İsrail’deki Dinci ve Milliyetçi Akımların Barışa Yaklaşımları

Ali Öner

İsrail'de politikacılar, özellikle de milliyetçi ve dinci olanlar, genel olarak Yahudi olmayanları, özel olarak ise, Filistinlileri, Tevrat'ta geçen Amalikaların (eski zamanlarda Sina Yarımadası bölgesinde yaşadığı sanılan bir kavim) İsrail ve Yahudiler için oluşturduğu tehlikeyi vurgulamaktadırlar. Arapları İsrail'in ezeli düşmanı kabul etmektedirler.  Tevrat'taki bazı ayetleri (Exados 17: 14–16), Batı Şeria'daki milliyetçi ve dinci yerleşimciler sıkça kullanmakta ve bu ayetleri dinin bir gereği olarak yerine getirmek için Yahudi olmayanların (Filistinlilerin) yok edilmesi istemektedir. Siyonist hareketin programı da ırkçı bir yaklaşıma sahiptir.1 İsrail'in bu milliyetçi ve dinci tutumu 1967'den sonra İsrail'in Batı Şeria ve Gazze'yi işgaliyle birlikte çok daha militan milliyetçi ve dinci bir irredentizm  (başka bir ülkenin topraklarında hak iddia etme) ortaya çıkarmıştır. Bu akım yerleşimciler arasında yayılmış, yerleşimciler üzerinde daha etkili olan Gush Emunim'de somutlaşmıştır. İşte bu bağlamda dinci ve milliyetçi partiler ve hareketler hahamların yardımıyla, Batı Şeria'nın işgali ve Arapların şiddet kullanılarak topraklarından edilmelerini haklı çıkaracak bir dinsel dayanak bularak, "1968'de İsrail ordusunun baş din görevlisi Samuel Derlich, askerlere Tevrat'ta 'Amalikaları yok etmenin' mitzvah (dinsel bir görev) olarak ifade edildiğini"2 bildirmekten çekinmemiştir. Bazı subaylar bunu protesto edince Kırk haham Derlich'i savunmak ve söyleminin Yasal Yahudi geleneği halakhahâ uygun olduğunu bildiren bir mektup yazmışlardır. 1970'den beri milliyetçi ve dinci partiler İsrail'in siyasetinde daha etkin bir rol almışlardır. İsrail siyasetinde gözlenen bu değişim ülke dışındaki bazı olaylarda da kendini göstermiştir.

İsrail dincilerin en sık yinelediği metinlerden biri, Yahudilerin sabah ayininin bir parçası olan 149. ilahinin 5–9 ayetleridir. "Dillerinde Tanrı'nın övgüleri, ellerinde iki başlı kılıçları olsun. Yahudi olmayanlardan öç almak ve milletleri cezalandırmak için. Krallarını zincirlerle, soylularını demirden prangalarla bağlamak için." Bu satırların yerleşimcilerin yerli Araplara saldırmalarını meşrulaştırdığı yorumu yapılmaktadır. Biz aşağıda İsrail'deki milliyetçi ve dinci partiler ve hareketlerin barışa yaklaşımları üzerinde durmaktayız. Bu partilerin bugün İsrail halkı içindeki konumu ve barışa yaklaşımlarını göreceksiniz.

1993 Eylülü'nde Oslo'da başlayan barış süreci, İsrail halkının büyük çoğunluğu tarafından memnuniyetle karşılanırken, politikalarını Batı Şeria ve Gazze'deki yerleşim birimleri üzerine kuran dinci ve milliyetçi parti ve akımların üzerinde şok etkisi yapmıştır. Bu gruplardan hiçbiri İzak Rabin'in Filistin Kurtuluş Örgütü'nü tanıyıp O'nun özerklik planını tanıyacağını beklememiştir. Bunun nedeni İsraillilerin tepkilerinden Rabin'in çekineceğidir. Ayrıca Rabin'in mitzvah ve halakhahâyı göz ardı edemeyeceği gerçeğini görebileceği şeklinde görünmektedir. Fakat uluslararası denge ve intifada süreci Rabin'i buna zorlamıştı, bu da dinci kesimin anlamasını zorlamaktadır.

Anlaşma halkın büyük çoğunluğu ve barış yanlısı grupların desteğini almıştır. Dinci ve milliyetçi gruplar; önce şaşkınlık diyebileceğimiz sessiz bir dönem geçirdikten sonra, intifada süreciyle başlayan olaylardan sonra 1990'da hahamlar tarafından kurulan Yesha Konseyi; anlaşmayı protesto etmek için 7 Eylül'de Kudüs'te büyük bir miting düzenlemiştir. Gösteriye 200 bin İsrailli katılmıştır. Fakat bu görkemli gösteriyi tamamlayıcı faaliyetler hayata geçirilememiştir. Parlamento önünde mutat olarak yapılan eylemler ise, kısa sürede piknik havasına dönüşerek etkinliğini yitirmiştir.

Etkili bir kamuoyu oluşturamayan gruplar bu kez "Juda ve Samaria Burası" sloganı ile yeni bir kampanya başlamıştır. Yeşil Hat'ta başlatılan bu kampanyada etiketler, duvar afişleri ve basın ilanları kullanılmıştır. Batı Şeria ve Gazze'yi hayatında hiç ziyaret etmemiş sıradan İsrail vatandaşları hedeflenerek, onları bu toprakların İsrail'in hemen yanı başında olduğu ve güvenlikleri için Filistin'e verilmemesi gerektiği hususunda ikna etmeye ve eylemlere katılmaya çalışmışlardır.

Oslo Anlaşmalarının imzalanmasından sonraki hassas dönemlerde, Hamas ve İslamî Cihad'ın gerçekleştirmiş olduğu eylemler ve bu eylemlerde yerleşimci, asker ve sivillerin hayatlarını kaybetmeleri, Yesha Konseyi'ne yerleşimcileri ateşlemek için altın bir fırsat sunmuştur. Filistin intifadasına karşı bu kez bir "Yahudi saldırıları" baş göstermiştir. Araplara taşlı sopalı saldırılar düzenlenmiştir. Yüzlerce araba ve lastik yakılmış, yollar kesilmiş, mülklere maddi zararlar verilmiş, öldürülme olayları yaşanmıştır. Bu karşılıklı saldırı dalgası Ocak 1994'te zirveye çıkmıştır.3

Oslo Anlaşmaları, Gush Emunim ve Kach üyeleri arasında bir teolojik kriz meydana getirmiştir. Bu kişilerin fikri alt yapıları, Büyük İsrail'in yeniden kuruluşuna ve Mesih'in gelişine endekslenmiştir. Bu iki süreci geciktirdiğine inandıkları Yahudi kaynaklı olsun, dış kaynaklı olsun her türlü gelişmeye düşmanca bakmaktadırlar. İnançlarına göre bu iki süreç birlikte yürümekte ve Mesih'in gelişi için Büyük İsrail'in tesis edilmesi şarttır. Şimdiye kadar bu süreci yavaşlatan 1973 Yom Kippur Savaşı'dır. Bu da aşılmış ve yollarına güzel bir şekilde devam etmişlerdir. Ne zaman ki başbakanları Büyük İsrail'e ulaşma hayallerine anlaşmalarla ihanet etmeye başlamış işte o zaman ne yapacaklarını bilememişlerdir.

Dindar kesim, Yahudilerin İsrail toprağı üzerindeki kalıcı hâkimiyeti ve Filistinlilerin en temel haklarının yok edilmesi konusunda "ikna edici" deliller sağlamada yetenekli olduklarına inanmaktadırlar. Bu argümanları sadece ulusal güvenlik açısından değil, bundan çok daha önemli olan, bu toprakların "Tanrı tarafından verilmiş hakları" açısından ortaya koymaktadır.4

Bu teolojik kökenli krize bazı hahamlar Rabbi Ovadia Yoseph (Shas Partisinin manevi lideri) şu açıklamayı getirmiştir; İsrail'in kutsal topraklardaki tüm Hıristiyan kiliselerini yıkmak için yeterince güçlü olmadığını, aynı şekilde tüm toprakları yeniden ele geçirmek içinde gücü bulunmadığını savunmaktadır. Rabbi Yoseph, bu gerekçeye dayanarak, Yahudi yaşamlarının sona ereceği bir savaşı önlemek için İsrail'in toprak tavizleri yapmasını savunmaktadır.5 Bazıları ise intihar eylemleri de dahil aşırı dini bağnazlığa dönüş yaparak eylemlerini sürdürmüşlerdir. Buna örnek olarak ta 1994 Şubatındaki Kahane ekolünde yer alan ve kendisi de bir Kech üyesi olan Dr. Baruch Goldstein tarafından gerçekleştirilen el-Halil Katliamı'dır.6

İsrail yöneticileri bunu tek "dahi adam" faaliyeti olarak adlandırdıklarından, yanıldıklarını Rabin suikastından sonra anlayacaklardır. Fakat bunu ifadelendirememişlerdir.

Barış karşıtı gruplar el-Halil Katliamı'nı; "sadece bir intikam veya siyasal mesaj eylemi değil, aynı zamanda bir dini eylem ve kutsal görev olarak görmüş, Goldstein'in yaptığı eylem en güzel mana da bir 'kiduş haşem' (Rabb'in Yüceltmesi, takdis)'dır"7 şeklinde değerlendirmişlerdir.

İşte bu zihniyet, Barış Planı'na imza koyan, başbakan ve diğer yöneticiler hakkında yaptıkları yorumlardan biri, haftalık olarak yayınlanan Ha'Shavua'da yayınlanan bir makale şu tahminde bulunmuştur; "Yahudilerin, Rabin, Peres'i darağacı ya da tımarhaneden iki tercih hakkına sahip olacakları bir mahkemede, sanık sandalyesine oturtulacakları gün gelecektir. Bu çılgın ve uğursuz ikili, ya çılgınlar ya da apaçık hain. Rabin ve Peres, Yahudi hafızalarında yerlerini en aşağılık Yahudi olarak garantilemişlerdir. Bunlar, Nazilere hizmet eden dönek Yahudilere benziyor."8

1995 Kasım'ında barış karşıtları Rabin'in "Filistin terörüne" özerklik verdiği iddiasıyla "suçlu bularak" hedef seçmiştir. 1992 yılında Din İşleri Bakanlığı ve Eğitim Bakanlığı'nın ortaklaşa organize ettikleri "Kutsal topraklarda oturan yabancılar için otonomi olabilir mi? Başlıklı sempozyumda, ana konuşmacı Rabbi Shlomogoren bunun "Yahudi dinini reddetmekle eş değer olduğunu" belirtmiştir. Halachahaya göre Yahudiliği inkâr edenlerin öldürmeleri gerektiğini söylemiştir. Ve devamında "Yahudiliğin, Filistinlilere küçük bir kırıntı miktarınca bile olsa özerklik vermeyi yasakladığını" eklemiştir.9

Barış anlaşmasının mimarlarından biri olan Yossi Beilin, İşçi Partisi'nin yerleşimcilerin hiçbir zaman yerlerini terk etmeyeceklerini İsrail kamuoyuna belirtmiş ve 27 Eylül 1995 yılında Maariv gazetesine şöyle bir demeç vermektedir:

"Bizlerin Yahudi yerleşimcileri yüz üstü bırakacağımız yönündeki suçlamalar büyük bir saçmalıktır. Oslo anlaşması, yerleşimcilere kesinlikle dokunulmayacağı ve onların en üst düzeyde güvenliğe kavuşturulmalarını garantilemek için ertelenmiştir. Bu, onlara yönelik büyük bir ekonomik yatırımı gerektiriyor. Yerleşim birimlerindeki durum, hiçbir zaman Oslo Anlaşması'ndan sonraki dönemden daha iyi olmamıştır."10

Barış anlaşmalarının sekteye uğraması gerekiyordu, İsrail devletinin temelini oluşturan aşırı radikal Yahudiler ortalığı kızıştırmak istiyorlardı, önce Hamas liderlerinden Yahya Ayaş'ın öldürülmesi Hamas'ın İsrail'e karşı eylemlerini artırmalarına neden oldu. Bu grupların işine geliyordu, Kasım1995'te ise İsrail-Filistin uzlaşmasında önemli rol oynayan İzak Rabin'in öldürülmesi geldi. "Bu suikastın arkasında yer alan güçlerin kimler olduğu pek açığa kavuşmadı, ancak bu suikast Siyonist kimliği ile öne çıkan Benjamin Netanyahu ve ekibinin iktidara gelmesine zemin yarattı."11

Bütün bunlardan hareketle, Izhak Rabin'in öldürülmesi bir kaza veya bir çılgın tarafından girişilmiş münferit bir eylem değildir. Rabin ve Peres, kutsal İsrail topraklarını başkalarına devretmekten dolayı din Moser (hain, satan) ve "Arap terörüne" çanak tuttuklarından dolayı da din rodef (bir Yahudinin öldürülmesine sebep olan) hükümleri ile şer'an "kanları helal" ilan edilmiştir. Bu nedenle sorgulanan suçlu Yigal Amir'in "Rabin'in yanı sıra Peres'i de öldürmüş olmayı çok istediğini, ancak barış gösterisinde Peres erken ayrıldığı için Rabin'le yetinmek zorunda kaldığı" şeklindeki açıklaması ile düşüncelerini ortaya konmuştur.12 Bu düşünceler bu gün Filistin'le yapılacak her hangi bir anlaşmanın imzacısının sonunu da belirlemektedir.

Mafdal Partisi'nin barış görüşmelerine bakışı, Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında herhangi bir Filistin Devleti'ne razı olmayacakları, Kudüs'ün ve Mabed Tepesi'nin İsrail'in elinde kalmasının zorunluluğu ve herhangi bir yerleşim biriminin ilga edilmesinin söz konusu bile edilemeyeceği şeklindedir.

Bu konuda şunlar ifade edilebilir; İsrail'in yayılmacılığı kutsal metinlerle desteklenen belli bir psikolojinin ürünüdür ve işgal edilmiş topraklara yerleştirilen Yahudiler kutsal bir misyonun öncüsü olarak algılanmaktadırlar.

Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik adlı kitabında İsrail'deki dinci ve milliyetçi akımların ulusal stratejilerini nasıl etkilediklerini şöyle ifade etmektedir:

"Ulusal stratejisini dini sembol ve kutsal metinlerdeki iddialara dayandıran İsrailli aşırı kanat temsilcileri fundamantalizmin ve milliyetçiliğin kesiştiği bir siyasal kültür oluşturmuştur. Bugün İsrail yönetiminin ortaya koyduğu sınırlı barış sürecine bile tahammül edemeyen aşırı sağcılar böyle bir siyasal kültürün ürünüdür. Avrupa'daki gettolardan kurtulan Yahudiler bu siyasal kültürün bir sonucu olarak Filistinliler için sadece bir getto geleceği düşlemektedirler. İsrail'in bu günkü yöneticilerinin küresel ve bölgesel mekanizmalara nüfuz edebilmek için yerel yönetim düzeyinde bazı tavizler vermek zorunda kalmış olmalarının İsrail toplumunda ortaya çıkardığı sıkıntının kaynağı İsrail'in dini sembol ve iddialarla dış politika stratejisi arasında doğrudan bağ kurma geleneğinde aranmalıdır.

....FKÖ, seksenli yıllarda İsrail'in insan hakları açısından çok zor duruma düşüren ve etkin bir mücadele yöntemi olan intifada da Barış sürecine kadar İsrail'in temel başağrısı iken özerk yönetimin kurulmasından sonra Araplar arası bir mesele haline dönüşmüştür. FKÖ ile intifadanın motor gücü olan Hamas arasında gittikçe gerginleşen ilişkiler İsrail'in taktik adımının ne derece etkili olduğunu ortaya koymaktadır.

İsrail'in bu stratejiyi ve onun gerektirdiği adımları atabilmek için öncelikle bölgede İsrail'e yönelik güven bunalımını çözmek zorundadır. Bu güven bunalımını çözmek için bu dönüşüm ile birlikte Yahudi teolojisinde kaynaklanan tarihi iddialarda da ciddi bir reformasyona gitmesi kaçınılmazdır.

...Ortadoğu Barış süreci içinde İsrail'de liberaller ile Ortodoks Yahudiler arasında yaşanan tartışmalar ve aşırı sağcı partilerin sürece yönelttiği tepkiler İsrail'in kendisinin de çok ciddi bir dönüşüm yaşamakta olduğunu göstermektedir."13

Bütün bunlara rağmen sayıları azınlıkta da olsa İsrail'in yayılmacı Siyonist ideolojisine karşı duranlar da vardır. İsrail'de farklı Yahudi mezheplerine bağlı bazı hahamlar tarafından kurulan "İnsan Haklarını Savunan Hahamlar" (Rabbis For Human Rights)'ın genel düşüncesi; 'Allah, babamız İbrahim'i seçtiğinde ona vaatte bulundu: Yeryüzündeki tüm sülaler seninle kutsanacaktır.' diye (Tekvin,12/2) ve İbrahim'in çocuklarına ve onun nesillerine hep haklı ve doğru olanı yaparak Rab'bin yolunu tutmalarını emretti.(Tekvin,18/19) İbrahim'in çocukları olarak, bizlerin bu mirası yerine getirmemiz "merhamet, cömertlik ve içtenlik" göstermemiz gerekir. Tevrat geleneğimize göre, bütün dünya buna hayran olarak demelidir ki, Tevrat'ın özü, haham Hillel tarafından özetlendiği gibi, 'sana kötü gelen şeyi başkalarına yapmamak'tır. Bu, Yahudi halkının tarihsel tecrübesini ve ahlaki bilincini ifade eder. Hem bu tarihsel tecrübe hem de ahlaki bilinç, bizi bizim aramızda yaşayan insanların haklarını savunmaya yöneltmelidir."14

İnsan Haklarını Savunan Hahamlar bu düşüncelerini Tevrat'tan ayetlerle süsleyerek ifade etmeye devam etmektedirler. İngiltere'deki Yahudilerin Başhahamı Prof. Jonathan Sacks, The Guardian gazetesine yaptığı bir açıklama bunu ortaya koymuştur; İsrail'in Filistin topraklarında sivil halka karşı uyguladığı şiddeti kınayarak, "İsrail'in şu andaki durumu Yahudilikle bağdaşmamakta ve Filistin'le olan bu mücadeleleri Yahudi kültürüne zarar vermektedir… Bir Yahudi olarak yaşanan olaylar içinde beni rahatsız eden şeyler oluyor, İsrail askerlerinin, öldürdükleri Filistinlinin üzerine basıp, gülümseyerek poz verdiklerini gördüğümde şok oldum… Kutsal kitapta 36 kez tekrarlanan 'Sürgün olmanın nasıl bir duygu olduğunu bilmek için sürgün edildiniz' buyruğunu görmezden gelemezsiniz. Ben bunu Yahudilik prensiplerine bağlı bir devletin temel projelerinden biri olarak görmüyorum."15

Başhaham Sacks'ın verdiği bu mulakattan sonra çeşitli tartışmalar başlamıştır. İsrail içinde de tartışmalar çıkmışsa da16 çok büyük destekler görmemiştir. Onun içindir ki, dini kesim bu anlamda barıştan yana değil topraktan yana tavır koymayı tercih etmiştir. Bu anlayış, İsrail-Filistin arasında olabilecek anlaşmaları geciktireceği gibi, İslam dünyasının Yahudilere bakışını da değiştirmektedir.17 Bu düşünce değişikliklerini İsrail kamuoyu dikkate almalıdır, Amerika'ya sırtını dayamış bir şekilde İslam dünyası görmezlikten gelinmemelidir. Aksi takdirde yirminci yüzyılın başında Avrupa Yahudilerin başına gelen durum Ariel Şaron'un yaptığı 16 Kasım 2003'deki açıklamaları; 'bütün dünya Yahudilerini İsrail'e kendi devletlerine dönmeleri ve onlar için güvenir toprakların ancak burası olacağı' çağrısı dikkat çekici bir nokta olarak insanların zihinlerinde yer edinmektedir.

Bu tür açıklama ve yorumlar barış konusunu daha çıkmaza sokmaktadır. İsrail'deki dinci ve milliyetçi akımlar bu konuya sağduyulu yaklaşmaya yanaşmamaları olayların çıkmaz bir hal almasına neden olabilmektedir.

Ariel Şaron Yahudileri İsrail'e çağırıp; İsrail'in onlar için güveli olacağını belirtirken, bunun aksine İsrail eski meclis başkanı (1999–2003) Avraham Burg yerleşimcileri suçlayarak İsrail'in artık bir güvenliğinin kalmadığını savunmaktadır. "Beit El ve Ofra gibi Batı Şeria yerleşimlerinde Siyonist olmak çok rahat. Oralarda manzara şahane. Sardunyaların, begonvillerin arasında bakınca işgali görmeyebiliyorsunuz. Filistin yol barikatlarının bir-iki kilometre ötesinden uzanan otoyolda seyahat ederken, kendisine ayrılan bozuk, bloke edilmiş yollarda saatler boyu sürünmek zorunda bırakılan, horlanan Arapların yaşadığı utancı anlamak zor. İşgalciye ayrı, işgal edilene ayrı yol."18 Burg bu konudaki eleştirilerini sürdürmekte ve Filistin halkına uygulanmakta olan baskı ve tecrit politikasını bir gün İsrail'e bir başkaldırı olarak döneceğini ifadelendirmektedir.

"Filistinlilerin çocuklarını önemsemeyi bırakmış olan İsrail, onlar tepeden tırnağa nefrete bürünmüş bir halde gelip, İsraillilerin kendilerini içine kapattıkları hayal dünyalarının göbeğinde kendilerini havaya uçurunca şaşırmamalı. Bizim eğlence mekânlarımızda intihar ediyorlar, çünkü gerçek hayatları bir işkence. Restoranlarımızı kanlarıyla yıkayarak iştahımızı kaçırıyorlar, anneleri, babaları aç ve sefil durumda. Günde bin elebaşını da öldürsek hiçbir şey çözemeyiz, .çünkü liderler alttan geliyor- nefret ve öfkenin kaynağından, adaletsizliğin ve ahlaki çürümenin altyapıları'ndan. Tüm bunlar kaçınılmaz, değişmez, takdiri ilahi olsa, sesimi çıkarmazdım. Ancak işler daha farklı olabilir, bu yüzden haykırmak, ahlaki bir zorunluluktur. Başbakanın halkına söylemesi gereken şey şu: Yanılsamalar dönemi geride kaldı. Karar verme vakti geldi. Atalarımızın topraklarının tümünü seviyoruz ve başka zaman olsa burada tek başımıza yaşamak isterdik. Fakat bu gerçekleşmeyecek. Arapların hayalleri ve ihtiyaçları var.

Ürdün'le Akdeniz arasında eskisi gibi açık ve net bir Yahudi çoğunluk yok. İşte bu yüzden, tüm bu oluşumu bedelini ödemeden devam ettiremeyiz.  Bir yandan Filistinli çoğunluğu İsrail çizmesi altında bastırıp diğer yandan Ortadoğu'daki tek demokrasi olduğumuzu iddia edemeyiz. İster Arap ister Yahudi, burada yaşayan herkes eşit haklara sahip olmadıkça demokrasi olamaz. Dünyanın tek Yahudi devletinde Yahudi çoğunluğu, bu toprakları elimizde tutarak sağlayamayız- bu hem insancıl, hem ahlaki, hem… Yahudi olan yollarla yapamayız."19

Burg, İsrail politikasını eleştirmeye devam etmekte İsrail hükümetini ve partileri sağduyulu olmaya ve biran önce bu meselesinin çözülmesini istemekte ve tercih yapmalarını söylemektedir.

"Demokrasi mi istiyorsunuz? Hay hay. Ya son yerleşimine varıncaya kadar büyük İsrail'i aklınızdan çıkarın ya da Araplar dâhil herkese tam vatandaşlık ve seçme hakkı tanıyın. Bunun sonucunda tabii ki, yanı başımızda Filistin devleti kurulmasını istemeyenler, bunu tam da ortamızda bulur-oy sandığı sayesinde. Başbakan seçenekleri açıkça ortaya koymalı: Ya Yahudi ırkçılığı ya demokrasi. Ya yerleşimler ya her iki halk için ümit. Ya dikenli teller ve intihar saldırılarının yanlış vizyonları ya da iki devlet arasında uluslararası toplum tarafından tanınan bir sınır ve Kudüs'te ortak başkent. Ama onlar tereddütleriyle zaman kaybettikçe, iyiliğin güçleri de ümitlerini kaybediyor. Kesin çizgileri olan bir konum ortaya koymaktan kaçınan kim varsa çöküşe de katkıda bulunuyor. Bu olay İşçi Partisi'yle Likud'un veya sağ ile solun değil; doğru ile yanlışın, kabul edilebilir olanla kabul edilemez olanın mücadelesi. Kanunlara uyanlar ile karşı gelenlerin. Şaron hükümetinin yerine bir yenisi değil, bir ümit vizyonu lazım, Siyonizm'in ve değerlerinin yıkımına getirilecek bir alternatif lazım. Dışarıdaki dostlarımız da (Yahudiler ve Yahudi olmayanlar, devlet başkanları ve başbakanlar, hahamlar ve dinle ilgisi olmayanlar) bir seçim yapmalı. Ellerini uzatıp, İsrail'in yol haritasını bir barış, adalet ve eşitlik toplumu olarak diğer ülkelere ışık tutacağımız günlere götürecek şekilde kullanmasına yardım etmeli."20

Bu tür sağduyulu yaklaşımlar İsrail toplumunda varlığını artırmaya devam ettikçe, meselenin çözümünün sağlanması daha kolay olacaktır.

Şarm el-Şeyh'de başlayan barış görüşmelerinde Şaron bunları görecek mi? Hiç zannetmiyorum. Şaron'un tutunmuş olduğu yol, daha çok zaman kazanmaktır. Uluslararası baskıları engellemek ve başlaması gerektiği söylenen ve dayatılan barış görüşmelerine katılmak zorunda kaldığı içindir. Gazze'yi boşaltacağını söyleyerek, Batı Şeria'ya daha iyi yerleşmektir. Çünkü Gazze'yi boşaltacağını ifade etmesi bile İsrail Ordusu'nda bu emri dinlemeyeceklerine dair ordudaki askerlerin imzaları şimdiden beş bini buldu. Bu barış masasına otururken dinci ve milliyetçi bir partinin lideri ve bir başbakanda olsa, bu gurupların düşüncelerini görmezlikten gelemez. Bu nedenle barış görüşmeleri, ilerde İsrail'in kendi içinde bir iç çatışmayı yaşayacağı, şimdilik bu,  gebelik dönemini yaşadığının bir göstergesi olacaktır.

İsrail'deki Dinci ve Milliyetçi Akımlar

I. Agudat Yisrael Partisi

1912 yılında Alman ultra Ortodoks Yahudileri tarafından kurulmuş anti-Siyonist ve dini bir partidir. Parti İsrail Devleti'nin kurulmasına ve İbranicenin günlük dil olarak kullanılmasına karşı çıkmakla birlikte kendi eğitim kurumlarının devlet tarafından kabul edilmesi ve kurulan İsrail Devleti'nde belli dini kurallara uyulması (Anayasa yapılmaması, şabat ve koşerlik kurallarına uyulması, dindar gençlere askerlik mecburiyetinin getirilmemesi gibi) şartıyla devletin kurulmasına karışmamıştır. Dış politika ve barış konusunda barışçıl bir çizgi izlemiştir. Toprak konusunda ise "vadedilmiş toprakların hala vaad edilmiş olduğunu, henüz verilmemiş olduğunu" ileri sürmektedirler.21

II. Degel Ha Torah Partisi

Ultra-Ortodoks eksenli partidir. Haham Yosef Shalom'un ruhanî önderliğinde 1992 seçimleri öncesinde kurulmuştur. Litsonyalı dindar Yahudilerin partisi olarak Degeh Ha Torah, Agudat Yisrael Partisi ile Birleşik Tevrat Cephesi (Yahdut Ha Torah) adı altında birleşik bir liste oluşturmuşlardır. Haham Parush'un liderliğini yaptığı parti Agudat Yisrael'in geleneksel anti-Siyonist tutumuna rağmen Filistinlilerle yapılan müzakerelere ve bir Filistin Devleti'nin kurulmasını istememekte ve buna karşı bir politika izlemektedir. Dini konularda var olan geleneğin korunmasından yana olan parti 1999'da girdiği seçimlerde milletvekili sayısını ikiden beşe çıkarmıştır. Bu da anti-Siyonist çizgiden Siyonist çizgiye ait düşüncelere, Filistin politikası konusundan kayması gelecek için büyüme vadeden bir ultra-Ortodoks parti olduğunu ispat etmiştir.22

III. Likud Partisi

İsrail'deki en önemli sağ partidir. 1973 yılında Gahal ve Herut'un kontrol ettiği küçük grupların bir araya gelmesiyle kurulmuştur. Herut ise 1948 yılında Menachem Begin tarafından kurulan radikal sağ görüşlü Revizyonist Siyonist partidir. Temelini İrgun terör örgütünden almaktadır. Herut özgürlük manasına gelmektedir. 1965 yılına kadar seçimlere tek başına katılmıştır. Bundan sonra Liberal Blokla birlikte kurduğu ittifaktan Gahal ittifakı çıkmıştır. 1973 yılına kadar iki parti olarak kalmışlardır. 1973 yılında Likud ittifakına dönüşmüştür. Uzun yıllar Likud'un ana partisi olma konumunu sürdürmüştür. Oluşumunda emekli bir general olan "Şabra ve Şatilla Kasabı" unvanı sahibi Ariel Şaron öncü olmuştur. 1977, 1981 ve 1984 seçimlerinden sonra kurulan hükümetlerin büyük ortağı olmuştur. Bu parti sırasıyla Menachem Begin (Irgun Terör Örgütünün kurucusu), Yıtzhak Shamir, Benyamin Netanyahu ve Ariel Şaron tarafından yönetildi. Parti temel prensip olarak Batı Şeria ve Gazze şeridi üzerindeki Yahudi idaresinden taviz vermemeyi esas almıştır.23

Buna rağmen 1993'te başlayan Oslo sürecine katılmıştır. Fakat Netanyahu'nun "güvenli barış" tezi çerçevesinde fazla bir yol kat edememiştir. Netanyahu'nun seçimi kaybetmesinden sonra 2001 yılında Ariel Şaron'un liderliği altında daha radikal bir çizgiye kaymıştır. Likud ülkenin Sefarad ve Mizrahi (Doğu Yahudiliği) tabanından destek bulmuştur. Ve 28 Ocak 2001 yılında yapılan seçimlerde birinci parti olarak çıkmıştır. El-Aksa İntifadası'nın başlama nedeninin Şaron olduğu da söylenmektedir.

"Filistin topraklarının İsrail ordusu tarafından kuşatılıp şiddetin doruğa tırmandığı bir dönemde yaptığı açıklamada, Ariel Şaron 'kayıplarını artırmalıyız ki bu yolla bir şey kazanamayacaklarını anlasınlar… Onları vurmalıyız, bir daha bir daha vurmalıyız, bunu iyice anladıklarına kanaatimiz gelene kadar' yorumunu yapmaktan çekinmemektedir. Likud Partisi üyesi Meir Sheetrit ise Parlementoda yaptığı konuşmada, İsrail ordusunun Filistin topraklarında uyguladığı şiddeti desteklediğini söylemiş ve 'Filistinliler barış istiyoruz diye can havliyle bağırıncaya kadar vurulması gerektiğini' savunmuştur."24

Şaron'un Filistinlilere karşı izlemiş olduğu politika ve daha öncesinde Filistinlilerin zihninde yer almış olduğu konum itibariyle güven arzetmemektedir. Bu nedenle Şaron ve Mahmut Abbas'la başlayan Yol Haritası barış görüşmeleri, Şaron'un açıklamalarıyla sekteye uğramıştır. Çünkü Şaron dünyadaki Yahudileri İsrail'e davet etmekte ve bu toprakların Tevrat'ta geçtiği gibi İsrailoğullarına ait olduğuna inanmaktadır. Yapılan görüşmeler ise uluslararası arenada zor duruma düşen İsrail'in barışın karşısında değil yanında olduğunu göstermek içindir. Onun içindir ki yapılan görüşmeler hiçbir sonuç vermemiştir.

IV. Gush Emunim (İnançlılar Bloğu)

Kendilerini Batı Şeria ve Gazze'de Yahudi yerleşim birimleri inşa etmeye adayan Mesihi harekete mensup kişilerin 1974 yılında kurduğu parlamento dışı örgüttür. Örgüt din endeksli Siyonizmin ideallerini ancak Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde daha fazla yerleşim yeri sağlayarak gerçekleştirebileceğine inanmaktadır. Fikir babalığını Mafdal'ın manevi lideri Haham Zvi Yehuda Kook'un yaptığı hareket Yahudi Dirilişi'nin hem ruhani hem de fiziki boyutlarının olduğuna inanır ve yerleşimcilik faaliyetlerinin yanı sıra İsrail'e göç ve eğitim gibi konularla da ilgilidir.

Gush Emunim yerleşim yerleri konusunda ilk yardımlarını o dönem İsrail Savunma Bakanı olan Şimon Peres'ten almışlardır. Peres sayesinde İsrail'in Yahudi yerleşimleri konusundaki politikasını değiştirmeyi başardılar.25 Böylece Batı Şeria'nın her yanı ile Gazze'nin önemli bölümlerinde yayılmayı sürdüren Gush Emunim taraftarları İsrail toplumu içindeki ve İsrail hükümeti üzerindeki etkisini ispatlamış olabilmişlerdir.

Gush Emunim sadece sağ ve dini partilerle ilişki kurmamıştır. Bunun yanında sol partilerle de ilişki kurmaya çalışmışlardır. Dinci parti olan Mafdal ile ilişkileri belli bir dönem çok iyi giderken, 1978'den sonra Mafdal ile bağlarını koparıp bir yeraltı örgütü olan Amana'yı kurması hareketin toplumsal tabanını zayıflatmakla birlikte hareket bundan sonra Tehiya ve Morasha partilerinin içine sızmayı başarmıştır. 1986 yılından sonra da Mafdal ile yeniden ilişki kurmayı başarmıştır. Bugün Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki yerleşim birimlerinin büyük çoğunluğu ideolojik olarak olmasa da kurulma aşamasında Gush Emunim ile irtibatlı olmuş yerleşimlerden müteşekkildir. Gush Emunim üyesi Haham Moshe Levinger bu yerleşimlere öncülük yapmıştır. Bnei Akiva Yeshivası ve Merkoz Harav'da (ki bu merkezler Mesihi Siyonizmin öğretileri çerçevesinde eğitim vermektedirler. Gush Emunim lider kadrosu bu merkezlerde yetişmiştir) eğitim görmüştür. 1967 Savaşı'ndan sonra kendini Yeşil Hat'ın dışında yerleşimcilik faaliyetlerine adamış, çok tartışılan Kiryat Arba ve Elon Moreh gibi yerleşim birimlerinin kurulmasına öncülük etmiştir. İşçi Partisi'nin yerleşimcilik faaliyetlerine karşı açlık grevi, protestolar ve illegal yerleşim konularında farklı bir yol izlemiştir. 1988'de masum bir Filistinliyi öldürmekten 5 ay hapis yatmıştır. İsmi Filistinlilere karşı yapılan bir dizi terör örgütleriyle birlikte anılmaktadır. Hatta adı Başbakan İzak Rabin'in öldürülmesi olayına karışması iddiadan da öte ifadelerdir.26

Gush Emunim ile ilgili ilginç bir konuda bu hareketin tüm hahamlarını Aşkenazi kökenli olmalarıdır. Bu hahamlar içinde halen Oriental Yahudilerin bulunmaması düşündürücüdür.27 Buna rağmen bu gruba dâhil Yahudiler ve Likud seçmeni de bu hareketi desteklemektedir.28 Hareket bu desteği almasını Tevrat'ta geçen İsrail toprağının sınarlarına bağlı kalması ve bu konuda herhangi bir tavizde bulunmamasına bağlamaktadır. Gush Emunim için bugünkü Sina bölgesi ve Lübnan ülkesi Yahudi topraklarının bir parçasıdır ve muhakkak surette İsrail tarafından özgürlüklerine kavuşturmalıdır.29

Gush Emunim taraftarları bırakın barış anlaşmalarının hangi boyutta olması konusu, Filistinlerle hiçbir şekilde görüşülmemesi gerektiği ve Tevrat'ta belirtilen o doğal kutsal sınırlara ulaşılıncaya kadar yerleşim yerlerinin açılması ve dünya geneline dağılmış olan Yahudilerin bu "Rab tarafında kendilerine bağışlanmış olan bu topraklarda" halakhahanın gereklerini yerine getirerek huzur içinde yaşayacakları yer olarak bakmaktadırlar.

Yahudiler bu sınırları Tevrat'ta geçen şu sözlere dayandırarak isteklerini gerçekleştirmek isterler; "Uyumamız için size bildirdiğim bu buyrukları eksiksiz yerine getirir, Tanrınız Rab'bi sever, yollarında yürür, O'na bağlı kalırsanız, Rab bu ulusların tümünü önünüzden kovacak. Sizden daha büyük, daha güçlü ulusların topraklarını mülk edineceksiniz.

Ayak basacağınız her yer sizin olacak. Sınırlarınız çölden Lübnan'a, Fırat Irmağı'ndan Akdeniz'e kadar uzanacak.

Hiç kimse size karşı koyamayacak. Tanrınız Rab, size verdiği sözü uyarınca, ayak basacağınız her yere dehşetiniz, korkunuzu saçacaktır.

Bakın, bugün önünüze kutsamayı ve laneti koyuyorum:

Bugün size bildirdiğim Tanrınız Rab'bin buyruklarına uyarsanız kutsanacaksınız.

Ama Tanrınız Rab'bin buyruklarını dinlemez, bilmediğiniz başka ilahların ardınca giderek bugün size buyurduğum yoldan saparsanız, lanete uğrayacaksınız."30

Bu sınırlar farklı yorumlara neden olsada Gush Eminum'un yeni yerleşim yerleri açmada göstermiş olduğu aktif durum bu haritanın onlar tarafından benimsendiği anlamını taşıdığı söylenebilmektedir. Bu anlayış tabiî ki toprak üzerine yapılacak bir anlaşmanın hiçbir şekilde kabul edilmeyeceği, böyle yapılacak bir anlaşmanın ihanet sayılacağı bu hareket tarafından kabul edilegelmiştir. Anlaşmaların yapılmaması için her yolun denenmesi mubah görülmüştür. Filistinlilere yönelik yapılan saldırı ve baskıda bu yukarıda geçen ayetlerin gerekleri olarak kabul edilmiştir.

V. Kach Partisi

1971 yılında Haham Meir Kahane (Martin David) tarafından daha önce New York'ta kurduğu Yahudi Savunma Ligi adlı örgütün devamı olarak kurulan siyasi bir harekettir. Kach ismini 1973 yılında benimsenmiştir. İbranice anlamı "işte böyle" olan ifadenin arkasında İrgun'un "rak kack" (ancak böyle) sloganının olduğu iddia edilmiştir. 1973 ve 1977 seçimlerinde, İsrail'in Yahudi Şeriatına göre yönetilmesi ile Arapların askerlik ve diğer vatandaşlık görevlerini yerine getirmek şartıyla ülkede kalabilecekleri sloganlarıyla giren parti gerekli oy barajını aşamamıştır. 1984 seçimlerine ise Arapların sürekli nüfus artışıyla bir gün Yahudilerden daha kalabalık olacakları gerekçesiyle sürgün edilmeleri gerektiği sloganıyla giren parti, Meir Kahane'yi milletvekili yapmayı başarmıştır. Parti bir taraftan Arapların gönüllü ya da zorunlu olarak sürgününü teşvik ederken diğer yandan da Camp David Anlaşmalarının ilgası, otonomi planının iptali ve "Arap terörüne" karşı Yahudi terör örgütünün kurulmasını talep etmiştir. Parti 1986 yılında İsrail Yüksek Mahkemesi'nin kararıyla yasadışı ilan edilmiştir.31 Kahane'nin söylemi oldukça açık, nefret dolu ve tehdit edicidir:

"Araplar bizim içimizde bir kanserdir, kanser, kanser. Ama cesaret edip bunu söyleyebilecek tek adam yok... Ben sizlere aslında hepinizin kalbinizin derinliklerinde hissettiğiniz şeyi söylüyorum. Tek bir çözüm var, başka hiçbir çözüm, öyle kısmı çözüm falan yok: Arapları defetmek! Bana nasıl diye sormayın... Beni iki aylığına savunma bakanı yapın, etrafta tek bir hamam böceği kalmayacaktır. Sizlere temiz bir İsrail vaat ediyorum! Bana onların hakkından gelmek için yetki verin!"32

Böyle bir atmosferde Arap ve Müslüman karşıtı söylem İsrail'de özellikle Batı Şeria yerleşimcileri arasında milliyetçi ve dinci sağ partilerde büyük ağırlık kazanmıştır. Bundan sonra yeraltına çekilen Kach, illegal olarak varlığını sürdürmüştür. Örgüt, özellikle 25 Şubat 1994 el-Halil'de İbrahim Camii'nde Baruch Goldstein, tarafından Filistinlilerin katledilmesi olayından sorumlu tutulmuştur.33

VI. Mafdal Partisi

Miflaga Datit Levmit (Din Eksenli Milliyetçi Parti): İsrail'in en etkili Siyonist din eksenli partisidir. 1956 yılında Mizrahi ve Ha Poel Ha Mizrahi Partilerinin birleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Mizrahi Partisi'nin, İsrail'in dirilişinin insan gayreti ile basamaklı olarak gerçekleşeceği ve pasif mesihi bekleyişin bir işe yaramayacağı, dirilişin dindar olsun laik olsun bütün Yahudi milleti için vadedilmiş olduğu, dolayısıyla din eksenli partilerin laik Siyonistlerle işbirliği yapmaları gerektiği ve dirilişin ancak Tevrat'ın kuralları çerçevesinde bir ülke kurmakla gerçekleşebileceği, dolayısıyla herkesin dine dönüşü için her türlü gayretin gösterilmesi gerektiği düşüncesindedirler. Haham Avraham Yıtzhak Hacohen Kook ve oğlu Haham Zvi Yehudi Kook'un din eksenli Siyonist görüşünü benimsemiş olan parti İsrail'in kuruluşundan sonraki hemen bütün hükümetlerde koalisyon ortağı olarak yer almıştır. Haim Moshe Shapira, Yosef Burg ve Zvulun Hammer gibi isimlerden sonra Effi Eitam'ın başkanlığını yaptığı parti, tarih süreci içinde sürekli olarak din eksenlilikten milliyetçiliğe doğru kaymıştır. Effi Eitam'ın liderliğinde ırkçı bir partiye dönüşme sinyalleri veren parti İsrail'deki yerleşimcilik faaliyetlerinin bir numaralı destekçisi konumundadır.34

1988'de Mafdal'ın sürekli sağa kaymasına tepki gösteren bir grup bu partiden ayrılarak Meimod Miflage Yehudit Modernit Datit (Modern Yahudi Din Eksenli Parti) kurmuşlardır. Bu Parti Batı Şeria ve Gazze Şeridi topraklarını kutsal görmekle birlikte, insan hayatını kurtarmanın toprakları elde tutmaktan daha önemli olduğu teziyle Ehud Barak'ın "barış için toprak tavizi" tezine destek vermiştir. Ayrıca 1983 yılında da Mafdal'ın din eksenli politikalarını ikinci plana itmesinden rahatsız olan bir grup üye 1981 seçimlerinde Knesset'e girmeyi başaramayan Poalei Agudat Yisrael'in bazı üyelerinin kurduğu din eksenli aşırı milliyetçi Siyonist Partiyi (Morosho) kurmuşlardır. Parti, yerleşimcilik faaliyetlerine olan desteğini korumuş ve din eksenli politikalar konusunda tavizsiz bir çizgi belirlemiştir. 1986'da Mafdal'ın aşırı milliyetçiliğe kayışı eski üyelerin geri dönmesini sağlamıştır.

VII. Moledet (Homeland) Partisi

1987 yılında General Rehavem Ze'evi tarafından kurulan radikal sağ bir partidir. Bu partinin Lehi örgütünden ayrılarak Anavatan cephesini kuran Hazit Ha'Moledet'in devamı olduğu ve İsrail-Filistin arasında barış anlaşması için çaba sarf eden BM elçisi Graf Folke Bernadotte'ye suikastı da yönetenlerin bu zat olduğu söylenmiştir.35 Partinin en önemli ideali, işgal altındaki topraklarda yaşayan Filistin halkının tahliye edilmesidir. Bu idealine bağlılığının bir ifadesi olarak 1990 yılında katıldığı Likud hükümetinin Madrid Konferansı'na katılmasını protesto ederek hükümetten ayrılmıştır. Kach Partisi'nin bir devamı olarak kabul edilen Moledet 2001 yılında lideri Rehavam Ze'evi'nin öldürülmesinden sonra Benny Elon'un başkanlığında Avigdar Lieberman'ın Yisrael Beitneinu partisiyle seçim ortaklığı kurarak Milli Birlik Partisi'ni oluşturmuştur.36

VIII. Tehiya Partisi

1979 Likud Partisi hükümetinin Mısır'la yürütmekte olduğu barış görüşmelerini protesto eden Herut'un merkezi kadrosu, İsrail Toprağı Hareketi ve Gush Emunim tarafından kurulan radikal sağ partidir. Partinin ismi "diriliş" anlamına gelmektedir. Parti 1980 yılında kabul edilen Kudüs'ün İsrail'in birleşmiş başkenti ilanını sağlayan yasanın altına imza atarak gündeme oturmuştur. 1982 yılında İsrail'in Sina'daki Yamit yerleşiminden çekilmesine karşı kampanyanın merkezi üssü konumunu yürütmüştür. 1984 seçimleri öncesinde Tzomet Partisi Tehiya'ya katılarak, partinin gücünü daha artırmıştır. 1988 seçimlerinde Tzomet'in partiden ayrılmasıyla güç kaybeden parti 1992 seçimlerinde milletvekili çıkaramayarak tarihe karışmıştır.37

IX. Tzomet Partisi

1984 yılında General Rafael Eitan tarafından kurulan radikal sağa mensup siyasi bir partidir. 1984 yılında Tehiya ile birleşen parti, 1987 yılında kendi içinde bölünmeler yaşamıştır. 1988'de Tehiya'dan ayrılarak kendi başına seçimlere katılan Tzomet 1996 yılında Likud ile seçim ittifakı yapmış 1999 seçimlerinde milletvekili çıkaramayan parti Oslo Anlaşmaları'na ve Golon Tepeleri'nde yapılacak toprak tavizlerine karşı çıkmaktadır.38

X. Shas Partisi

Shomre; Torah Sephordim (Sefarad Tevrat Bekçileri), Siyonist olmayan ultra-Ortodoks din eksenli Sefarad Partisi'dir. Parti 1984 yılında Agudat Yisrael'den ayrılarak kurulmuştur. Ruhani lideri Haham Rabbi Ovadia Yoseph'in yönlendirmeleriyle Oslo Anlaşmaları'na destek vermiş; ancak din endeksli politikalarında asla taviz vermemiştir. 1984'teki iki milletvekilinden 1999 yılında 17 milletvekiline ulaşan Shas Partisi bugün İsrail'in üçüncü büyük partisidir. Haham Rabbi Ovadia 18 Eylül 1989'da yazdığı, bir makalede şunları dile getirmektedir; "İsrail'in kutsal topraklarındaki tüm Hıristiyan kiliselerini yıkmak için yeterince güçlü olmadığını, aynı şekilde tüm toprakları yeniden ele geçirmek için de gücü bulunmadığını savunmaktadır. Bu gerekçeye dayanarak, Yahudi yaşamlarının sona ereceği bir savaşı önlemek için, İsrail'in toprak tavizleri yapmasını"39 savunmaktadır.

XI. Yesha Hahamlar Konseyi

İntifada'nın zirveye çıktığı 1990 yılında kuruldu. Amacı, Filistin şiddetine karşı yerleşimci tepkisini de içine alan eleştirel sorulara cevap aramaktır. Konseyin önde gelen hahamları, politik kimlikleri olan şahıslar değillerdir. Zaten içinde bulundukları grubu bir "hareket" olarak da tanımlamamaktalar. Kurucuları, yalnızca sorulan sorulara cevaplamakla yetinmektedirler.40

XII. Chai Ve-Koyam

Bu örgütün fikir babalığını, 1980'lerin Yahudi yeraltı örgütünün ideologluğunu, Mescid-i Aksa'yı havaya uçurma planının mimarı Yehuda Etziyon yapmıştır. Örgüt, intifada yılları boyunca, yer yer vandalizme kaymış ve Araplara karşı provokasyon ve linç de dahil olmak üzere eylemlere girişmiştir. Bu dönemde varlığı devam eden intifada bir noktaya kadar örgüte bir varlık sebebi ve meşruiyet tabanı hazırlamıştır.

1990'lı yıllarda Filistin kaynaklı şiddetin azalması Chai Ve-Kayam üyesi eylemcilerin kendilerini farklı bir alana kaydırmalarına yol açmıştır. Fakat örgütün eylemcileri, kanunen ibadet amaçlı olarak girmeleri yasak olan Mabet Tepesi'nde toplu ibadet yapmaya çalışarak hükümete karşı sivil itaatsizlik eylemlerini sürdürmüşlerdir. Buna karşı hükümet Chai Ve-Kayam üyesini tutuklamıştır.

Chai Ve-Kayam, yerleşim birimlerinde yaşayan insanların devlet tarafından kandırıldıklarını öne sürerek bu insanlara hükümet kurumlarından ayrılma ve vergi vermeme çağrısı yapmışlardır.41 Bu çağrılarında genel bazda geniş destek bulmamışsa da din eksenli radikal Siyonistlerden destek görmüştür. El Aksa İntifadası sonrası İsrail'den göç bu nedenle Siyonistleri endişelendirmektedir.

XIII. Otonomi Planını Durdurmak İçin Mücadele Merkezi

1991 yılında Kiryat Arba yerleşim yeri yöneticisi El-Yakim Ha'etzni tarafından kurulmuştur. Örgütün kurulmasının ardında yatan korku, o dönemde İspanya'nın başkenti Madrid'de yapılan uluslararası konferansta hükümetin, Filistinlilere Batı Şeria ve Gazze'de geniş bir özerklik planı teklif etmiş olmasıdır. Filistin'e özerklik verilmesi, Ha'etzni'nin Camp David'den bu yana yıllardır görmek istemediği bir kabustur. 1968 yılından beri aşırı sağın bir unsunu olan Ha'etzni, Filistin'e verilecek bir özerkliğin Filistin Devleti'ne giden yola öncülük yapacağı ve bunun da Filistin topraklarındaki Yahudi varlığının, sonu anlamına geldiği kanaatini taşımaktadır. Ha'etzni'nin kişisel mücadelesi sağ partileri tarafından Moledet ve Tehiya'da büyük oranda, Izhak Şamir'in uyguladığı politikalarda da kısmen kabul görmüştür.42

Dipnotlar:

1- Fred Hallıday, İslâm ve Çatışma Miti, çev. Umut Özkırımlı, Gülberk Koç, İstanbul, Sarmal Yayınevi, 1998, s. 211.

2- Halliday, s. 212.

3- Yılmaz Mehmet, Radikal Sağın İsrail Dış Politikasına Etkisi, İstanbul,  Zaman Kitap, 2003. s. 155–156.

4- Shahak Israel, Norton Mezvinsky, İsrail'de Yahudi Fundementalizmi, çev. Ahmet Emin Dağ, İstanbul, Anka Yayınları, 2002,  s. 47.

5- Shahak, a.g.e, s. 49–50.

6- Yılmaz, age, s. 157; Sahak, age, s. 170–172.

7- Yılmaz, a.g.e, s. 158.

8- Shahak, a.g.e, s. 75.

9- Shalak, a.g.e, s. 137.

10- Shahak, a.g.e, s. 148.

11- Yavuz Gökalp Yıldız, Global Stratejide Ortadoğu, İstanbul, Der yayınları, 2000, s. 97

12- Yılmaz, a.g.e, s. 158.

13- Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, 2. Baskı İstanbul,  Küre yayınları, 2001, s. 387–389.

14- Yakup Âdem, Siyonizm Felsefesi, İstanbul, Güneş Yayıncılık, 2003, s. 148

15- Yakup, a.g.e, s.152–156

16- Ha'aretz, 30.08.2002

17- Malezya Başbakanı Mahatir Muhammed'in İKO toplantısında yaptığı konuşma bu anlamda dikkat çekicidir.

18- Avraham Burg, "Siyonizm'in Sonu Yakındır", The Gurdian'den 15 Eylül 2003) iktibas ve Tercüme eden; Kuzey Yıldızı, 31 Ekim 2003, s. 1.

19- Burg, a.g.e, s. 1.

20- Burg, a.g.e, s. 4.

21- Yılmaz, a.g.e, s. 183.

22- Yılmaz, a.g.e, s. 187–188.

23- Yılmaz, a.g.e, s. 199.

24- Âdem Yakup, Siyonizm Felsefesi, İstanbul, Güneş Yayıncılık, 2003, s. 137.

25- Israel Shahak, Norton Mezvinsky, İsrail'de Yahudi Fundamentalizmi, (çev. Ahmet Emin Dağ), İstanbul, Anka yayınları, 2002, s. 108.

26- Shahak, a.g.e, s. 107–165; Abdullah Abduldaim, İsrail ve Huviyetuha el-Mumzake, Beyrut, Merkezu Deraset el-Vahide el-Arabiye, 1977, s. 95–109.

27- Shahak, a.g.e, s. 96–99.

28- Shahak, a.g.e, s.128.

29- Shahak, a.g.e, s.133.

30- Kitab-ı Mukaddes ve Yeni Ahit, Tensiye, 11/22–28

31- Vincent Monteil, İsrail'in Gizli Dosyası: Terörizm, (çev. Ergun Göze), İstanbul, Boğaziçi yayınları, 1995, s. 37.

32- Holliday, a.g.e, s. 213–214.

33- Reıch, a.g.e, s. 286–287.

34- Yılmaz, a.g.e, s. 200.

35- Shaoul, a.g.e, s. 83.

36- Yılmaz, a.g.e, s. 203; Reich, a.g.e, s. 351.

37- Yılmaz, a.g.e, s. 207

38- Reich, a.g.e, s. 509; Yılmaz, a.g.e, s. 207.

39- Shahak, a.g.e, s. 49–50.

40- Yılmaz, a.g.e, s. 153.

41- Yılmaz, a.g.e, s. 154.

42- Yılmaz, a.g.e, s. 154.