20 Ekim 1991 seçimleri öncesinde RP, MÇP ve IDP arasında oluşturulan ve kamuoyuna kutsal ittifak adıyla yansıyan oluşum, bir parçası olduğumuz Türkiye coğrafyası müslümanlarını kısa ve uzun vadede etkilemiştir. Öncesi ve sonrasındaki süreçle, bazı tesbitlerin netleşmesine, bazı kimliklerin daha net ortaya çıkmasına katkılarıyla ve en genelde taşıdığı (etkisi uzun zaman süreceğe benzeyen) olumsuzluklarla bu ittifak bizim ilgi alanımızdadır. Şu anda ittifakın dağılmış olması konuyu önemsizleştirmemelidir. RP'nin toplum genelinde temsil ettiği imaj, İslami camianın önemli bir parçası olan RP'nin tabanını oluşturan, oy veren müslüman kitle, bu konunun ihmal edemeyeceğimiz unsurlarıdır.
A) İttifak Nasıl Kuruldu?
RP ve MÇP arasındaki yakınlaşmalar, 1987 yılında başladı. 12 Eylül sonrası dönemde İslami vurgularını yükselten ve Türk-İslam sentezinin İslam kanadına göreceli olarak ağırlık veren kesim, ülkücü camiada ağırlık kazanmıştı. MÇP'nin asli lideri Türkeş'ten önceki başkanı Abdulkerim Doğru, 12 Eylül öncesinde MSP ile ilişkisi olmuş bir şahıstı. Türkeş'in, Abdulkerim Doğru'yu partinin başına geçirmesi, inananları tek parti çatısı altında birleştirme niyetinin bir ifadesiydi. Hatta Doğru'ya bu konuda yetki bile verilmişti. Ama RP (o zamanki emanetçi lideri Ahmet Tekdal'ın bütün gayretlerine rağmen) bu konuya çok soğuk baktı.
ANAP; rejimi içine girdiği bunalımdan kurtarmak ve ihtiyaç duyulan restorasyonu sağlamak için erken seçim kararı alınca herkes hesaplarını yeniden gözden geçirdi. Artık her iki partinin de başında asıl liderleri vardı. Bu arada IDP de kendi gücü çok az olmasına rağmen birleştirici, arabulucu ve Türkiye'deki milliyetçi muhafazakar çevrelerle koordinasyonu sağlama misyonuyla ön plana çıktı. Fakat olaya sonradan dahil olan IDP dışındaki iki partide de muhtemel bir ittifak olumlu karşılanmıyordu. MÇP'de Genel Sekreter Devlet Bahçeli ve Muharrem Şemsek gibi şahıslar devlet partisi özelliği üzerinde ısrar ediyor, RP'nin milliyetçiliği dışlayıp ümmeti hedefleyen, rejimi doğrudan hedef alan çıkışlarından rahatsızlık duyuyorlardı. Asıl sorun ise RP'deydi. Her şeyden önce böyle bir ittifaka İslamî endişelerle ilkesel olarak karşı çıkılıyordu. Türkiye müslümanlarının 1970'li yıllarda ideolojik olarak hesaplaşıp büyük ölçüde aştıkları milliyetçi-ırkçı-şoven kimlik MÇP'nin şahsında yeniden gündeme geliyordu. Dahası, 12 Eylül öncesinde ülkücülerin saldırıları sonucu ortaya çıkan müslüman-ülkücü sıcak çatışması ve bu süreçte MİT'le işbirliği yapılarak şehid edilen müslümanlar ya da 12 Eylül sonrasında hapishanelerde kendilerini hesaba çekerek cahili/batıl kavmiyetçilik davasını terk eden ve İslam'ın ilahi/vahyi çizgisine ihtida eden müslümanlara karşı eski dava arkadaşlarının (zaman zaman hapishane yöneticileriyle işbirliğine giren) tavırları unutulmamıştı. Bunlara ilave olarak RP'nin Türkiye geneline göre oylarının izafi olarak çoğunluğunu oluşturan Kürt kökenli tabanı (ki aynı zamanda partinin potansiyel yeni seçmenlerin de çoğunluğunu yine bu bölgeler oluşturmaktaydı) MÇP'ye ve onun temsil ettiği Türk milliyetçiliğine karşı haklı bir duyarlılık taşımaktaydı.
İttifak tartışmaları sürerken, o ana kadar ANAP (ve kısmen DYP)'ı destekleyen milliyetçi-muhafazakar çizginin önde gelen şahsiyetleri (Taha Akyol, Ahmet Kabaklı, Burhan Özfatura, Nevzat Yalçıntaş, Yalçın Özer, Ayhan Songar vs...) kurumlan ve gazeteleri (Birlik Vakfı, Yazarlar Birliği. Aydınlar Ocağı, Türkiye, Zaman, vs....) ittifakı sık sık ortaya koydukları aktif tavırlarıyla desteklediler. Bu süreçte MÇP üç kere MKYK'sını ve tüm il başkanlarını konuyu tartışmak üzere topladı. RP cephesinde ise başta (daha sonra ittifakın mimarlarından olduğu ortaya çıkacak olan) Oğuzhan Asiltürk olmak üzere tüm yetkililer ittifak söylentilerini kesinlikle reddediyorlardı. Fakat basında her gün yer alan haberlerden artık iyice rahatsız olan RP Güneydoğu teşkilatları topluca görüşme isteğinde bulundular. Bu görüşmede Oğuzhan Asiltürk, amaçlarının MÇP tabanını ele geçirmek ve liderliğini bitirmek olduğunu, Türkeş'in kesinlikle partiye alınmayacağını ifade etti. Bir kaç gün sonra ise 19 Eylül günü yapılan MKYK toplantısında 30 üyenin oyuyla MÇP ve IDP ile yapılması düşünülen seçim işbirliği anayasaya ve mevcut yasalara aykırı olduğu gerekçesiyle reddedildi. Ertesi gün yapılan bir toplantıda Erbakan:
“Beni bugüne kadar Doğu ve Güneydoğulu kardeşlerim sırtlarında taşıdı. Büyük şehirlerde partimize oy verenler de yine onlar. Ben onları satamam. Türkeş ölmüştür, ben ölü Türkeş'i diriltemem. Bunlar ırkçı, kavmiyetçidir. Irkçılığa pirim veremem. Temiz suya necaset katamam” gibi ifadelerle bu ittifakı reddetmenin çok şerefli bir karar olduğunu, sebepleriyle ve ayrıntısıyla izah etmiştir.1 23 Eylül Pazartesi günü Erbakan, milletvekili aday listelerini bizzat saptadı. Aynı gece 02.30'da RP MKYK üyeleri Hasan Hüseyin Ceylan, Oğuzhan Asiltürk ve Recai Kutan'ın girişimleriyle çok sayıda eksikle toplanan MKYK ittifak kararını onayladı.
B) İttifakla Neler Hedefleniyordu
İttifakı, içeriden ve dışarıdan bir çok çevre destekledi. Hatta bunlarla ilgili bir çok faraziyeye dayalı spekülasyon da yapıldı. Söz gelimi; ittifakı, ANAP zemini hain evlat Mesut Yılmaz tarafından altından çekilen Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın kurdurduğu; Orta Asya Müslüman Türk cumhuriyetlerine yönelik bazı hesapları olan ve Suud desteğiyle İran'ın potansiyel etkisini engellemek isteyen aynı zamanda da Türkiye'deki Batı aleyhtarı tevhidi islamî gelişmelerden rahatsız olan ABD'nin kurdurduğu vs... Bütün bunları herkesin kendi muhakemesine bırakarak daha nesnel verilerden kalkarak bir değerlendirme yapma ihtiyacı ortadadır. Bu ittifakı desteklerken kimler neleri amaçlamıştı?
1. MÇP
12 Eylül sonrası oldukça ciddi bunalımlar yaşayan ülkücü hareket için 20 Ekim seçimleri tarihi bir fırsattı. Ülkücü hareket, Ağustos'taki Ankara il kongresinde Türkeş'in açıkça desteklediği bir adaya karşı ve kongrenin tekrar edilmesine rağmen Türk-İslam sentezinin islam tarafı izafi olarak ağır basan radikal genç kesimin adayının kazanması hadisesiyle ortaya somut bir biçimde çıkan parti içi kanat savaşını yaşıyordu.2 Teşkilatta belirgin bir zayıflama gözleniyordu. Gençlik kesimi dağınıktı. Ayrıca ANAP'ta liberal-muhafazakar kadroların desteğiyle kongre kazanan yeni başkanın çevresinde kümelenen ülkücüler MÇP'nin oy potansiyelini bu partiye taşıyorlardı. Meclise girebilmek belki de hareket için son şanstı. Oysa bu şans seçim sistemi yüzünden oldukça düşüktü. Hem %10'luk Türkiye barajı, hem de bir çok yerde bölge barajları sorun teşkil ediyordu. "Ülkücüler Meclise" sloganı (MÇP yanlısı Yeni Düşünce gazetesinin seçim sonuçlarını ilan ederken manşetten verdiği) bozkurtların Ergenekon'dan ikinci çıkışları ümidini ifade ediyordu. Bu uğurda her türlü taviz verilebilirdi.
2. Milliyetçi-Muhafazakar Aydınlar ve Kurucular
Net ve katışıksız bir islam anlayışından uzak olan bu kesim, geleneksel olarak sağdaki kitle partilerine oynamıştır. DP-AP-ANAP-DYP tipindeki partilere destek vererek bunun karşılığında bir kaç milletvekilliği, ekonomik imkanlar, vakıf, dernek, yurt gibi bazı yasal kuruluşlar veya devlet bürokrasisinde mevkiler elde etmeyi amaçlamışlardır. Devlete sızarak bir taraftan onun İslami olmayan laik yapısını ıslah etmeye çalışan ama tabii ki bu arada karşı müslüman kitle nezdinde düzenin meşruiyetinin teminatı olan bu kesim3, 1989'dan itibaren ciddi sorunlarla karşılaştı. ANAP içinde başlayan muhafazakar avı her türlü rezaleti ve aşağılanmayı kabul etmelerine rağmen4 giderek tırmandı. 1991 Haziran'ındaki kongreyle de had safhaya ulaştı. Benzer biçimde DYP de Tansu Çiller, Ersin Faralyalı, Hüsamettin Cindoruk gibi tipler etkin görevlere getirildiler. Ayrıca seçimlerden önce Bedrettin Dalan ve Coşkun Kırca gibi Allah'ın dinine en küçük ayrıntısına kadar düşmanlık etmeyi kendilerine asli görev olarak gören bazılarının partiye davet edilmeleri ile olay kemale(!) erdi. Özellikle ANAP cephesinde kongre sonrasında adeta iktidar değişmişcesine gündeme gelen tayin/işten çıkarma operasyonları ve DYP cephesinde ise milliyetçi-muhafazakar kesimin gözbebeği Özal'a yöneltilen hırçın tavır, giderek ağırlık kazanan solcu benzeri üslup bu kesimi ciddi olarak rahatsız etti. Bütün bunlar bir tarafa MHP (MÇP) ve karşı milliyetçi-muhafazakar-geleneksel aydın ve kurumların yakınlık ve hoşgörüsü yerleşmiş bir olgudur. Özellikle bu partilerin üst düzey yöneticileri arasında partiyi devlet partisi olarak görenlere karşı (tam anlamıyla ve bütünüyle olmasa da) bir destek her zaman olagelmiştir. Yalnız MNP-MSP-RP çizgisi, zaman zaman rejimi doğrudan hedef alan, Batı karşıtı anti-emperyalist bir söylem taşıyan, eşitlikçi radikal çıkışları sebebiyle hep tereddütle karşılanmıştır. Ama bu yapılar bir ittifak içinde eritildiği takdirde (RP içindeki Osmanlıcı, anti-komünist, tedbiri esas alan kadroların da katkısıyla) bu sorunlar çözülemez değildi. Böylece inançlı, fedakar isimleri dışlayıp birer Mason Kulübü haline gelen ANAP ve DYP'yi hizaya sokmak ve dahası denetleyebilmek mümkün olacaktı. Ayrıca RP tabanında yayılmakta olan ve kısmen göreceli olarak artık yüksek mevkilere de ulaşan radikal (tevhidi) net islamî gelişim de frenlenebilecek, parti yeniden sağcı-devletçi bir çizgiye çekilebilecektir.
Bu çevreler oluşum aşamasında ittifakı canı gönülden desteklemiş hatta bunun kalıcı bir birlikteliğe dönüşmesi temennisi (ve uyarısını) sık sık dile getirmiş ama son ana kadar ANAP ve DYP gibi sağ kitle partilerini bütün olumsuzluklarına rağmen desteklemeyi de ihmal etmemişlerdir.
3. RP
RP kadroları ittifakla ilgili olarak ciddi tartışmalar yaşadılar. Bir tarafta ittifaka var güçleriyle sarılan Oğuzhan Asiltürk, Recai Kutan, Hasan Hüseyin Ceylan, Melih Gökçek, Vehbi Hatipoğlu gibi isimler diğer taraftan şiddetle karşı çıkan ve öncülüğünü Bahri Zengin'in çektiği ve Güneydoğu teşkilatlarının ağırlıkta olduğu kesim kıyasıya çatıştılar. İttifakı kabul edenler sadece İslamî ilkelere ters bir kararı savunmakla kalmıyor aynı zamanda RP gibi bir yapının yapabileceği en büyük siyasi hatayı yapmasına yol açıyorlardı.
Komplo teorilerini bir yana bırakırsak RP üst yönetimini en fazla etkileyen iki husus göze çarpmaktadır: Birincisi Erbakan'ın alışık olduğumuz Meclise girebilme tutkusu: ikincisiyse HEP'le işbirliği tartışmaları sırasında iyice ön plana çıkartılan Kürtçü parti imajından kurtulma isteği. Parlamentoda bulunabilmek RP yöneticileri için savundukları metod gereği hep çok önemli olmuştur. Bu noktada barajlar engelini aşabilmek için ittifak adeta can simidi gibi olmuştur. Aslında Mart 1989'daki yerel seçimlerde %9,8 oy oranına ulaşan RP'nin bu seçimlerde ülke genelinde barajı aşacağı kesindi. Üstelik MÇP ve IDP'nin barajı aşamayacakları düşüncesiyle buralardaki islamî endişe taşıyan oyların da RP'ye akması kuvvetle muhtemeldi. Üstelik Güneydoğu'da HEP'in Kemalist devletçi geleneğin partisi SHP ile işbirliğini içine sindiremeyen seçmenlerin oyları da RP'ye gelebilirdi. Oysa RP ittifak kararıyla bu noktada verilebilecek en yanlış kararı vermişti. Bu kararı destekleyenler 25-30 fazla milletvekilliği hesabı ile hare ket etmişler ve RP yöneticilerindeki faydacılık saplantısına iyi bir örnek teşkil etmişlerdir. Ayrıca RP, diğer ortaklarına göre daha gelişkin ve sistematik parti programı ve ittifakın en büyük partisi olması avantajına çok fazla güvenmiştir.
C) Sonuç
20 Ekim erken genel seçimleri sonucu RP %17lik bir oy oranıyla 62 milletvekili çıkardı. Bunların 19'u MÇP, 3'ü IDP kökenliydi. (Muhtemelen) koalisyon beklentisiyle seçimden sonra bir aydan fazla zoraki olarak süren ittifak 15 Kasım günü Alparslan Türkeş ve MÇP kökenli 18 arkadaşının RP'den istifa etmeleriyle sona erdi. Görünürde Türkeş, Erbakan'ı tek başına hareket etmemesi için uyarmış; RP'nin feshedilerek Cemil Çiçek, Burhan Özfatura, Aydın Menderes gibi isimlerin ön planda bulunacağı yeni bir oluşumla ittifakın genişletilmesini önermiş; Erbakan da kabul etmeyince ayrılmıştı.
Yaklaşık iki ay süren bu ittifak bütün sonuçlarıyla ve bir çok yönden değerlendirilmelidir. Bu noktada bu yazı tam manasıyla kapsayıcı olmasa da bazı ana başlıkları belirlemeye çalışabiliriz. Şüphesiz bunların her biri üzerinde ayrı birer araştırma yapılabilecek konulardır.
1. Bu ittifakla Türkiye İslami hareketinin bütününe yönelik ciddi iddiaları bulunan RP'nin, hem düşünce açısından ideolojik ve ilkesel olarak hem de siyasi organizasyon, karar ve basiret yönünden yetersiz kaldığı, ciddi yanlışlıklar ve eksikliklerle dolu olduğu ortaya çıkmıştır.
2. RP'nin üst düzey yöneticileri gerek ittifaktan önce, gerekse ittifak boyunca hem teşkilatlarını hem de seçmeni yanlış bilgilendirmişlerdir. Bazen Türkeş ve arkadaşlarının tövbe edip RP'ye geldikleri, Milli Görüş'ü kabul ettikleri iddia edilmiş; bazen bu ittifakın asılsız bir söylenti olduğu, asla gerçekleşmeyeceği savunulmuş; bazen de basit bir pratik işbirliği olduğu ve seçimden sonra herkesin kendi yoluna gideceği işlenmiştir. Ayrıca ittifak MKYK'ye danışılmadan, istişare ihmal edilerek ve usulsüz bir şekilde kabul edilmişin Parti lideri beyanatları ve tavırlarıyla çelişkiye düşmüştür. Kendi ifadesiyle temiz suya necaset katmıştır.
3. Koalisyon beklentisi sonrasında, parti tabanını rencide eden tavizkar tavırlar sergilenmiştir.
4. Yine parti liderinin kendi ifadesiyle Müslüman Kürt kardeşlerimize ihanet edilmiştir. Türkiye islami hareketi Güneydoğu'da oldukça büyük bir kayba uğramış, hiç gerek yokken samimi müslümanlar dışlanmış, islami duyarlılığa sahip olan halk kaybedilmiştir. Kürt ırkçılığına prim verilmiş, bölge kültürüne yabancı Batı ideolojilerinin temsilcileri kahraman hale getirilmiştir. RP (partinin değil yetersiz olarak temsil ettiği İslam'ın gücüyle) bütün yanlışlarına rağmen gene de Doğu'dan Türkiye genelinin üstünde oy almıştır. Bu da hala bazı imkanların devam ettiğinin göstergesi olarak değerlendirilmeli, Kürt sorunuyla ilgili bugüne kadar sürdürülen yanlış, eksik, pasif tavırlar terkedilmeli, politikalar gözden geçirilmelidir.
5. ittifak süresince RP'nin yeniden sağcılaşma tehlikesi ciddi olarak gündeme gelmiş ve bu konudaki tereddütler müslümanlar nezdinde ortadan kaybolmamıştır.
6. Erimeye yüz tutmuş ülkücü potansiyel canlandırılmış Türkeş ve kadrosu için RP Asena'lık5 yapmıştır. Önümüzdeki dönemde yine 12 Eylül öncesindeki olumsuz ve saldırgan tavırlar ortaya çıkarsa Allah katında bunun sorumlusu ittifakın mimarları olacaktır.
7. MÇP ve IDP seçim propagandası sırasında harcama yapmamış; maddi ve insani yük müslümanlar tarafından yüklenilmiş; bu kaynaklardan MÇP ve IDPye 22 milletvekilliği hediye edilmiştir. İttifak olmaksızın RP aşağı yukarı yine 40'a yakın milletvekili çıkarabilirdi. Ama MÇP'nin hele %1 oyu olan IDP'nin milletvekili çıkarmalarına vesile olmak son derece büyük bir siyasi hatadır.
8. Özellikle MÇP'li milletvekillerinin gayri islami kararlarda kendi cahili ideolojileri doğrultusunda kullanacakları oyların sorumluluğu da yine ittifak mimarlarına ait olacaktır.
D) Son Değerlendirme
Türkiye'de müslümanlar farklı farklı mücadele metodları takip etmekte; bazıları sistem içi bazıları sistem dışı mücadele sürdürmekte; bu tercihi de insanların sahip oldukları din anlayışı belirlemektedir. Ama bu noktadaki farklılıklar, müslümanları (İslam! ilkelerle sınırlı kaldıkları ve hududullahın dışına çıkmadıkları müddetçe) dışlamak veya yok saymak gibi yanlışlıklara yol açmamalıdır. Metodunu, İslam anlayışını tasvip etmesek de, İslam kardeşlik hukukunun gereği, samimi gördüğümüz müslümanların hatalarını delillerle ve somut nesnel verilere dayanarak kendilerine hatırlatmalıyız. Müminlere hatırlat. Çünkü hatırlatarak uyarmak müminlere fayda verir.
İslamî hareketin bir kısmının yaptıklarının ister istemez bütün müslümanları ilzam edeceğinin şuurunda olarak eksik, yanlış, hatalı gördüğümüz her şeyin üzerine gitmeye çalışmalıyız. Önemli olan hiç hata yapmamak değil, yapılan hatalardan ders alabilmek sorgulayıcı ve hesap sorucu (buna kendi nefsimizden ve birlikte olduğumuz müslümanlardan başlayarak) olabilmek, bile bile hatada ısrar etmemektir.
Rabbimiz; unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabimiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim mevlamızsın. Kafirler toplumuna karşı bize yardım et. (2/Bakara, 286)
Dipnotlar:
1. Ahmet Tan'ın. Tevhid (Sayı: 23, Kasım 1991) ve 2000'e Doğru dergilerindeki açıklamalar.
2. Bu durum yeni hükümetin güven oylamasında da ortaya çıkmış Muhsin Yazıcıoğlu'nun başı çektiği bir grup oylamaya katılmayarak tavır koymuşlardır.
3. Nurcular, Süleymancılar, Işıkçılar veya bazı tarikat çevreleri de benzer yaklaşım ve metodları benimsediklerinden bu çerçevede değerlendirilebilirler.
4. Söz gelişi yakın çevresinde İslamî ilkelere bağlı birisi olarak tanınan eski içişleri Bakanı Abdulkadir Aksu'nun Efe Özal'ın nişanından sonra nişanlılarla beraber bir içki-fuhuş ortamı olan diskoteğe hiç gereği yokken gidip fotoğraf çektirmesi. Bazı muhafazakarların hanımları ve kızlarının islam hukukuna göre müstehcen fotoğraflarını gazetelerde yayınlatmak için davetleri bahane etmeleri, dava arkadaşları birer birer tasfiye edilen Mehmet Keçeciler gibi bir kaç kişinin onlarla beraber ayrılmak yerine partiye daha bir bağlanması gibi.
5. Ergenekon'dan çıkışta Türk boylarına yol gösteren dişi kurt.