İslami Yenilenmenin Kökenleri

Halime Gerçek

Hasan el-Benna'nın büyük kızı anneme Ondan sonra asla şiddet kullanmadan hapishaneye işkencelere, sürgüne veya ölüme maruz kalanlara; para için, mevki için ya da kabul görmek için inançlarına, vicdanlarına ihanet etmeyenlere...

Böyle bir ithafla başlayan İslami Yenilenmenin Kökenleri/Afgani'den el-Benna'ya Kadar İslam Islahatçıları adını taşıyan kitap Afgani'den Benna'ya ilk ıslahatçı düşünceye şahitlik yapan tarihsel bağlam da ele alınarak hazırlanmış bir çalışma.

Kitabın yazarı Tarık Ramazan'ın Müslüman Kardeşler'in kurucusu ve bu kuruluşun yıllarca karizmatik liderliğini üstlenen Hasan el-Benna'nın torunu olması ve bu kitabın Vefa el-Benna'nın canlı hafızasından ve tarihi el yazmasından beslenmiş olması kitabı farklı kılan bir nokta.

Ramazan'ın bu kitabı hazırlama amacı 20'li yıllardan itibaren Afgani'yle başlayan Islahatçı çizgiyi takip ettiğine inandığı el-Benna'nın düşünce gelişimini içinde, yaşadığı Mısır toplumunu İslami eğitimle inşa etme çabalarını, toplumunun problemlerine Kur'an ve sünnet ışığında çareler bulma cehdini ve dünya siyasetine gözü açık bakma, gelişmelere göre Müslüman saflarında siyaset üretme çalışmalarını incelemektir. Bu açıdan bakıldığında eserin gayesi son derece önemlidir ki; İslam düşüncesinin büyük ıslahatçılarının kendi yönlerini, mantıklarını, düşüncelerini ve uygulamalarını içten çizmeye çalışmaktadır. Tarık Ramazan ayrıca entegrizm, fundamentalizm, neo-fundamentalizm, siyasal İslam, radikallik, militan aşırı dincilik gibi kavramların neyi kapsadıkları ve bunlardan doğacak kavramsal sonuçlarının tanımlanmadan yapılmasının tehlikesini ve anlam kaymalarını saptamaya çalışmaktır.

Anka Yayınları arasından çıkmış olan eser tamamı 510 sayfayı bulan üç ana bölümden oluşmaktadır.

İlk kısımda yazar, "Çağdaş Islahatçı Düşüncenin Kökenleri"ni tarihsel bağlamıyla ele almış.

Bu başlık altında İbn Abdulvahhab, Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Said Nursi, Abdul Hamid İbn Badis, Muhammed İkbal gibi isimler ve bu isimlerin başlatıp devamı için çaba gösterdikleri çizgileri ve ıslahatçı düşünceleri anlatılmış. Yazar bu ıslahatçı düşüncenin gelişimini iki eksene göre incelemeye çalışmış. Bir yandan bu düşünürlerin İslami ilimlerin ana konularındaki (şeriat, kanun, muamelat, İslam hukuku vb.) görüşlerini işlemiş, diğer yandan da seyirci oldukları veya katıldıkları ulusal ya da uluslararası siyasi olaylar hakkında verdikleri çabalara dair incelemelere yer vermiş.

Yazar ıslahatçı çizgiyi İbn Abdulvahhab'la başlatmış. Osmanlı İmparatorluğu'nun gücünü yitirdiği çöküş döneminde belirsiz anarşi, yozlaşma ve iktidar şiddeti halkın memnuniyetsizlik sesini yükseltmiş. Seslere cevap vermeye çalışan Arabistanlı Muhammed İbn Abdulvahhab'ın fukahanın kararlarının kutsallaştırılmaması, kaynakların yeniden yorumlanarak içtihadın canlanması için mücadele veren, merkezi Mekke ve Medine'nin bulunduğu Arabistan'da Müslüman toplumunu kurtarmayı amaçladığı düşüncesi ve hareketi bu bağlamda değerlendirilmiş.

Islahatçı düşüncenin bir diğer önemli ismi Cemaleddin Afgani'ye de eserde geniş yer ayrılmış. İslam alemine ve Avrupa'ya yaptığı seyahatleri sırasında siyasi dengelerin veya ittifakların değişimlerine sahip olan, Türkiye'deki, Mısır'daki, Hindistan'daki ve İran'daki entelektüel hareketlenmelerde ve bölgesel eylemlerde önemli roller oynayan Afgani; Osmanlı iç ıslahatlarının başladığı Fransa'nın ve İngiltere'nin Bab-ı Ali'ye yaptıkları müdahalelerini artırdıkları bir dönem çerçevesinde ele alınmış ve Afgani'nin Osmanlı hükümdarı etrafında Müslümanların birleşmesi projesi ve bu projeyi gerçekleştirmek için yaptığı mücadele anlatılmış. Kendisinden sonraki ıslahatçılara öncü bir çizgisi olduğu sürekli vurgulanmıştır.

Eserde Afgani'nin eleştirildiği yönler kendi dönemi içindeki gelişimlerle birlikte açıklanmaya çalışılmış. Örneğin Afgani öğrencilerinin pratik yönlerini geliştirmek için onları localara katılmaya, gazete çıkarmaya sevk eder. Ayrıca Afgani mason çevrelerini model alarak bir dernek dokusu oluşturmayı tasavvur etmektedir. Yazar Tarık Ramazan o dönemde locaların geleceğin devrimcilerinin çıktığı ve milliyetçi gençlerin toplanarak çalışma yaptıkları mekanlar olduğunu söylüyor.

Yazar, Afgani'nin bir dönem projesinin bir süre için kaçınılmaz bir geçişi olarak Arap milliyetçiliğine yöneldiğine dair görüşleri de değerlendirmiş. Fakat Tarık Ramazan, Afgani'nin o dönemdeki bazı milli hareketlere olumlu yaklaştığını kabul etmekle birlikte bu yönelimin onun çizgisinde bir kayma, sapma anlamına asla gelmeyeceğini, bunun konjonktürel ve reel bir yöntem olduğunu Afgani'nin beslendiği asıl ve öncü kaynağın her zaman İslam olduğunu vurguluyor.

Yazar Tarık Ramazan Afgani'nin zayıf unsurunun 1885-97 aralarında tamamen siyasi eylemlere yönelmesi olduğunu düşünüyor. Bu yönelim onu Müslüman birliğinin ilk temellerini atmasını sağlayamamıştır. Ancak hiç şüphesiz bu dönemde İslam dünyasının yaşadığı siyasi sarsıntılar Afgani'yi bu eylemliliğe yöneltmişti. Bize göre Afgani'nin bu sıcak gelişmeler karşısında salt fikirleri ile öne çıkan bir aydın edası takınması mümkün değildir. O siyasi hareketlilik ve eylemlerin bizzat içinde yer alan tavrıyla kendisinde sonrakilere sırf fikirleri ile değil, şahitliği ile de örneklikte bulunmuştu. Bu örneklik Tarık Ramazan'ın savunduğunun aksine onun ıslahatçılığı zayıflatan değil, bilakis güçlü kılan temel husustur.

Yazar, İngiliz işgalinin Mısır'da etkisini yoğun hissettirdiği ve Osmanlı'nın hızla parçalandığı dönem bağlamında Muhammed Abduh'u da incelenmiş. Ramazan, Abduh'un kişisel ve eyleme yönelmiş dinamik düşünce ufkunun gelişiminde Afgani'nin etkili olduğunu belirtmiş. Afgani ve Abduh Urvetu'l-Vuska derneğinde ve aynı adı taşıyan gazetede davasının büyük bir bölümünde birlikte çalışmışlardır. Dini ilimleri ıslah etme zorunluluğu, Müslümanları birleştirmek için çaba göstermenin kaçınılmazlığı, Müslüman ülkelerde yabancı istilaya karşı savaşmak gibi birçok alanda aynı fikri paylaşmışlardır. Yazar Abduh ve Afgani'nin ayrışma noktalarının değişimin araç ve tarzı ve bunun uzantısı olan ıslahat eylemiyle ilgili olarak önceliklerin seçimi noktasında olduğunu söyler. Abduh'un düşüncesi dışarıyla olan ilişkileri yönetmekten önce ve daha çok ümmetin içine yani Müslümanlara dönüktür.

Yazara göre Abduh, Afgani'nin tecrübelerinden etkilendiği için uzun soluklu bir davaya yönelmiş, derin ıslahatı siyasi nitelikteki gayelerden veya kurumlardan ziyade toplumsal dinamikleri hedefler nitelikte olmuştur. Bu amaçla da 1872'den itibaren halkı eğitmeye, toplantılar ve gazetelerdeki makaleler sayesinde toplumu harekete geçirmeye yönelmiştir.

Muhammed Abduh'un kadına bakış, çok eşlilik, kadınların eğitim toplumsal konum ve sorumlulukları v.s. konularındaki döneme göre üst seviyedeki görüşleri ayrıntılı olarak verilmiş.

Tarık Ramazan Abduh'un toplumsal hareketinin çok sınırlı kaldığını ve beklediği etkiyi yaratmadığı görüşünde bulunur. Ramazan bu başarısızlığın sebeplerini şu şekilde özetlemiştir: Toplumsal siyaseti için kendisine gerekli imkanları tanımamıştır ve birçok yönden tutumu tezat bir hal arz etmektedir. Hem korkusuz dini ıslahatı savunmuş hem de zorlayıcı sorumluluklara kendisini bağlamıştır. Yabancı işgaline karşı çıkmış, aynı zamanda da mevcut iktidarın idarecileriyle işbirliği yapmıştır; zenginlerin finansmanına güvenerek fakirlerin eğitimini savunmuştur. Fakat bize göre Ramazan'ın Abduh ile ilgili olarak verdiği bu hükümler onun yaşadığı dönemin reel gerçekliği göz önünde bulundurularak gözden geçirilmelidir.

Tarık Ramazan Abduh ve Afgani'den sonra Reşid Rıza, Said Nursi, İbni Badis'in bu iki düşünürde eylemlerinin uzantısında eksik kalan toplumsal dinamikleri ve halk hareketinin yaratıcısı düşünürleri olarak görmüştür. Reşid Rıza, Nursi ve İbn Badis'i eylem düşüncesinde ilk adımlar başlığında birlikte işlemiştir.

Yazar Reşid Rıza'nın savaş sonrası jeopolitik koşullar gereği Abduh'tan farklı bir siyasi tavır sergilediğini düşünür. Hilafeti tüm Müslümanlar için tek bir yönetim yapısı dahilinde ulusları tek bir federasyon şeklinde düzenlemek gerektiği inancını işlemiş.

İlk kez ve Abduh'tan çok daha etkili bir şekilde Rıza'nın insanları ve görüşleri hazırlayacak toplumsal alanı düzenleyecek ve asıl amacı İslam ve imamet ilkelerine uyacak bir devletin yaratılması olan ve hareketi başarıya ulaştırmak için karar verici merciler üzerinde etkili olacak bir parti kurmasını Abduh'un çizgisinin bir adım daha ötesine geçmesi olarak değerlendirir. Ramazan, Rıza'nın partisinin hareket programının orijinal metnini de kitabına almıştır.

Tarık Ramazan'ın ıslahatçı bir düşünür olarak değerlendirdiği bir başka isim Said Nursi'dir. Nursi 1908 yıllarında Türk toplumunun çürüdüğü zannıyla toplumsal ve siyasi mücadeleye katılır. Bu yıllarda despot olarak gördüğü sultan Abdulhamit'e karşı Jön Türkler'in yanında yer alır 1914-18 yıllarında Nursi bölgedeki Rus mevcudiyetine karşı ulusal dava için mücadele verir M. Kemal liderliğin de bağımsızlık hareketine katılır ve destek verir. Yazar bu tarihi bağlam içinde Nursi'yi işlemiştir. Doğrusu ıslahatçı çizginin devamında Rıza'dan sonra Nursi'yi yerleştirmesi çok anlaşılır olmamış. Nursi'nin yazarın ele aldığı diğer ıslahatçılardan başka bir yerde durduğu hemen göze çarpıyor.

Tarık Ramazan Nursi'nin DP'ye desteğini sonuçları itibariyle de çok olumlu görmüş hatta bu partinin ıslahatçı bir yapılanma olduğunu toplumdaki desteği ve yaptığı çalışmalarla da Rıza'nın parti çalışmasından daha ileride olduğunu düşünmüştür. DP iktidarının ıslahatçı düşüncenin yaygınlaşmasında çok etkili olduğu yorumunda bulunur. Ramazan'ın bu değerlendirmelerinin, Türkiye'de Müslümanların modern devletle birleşmelerinde Demokrat Parti'nin üstlendiği misyonun tam olarak anlaşılamadan yapılmış yorumlar olduğu kanaatindeyiz. Bunun nedeni Batıcı ve jakoben tek parti döneminin ardından DP'nin yönetime geçmesinin Türkiye dışı coğrafyalarda reelde taşıdığından fazla anlamlar yüklenerek anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. Aynen yakın geçmişte diğer İslam ülkelerinde Refah Partisi'ne dair yüklenen abartılı misyon gibi...

Eserin ikinci kısmı Hasan el Benna'ya ayrılmış. Benna'nın hayatı ve davası, İslam görüşü, özel şartlar ve Batı'yla ilişkinin geleceği, eğitim ve toplumsal hareket ve ıslahat düşüncesi ayrıntılarıyla Benna'nın mektup ve yazmalarından derlenerek ilk elden kaynak olarak verilmiş.

Benna'nın Afgani'yi devam ettirdiği ıslahatçı çizgisi genç yaşta kurduğu dernek ve katıldığı tarikatlarla şekillenir. Benna birçok konuyla ilgili kendi toplumu bağlamında faklı yorumlarla kişileri etkiler. Camilerin insanlara tek başına İslami öğretiyi ulaştırmada yeterli olmadığını görmüş ve insanlara farklı bir yöntemle ulaşma düşüncesiyle kahvelerde tebliğe başlamıştır.

Müslüman Kardeşler'in oluşum süreçleri ve gelişimleri ayrıntılı olarak ele alınmış. Benna köyün köylülerin ihtiyaçlarını öğrenmek için geziler yapar ve farklı yerlerdeki insanlara daha rahat ulaşabilmek için buralarda şubeler açar. Müslüman Kardeşler'in birçok konuya yönelik çalışmaları vardır kadınlarda bu alışmaların her noktasında yer alırlar. Bu örgütün kadınlar kolu da açılan her şubeyle faaliyete geçmektedir.

El-Benna, Filistin meselesiyle yakından ilgilenmiş direnişe destek vermiştir. Filistin direnişine ve mağdurlara yardım sağlayacak fonlar toplamakla görevli kurumlar oluşturmuştur.

Tarık Ramazan, Müslüman Kardeşler'in 1941 Mısır seçimlerine katılarak siyasi bir partiye çevrilmesini ve de İslami ilkelere sadık olmayan bir meşrutiyet rejimine teminat sunan Benna'ya yönelik eleştirilerine de yer vermiş.

Ramazan düşünce çizgilerini ve çalışmalarını anlattığı ıslahatçıların Afgani'den Benna'ya doğru doğrusal bir gelişim gösterdiğini vurgulamış. Bu ıslahatçılardan Abduh, Afgani'ye göre daha başarılı ve ileri bir çizgidir. Benna da bu sıralamada en iyi noktadır.

Son kısımda da yazar 1949 sonrası dünya siyasetindeki hareketliliğin Mısır'a yansıyan yüzünde yeni siyasi gerçekler karşısındaki özelde Müslüman Kardeşler'in genelde de tüm Müslümanların sınavından bahseder. Bu başlık altında işlenen konulara baktığımızda Filistin meselesinde Müslüman Kardeşler'in tutum ve faaliyetleri ve gerek Mısır'da gerekse de diğer Avrupa ülkelerinde bu konumlanışlarından dolayı karşılaştıkları sıkıntılar ele alınmış. Diğer bir konuda bu yaşanan dönemden tecrübe çıkaran bazı Müslüman kardeş üyelerinin (ki çoğunlukla hapishanelerde yatmış ve dönemin sıkıntısını en sıcağıyla yaşamışlardır) örgütten kopuşları anlatılmış. Bu konu Seyyid Kutub ismi üzerinden işlenmiş.

Yazar, Hasan el-Benna'nın daha uzlaşmacı siyasetine göre Seyyid Kutub'un özellikle Batı ile ilişkiler bağlamında daha sert bir tarzının olduğunu belirtir. Bunun yanında Seyyid Kutub'un, şehadet ve tekfir, hakimiyet, cahiliye gibi Kur'ani kavramları anlamlandırma Hasan el Benna'dan farklılaştığını söyler.

Islahatçı çizginin ve İslami akımın öncüsü olan bu isimlerin düşünce ve pratikleriyle ilgili bilgilerin bulunduğu bu yeni çalışmanın İslamcılık okumalarımıza ve ıslahatçı çizginin sağlıklı biçimde sürdürülmesine katkı sağlamasını ümit ediyoruz.