İslami Tavır Bu mu Olmalı?

Haksöz

Cezaevlerinde sol siyasi tutukluların yürüttüğü ve üçüncü ayına giren açlık grevi ve ölüm orucu eylemi, 12 kişinin ölümünden sonra varılan anlaşmayla sona erdi. İslami kamuoyu bu eylemin ciddiyetini ve nedenlerini, kendine yakın görerek okuduğu gazetelerden ve takip ettiği televizyon kanallarından pek öğrenemedi.

Ölüm orucu eyleminin seyrini ve önemini ancak ölümler başladığı zaman farkedebilen Yeni Şafak ve Akit gazeteleri ve Kanat 7 televizyonu; bu sefer de olayın içeriğini sağcı ve devletçi bir perspektiften yansıtmaya çalıştılar, özellikle Akit gazetesinin olayların gelişim sürecine ilgisizliği, ölüm orucu eylemi ilk kayıplarını vermeye başladığında komplocu bir ilgiye dönüştü. Ölüm orucu eylemini "insani haklar" bağlamında haberleştirme ciddiyeti yerine; bu eylemi TBMM'de Çekiç Güç oylamasını kazanabilmek için CIA'in örgütlediği" gibi okuyucusunu cahil, aptal ve uyuntu sayan hayal mahsulü tespitler, gazetede manşet oldu.

12 Eylül cuntacılarının "asmayalım da besleyelim mi?" mantığını hatırlatan değerlendirmelere ve şaibeli istihbarat bilgilerine yer veren Kanal 7 ve özellikle Akit gazetesi; 19601ı yıllardan kalma sağcı ve anti komünist bir kimlikle adeta TGRT, Mesaj ve Samanyolu televizyonlarıyla, Türkiye ve Zaman gazeteleriyle yarıştılar. RP'nin gündemleştirdiği "garson devlet" anlayışının "insani haklar" için değil, rantiyeciler ve MGK için üretilen bir kavram olduğu, bu RP sever televizyon ve gazetelerin yayın politikalarından anlaşılmaya başlandı ve cezaevi sorununa MGK'nın gözlüğü ile bakıldı.

Anlaşılan, sistem muhalifi gibi bir rol üstlenen adı geçen bu kuruluşların temsilcileri, sistemin işleyişinde çokça görülen ara dönemlerde, yargısız infazların mağduru olarak cezaevlerine düşmeden, cezaevlerindeki insanlık dışı uygulamaları ve sistemin hukuk tanımaz yüzünü anlayamayacaklar. Adı geçen bu iki gazetede olaya olumlu açıdan değinen tek yazar Mustafa Kaplan'dı. Kaplan, cezaevi koşullarının "insani" olmadığını ve cezaevlerine düşme nedeninin "rejim" olduğunu 17 aylık cezaevi mağduru olarak kavradığını belirtiyordu.

Sormak gerekir: Rejime muhalif olan her onurlu insanın aynı zamanda bir cezaevi adayı olduğunu ve cezaevlerindeki insanlık dışı şartlar ve uygulamalara duyarlı olunması gerektiğini kavrayamayanlar; ya çok basiretsiz ya da rejim karşıtlığında samimi olmayan kişiler konumuna düşmezler mi?

Cezaevlerinde sağlanan anlaşmadan sonra, Akit ve Yeni Şafak gazeteleri, yine cezaevleri ile ilgili müslüman şahsiyeti ve onuruyla bağdaşmayacak yayınlarını devlet güçlerinin söylemiyle sürdürmeye devam ettiler. Akit gazetesinde "Mazlumlar unutuldu, katiller korundu" manşeti ile başlatılan sağcı kampanya, müslüman tutuklu ve hükümlülerin şartlarını sözde iyileştirmeyi hedefliyordu. Oysa bu iki gazetenin mazlum, aciz ve sahipsizmiş imajı yüklediği, daha doğrusu "sol siyasi tutuklular" karşısında denge unsuru olarak kullanmaya kalkıştığı "müslüman siyasi tutuklular" hakkında hadlerini ve konumlarını bilmez tavır ve yayınları, müslüman tutukluların ve müslüman kimliğini tüm lekelerden azade kılmak isteyen birçok insanın tepkisini çekti. Bu ikircikli tavır, adeta devletin "Cumartesi anaları"na karşı bir "Cuma anaları" duyarlılığı oluşturma çabasının benzeri bir saptırma olarak karşımıza çıkıyordu. Bu noktada insani haklarını almak için direnen insanları "devleti zor durumda bırakıyorlar" diye suçlayan 31 Temmuz tarihli Yeni Şafak gazetesi, "eylem yapma yolunu seçmeyen" müslümanları ölüm orucuna katılmadıkları için devlet sever mi ilan etmek istiyordu acaba?

Cezaevlerinde olup bitenlerle ilgili doğrudan tutuklu ve hükümlülerle görüşmek veya müslüman siyasi tutuklulardan bilgi almak gibi namuslu bir yol dururken, Mahir Kaynak ve Ferruh Sezgin gibi şaibe taşıyan kişilere cezaevinde olup bitenlerle ilgili akıl danışmak, ne kadar dürüst ve müslüman şahsiyetine yakışan bir tutumdur?

Şu bilinmelidir ki, hiçbir siyasi müslüman tutuklu ve hükümlü, cezaevlerindeki insanlık dışı uygulamalarda Çifte standartla düşünüp, sol siyasi mahkumlara yapılan zulmü görmezlikten gelemez ve gelmemiştir. Ve bilinmesi gereken bir diğer husus da şudur: Müslüman siyasi tutsaklar, haklarını tağuti otorite ve kurumlardan himmet dilenerek değil, tavizsiz bir kararlılıkla ve direnerek elde etmişlerdir ve bu gerçek, zulüm düzeni devam ettikçe hep böyle kalacaktır.

Akit ve Yeni Şafak gazetelerinin devletçi ve teslimiyetçi söylemleriyle ortaya koydukları tavır; zulme karşı direnmeyi görev bilen onurlu müslümanların kimliğine leke getirmektedir. Bu tutumlarından vazgeçmedikleri müddetçe bu gazetelerin müslümanlara yapacakları en büyük yardım, gölge etmemeleridir.