İslam'ın Ruhunu Kavramak

Muhammed Furkan

Kur'an'ı anlayarak okuyanlar, tarih boyunca hakikatleri kavrayan insanların çoğunlukta olmadıklarını görür. Doğruları anlamak ve özümsemek çok az kişiye nasip olmuştur. Konuları isabetli tahlil etmek, özgür bir irade, özgün bir bilinç, objektif bir yaklaşımın yanında geniş bir ufuk gerektiriyor. Şüphesiz bunları gerçekleştirebilmek için çaba gerekiyor. Bu çaba bireyin yapamayacağı ağır bir çaba değildir. Çünkü Allah (cc), kullarının kaldıramayacağı bir yükü yüklemez. (Bakara, 2/286.)

Müslümanlar yaşadıkları cahiliye toplumunun hurafe, bidat ve her türlü vahiy dışı anlayışlarını o kadar kanıksamışlar ki inançta ve günlük yaşantıda hakikatlerin bunlardan ibaretmiş gibi bir kanaate sahip olabilmektedirler. En üzüntü verici olanda zaman zaman bu yanlışların bazı akademisyen ve aydınlar tarafından da yapılmasıdır.

Tevhidi bilinci anlamak ve içselleştirmek, her insanın öncelikli görevleri arasındadır. Sahih bir akide ve salih bir amel varoluşumuzun temel gayesi olmalıdır. Bu da ancak düşünce ve davranışlarımızın tümünü vahiy dışı unsurlardan arındırmakla mümkündür. Vahyi anlamada kaynağımız Kur'an ve sünnet olmalıdır. Kur'an ve mütevatir sünnetteki bilgiler kat'idir. Bu iki kaynak dışındaki bilgiler zannidir. Fikirlerinin kaynağını kat'i delillerden almayanların büyük yanlışlara düşmeleri kaçınılmazdır.

İlahi dinler, hak dinler, İbrahimî dinler, semavi dinler vb. tabirleri kullananların sahih kaynaklardan delil getirmeleri imkansızdır. Çünkü ne Kur'an'da ne de hadislerde böyle tabirler geçmemektedir. Bu söylemi dile getirenleri iki kısma ayırabiliriz: Bilgi eksikliğine sahip olanlar ve doğruları bildikleri halde tahrif edenler. Doğruları bildikleri halde tahrifatta bulunanların vebali çok daha ağırdır. Emperyalistlere, küfür güçlerine ve uzantıları olan işbirlikçilere şirin görünmek için bu tür eğilimlere girebilmektedirler. Aslında yapılmak istenen Yahudi ve Hıristiyanları hak din çerçevesine yerleştirmektir.

Kur'an'ı iyi inceleyenler şunu göreceklerdir ki, ayetlerde hak din tekil, batıl dinler ise çoğul geçmektedir. Hak din İslam'dır (Allah katında din İslam'dır.);  batıl dinler ise Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dışındaki bütün dinlerdir.

İslam ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem'den son peygamber Hz. Muhammed'e kadar gönderilen bütün peygamberlerin ortak dinidir. Keza, kıyamete kadar peygamberlerin yolunu takip eden muvahhidlerin dinidir.

Tüm peygamberlere inen ilahi mesaj özü itibariyle aynıdır (Nahl, 36). Rabbimiz değişik zamanlarda bazı peygamberlere kitap indirmiştir. Bu kitapların ihtiva ettiği temel konular aynıdır. Allah'ın vahdaniyetine, uluhiyetine, rububiyetine, ahiret gününe iman, tağutla mücadele ve adaleti ikame etme vd.

İlahi kitaplardaki hukuk sistemi (şeriat) hepsinde aynı olmakla birlikte bazı konularda şekli değişiklikler görülebilir. Söz gelimi namaz, zekat, oruç tümünde vardır. Farklılık namazda kıble, oruçta gün sayısı ve zekatta nisab miktarındadır. Bu şekli farklılığa rağmen, Yüce Allah, tüm bunları İslam dininin birer cüz'ü  olarak nitelendirmiştir. (Tefhim'ul-Kur'an, cilt: 5, s. 214). Bu şekli farklılıkta çelişki ve ihtilaf yoktur, mahiyet itibariyle ve zaman unsuru dolayısıyla sadece farklı emirler söz konusudur. (Tefhim'ul-Kur'an, cilt: 5, s. 215) Bütün bu şekli farklılıkları imtihan vesilesi olarak algılamak gerekmektedir. (Maide, 48)

Bu şekli farklılığın mahiyetini anlamayanlar öyle yanlış bir noktaya geldiler ki farklı zamanlarda Allah'ın birden fazla din göndermiş olduğunu zannettiler. Halbuki Yüce Allah'ın bütün insanlığa gönderdiği din, tek bir dindir. Ve hukuki kuralları ihtiva eden şer'i nizam da bu dinin çerçevesi içindedir.

Tevhidi düşünceyi bulandırmaya çalışanları mazur görmek mümkün değildir. Kur'ani deliller doğrultusunda fikirlerinin yanlışlığı kanıtlanmalı ve onlara cehennem azabı hatırlatılmalıdır.

Allah'ın dini İslam'ı, onun rızasına uygun anlayıp yaşayanlara ne mutlu!

ADANA