Muhammed, Allah'ın Rasulüdür. Ve O'nunla birlikte olanlar da kafirlere karşı çok çetin, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rükû edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar Allah'tan bir fazl ve hoşnutluk isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat'taki vasıfları budur. İncil'deki vasıfları ise (şöyledir): Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları (dalları, gövdesi) üzerinde doğrulup boy atmış, (ki bu) ekicilerin hoşuna gider. (Bu örnek), onunla kafirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va'detmistir" (Fetih, 29)
Peygamberlerin ve muttaki önderlerin eşliğinde / yönetiminde, müminlerin vahiy kaynaklı bilgi ve ilkeler doğrultusunda yetişip şekillenmeleri ve bu tür insanların bir araya gelip organize edilmeleriyle teşekkül eden İslami hareketliliklerin, yapılanmaların vücut bulması her zaman dikkat çekici olmuş ve bu ilgiye binaen çeşitli incelemeler yapılmış, değişik görüşler ileri sürülmüştür.
Zira inançların kök salmaları, hayatiyet sahibi olmaları ve kalıcılıkları; "temel ilkeler"inden hareketle, "genel ve sahih hedefler"ine yönelik ''sağlıklı, gerçekçi, kullanışlı ve hakka dayalı bir yöntem"le mümkünlük, devamlılık ve örneklik oluşturabilecektir. İlke, hedef ve yöntem; bu aşamada bölünmez / tefrik edilemez bir bütünlük meydana getirir ve mensuplarına özgün bir güç, kabiliyet ve değer kazandırır. Gerek bireysel, gerekse toplumsal bir varoluş ve mücadele anlayışı, gene bu üç öğe sayesinde bilgi (teori), pratik (eylem) ve idealleri hemhal kılmada / yoğurmada büyük bir katkı sağlayacaktır. Zira eyleme dönüşme istidadı göstermeyen, hayata, topluma, dünyaya yönelmeye ve onları değiştirip dönüştürmeye matuf bir çehresi, bir gayreti olmayan anlayışlar, sonuçta akamete uğrayacak, bir iddia olmaktan öteye geçemeyecek, varlığı kuşatan bir boyut kazanamayacaklardır.
Toplumsal oluşum ve hareketlerin sağlıklı, uzun soluklu ve özgün olabilmeleri; onların çalışma, dünyayı / hayatı yorumlama ve örgütlenme anlayışlarıyla doğrudan ilişki içerisindedir. Hayatın bütününü kuşatan, evrensel ve dinamik bir din olan İslam da, bütüncül olarak, böyle bir anlayış ve hareket tarzı içinde neşvü nema bulabilir. Zira plansız, hedefsiz, teşkilatsız bir yöneliş; zamanla direnci ve motivasyonu düşürür, tıknaz ve ufuksuz kalarak yığılma, çöküş ve çözülüşlere zemin hazırlar, bağlılarını da âtıl ve hımbıl kılarak kötürümleştirir.
Kur'an-ı Kerim, kıssalar ve özellikle kıssaların önemli bir bölümünü oluşturan peygamber mücadeleleri vasıtasıyla, "inancın tarihi"ni, temel ve çağlar üstü düsturlarını ve benzer ortamlarda öne çıkan hususiyetlerini, ibret verici bir şekilde gözler önüne sermektedir. Dikkatli bir bakışla bunlardaki ortak temaları, Allah davasını yüklenmede temayüz eden nirengi noktalarını, aralarındaki fonksiyonel bağları ve olguların bağlı bulundukları kimi yasaları, şiar ve usulleri görmemiz mümkündür. Kur'an'ın bu tür bir okunuru, İslam davasının evrensel ve Rabbani karakteristiğini fehmetmemizde, köklü bir İslami hareket tarzına / fıkhına yönelik çıkarımlarda bulunmamızda da önemli rol oynayacaktır. Ayrıca tarihi süreç içerisindeki İslami mücadele şubeleri arasındaki yakınlık ve akrabalıkları, Hz. Adem'den Son Elçi (s)'ye kadar uzanan büyük ve evrensel "iman ailesi"nin müşterek hasılasını daha belirgin bir şekilde görüp kavrayabilme imkanı oluşacaktır.
Kur'an-ı Kerim'in 48. suresi olan Fetih Suresi'nin 29. ve son ayet-i kerimesinde de, bir bakıma "İslami hareketin niteliği ve gelişim seyrine vurguda bulunulmaktadır.
Öncelikle bu vurgunun, mücadele ve fetihten bahseden bir surenin sonunda yer alması anlamlıdır. Yine müminlerin bir devamlılık (silsile) ve bütünlük ifade eden bir formasyon içerisinde Tevrat, İncil ve dolaylı olarak Kur'an'da yer alan ortak özelliklerinden söz edilmesi de dikkat çekicidir. Ayette inananların çeşitli kutsal kitaplara serpiştirilmiş yönleri ve görünüşleri bir araya toplanarak ifade edilmekte, dolayısıyla iman mücadelesinin köklülüğüne (türedi olmadığına) ve tarih içerisindeki genel akışına göndermede bulunulmaktadır.
Surenin sonundaki bu ayette yer alan "ekin meseli" ise son derece güzel ve manidardır. Az sözle çok şeyin anlatıldığı veciz, güzel bir nitelendirme ve gerçekten etkileyici bir örneklendirmedir:
"...Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, defken kalınlaşmış, sonra sapları (dalları, gövdesi) üzerinde doğrulup boy atmış, (ki bu) ekicilerin hoşuna gider. (Bu örnek) onunla kafirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va'delmiştir".
Kur'an'ın son elçiyle birlikte olan müminlerin bazı vasıflarından bahsederken bu örneği / meseli vermesi; mezkur ayetteki kompozisyon bütünlüğünün yanı sıra, kanaatimizce, bu ilahi ve evrensel inancın müdafii olan bütün Allah taraftarlarının, aydınlık ve birbirini çağrıştıran, birbirine benzeyen çehrelerini görebilme noktasında da, bizlere ışık tutmaktadır. Kur'an'ın bütünlüğü ilkesini gözardı etmeden, bir ayet yorumundan hareketle bizim üzerinde durmak İstediğimiz husus da budur.
Müminlerin vasıflarının ekin meseliyle, bir ekinin oluşum serüveniyle (adeta bir ekin biyografisiyle) sembolize edilmesi, daha ilk bakışta insanda bir yumuşaklık, ferahlık, tabiilik ve rahmet hissi uyandırmaktadır. Aynı zamanda ekin; bütün insanların, insanlık tarihi boyunca bildikleri, gelişimini gözlemleyebildikleri ve halta önemseyip dini bir değer atfettikleri bir bitkidir. İnsan zihninde latif, aydınlık, bereketli çağrışımlar oluşturmakta, insancıl ve bedii bir "tesir meydana getirmektedir. Nitekim Kur'an'da ekin, başak ve tanelere işaret eden başka ayetler de mevcuttur.
"...Sanki bir ekin; filizini çıkarma..."
Organize bir hareket tarzında, başlangıçta birey veya küçük bir topluluk olarak İslami oluşum; bereketli topraklarda kökleşmiş bir ekin gibidir. Bu nüve; taze, ilk ve çekirdek görünümüdür. Kökü topraktadır, toprağın altındadır; o, cahili, sapkın ve kirli toplumun içine özenle yerleştirilmiş bir maya gibidir. Serpiştirildiği toprağa / zemine sağlam bir şekilde tutunmuş ve kök salmıştır. Orada kendi kendini besler, yetiştirir, biriktirir. Bu oluşumu İki şekilde değerlendirmek mümkündür: Toprakta kök salma ilk olarak sağlam ve sağlıklı olmayı, sosyal planda, yaşanılan toplumun, kültürün bağrında aydınlık, kalıcı ve etken bir muslih olarak göverip büyümeyi çağrıştırmaktadır. Aynı zamanda teşkilat bazında, ketum ve uyanık olmayı, şer güçlerden ve baskılardan yitirilmemesi gerekenleri koruyarak, çekirdeğe özen gösterip üzerine titreyerek sağlam adımlarla, tükenip tökezlemeden ilerlemeyi de akla getirmektedir.
Kökü sağlam ve bereketli bir şekilde toprağın derinliklerinde olan bu ekin, yavaş yavaş filizini, ilk uçlarını çıkaracaktır. Etrafındaki zehirli ve zararlı otlara, yabani bitkilere aldırmadan. Bu, maya tutma aşamasıyla birlikte hayata dönük olunacaktır. Genç ve dinç olarak... İşte bu İslami hareketin ilk ürünüdür, özüdür ve kökün hayata, topluma sunduğu ilk işaretleri, aydınlığın ilk huzmeleridir. Zira davanın omurgasını bu ilk filizler oluşturacak, onlar omuzlayacaklardır. Onlar sürekli tekamül eden, kuvvet ve enerji dolu bir bitki gibidirler. Öyle dirençli ve öyle müessirdirler ki kökü, tomurcuğu yarmış ve ortaya çıkı vermişlerdir. Belki birçok insan onların varlıklarının ve sahip olduklarının o an yeterince farkında değillerdir. O ekin güzelce büyümeye devam eder, gerektiğinde filizini göstermekten de çekinmez. Beslendiği kaynağın ve kendisinin gücüne güvenir, özgüven sahibidir.
"...derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış..."
Bu safha, artık aydınlığın belli bir güç ve birikime ulaştığını gösterir. Kökünü, zeminini, dayanağını özümseyen ve sağlamlaştıran oluşum; güç kazanmış, pekişmiş ve belli bir yetkinliği / yetişkinliği yakalamıştır. Ekinin rüzgar, yağmur ve benzeri harici etkiler, tehlikeler ve zorluklara mukabil varlığını devam ettirip filizlerini koruyup kuvvetlendirmesi gibidir bu... İslami hareket de ilk zamanlardaki sıkıntı ve baskıları savuşturmuş, direnmiş ve kan tazelemiştir. Direnip birikmiş, birikip direndikçe de ışığına, mesajına yönelenler çoğalmıştır. Ekinin zamanla kalınlaşması gibi o da oluşum ve mücadele çizgisini kalınlaştırmış, yeni taraftarlar bulmuş, sınanıp başardıkça, musibetlere karşı direndikçe; vakarı, heybeti ve mukavemeti pekişmiştir. Şahinliğinin, yönteminin doğruluğunun ve kullanışlılığının, sağlam ilkelerinin gücünü ve karşılığını görmüştür. Güncel olanın, günübirlik ve geçici olanın tuzağına düşmemiş; kendi gündeminin müdafii ve takipçisi olmuştur. Onlar, hayatlarını rızâyı rahman doğrultusunda, "kollektif bir salih amel"e tahvil edebilmişlerdir.
"Kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulp"a tutundukları için acılara, kınamalara, kırılmalara ve zorbalıklara göğüs gerebilmiş, yanlışlarını görüp düzeltmişlerdir. Tecrübi birikimlerini iyi değerlendirmiş, zaaflardan, marazlardan, cahili tutum ve davranışlardan uzaklaşıp arınarak yollarına azimle devam etmiş, sayılarının az olmasını bir aşağılık kompleksi ve zayıflık olarak telakki etmemiş, gözlerini sürekli kalıcı ufuklara çevirmişlerdir. Satılmışların, hainlerin, döneklerin olumsuz tutumları da onları tökezlemeye, tıkanmaya götürmemiş, vahyin kılavuzluğu altında, oluşumlarını rehabilite ederek, denendikçe direnmiş ve güç kazanmış, hidayetten asla uzaklaşmamışlardır:
"Andolsun, sizleri biraz korku açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele. Ki onlara bir musibet geldiği zaman, 'Biz Allah'a aidiz ve O'na döneceğiz' derler. Rabblerinden bağışlanma ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır" (Bakara, 155/157).
Bu dava ciddiyet, vakar ve olgunluk ister zira... Bu davanın müntesipleri, dava adamı olmanın sorumluluğuyla hareket etmek, kemale erişmek, kendilerini adamak, vakfetmek ve ahiret bilinci eşliğinde, o muazzam güne ayarlı bir hayat yaşamak zorundadırlar. Zira orada herkes ektiğini biçecek, herkes dünyadayken hazırladıklarıyla karşılaşacaktır.
Mücadele ve direniş, aynı zamanda, bu yolda yürüyenlerin temel ve çağlar üstü özelliklerindendir. Bu yolun şerefli yolcuları bu meş'aleyi zorlukları göğüsleyerek birbirlerine aktarmış, şahidliklerini yerine getirmişlerdir:
"Nice peygamber, yanlarındaki Rabbanilerle birlikte savaştılar da, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı yılmadılar, zayıflık göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever. Onların söyledikleri: 'Rabbimiz, bizim günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı sağlamlaştır ve kafirlere karşı bize yardım et' demelerinden başka bir şey değildi" (Al-i İmran, 146-147).
"...sonra saplan (dallan, gövdesi) üzerinde doğrulup boy atmış..."
Bu, ekinin olgunlaşması, belli bir süre sonra ürününü verecek hale gelmesidir. Kökü sağlam bir şekilde yer altında olan ekin, filizlerini çıkarmış, bu filizler zamanla kuvvetlenip kalınlaşmış ve dimdik gövdesi üzerinde doğrulmuştur. Kemale ulaşmış ve güzelleşmiştir. Ekicisinin hoşuna gitmiş, onun yüzünü güldürmüş, verilen emek zayi olmamıştır. Zorlu şartları aşmış, zehirli otların kendisini sarıp kuşatmasına aldırmamış, serpilmiş ve verimliliğe ulaşmıştır. "... (ki bu) ekicilerin hoşuna gider...)
İmrendirici, gönül huzuru ve güven verici bir etkidir bu. Biraz ziraat bilgisi olan, solan ve gelişen bitkiyi bilen, verimli ve verimsiz ürünü anlayan insanlar bu örneği çok daha iyi kavrayacaklardır.
İşte bireysel planda mü'minlerin, toplu hareket bazında da İslami oluşumların sureti böyledir. Dava adamı böyle yetişir ve dava böyle şekillenir. Vahiy kültürü ve mücadelesi böyle açılım kazanır. Bu onların da bir bakıma vahiy penceresinden sunulan profili, kutsal kitaplarda çizilen ve hayata aktarılan prototipidir. Elbette bu Rahman'ın hoşuna gidecek; şeytanı ve şeytan dostlarını, kafirleri öfkelendirecektir. Yetkin, olgun, mukavim ve mücehhez olarak Allah erlerini dimdik karşılarında gördüklerinde şaşıracaklar, öfkeleri kabaracak! Zira ekinin Ürün vermeye başlaması, toplumu doyurması gibi, İslami hareketin de gür ve berrak sesi yankı bulmaya, insanları kuşatmaya ve onları cezbetmeye başlaması, düşmanlarının da kalbine korku salmıştır. Onların varoluşları ve mücadeleleri; toplumu değiştirip dönüştürücü sosyal bir salih amel olma boyutu kazanmıştır. Bu durum, doğru ilke, sahici hedef ve sağlıklı metodun aynı potada eriyerek başarıya ulaşması, en azından bu azmi taşıyıp onun üzerine titremesinin göstergesidir. Bu bilinçteki insanların, hayatlarını anlamlı, değerli ve şerefli kılması, tanık olabilmesidir. Bu birikim ve bu aydınlık onların bilgilenme, biriktirme, direnme ve adanmışlıklarının gerçek kazanıma dönüşmesidir. Nitekim Yüce Allah, "İman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va'detmiştir''. Dünya hayatı ve onun süsü geçicidir. Onlar, bütün zorluklara, "ekini ve nesli bozmak" isteyenlere karşı direnmiş; Allah'a, anketteki kazanıma yönelik bir hayat yaşamışlardı! ve onun karşılığını göreceklerdir. İnanç tarlası güzel ürünler başaklar verirken, inkar tarlası hüsran ve nasipsizliğe mahkumdur:
"Her kim ahiret ekini isterse, ona ekinini artımız; her kim de dünya ekini isterse, ona da ondan veririz; ancak onun ahirette bir nasibi yoktur" (Şuara, 20).
Ayetin sonundaki (Fetih, 29) ekin meşeliyle resmedilen bu kabil mü'minlerin bazı özellikleri, belirtileri; ayetin ilk cümlelerinde anlatın pratikteki yaşayışlarıyla bağlantı kurularak detaylandırılmıştır: Onlar kafirlere karşı çok çetin, kendi aralarında ise gayet merhametlidirler. Onlar, rükû ve secde edenler olarak görülürler. Allah'tan bir fazl ve hoşnutluk isterler. Belirtileri, secde izlerinden yüzlerindedir. Yani Allah'ın boyasıyla boyanmış, vahiyle şekillenmiş, Rabblerine gerçek anlamda teslim olmuşlardır. Son elçi Hz. Muhammed'le (s) birlikte, O'nun etrafında teşekkül eden İslami hareket de bir örnek olarak böyleydi. O hareketin çekirdeğini, nüvesini oluşturan, onu taşıyan müslümanlar da kendilerinden önceki Allah erleri gibi bu vasıfları ittihaz etmişlerdi. Onlar kendilerinden sonrakilere de bu ölümsüz örnekliği bıraktılar, bu davanın bu esaslar muvacehesinde yaşanabilirliğini gösterdiler. Yeryüzünün karşılarına çıkardığı bütün zorluklara, bütün sahte telakkilere, tuzaklara, ikiyüzlülüklere ve tökezlemelere, kınamalara ve işkencelere rağmen, "hidayete ve hak din"e tâbi oldular. Allah ve vahiy kaynaklı bu örnek her zaman güncel, sıcak ve geçerlidir. Bu imkan her zaman olduğu / olacağı gibi, bugün de mevcuttur ve bu eskimez çağrı her zaman ve mekanda anlamlı ve değerlidir.
"Ki O (Allah), elçilerini hidayetle ve hak din ile, diğer bütün dinlere karşı üstün kılmak için gönderdi. Şahid olarak Allah yeter" (Fetih, 28).