İslami Ölçüler Işığında Erken Yaşta Evlilik

Şuayb Mekeç

Din konusunda, bilgi inanç ve eylem tavrımızda ilahi kaynaklı hüküm ve değerler sistemi üzerinden bir ahlak ve maruf bir gelenek inşa etme arzumuz vahiy, kitap ve resullerin gönderiliş nedenlerindendir. Şüphesiz toplumlara ait örfü, nefislerin öngörülerini ve çoğunluğun hevasını hiç sorgulamadan savunmamız, onu hükmileştirmemiz vahyî öğreti ile insan topluluklarının arasını açacaktır. Vahiy kaynaklı bilginin ve vahyî ölçüleri gözeten aklın yön verdiği değerler dizini, şer’i ölçüler ve fıkıh sistematiği üzerinde yol almalıdır ki o takdirde fıtrata, kitaba, maruf geleneğe dair tam bir özgüven temin etmiş olalım. Kur’an-ı Mübin bunun haricinde bir anlayış ve geleneği onaylamadığını ifade etmektedir: “Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse. (İslam'a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.”(Araf, 199)

Din kemale ermiştir. Allah, İslam’ı tüm insanlar için din olarak seçmiştir. Af (kolaylıklar) yolu ve İslami örf, Nebi’nin (s) bize bıraktığı bir emanettir.1

Evlilikte İslam’ın Ölçüleri

Son günlerde kamuoyunda çokça tartışılan erken yaşta kız çocuklarının evliliği konusunu İslami ölçüler ışığında muhasebe etmek gerekiyor. Bu mevzu, İslam düşmanlığı niyetini gizleyerek suiistimalleri Müslümanlara ve İslam’a fatura etmeye kalkanların öne sürdüğü tezlerle değil, elbette İslam’ın ve maruf değerlerin üzerinden konuşulmalıdır. Bu konuda Müslüman camianın net bir cevabının olması gerekmiyor mu? Ancak konunun yüce dinimiz İslam ile bağdaştırılarak Müslümanların itham altına alınması son derece rahatsız edici sonuçlar doğurmaktadır. Evlilikte yaşın gözetilmesi hem biyolojik hem kişinin şahsi olgunluğu, maddi manevi sorumlulukları üstlenmesi ve toplumsal maslahatlar açılarından şarttır. Aksi durum her halükârda zarar verecek ve yanlış olacaktır. İklimsel bazı değişiklikler evlilik yaşını aşağıya çekebilir ama sonuçta vücuttaki gelişmişlik, baliğ olmak ve rüşt özelliklerini kazanmak evlilik için önerilmesi gereken bir ‘yaş seviyesi’ konusunda en önemli eşik olmalıdır.

Kur'an-ı Kerim'de evliliğin kastedildiği doğrudan ya da dolaylı anlatımlarda reşit olmak, evlenme vakti şeklinde ifadeler bulunuyor. Kitabımız evlilik için reşit olmanın şartlarının bazı hükümlerle irtibatını kuruyor. Şu halde dinde bunların gözetilmesi şarttır. Nisa suresinin 4, 6, 20 ve 21. ayetleri ve daha birçok ayette açık hükümlerde bu detaylar veriliyor. Gelenek içinde konuyla ilgili rivayetlerin yanlış veya zorlama yorumlarla tevil edilmesi ve Talak suresinin 4. ayetindeki ifadelerin konuya iliştirilmesi çocukların evlendirilmesi konusunda bazı fetvaların verilmesine sebep olmuştur. Bu konu, rivayetlerin doğru kabul edilmesi üzerinden savunulmuş veya bu konuda sessiz kalınarak zımnen bu uygulamaya cevaz veriliyor görüntüsü verilmiştir. Oysa insani ve İslami bir kurum olan evlilik dinî ilkelerimiz bütünlüğü ile bakıldığında çok önemli bir kurumdur. Allah Teâlâ evliliği emrediyor, Resulullah (s) evliliğe teşvik ediyor. İnsanların çoğalması sahih evliliklere bağlıdır ki bunun sağlıklı bir şekilde olması gerekir. Eşler evlilik yükünü taşıyabilecek bilgi ve beceriye sahip olmalıdır. Aile, İslam’ın nesillerin çabalarıyla ve temsiliyle diğer insanlığa intikalinin temel zeminidir. Aile, İslam’ın şer’i ve ahlaki esaslarının inanç, amel ve davet boyutlarıyla arka planda düzenlendiği bir eğitim-öğretim ortamıdır. Bu yüzden evlilik rüşt ve buluğ şartlarını ilgilendiren bir olgudur ve dinimiz her şartta bunu gözetmektedir. Sorumluluk gerektiren bir diğer konu olan malın tasarrufu konusunda dahi reşit olmak ve buluğ şartları istenmektedir ki evlilik gibi çok önemli bir konuda bu işaretler niçin karine olmasın? Nisa suresi 6. ayette bu anlatılmaktadır.

Rabbimiz kitabında zandan uzak durmayı, nefsî arzulara uymamayı, kişisel amiller ile hareket etmemeyi emrediyor. İbadetlerde olduğu gibi, toplumu kuran temel hususlarda ölçüler koyuyor. Allah Resulünün bu konulardaki örnekliği bağlayıcıdır. İslami hayatı inşaya dayalı iki temel umdedir kitabın hükümleri ve Resulullah’ın(s) sünnet-i seniyyesi. Sübjektif amillerle hareket edildiğinde insan ahvali yanılmaya mahkûm olacaktır. Kur’an’da zan kelimesi hükümlere ve insan ilişkilerine yön vermesi konusunda hakikati temsil edemeyeceği bir anlamda açıklanıyor. İnsanların, başta iman meseleleri olmak üzere hayatî önemi olan konularda sağlıklı bilgi edinme yöntemlerine başvurmaksızın kendi tahmin ve kuruntularına göre hareket etmemeleri istenmektedir.

Çocuk Yaşta Evlilikte Öne Sürülen Delillerin Kritiği

Bu konuyla ilgili rivayetler mevcut. Özellikle Talak suresi 4. ayetin esbab-ı nüzulü hakkındaki rivayetler ve Âişe validemizin Allah Resulü (s) ile evliliği meselesi üzerinden delil oluşturulmaya çalışılmış. Fakat rivayetlerdeki çeşitlilik ve metindeki ifadelerin zannilik içermesi ortada ‘mutlak, hak, yakin’ bir bağlayıcılığın olmadığını göstermektedir. Muhaddislerin ve fakihlerin yorumları rivayetle güçlendirilerek bir hükme varılmaya çalışılmış. Konuyla ilgili rivayetler ‘âhâd haber’ niteliğine sahipler ve muteber hadis kaynaklarında yer alıyor. Bizlerin tahkik titizliği içinde ve ortadaki şüpheyi izale etmek için fıkhi hüküm konusunda makul ve sahih olan bilgiyi tercih etmemiz gerekiyor. Dini anlama ve yaşama konularının ‘sahih’ bir temele oturması şarttır.

“Kadınlarınız içinden âdetten kesilmiş olanlarla, âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır.”(Talak, 4) Ayet-i celilede, adetten kesilen kadınlardan ve hayız olmayan kadınlardan söz ediliyor. Ayet bağlamında geçen (يَحِضْنَلَمْ) “ve hayız görmeyenler” ifadesi doğrudan ergenlik çağına ulaşmadan önce ve evlendikten sonra boşanan küçük kızların iddet süresi ile ilişkilendiriliyor. Konu esbab-ı nüzul üzerinden delillendirilmeye çalışılmış. Hâlbuki ayetin fıkhî yorumlarında hiç adet (hayız) olmayan yani ‘adet düzensizliği’ yaşayan kadınların durumunun dikkate alınmadığını gözlemleriz. Fıkıh eserlerinde nikâh, talak başlıkları altında küçüklerin velileri tarafından evlendirilebileceğine dair hükme de yer verilmiştir. Bu eserlere göre, evlilik akdini yapanların akıl baliğ olmaları gerekli ise de evlilik akdinin yapılabilmesi için evlenen kişilerin akıl baliğ olmaları şart değildir. Yani sorun velinin velayet yetkisiyle aşılmaktadır. Tüm mezheplerin bu konuda bazı izah farklılıklarına rağmen sonuçta hemfikir olduklarını söyleyebiliriz.

Nur suresi 12. ayette geçen “Aranızdaki bekârları evlendirin.” mealindeki ‘el-eyâmâ’ kelimesinin küçük ya da büyük, eşi olmayan kadınlar anlamına geldiği iddia edilerek babanın (ve dedenin de) küçük kız çocuğunu evlendirebileceğine hükmedilmiştir.2 Küçüklerin evlendirilmesi konusunda Resulullah’ın Âişe validemiz (ra) ile henüz küçük bir kız iken nikâhlandığı delil olarak öne sürülmektedir. Âişe validemizden rivayet edildiği söylenen rivayet hadis kaynaklarında çeşitli tariklerle ve birtakım metin farklılıklarıyla geçmektedir. Rivayetlerde Âişe validemizin babasının velayetiyle altı yaşında nişanlandığı, dokuz yaşında ise Resulullah (s) ile zifafa girdiği ve Allah Resulü vefat ettiğinde Âişe validemizin onsekiz yaşında olduğu iddia edilmektedir. Birçok muhaddis bu hadisin isnadı kadar metnini de sahih olarak niteler. Buna karşın İbn Hacer, bu hadisin hükme delâletinin açık olmadığını belirtir; bakirenin kendi izni olmadan evlendirilemeyeceğine dair hükümden önce vuku bulduğunu ve bu olayın hicretten önce Mekke'de gerçekleştiği şerhini düşer.3

Buhârî, bu hadisi rivayet ettiği bölüme “Talak 4”ayetinde buluğdan önce iddetin üç ay olarak belirlendiğini söylemiş ve konuya “Babanın, Küçük Çocuğunu Nikâhlaması” başlığını koymuştur (Buhârî, Nikâh). Hanefi âlim Serahsî, bu hadisten hareketle, babanın küçük kızını evlendirdiğinde buluğdan sonra kızın muhayyerlik hakkı da bulunmaz, şayet evlendirilen küçük çocukların buluğa ermeleri halinde durumlarıyla ilgili irade koyma hakkı bulunsaydı, Resulullah (s) bu hakkı Âişe validemize tanırdı, demiştir (Nikâh, el Mebsud). Bu kabul, Kur’an bütünlüğüne onaylatamadığımız bir konudur ve Allah Resulünün de buna aykırı davranması mümkün değildir. Rivayetin muhaddislerce senedinin sağlam olduğu genel kabuldür ama metindeki belirsizlikler dün de bugün de ilim çevrelerinde tartışılagelmektedir.

Talak suresi 4. ayetin nüzul sebebi olarak tefsirlerde geçen hadis şöyledir:

Rivayet edildiğine göre Muâz b. Cebel, ‘Ya Rasulallah! Âdet görenin iddetinin ne olduğunu öğrendik, peki ama âdet görmeyenin iddeti ne olacak?’ dedi. Bunun üzerine Talak suresinin 4. ayetinin ‘Vellaiyeisune’ kısmı nazil oldu. Bu defa adamın biri kalktı ve ‘Küçük kız çocuğunun iddeti nedir?’ diye sordu. Bu defa ayetin ‘Vellailemyahızne’ kısmı nazil oldu. Bir başkası ayağa kalktı ve ‘Hamilelerin iddeti ne olacak?’ dedi. Bunun üzerine de ayetin diğer kısmı nazil oldu.”4

Maverdi, küçük kız çocuğunun velileri tarafından evlendirilebileceğini söyledikten sonra Talak suresinin 4. ayetini zikreder ve ‘vellailemyahızne’ ifadesi ile küçüklerin kastedildiğini belirtir. Devamında da “Küçük kız çocuğun kocası tarafından boşanması durumunda iddetinden bahsedilmesi onun evlendirilebileceğini gösterir.” der ve Âişe validemizden, “Resulullah benimle yedi yaşımda iken evlendi, dokuz yaşımda iken de benimle ilişkiye girdi, ben on sekizinde iken de vefat etti.” şeklinde rivayette bulunur.5

Buhârî, ‘lemyahızne’ ifadesini ele aldığı bir başka yerde, bu ifadeden hareketle buluğdan önce kız çocuğunun iddetinin üç ay olduğuna ve büyüklerin küçük çocukları evlendirme yetkisi olmasına hükmettiği başlığı altında Âişe validemizle Resulullah’ın 9 yaşında evlenmesini rivayet eder ki bu asla kabul edilebilir değildir.6 Dil tekniği açısından ifade etmekte yarar var ki Talak 4’te geçen ‘lemyahızne’ Arapçada genel kural gereği “lem” edatı “di’li ve miş’li geçmiş zamanın olumsuzunu” (cehdimutlak), “lemmā” edatı ise “şimdiki bitmiş zamanın olumsuzunu” (cehdimustağraḳ) ifade etmek için kullanılır. Dolayısıyla “henüz” anlamını “lem” değil “lemmā” edatı verir. “Lemmā” edatı başına geldiği muzari fiilin zamanını geçmişe, anlamını olumsuza çevirir.

Örfi uygulamaların kendi döneminde, Allah Resulü ve sahabe tarafından, vahyî müdahalenin olmadığı konularda uygulanıyor olması bazı fıkhi yaklaşımlara temel mesnet teşkil etmiştir. İslam’ın; zamanı, örfü ve dönemin insanını uzun vadede örfen uygulanan bazı ağır ve netameli uygulamalardan uzaklaştırmayı hedeflemesi, sonradan gelen kimi fakihlerin kavramakta zorlandıkları bir husus olagelmiştir. Fakihin, yanlışa düşmek, şüpheli görüşleri benimsememek korkusu veya kolay olanı taklit yolunu tercih etmesi sebebiyle birebir taklit formunun hükümleşmesi sonucunu doğurmuştur. “Bu kabuller şer’i mekasıdın uzağında, doğrudan hikmetle buluşmayan görüşlerin İslam’ın hükümleri nispetinde kabul edilmelerine de yol açmıştır. Nitekim bu yaklaşımlarla ilgili Gazâlî, ‘bazı muhaddisler bütün fiillerinde Resulullah’a benzemenin sünnet olduğunu zannederler ki bu yanlıştır.’ demiştir.”7

Ş. Veliyullah Dehlevi, risalet tebliği kabilinden olmayan sünnet konusu hakkında, Allah Resulünden şu hadisi nakletmiştir: “Ben de sadece sizin gibi bir insanım. Size dininizden bir şey emrettiğim zaman onu alın, size kendi görüşümden bir şey emrettiğim zaman, ben de ancak bir insanım.”8 Karadavi, “Nebevi Sünnetin Teşri Yönü” adlı çalışmasında şu ifadelere yer vermiştir: “Bugün sünnet olarak bilinen birçok davranış teşri nitelikli olmayıp Resulullah’ın beşer sıfatıyla, örf veya yaratılış gereği edinmiş olduğu tecrübeye, bilgi birikimine veya dönemin ortamına uygun Arap adetlerine dayanmaktadır.

Muhkem ayetlerden çıkartılan hükümlerin eda ve sıhhat şartlarına, konu ile irtibatlı başka ayetlerin işaret ettiği anlamların da bütünlüğe dâhil edilmesiyle ulaşılmaktadır. Bir hüküm doğrudan o konuyla ilgili ayetin metninden anlaşıldığı gibi benzer konuların geçtiği diğer ayetlerin işaret ettiği bazı bilgilerle aynı hükmün sıhhat detaylarının verildiğine şahit oluruz. Bu çerçeveyi gözeterek baktığımızda ‘küçüklerin evliliği’ konusunda örfteki bazı yanlış uygulamaların ıslahının hedeflenmiş olabileceği de düşünülmelidir. Nisa suresi 6. ayeti üzerinde tahkiki derinleştirdiğimizde buluğ çağı, rüşt evresi ayrıntılarına ulaşıyoruz. Ayette nikâh çağına kadar ‘yetimlerin sınanması’ ve nikâh çağına girdiklerinde ve rüşte erdiklerinde mallarının kendilerine verilmesi emrediliyor. Kur’an’ın Müslüman bireye sorumluluk yüklemesi açısından; hem olgunlaşma yaşı hem de evliliktebaşlangıç yaşı olarak rüştü esas aldığını söyleyebiliyoruz.

Ayrıca evlenecek şahısların “muhsan/muhsana” (koruyan, sağlam, namuslu durumda) olmaları Kur’an’ın temel şartlarındandır. Nisa suresinin 25. ayetinde hür muhsana kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyenlerin cariyelerle evlenebilecekleri belirtilmekte; bu cariyelerin iffetli olmaları, zina etmemeleri, dost tutmamaları gibi özelliklerinden; fuhuş yapmaları durumunda takınılacak tavırdan ve tüm bunların günaha düşmekten korkanlar için olduğundan bahsedilmektedir. Ayette zikredilen bu durumlar, evlilik çağına ulaşmayan, veli izniyle yönlendirilebilen bir küçük çocuk için düşünülemez. Nur suresi 3. ayette zani erkek ve zaniye kadının aralarında evlenebilecekleri, müşrik kadın-erkeğin yine aralarında evlenebilecekleri anlatılır ki bu önemli ayrıntı evlenen şahsın mümeyyiz olmasını gerektiren bir durumdur. Bir çocuk bu önemli ayrım konusunda ne kadar hassas olabilecektir ki?

Talak suresi 4. ayette geçen “hayız görmeyenler” ifadesinin daha iyi anlaşılması için tıbbi açıdan kadınlarda adet olmamanın belirtileri, nedenleri ve türlerine göre adet olmamanın çok önemli bir detay olduğu insanlık tarihinde ve tıp sahasında bilinmektedir. Adet görememe veya adet düzensizlikleri, organik ve hormonal nedenlere bağlı olabilmektedir. Yani bu durum bir kadının ergenlik dönemine rağmen henüz adet görmemesi durumudur.9

Küçük yaşta evliliğe mesnet olarak savunulan diğer bir arka plan bilgi de Âişe (ra) validemizin küçük yaşta evlendiğine dair rivayetlerde geçen detaylardır. Buhârî, Müslim, Ebu Davud, İbn Mace gibi muteber hadis rivayeti eserlerinde Âişe validemizin 6-7 yaşlarında nişanlandığı, 9 yaşında evlendiği iddia edilmektedir. Âişe’nin (ra) risâletten önce yani cahiliye döneminde doğduğunu söyleyen Taberî’nin, 620 yılında nişanlanıp 623 yılında Resulullah (s) ile birlikte yaşamaya başladığını söylemesi tarihî bir çelişkidir. Zira bu, 613 yılında yani risâletten sonra doğduğu anlamına gelir. İbn Hacer'e göre Fâtıma (ra) doğduğunda Resulullah otuz beşlerindeydi. Fâtıma, Âişe’den beş yaş büyüktü. Dolayısıyla Âişe doğduğunda Resulullah 40 yaşındaydı. Resulullah'ın, Âişe ile Medine'de evlendiği dikkate alındığında Âişe'nin en az 12 yaşında olması gerekir. İbn Kesir ve İbn Hacer'e göre ablası Esma, Âişe’den on yaş büyüktü. Esmâ, H.73 yılında 100 yaşında öldü. Dolayısıyla Esmâ’nın hicrette 27-28 yaşlarında olması gerekir. Esmâ, Âişe'den on yaş büyükse Âişe, hicrette 17-18 yaşında olmalıdır. O halde Âişe (ra) Resulullah’la beraber yaşamaya başladığında 19-20 yaşlarında olmalıdır. Âişe validemizin Bedir ve Uhud savaşlarına katıldığı bilinmektedir ve İslam ordusunda kadınların savaştaki görevleri icra ederken gereken yaşları dikkate alındığında yaşının büyük olması gerekir.10

Hatice (ra) validemiz vefat ettiğinde Havle binti Hakîm, Resulullah'a gelerek onu evlenmesi için ikna edip dul ya da bakire biriyle evlenmek isteyip istemediğini sordu. Resulullah, bakirenin kim olduğunu sorunca o, Âişe'yi önerdi. Bâkire kelimesi çocuk için kullanılamaz. Birine bâkire denebilmesi için o kişinin en azından baliğ olması gerekir.11 Âişe validemiz Resulullah’tan önce Mekke’nin sayılı tüccarlarından biri olan Mut’im ibn Adiyy’in oğlu Cübeyr ibn Mut’im ile nişanlıydı. Mut’im: “Ben Muhammed’e inanan bir adamın kızını evime gelin olarak almam!” diyerek nişanı bozmuş, bu olaydan bir süre sonra Resulullah (s) Âişe (ra) ile nişanlanmıştır. Bu konuda bir nişan bozma kararı vardır ki bu karar yedi yaşlarındaki bir çocuğun üzerinden yapılamazdı. Demek evlenecek çağda bir kızdı.12

İslam’da evlenecek kızın tercih hakkı ve muhayyer beyanı asıldır. “Âişe’nin azatlısı olan Zekvân, Âişe’den şunları aktarır: “Resulullah’a ailesinin evlendirecek olduğu genç kız hakkında, ‘Kendisine danışılıp rızası alınır mı yoksa alınmaz mı?’ diye sordum. Resulullah: ‘Evet, kendisi ile istişâre edilir.’ buyurdu. Âişe: ‘Genç kız utanır (rızasını bildirmez)’. Resulullah cevaben: ‘Genç kız sükût ederse işte bu onun iznidir.’buyurdu.”13 Resulullah (s) şöyle buyurdu: “Kendisiyle istişare edilmedikçe dul kadın, kendisinden izin alınmadıkça da kızın nikâhı kıyılmaz, kızın izin vermesi ise susmasıdır.”14 Tirmizî, “Ebu Hureyre hadisi hasen sahihtir. İlim adamları uygulamalarını bu hadisle yaparlar. Dul kadın kendisiyle istişâre edilmedikçe nikâhlanmaz, babası kendisiyle istişâre etmeksizin dul bir kadını nikâhlarsa o kadın da bu nikâhı istemezse ilim adamlarının çoğunluğuna göre bu nikâh hükümsüzdür.” demiştir.

Evlenilecek şahsın İslami şahsiyeti Resulullah(s) tarafından bizzat önerilmiştir. Peki, küçük bir çocuğun bu olgunluğu nasıl bilinecek?

Resulullah (s) şöyle buyurmuştur: “Dünya hayatı, geçici bir yararlanmadan ibarettir. Sâliha kadından daha değerli bir dünya metaı da yoktur.”15 “Bir kadınla dört özelliği için evlenilir: zenginliği, soyu sopu, güzelliği, dindarlığı. Sen dindar olanı seç ki iki elin bereketlensin, huzurlu bir hayat yaşayasın.”16

Evliliğin bir şartı da denkliktir. Evliliğin sıhhati tarif edilirken kalıcı, huzurlu ve güvenli bir evliliğin oluşabilmesi ve yaşatılabilmesi cihetiyle denklik aranması vurgulanır. Evlenecek olan şahısların din, takva, akıl yönünden denklikleri önerilir. Yakın geçmiş zamanlarda 13-15 yaşlarında evliliklerin yapılabildiği ve bunun yadırganmadığı bilinir. Ama bu seviyenin 6, 7, 9, 10 gibi yaşlara inmesi kabul edilebilir bir durum değildir. “İslam hukukunun evlilik şartlarına verdiği önem, evliliğin sağlam temeller ve ilkeler (ölçüler) üzerine bina edilmesini amaçlamış olmasından kaynaklanmaktadır.”17

Ebu Hanîfe der ki: Erkek ve kadın ancak yaş ile buluğa ererler. Erkek 18 yaşını, kadın ise 17 yaşını tamamladığında buluğa ermiş sayılır. Buluğa erdikten sonra durumuna bakılır. Eğer denendikten sonra rüştünü ispatlarsa malı kendisine teslim edilir. Rüştü görülmezse malı kendisine teslim edilmez. Rüştü; onun kendi malını idare etmeye elverişli olduğunun ve kendisine teslim edildiğinde malını zayi etmeyeceğinin sabit olması şeklinde tanımlayabiliriz.

Sahihlik, İlkeler ve Ahlak Temeli Üzerinde Dini Anlamak

Dinî anlam ve yaşantının sağlam bir düşünce, ilmihal ve ahlak üzerinde temellendirilmesi gerekir. Günümüz şartlarını gözeten bir dinin ilmihal boyutunun, bugüne ait ihtiyaçların da dikkate alınarak düzenlenmesi ancak İslam’ın temel ilkeleri üzerinden olmalıdır. Akaid esasları, ahkâm ayetleri, Kur’an ve Siret-i Resul’deki ahlaki ilkeler bellidir. İbadetler, vakitler, kıble, ibadet mekânları, menasık, şiarlar, hayata dair sosyal, siyasal, ekonomik ve toplumsal ölçüler de bellidir. Ama bazı hükümlerin ve beşerî uygulamaların teşriinde yeni ilmihale de ihtiyaç vardır. Şer’i hükümlerin maksatlarını, Kur’an ve Sünnet merkezli hikmet düzleminde gözetmek önceliğimiz olmalıdır. Kaldı ki vahyin bugüne dair etkisini dışlayan modern ve tarihselci yorumlar veya salt gelenekçi formda katı ve içtihatlara kapalı bir dinî yaşamı öngören yaklaşımlar çıkış yolumuz olamaz.

Delillerin kat’iliği ve zanniliğiile ilgili İslam’ın usul ölçüleri bulunmaktadır. İslam, hayatı kuşatan bir dindir. Akaid ve şeriat esaslarında kat’i delili (muhkem/sabite) esas almak mecburiyeti vardır. Elbette yoruma açık içtihatlarla değişebilen bazı durumlar da söz konusudur ama bunlar akaid meseleleri ve muhkem ayetlerin işaret ettiği anlamlar olamaz. Kur’an ayetleri yanında İslami hayatımız için Sünnet ve rivayetlere de zorunlu ihtiyacımız bulunmaktadır.

Sonuç

İslam’ın usulu’d-din ölçüleri bağlamıyla bakıldığında bir meselede haberin kat’iliği (kesin bilgi) veya zanniliğinin (yoruma açık bilgi) hangi hususlarda arandığı boyutu önemli bir konudur. İnanca dair konularda haberde/delilde aranan şart onun kat’ilik/yakin bilgi arz etmesidir. Amelde ise sıhhat ve eda şartları, emredilmesi konuları kat’i (hem delaleti hem de sübutu kat’i) olmalıdır. Ama bazı ayrıntılar içtihada açık detay meselelerde farklı zanni bilgiler üzerinden farklı içtihatlar hükmün veya ibadetin detaylarını oluşturabilirler ki bu doğaldır. Bu farklılıklar Resulullah’ın bu detayları muhayyer bırakmasından dolayıdır. Ama hükmün ana rüknü, asıl durumu zanni bir delil ile vaz edilmiş olamaz. Ele aldığımız küçüklerin evliliği konusu asıl bir konudur. Tali, detaya ilişkin zanni bir delil üzerinden içtihat edilebilecek, hükümleşecek bir mesele olamaz. Sıhhat ve eda şartlarını gerektiren önemli bir konudur. Dolayısıyla kat’i bir delil ile hükümleşmesi gerekir.

 

1- Bkz. Maide, 3; Bakara, 132; Araf, 199.

2- Fatih Orum, “Kur’ân ve Geleneğe Göre Küçüklerin Evlendirilmesi”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 19.

3- Fatih Orum, A.g.m., Şevkânî’ye atıfla.

4- Orhan Canpolat, “Talak Suresi 4. Ayette Geçen ‘Adet Görmemiş Olanlar’ İfadesinin Kapsamı Üzerine Bir İnceleme”, Şarkiyat, 2022, Cilt: 14, Sayı: 2.

5- Fatih Orum, A.g.m.

6- Bünyamin Erul, “Hz. Âişe Kaç Yaşında Evlendi?”, İslami Araştırmalar, 2006, Cilt: 19, Sayı: 4.

7- Orhan Canpolat, A.g.m.

8- Ş. Veliyullah Dehlevi, Hüccetullahi’l-Baliğa, thk. Seyyid Sabık, s.224.

9- Fatih Orum, A.g.m.

10- DİA, XI, 402.

11- DİA, Havle binti Hakîm.

12- Ali H. Berki& Osman Keskioğlu, Hatemü’l-Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, s. 210.

13- Müslim, Nikâh, 1420.

14- Tirmizî, Nikâh, 1107; İbnMâce, Nikâh, 11; Müslim, Nikâh, 9.

15- İbn Mâce, Nikâh; Müslim, Rada’; Nesâî, Nikâh.

16- İbn Mâce, Nikâh; Ebu Davud, Nikâh; Nesâî, Nikâh.

17- Prof. Dr. Vehbe Zuhâyli, İslâm Fıkhı, c. 9.