir zihniyet toplamı olarak karşımızda durmaktadır. Abdülhamid iktidarını devralarak uğrattıkları felaketlerle memleketi yıkıma sürükleyen İttihatçılar özellikle Osmanlı ve Abdülhamid’i derin bir saygıyla sahiplenen kitlelerin belleğine hep hain, zalim sıfatlarıyla yerleştiler. Abdülhamid’in pragmatist İslamcı politikaları, özgürlüklere dönük baskıcı tutumu ayrı bir tartışma bağlamında ele alınmalıdır ancak özgürlükçü söylemlerle iktidara gelen İttihatçılar o günden bugüne halkın tepesinden balyozları eksik etmemişlerdir. Modernliğin pozitivist kulvarında yukarıdan aşağıya yeni bir toplum yaratma amacını bir an olsun terk etmeyen İttihatçı zihniyet devasa sorunları bugüne kadar yuvarlayarak getirmiştir.
Şimdi farklı toplumsal çevrelerde bu sorunlar yumağı ile, yani İttihatçı zihniyetle hesaplaşma niyeti var. Bu niyet eskiden beri vardı ve güçleri oranında bu çevreler bu hesaplaşmayı gerçekleştirmek istiyordu ama açıkçası konjonktür bu kadar müsait olmamıştı. AKP iktidarı ve AB süreciyle oluşan nisbî özgürlük ortamında İttihatçı zihniyetin Osmanlı ve cumhuriyet süreçlerindeki günahları daha açık bir şekilde masaya yatırılıyor. Darbecilerin yargılandığı, darbe planlarının ifşa edildiği, Dersim katliamı ifadesinin başbakan tarafından kullanılabildiği, yıllardır yok sayılan Kürtçenin devlet televizyonunda kanalının olduğu bir zamandayız. Dolayısıyla İttihatçıların “büyük günah”larından Ermeni meselesi de eskisinden daha yaygın bir şekilde kamuoyunda ve uluslararası ölçekte tartışılabiliyor. Özel kanallar daha önce adlarını bile anmadıkları, resmi tarih tezine karşı çıktıklarından hain sıfatıyla andıkları isimleri televizyonlarında konuşturabiliyorlar.
İslam halklarının geçmişinde bir soykırım iddiası yok. Anadolu’nun önemli oranda İslamlaştığı yüzyıllar boyunca İslam olmayan halklara dönük bir yok etme politikasına tanık olmuyoruz. Uzun Osmanlı tarihi boyunca böyle bir soykırma kötülüğü kayda geçmiş değil. Hatta Osmanlı’nın farklı İslami kökenli topluluklara dönük çok daha sert uygulamaları varken gayrimüslim halklara çok daha hoşgörülü yaklaştığını söyleyebiliriz. Hal böyleyken Ermeni meselesinde bambaşka bir tabloyla karşı karşıya kalıyoruz. İttihatçıların artık ayyuka çıkan faşizan zihniyetlerinin 1915 zulmünü ürettiğini kaçınılmaz olarak görebiliyoruz. Birçok farklı kaynak hemen hemen aynı rakamları veriyor: Bir milyona yakını imha edilmiş Ermeni halkı ve Ermeni halkından arındırılmış Anadolu!
Başbakan Erdoğan’ın “Dersim katliamı” ifadesindeki isabetiyle yüzde yüz çelişen trajik açıklaması “İT” kısaltmasını yapanları bu meselede nasıl “ap ak” tarih vurgusuna savurduğunu görmüş olduk. Yıllardır “Ulu Hakan” olarak kabul ettikleri Abdülhamid’e methiyeler düzerken ona karşı çıkan İttihatçıları olmadık kelimelerle aşağılayan İttihatçıları tertemiz atalar yapmanın çelişkisini nasıl gideriyorlar, bilemiyoruz. Ergenekon’a kadar çizgilerini uzattıkları İttihatçıları her kötülüğün anası olarak görenler nasıl oluyor da aynı adamları Ermeni kırımında temize çıkarabiliyorlar?
Anadolu’nun bütün köy ve kasabalarında anılarıyla ve uğradıkları katliamlar sonucu bugün sadece hayaletler olarak yaşayan bir halkın yok oluşunu özellikle muhafazakâr çevreler neyle açıklayacaklar? Türk ulusu yaratmanın ancak bu şekilde başarılabildiğini savunan savunma bakanının ifşaatlarını nereye koyacaklar? Kürtleri kuyulara doldurarak Anadolu’da laik-pozitivist Türk kimliğini yerleştirmeye çalışan İttihatçı zihniyeti yok mu sayacaklar? Bugün devletin kendi elleriyle açtığı asit kuyuları kendilerine hiç mi bir şey söylemiyor? Asırlar boyunca yaşadıkları memleketlerinden kovulanlardan sonra üç beş kuruş kazanmak için gelen gariban işçileri de kovmakla tehdit etmek barış havariliği tavrına ne kadar uyuyor?
Rumlar, Süryaniler, Ermeniler derken gayrimüslim halklara yapılan soykırım ve tehcirler; İslami kimliklerinden dolayı bütün Müslümanlara dönük baskı ve yasaklamalar faşist İttihatçı zihniyetin ürünü değil midir? Zulümlerin bile birbirini takip eden kahrolası bir mantığı varken İstiklal Mahkemelerinde âlimleri sorgusuz asılan, camileri kapatılıp ezanları susturulan, kızları okullardan kovulan, eğitim adı altında kuşakları ve gelecekleri ifsad edilen Müslümanlar nasıl olur da kendi sağlam mantıklarını kurup sistemin temellerini fark edemezler ve bir kutsal tarih türküsü tuttururlar!
Kürt sorunu, Ermeni meselesi derken egemen zihniyetin karakterinin geniş kitlelerce daha iyi anlaşıldığı bir dönemde özellikle Müslümanlık adına gerçeklerin üzerini kapatmak ahlaki bir tavır olamaz. Aynı zulüm çarkının farklı zamanlarda sillesini yemiş kitleler olarak acı ve gözyaşlarını daha bir hissetmeliyiz. Kendinden olmayıp farklılığını korumaya çalışanı cezalandırıp yok etmekten kaçınmayanları kısır siyasal çekişmelerle görmezden gelenleri insanlığın vicdanı ve en nihayetinde de Rabbimiz affetmeyecektir!
“İT”le hesaplaşabilmek için her fırsat değerlendirilmelidir. “Biz yaptık oldu!” mantığıyla tanrı edalarıyla egemenliklerini ilelebet sürdüreceklerini sananlara karşı adaletten yana esaslı bir tavır almak sorumluluğundayız. Tarihin kiri pası temizlendiğinde bugünümüz daha âdil ve aydınlık olacaktır. “İT”i temize çıkarmayı da hangi zalim isterse ona bırakalım!