İsrail'le mücadele, tüm İslami hareketler için esas alınması gereken temel bir perspektif olmalıdır. Çünkü, Siyonizm ve İsrail, emperyalizmin hem ideolojik hem de siyasal alanlarda sembolü değerindedir. Dünya medyası ve finans sektörlerindeki Siyonist etkinlik, İsrail'in Ortadoğu'daki siyasi ve askeri varlığını ayakta tutabilmek ve genişletmekle kendini vazifeli addediyor. İsrail'e indirilen her darbe emperyalist sistemi can evinden vururken, İslami hareketlere karşı gerçekleştirilen bütün saldırılar İsrail'in desteğinde yürütülmektedir. Bunun böyle olduğunu gerek ABD yöneticileri, gerekse batılı medyada öne çıkan isimler ifade etmektedirler. İsrail'e karşı Müslümanların yürütmüş olduğu mücadeleler daha çok askeri alanda yoğunlaşıyor. Finans gücü ve beraberinde ortaya çıkan medya üstünlüğü karşısında ise genellikle yetersiz kalınmaktadır. Türkiye dışındaki Müslüman ülkelerde bu konudaki bilinç ve hassasiyetin günden güne gelişmekte olduğunu söyleyebiliriz. Buna rağmen hem askeri ve istihbarat alanlarında işbirliği çalışmaları, hem de siyasi nüfuz tesisinde, İsrail'in kayda değer miktarda mesafe aldığı söylenebilir. Halkı Müslüman ülkelerde İslami hareketlerin kitleler nezdindeki itibarının yükselmesi ve bunun siyasette de etkilerinin görülmeye başlanması İsrail'i ciddi bir şekilde endişelendirmektedir. Buna karşı, hareketleri ve örgütleri maniple etme, İslami değerleri gözden düşürme çabalarına hız verildiğini gözlemliyoruz.
Türkiye'de AKP iktidarı, bir yönüyle halkın İslami eğilimlerindeki yükselmeyi ifade ederken, diğer taraftan Milli Görüş çizgisinin anti Siyonist tavırlarından vazgeçilmiş olduğunu en azından ima etmektedir. Gerçi Milli Görüş'ün bu konuda ne kadar başarılı olabildiğini kendi parlak dönemlerinde yakinen görmüş olduk. AKP'nin de kendi Müslüman tabanı ile "derin" siyasal ilişkileri arasında ne tür tercihlerle yoluna devam edeceğini zaman içinde, yaşarsak görmemiz mümkün olacak. ABD'nin Irak saldırısı ve Türkiye- ABD ilişkilerinde ilk defa meydana gelen gerginlik, toplumun bütün kesimlerinde güçlü bir anti Amerikan hissiyatın yükselmesine sebep oldu. ABD ve İsrail'le köklü ve geleneksel ilişkileri bilinen askeri ve istihbarat çevrelerinde dahi, biraz da Kuzey Irak konusunda yaşanan ihtilaflar nedeniyle, ABD ve dolayısıyla İsrail'e karşı bir hoşnutsuzluğun geliştiğini gözlemledik. Tabii, geleneksel çıkar ilişkileri ile bağımlı olan bu çevrelerin anti emperyalizminin ne kadar devam edeceği ya da ne kadar ciddi olduğu tartışma götürür.
Bu dönemde üzerinde önemle durulması geren bir husus, ABD ve İsrail ürünlerini boykot meselesidir. Müslüman çevrelerin, bütün güçleriyle mevcut toplumsal tepkiyi değerlendirmesi gerekiyor. Bu arada, yayılmakta olan "boykot edilecek firma veya marka" listelerinin biraz daha ciddiyetle hazırlanması gerektiğini düşünüyorum. Boykot listelerinin mümkün olduğu kadar kısa ve uygulanabilir olması gerekir. Hele alakasız bir takım firmaların, sadece karşı saflara yakınlığı sebebiyle boykot listelerine girmesini anlamak mümkün değil. En iyisi herkesin kabul ettiği, belli bir saygınlığı olan kuruluşların (Aksa Ajans gibi) ciddi bir liste hazırlayıp bunu ilan etmesi. İran, Pakistan ve Arap ülkelerinde ABD ve İsrail ürünlerine karşı boykot ciddi boyutlar kazandı. Bazı markalarda üretim düşüşleri, hatta defolup gitme eğilimleri görülüyor. Avrupa ülkelerinde bile Coca-Cola ve Mc Donald's markalarına karşı boykotun yayıldığını göz önüne alırsak, boykot kampanyasının hem toplumsal bilinçlenmeye katkısı hem de azımsanmayacak ekonomik sonuçlarının olacağı açıktır. Boykot'un etkisi arttıkça, karşıt propagandalar da ortaya çıkıyor. Bunlardan birisi, boykot edilen markaların istihdam yarattığı ve bunun sonucunun işsizlik olacağı yalanı. Aynı miktarda tüketici yaşamaya devam ediyorsa, nihayetinde, küçük ölçekli işletmelere ve yerli ürünlere (kebap, lahmacun, ayran, vb.) talebin artacağı, bunun da istihdama ve ekonomiye daha olumlu katkısının olacağı açıktır.
İsrail'e karşı mücadelenin, dünyadaki Musevi nüfusunu hedef almak gibi bir yönünün bulunmadığı izahtan varestedir. Tam tersine amaç, işgalci ve ırkçı İsrail devletinin ortadan kaldırılarak, vatandaşı olan Musevilerin geldikleri ülkelere geri dönmelerini temin etmektir. Bunun için, İsrail dışında yaşayan Musevilerin, bulundukları ülkelerde rahat ve huzurlu olmaları da önemli bir faktördür. Bazı ülkelerde meydana gelen sinagoglara yönelik saldırı eylemlerinin en çok İsrail'in politikalarına yaradığını düşünüyorum. Dışarıdaki eylemler, İsrail'den tersine göçü yavaşlatabilir. Halbuki 2000 yılında başlayan 2. intifadadan sonra, bir milyondan fazla Yahudi'nin İsrail'i terk ettiği söylenmektedir. Bu insanlar, döndükleri ülkelerde, Müslümanlar tarafından kötü bir muamele görmemelidir. Irkçı Siyonist devlete hizmet aşkıyla dolu olan Yahudilerin durumu farklı olmakla birlikte, onların bile kendi vatandaşı olan Müslümanlar tarafından korunup gözetilmesi daha uygun olabilir. Çünkü onların uğradığı herhangi bir olumsuz uygulama, diğer Musevi vatandaşlarımız üzerinde ürkütücü bir etki yapabilecektir. Siyonizm BM tarafından aklandıktan sonra (yılını hatırlamıyorum, 90'lı yıllarda Birleşmiş Milletler Siyonizm'in ırkçılık olmadığını ilan etmişti) siyasi alanda da gücünün zirvesine ulaşmış görünüyor. Bu, tabii görülmelidir.
Allah'ın "yeryüzünde üstün kıldığı" buna karşılık Allah'a karşı gelmeyi hayat tarzı olarak seçen bir kavmin ilginç dünya hayatı macerasıdır bu. İsrailoğullarının dramı ayrı bir mesele, bir de Yahudileşme sürecine girmiş olan halkların düşmüş oldukları zelil durum, o da bir başka mesele. Allah'a karşı savaşım verenlerin sonunun nasıl olduğunu herkes, hepimiz göreceğiz.