"Dil yarası kılıç yarasından beterdir" diye bir atasözü vardır. Peki hem dil hem de kılıç yarası olursa ne olur? Her halde beterin beteri olur.
Biz bu beterin beteri durumuyla bu yıl II. İslam Düşüncesi Sempozyumu açılışı töreninde İstiklal Marşı okunurken ayağa kalkmayan 5 müslümanın "provokatör" olarak ilan edilmeleri ve tutuklanmaları olayında karşılaştık. Ve hem üzüldük hem de şaşırdık. İslam'ın konuşulduğu bir sempozyumun milli marş ile başlaması; tüm müslümanlar tarafından protesto edilmesi gerekirken maalesef yalnızca 5 kişi tarafından protesto edilmiş ve Hikmet Akpur, Fikri Tüzen, Misbah Kırkıncı, Arslan Özden, Siraceddin Öztürk adlı bu beş müslüman bu İslami hassasiyetlerinin mükafatı (!) olarak önce belediye zabıtaları tarafından "provokatör" oldukları iddiasıyla alıkonulmuş, daha sonra da polis tarafından gözaltına alınmış ve mahkemece tutuklanmışlardır.
Yine bu müslümanlar, Trabzon Belediyesi ve İpekyolu Bilgievi'nin ortaklaşa düzenledikleri sempozyumun açılış konuşmasında da "Sempozyumda sunulacak bildirilerde günümüzün problemleri İslami açıdan ele alınacaktır, ancak daha işin başında provoke etmek isteyenler bulunmaktadır. Bunların düzenleme kurulu ile ilgisi yoktur" denilerek provokatör olarak tavsif edilmişlerdir. Çeşitli gazetelerle birlikte Kanal 7 de bu olayı Trabzon Belediyesi'nin 5 kişiyi kınayan basın bildirisini öne çıkararak haber bülteninde duyurmuştur. Bu davranışlarla ne yapılmak istendiği gayet açıktır. Laik ve liberal cenahlara yönelik "Biz sizin bildiğiniz müslümanlardan değiliz. Biz devletimize bağlı ılımlı insanlarız" mesajı verilirken, müslüman kitleye yönelik olarak "Bunlar provokatördür. Müslümanları medya önünde bölücü gösteren tiplerdir. Bunlardan uzak durun" mesajı verilmektedir. Haber değeri olmayan böyle bir olayı televizyonlarda tüm kitleye duyuran Kanal 7'ye tepkilerini dile getirmek için telefon eden müslümanlar; "Kanal 7'nin sahiplerinin sistem içi mücadeleyi seçtikleri, her şeyin beklentiler doğrultusunca gerçekleşemeyeceği, realitenin farklı olduğu" cevabıyla karşılaştılar. Fakat böyle bir cevap hiçbir zaman tatmin edici olamamaktadır. Çünkü sistem içi çözüm çözümsüzlüğe mahkum olmakla birlikte hiçbir zaman hiçbir kimseye bir müslümanı provokatör ilan etme hakkını vermez. Belki bu davranışınızla laikleri, liberalleri, muhafazakarları memnun edebilirsiniz fakat Allah'ı ve müslümanları asla memnun edemezsiniz.
Benzer Olay YTÜ'de Yaşanmıştı
Kasım 1994 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi'ne Atatürk konulu konferans vermeye gelen Yekta Güngör Özden'i dinlemeye giden müslüman öğrenciler de İstiklal Marşı ve Atatürk'e saygı duruşunda ayağa kalkmayarak düzene karşı tavırlarını göstermişlerdi. Daha sonra Özden'in müslümanlara hakaretlerle dolu konuşması üzerine bir müslüman söz istemiş söz verilmeyince de salonu toplu halde tekbirlerle ve "Kahrolsun laik diktatörlük" sloganlarıyla terk etmişlerdi. Olay sonrası rektörlük ne bir basın bildirisi yayınlamış ne de olayı kınayan herhangi bir yazıyı okulun herhangi bir yerine astırmış ne de eylemci öğrencileri gözaltına aldırmıştı. Bu olayı, sempozyuma destek veren herkesin bilgilerine sunarız. Bir tarafta Atatürkçü laik kadroların yoğun olduğu YTÜ rektörlüğünün tepkisizliği diğer tarafta sempozyum organizatörlerinin infiali. Maalesef "hoş görünme" adına düzenin asıl destekçilerine bile depar atılmakta, düzenin değerleri düzencilerden bile daha çok sahiplenilmektedir.
İstiklalin marşını ancak istiklalini kazanmış insanlar söyleyebilirler
Müslümanın tazimde bulunacağı değerlerin kendi akide yapısına uygun olması gerekir. Nesnelerin neyi temsil ettikleri ve temsil ettikleri kurumun nazari ve ameli yapısı çok önemlidir. Allah'ın adi anılması geren mescid, art niyetli münafıklar tarafından inşa edilerse "Mescid-i Dırar" olur ve yıkılması gerekir. Bu toplumun dinini, dilini, tarihini, adetini değiştiren laik düzenin hiçbir sembolüne bizim hürmet göstermemiz beklenmemelidir.
Olaya farklı bir açıdan yaklaşırsak şu soruları sormamız gerekir: "Acaba istiklalimizi sağladık mı? İstiklalin marşını söylemeye hakkımız var mı? Ülkenin fabrikaları özelleştirme adına emperyalizme peşkeş çekilirken, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda kararlar alınırken (mesela Mc Donaldslar'ın Amerika'dan getirdiği büyük baş hayvanlar üzerindeki konut fonunun büyük oranda indirilmesi gibi), IMF ekonomiye hakimken, hükümet emperyalizmin çıkar bekçisi Birleşmiş Milletler kararlarına tamamen bağlıyken, yönetenlerin kıblesi Amerika iken acaba hür olduğumuzu söyleyebilir miyiz? Acaba müslümanlar bu derece dışarıya bağlı bir ülkede istiklallerine ve özgürlüklerine sahip midirler?"
Müslümanlar Kırşehir, İzmir, Bayrampaşa, Gölcük, Adıyaman ve son olarak da Trabzon zindanlarında tutsak iken para ve hapis cezalarıyla basın yayın organları susturulurken, insanlar düşündükleri için hapse atılırken bir müslümanın milli marş söylemesi kimlik sorununu halledememesi demektir.
Halkın değerlerinde, örf ve adetinde, kültüründe istiklal Marşı'nda ayakta dikilmek var mıdır? Konuya bugünlerde pek revaç bulan anlayış olan gelenek çerçevesinde yaklaşırsak şunu sormak en doğal hakkımızdır: "Milli Marş halkın bir geleneği midir? Yoksa laik batıcı kadrolar tarafından bir şapka gibi, bir Latin alfabesi gibi, bir batılı giyim-kuşam tarzı gibi bu topluma dikte ettirilmiş bir şey midir? Geleneği kutsayan insanlar bu noktada bir çelişkiye düşmüyorlar mı?". Başka bir deyişle milli marş, modernitenin ürünü değil midir? Hem moderniteye karşı çıkmak, hem de modernitenin ürünlerini sonuna kadar savunmak nasıl açıklanabilir?
Nasıl ki birisi değişik parti seçeneklerini önümüze koyduğunda onlardan birisini mutlaka seçmek zorunda değilsek; nasıl ki ilkokuldan itibaren enjekte edilmeye çalışılan resmi ideolojiyi kabul etmek zorunda değilsek; milli marşa karşı nasıl tavır geliştireceğimiz hususunda da, bize yapmamız gerekenleri her zaman öğretmeye çalışan zihniyetin öğretilerine uymak zorunda değiliz.
Yine bazı muhafazakar anlayış sahiplerinin demogojik yaklaşımlarına mesned teşkil eden İstiklal Marşı şairinin müslüman bir şair olması ve İstiklal Marşını I. Meclis'in kabul etmesi konusu da gerçekleri görmemizi engellememeli. Her şeyden evvel marş cari rejimi temsil etmektedir. TC ilk kurulduğu günlerden itibaren yaptığı icraatlar ile zaten marşın yazarını küstürmüş, Mısır'a hicret etmek zorunda bırakmıştır. Şu anda İslami(!) sempozyumlarımız milli marşla açılabildiğine göre şimdiden "Atatürk için bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyoruz" çağrılarına hazır olmalıyız.
Grevlerin dört bir yanı sardığı, işçi, memur, öğrenci eylemlerin yaygınlaştığı, 10 milyon TL ile insanlara maaş adı altında sadaka verildiği, Anayasa'da ücretsiz olduğu belirtilen eğitimin gayrı meşru haraçlarına, gayrı meşru % 300-400 zam yapıldığı bir ülkede düzene köleleştirilmeye çalışılan insan hangi marşı söyleyecektir? Milli marşı mı yoksa, mücadelenin üreteceği direniş marşlarını mı? Hedefleri batılılaşma olanlar, laiklik taraftarları, sermaye bekçileri, hapiste eşi, dostu din kardeşi olmayanlar -çelişki de olsa- belki milli marş söyleyebilirler. Ama biz direniş marşları söylemek istiyoruz. Allah'tan da istiklalin marşını söyleyeceğimiz günleri bizlere nasip etmesini diliyoruz.
Yoksulu doyurmayan, yetimi itip kakan, fıtratı bozmak isteyen, Allah'ın dışında başka rabbler edinen İslam ve insanlık düşmanlarının istiklal marşı olarak bize dayattığı o dizeler -içeriği ne olursa olsun- demokrasi gibi, seçim gibi, parti gibi bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Artık aldatılmak ve oyuna getirilmek istemiyoruz. Allah rızası için savaşım vermek istiyoruz. Bazılarının da televizyonuyla, gazetesiyle, sempozyumuyla, açış konuşmasıyla hakim despot anlayışa gün geçtikçe daha da yaklaştığını gördükçe de üzülüyoruz.