İslami Hareket 80'li yıllardan beri her sene ile ilgili projeler yayınlamaya başladı. O senenin getirişi götürüşü hesaplanarak yarar ve zararlar gözden geçirildi. Bu nedenle Allah'ın rahmetine nail oldu. Bundan sonra Sudan'da uzak görülen daha yüksek hedeflere uzanmaya başladı. Ancak elhamdülillah işler yolunda gitti, planları gerçekleşti. İslami hareket gelecek hakkında sürekli projeler üretti.
Bu nedenle asır ya da sene veya gün, bunların hepsi insan açısından bir plan gerektirir. Sabah namazı bir plandır, yatsı namazı hesaptır. Cumadan Cuma'ya Ramazandan ramazana yine böyledir.
Bugün dünyada nelerin olup bittiğini biliyoruz. Dünya bugün bölgesel ittifaklar etrafında toplanıyor. Bu yüzden kuşatılmak ve "İslam'ı yayıyor, köktencilik ihraç ediyorsunuz" suçlamasıyla karşı karşıya kalmak istemiyoruz. Tabii ki onlar bir takım şeyler yapıyorlar biz de bir şeyler yapıyoruz. Biz her hareketimizi hesap ediyor, her adımımızı kontrollü atıyoruz.
Ben İslami uyanışın hemen hemen bütün ümmeti kuşatacak bir seviyeye geldiğine inanıyorum. Artık bu uyanışın gücü planlı ve programlı bir şekilde belirli hedeflere kanalize edilebilir, iyi örgütlenmiş bir yapıda toplanabilir.
Şimdi en büyük imkan İslami hareketlerin liderlerinin insanların en bilgilisi, en çalışkanı ve İslam hakkında en bilinçli insanlar olmasıdır. İsterseniz bunları İslami hareketler olarak, isterseniz İslami semboller olarak isimlendirin onların İslam ümmetine kazandırmaları mümkün olan en az şey İslam ümmetini insanlık içerisinde dev bir konuma getirmesidir. Bence bu en önemli sorundur. Özellikle de dünyanın insanların gözünü kulağını kapattığı ve ulusal duvarlara hapsettiği dönemi atlatmış olduğumuz şu günlerde Sosyalizmle kapitalizm arasında bocalayan ve bu iki ideolojinin mücadelesine sahne olan Batı da artık ideolojisiz kalmıştır. Sosyalizm ise hemen hemen çökmüştür. Batı'da partiler artık yöntemsiz kaldı, dindarlar dinsizler haline geldi. Batı artık bomboş, dünya şu anda ideolojik bir boşluk yaşıyor.
Batı'ya bağımlı olan ve bazen onun tarafından büyülenen bizim farklı dünyamız ise ulusalcılığın uğradığı tahribattan bazen ülke düzeyinde bazen de bölgesel düzeyde etkilendi. Bir takım batılı ideolojilere olan bağımlılık bizim coğrafyamızda artık sona ermiştir. Eğer insanlar boşluktaysa, rehber olduğunu iddia eden herhangi birinin onları etrafında toplaması ve onları doğru yola ilettiğini iddia etmesi mümkündür. İnsanlar böyle durumlarda bu çağrılara cevap verirler, çünkü söz konusu ideolojiyle rekabet edecek başka bir ideoloji yoktur.
Bu insanlık tarihinin bir yorumudur. Tabii önümüzdeki engelleri biliyoruz. Doğu-Batı çatışması sona erdikten sonra İslam artık hedefteki din olmuştur. "Eğer Allah insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla def etmemiş olsaydı yeryüzü ifsad olurdu". Ancak ben buna fazla ehemmiyet vermiyorum.
İnsan aslında müslümanları müjdeleyen bir müjdeci olmak ister. Müslümanların ilgi alanı cidden artık genişlemeye başlamıştır Artık yeryüzü müslümanlar için yüksekliği düşük bir vadi haline gelmiştir. Müslümanlar bir rüzgar buradan eserken, diğer taraftan sel baskınına duçar kalabilirler.
-90'lı yılların sonlarına doğru birtakım İslami hareketler çeşitli yollarla iktidara geldiler. Örneğin Refah Partisi Türkiye'de demokratik yollarla iktidara geldi. Sudan'da İslami hareket darbeyle iktidara geldi. Müslümanlar Cezayir'de ise seçim sandığıyla işbaşına gelmişti ki uzaklaştırıldı. Acaba iktidara ulaşmada ideal bir yöntem mi söz konusudur, yoksa her bölge ve ülkenin kendi özelliği bu yöntemi mi belirler? İslami hareket eğer seçim yoluyla iktidara ulaşmada başarısız olursa silaha başvurması sizce uygun mudur?
Medeniyet dönüşümleri genellikle insanın bütün gücü seferber edilmeden gerçekleştirilemez. Sadece cedeli enerji değil cihadi, fikri ve cedeli tüm enerji birleştirilsin ki medeniyet dönüşümleri mümkün olabilsin. Halta demokrasi bile birçok ülkede dostça ve tedrici bir şekilde gelmemiştir. Hepsi devrim sonucu gerçekleşmiştir. Hatta ekonomik adalet konusundaki dönüşümler bile güçlü ve şiddetli itmelerle, ekonomik devrimler sonucu gerçekleşmiştir. Din devrimleri de aynı şeklide...
Ancak Kur'an'ın bu konudaki tutumu ise açıktır. Kitabımız insanlara en güzel yolla dinimizi sunmamızı öngörüyor. "Onlarla en güzel şekilde mücadele et". Sizi herhangi bir şeye zorlayabilir miyim? Hiç kimse bizi bir şeye zorlayamadığı gibi biz de kimseyi hiç bir şeye zorlayamayız. Kur'an, "seni yurdumuzdan çıkaracağız", "seni öldüreceğiz" diyerek sana karşı savaş açanlara tarihin senin lehine hareket etmesi durumunda, en yoğun biçimde güçlerini seferber edebilirsin. Sadece ictihad (düşünce) gücünü değil, aynı zamanda cihad gücünü de bu genel kuraldır. Demokrasi yolunu tutanların akibetini biliyorsunuz. Müslümanların zafer müjdesi iyice belirginleşince demokrasiyi insanlara öğretme iddiasında olanlar demokrasiyi ortadan kaldırarak halkı en doğal haklarından mahrum ettiler. Cihad da böyledir. Sadece savaş ve cihad yöntemini izlerseniz insanları dinle kucaklaştırmanız mümkün değildir. Tüm güçlerin birlikte sarf edilmesi gerekir. Hem ictihad (düşünce) hem de cihad gücü.
Müslümanlar Afganistan'da cihad için seferber oldular. Bir milyondan fazla insan şehid oldu, ancak başaramadılar. Batılı yok ettiler, onu ezdiler ancak hakkı ikame etmekte başarısız oldular. Doğa boşluk tanımaz. Batılı yok ettiğin halde hakkı getirmek için hazır değilsen, hakkı nasıl üstün tutacağını bilmiyorsan ya da onu nasıl koruyacağını bilmiyorsan şu anda Afganistan'da olduğu gibi, derhal batıl gelir.
Cezayir'de bizim için birçok ibretler var. Cezayir'deki kardeşlerimiz demokratik sürece katıldılar, ancak onların temelde kendilerine ait bir yöntemleri yoktu. Eğer Batılılar onları kendi hallerine bıraksa ve kapılan onlar için açsaydı, müslümanlar başarısız olacaklardı. Çünkü onların İslam'da iktisadin nasıl yürütüleceği hakkında bir bilgileri yoktu. Onların söyledikleri, dinin tek çözüm yolu olduğuydu. Başka bir söz bilmiyorlardı. Belki de onların hapisle sınanmaları meseleyi anlamalarını, fıkhetmelerini ve kendilerini iktidara hazırlamalarını sağlar.
Peki çözüm nedir? Tabii ki İslam çözümün cihadla başlayacağını söylemiyor. Çözüm ictihadla ve davetle başlar. "Ellerinizi çekin ve namazları ikame edin". Önce siz kendi nefsinizde örneği oluşturun, sonra yakın çevrenize geçin. Saflarınızın düzgünleşeceği ve sıklaşacağı gün gelecektir. Diğerlerine gelince, sizin bu durumunuz onları korkutacak, sizin gelmekte olduğunuzdan dolayı tir tir titreyecekler. Böylece sizin üzerinize tüm güçleriyle yüklenecekler. Bu durumda İslami hareketin hazırlıklı olması gerekir. Çünkü İslami hareket gücünü yalnız düşmana karşı kullanır. Güce karşı güç, tartışmaya karşı tartışma.
Hareketlerin geçirdikleri süreçler ülkeden ülkeyle değişir. Aynı şekilde musibetler ve hareketin gücü de ülkeden ülkeye değişir. Bir ülkede İslamla hükmetmeyen bir yönetim kurulabilir. Ya zaafından ya da kendisinde dini bir takım kırıntılar bulunmasından ötürü yavaş yavaş taviz vermeye başlar "Yumuşak söz söyleyin, belki öğüt alır ve korkar." Yönetim ve halk düzeyinde çeşitli insanlar görürsünüz Hepsi birbirinden farklı yol tutturmuş gitmektedir Bazıları sessiz ve sakindir, bazıları ise idarecilere nasihat vermekle yetinir.
Bazı yönetimlerde halk yöneticilere yakındır, bazı ülkelerde ise halk bir yerde, yöneticiler ise başka yerdedir. Kur'an'ı ve beşeriyetin tarihini okuyan için tarihin kanunları açıktır.
- Takva ve ölçü çizgisi nerede bitiyor ve köktencilik ve aşırıya kaçma nerede başlıyor. Yani bu ikisi arasındaki çizgi nasıl ayırdedilecek?
Biz bu durumu köktencilik olarak değil inatçılık olarak adlandırıyoruz. Köktencilik batılı bir kelime. Batılılar kendilerini dünyanın merkezi zannediyorlar. Bizim coğrafyamızı Ortadoğu olarak isimlendiriyorlar, kendilerini merkezde görüyorlar. Fakat merkezde olan (vasat olan) biziz. Çünkü biz vasat ümmetiz. Allah hem coğrafi olarak hem de inanç bazında bizi vasat ümmet kıldı ki bizim doğumuzda ve batımızda kuzeyimizde ve güneyimizde, kısacası bizim dışımızda olanlara iktisatta, yaşamda, siyasette ve hayatın tüm boyutlarında onlara şahitlik edelim. Dediğimiz gibi onlar kendilerini dünyanın merkezi olarak görüyorlar. Kendilerinden uzaklaşan ve kendilerinin uzaklaştığı herkesi köktenci olarak görüyorlar. Dinde ictihad edildiğinde köktenciliğinin arttığını zannediyorlar. Ancak biz köktencilikten değil, inatçılıktan bahsediyoruz. Gerektiğinden daha fazla bağlanmak; bu doğru değildir. Nasıl insanlar gençlik çağlarında delikanlılığın o hızlı çağında biraz deli dolu olurlar ve biraz serbest davranmak isterler. Bazen babalarının sözlerinden dışarı çıkarak bağımsız davranmak isterler. Kendi istekleriyle bir evlilik yapmak isterler ancak bu, olgunca bir davranış değildir. İslami hareketler de öyle. O yenidir. Her yeni olanın bir lezzeti vardır. Bazen bu durum bizi ölçüsüzlüğe iter. Özellikle de bir başkası kavga amacıyla bana dikleniyorsa beni bir öfke alır. "Onlar öfkelendiklerinde öfkelerini yutkunurlar" Müslümanlara Allah'a tevekkül ederler ancak büyük günahlardan ve kötülüklerden de kaçınırlar. Fakat başkası dilini keskinleştirirse insanları susturmak için otoritesini ve hapishaneleri kullanırsa mutlaka direnmem gerekir. Eğer Batıldılar seni severlerse "direnişçi" derler. Ama hedefini beğenmez ve senden hoşlanmazlarsa bu sefer sana "köktendinci" derler. Onların ölçülerine ve kullandıkları dile teslim olmamalısın.
Bizim kendimize ait ölçülerimiz var. Bu ölçüleri güzel bir şekilde başkalarına sunmamız gerekir. Dinde takva ve adaleti mutlaka ikame etmemiz gerekir. Tevekkülle ileri atılırız ancak takva ile kendimizi zaptederiz. Daima ölçüyü gözetir ve sürekli ifrat ve tefritten kaçınır, hem ibadette hem de sözlerimizde takva ile aşırılık arasını buluruz. Kendimizi ölçü altına aldığımızda kitab bunu ölçü (mizan) olarak isimlendiriyor. İslami hareketler, yeni hareketler ya da henüz gençlik dönemini yaşayan hareketler değildir. Üzerinden epey zaman geçmiştir. Yönetimler İslami hareketler üzerinde şiddet uyguluyorlar ve onlara katı davranıyorlar. Şiddete şiddetle cevap verilir. Bilmemiz gerekir ki Allah bize cihadda dahi takvayı öğütlemektedir.
Ben İslami hareketlerin hareketsiz kalmamasını ve vakıaya boyun eğmemesi, hiç bir çalışmada bulunmadan Allah'dan yardım beklememesi gerekliğini düşünüyorum. Ben kesinlikle direnişe ya da devrim olarak isimlendirdikleri şeye karşı değilim. Ben bunları cîhad ve savunma olarak isimlendiriyorum. Kuvvet kullanılmalı, ancak başkasının sana karşı kullandığı kuvvet miktarınca. Daima takvayı gözetmeliyiz. Hatta başkası kızdığında, aşırı gidip yapmaması gereken şeyleri yaptığında biz aynı şeyleri yapmamalıyız.
Biz onunla onun sahip olduğu savaş kurallarına göre savaşmamalıyız. Bilakis kendi savaş kanunlarımız ve takva kuralıyla savaşmalıyız. Bize daima hakaret etseler ve bizim çıkarcı insanlar olduğumuz söyleseler de biz bu tartışmaya girmemeliyiz Onların bize sövdüğü gibi biz de onlara sövmemeliyiz Kuran ayetleri bizim için açıktır.
Fakat mutlaka onlara bizim dinin nizamına, takvasına ve ölçüsüne bağlı olduğumuzu hatırlatmalıyız Bizi hem tartışmada hem de savaşta Allah korkusu dizginlemeli. İslami hareket yeni yetişen bir bitkiye benziyor Toprağın baskısına direnmeli; tâ ki kökleri diplere kadar uzanmış bir ağaç olmadan önce yeşererek havaya kavuşabilsin. Biz şu anda geçiş dönemindeyiz. Bütün İslam dünyası geçiş dönemi yaşıyor. Bu uyanıştan inşallah devrim, tecdid doğacak ve bunun verdiği güçle İslam'ın binası yeniden inşa edilecek. Dinin kendi kendine galip gelmesini bekleyemeyiz. Dinde itidalli olmalıyız, itidalle kastettiğim, kesinlikle suskunluk değildir.
-Bu çerçevede başka bir soruya geçmek istiyorum. İki zıt düşünce bizi kendisine çekiyor. Her birinin de kendine has ikna edici delilleri ve gerekçeleri var. Bu iki zıt kanattan biri Batı'yla diyaloga ve onu anlamaya çağırıyor. Diğer taraf ta evrensel bir veri ve tarihsel bir kanun olarak medeniyetler çatışmasını gündeme getiriyor. Çoğunluk ise diyalogla çatışma arasında kararsız duruyorlar.
-Onlar bizimle diyalog istemese de biz onlarla diyaloga yanaşmak durumundayız. Onları diyaloga davet etmemiz, onları korkutmamız ve müjdelememiz gerekir. Özellikle de biz onların dinlerini biliyor ve onlar bizim dinimizi bilmiyorsa. Bizim diyalog için bir takım özelliklerimiz ve gücümüz var. Onlar ise bunların hiç birisine sahip değil.
İkinci olarak da çatışmada mutlaka karşı tarafın ilk önce olayı başlatması lazım. Bizim, bize saldırandan başkasına saldırmamız doğru değildir. Ve kendimizi savunurken bile bize büyük bir zarar gelir mi diye hesap etmemiz gerekir. Eğer zarar gelmeyeceğini biliyorsak affetmemiz ve hristiyanlığın teorik olarak öğütlediği gibi diğer yüzünü çevirmemiz daha doğru olur. Tabii Batılılar öbür yanağını çevirmiyorlar. Birisi sana bir tokat attığında affedebilirsin de kendini müdafaa edebilirsin de. Örneğin biz ülkemizde kendimizi savunuyoruz ve böyle bir karar almışız. Burada bir çelişki ya da bir şaşkınlık görmüyorum. Ben tüm insanlarla diyalog yapacaksın demiyorum. Benim söylediğim onların anlayacağı dille hitap etmen. Diyalogdan anlayanlara yumuşak dille ve akıllan ölçüsünde hitap ederken cihaddan anlayanlara da anladıkları şekilde hitap edersin.
Tek bir planı hedeflememiz açısından mutlaka olgunlaşmamız lazım. Fıkhı cihad sahasında bulabilirsin. "Kendilerine döndüklerinde kavimlerini uyarmaları için". Hatta seninle savaşan ama senin savaşmayı istemediğin kimselere de böyle davranmalısın. Sen sana doğrulttuğu silahı ona yöneltiyor ve kapısını açmak, ülkesini fethetmek istiyorsun. Ancak şunu bil ki en hayırlı fetih şehirlerin fethi ya da silah zoruyla yapılan fetih değil, göğüsleri hidayetle ve toprakları İslam'ın nuru ile fethetmektir
Diyalog aslında cihadın hedefleri içerisinde mevcuttur. Cihad esnasında diyaloga hazır olmak lazım. Çünkü karşındaki bilmeli ki sen onunla, seninle diyaloga girmeyi reddettiği için ve doğrudan sana saldırdığı için savaşıyorsun.
- Arap-İslam dünyası şu anda yayılma istidadında olan ve biribiriyle çelişik iki çizginin tesirinde. Bunlardan birisi Siyonist çizgi diğeri ise İslami hareketlerin uyanışçı çizgisi. Bazıları bu karanlık tünelden çıkma konusunda kötümser görünürken, diğerleri de Siyonist çizginin sonunun gelişmekte olan İslami hareketin tohumlarında yattığını söylüyorlar. Bu tünelden nasıl çıkılacağını öngörüyorsunuz?
Dinin ilk yıllarına dönüyor olmamız gerçekten garipsenecek olaylardandır. İslam ilk olarak Yahudilerin egemen olduğu bir çevrede ortaya çıkmıştı. O bölgedeki kültür ve eğitim tamamen Yahudilerin ellerinde olduğu gibi ekonomi de (sizin de bildiğiniz gibi) onların ellerindeydi. Yahudiler evrensel düşünüyorken Araplar'ın ufku ise henüz gelişkin değildi. Bakara ve Al-i İmran Sureleri Medine devletinin kuruluşunu anlatır.
İnsanlar zannediyorlar ki bu surelerin şimdi hiç bir kıymeti yok. Sanki siyonizm yeni bir şeymiş gibi davranıyorlar. Ancak tarihin kanunları değişmez, kurallar aynı kurallardır O dönemde müslümanlar arasında münafıklardan büyük bir topluluk vardı. Şimdi müslümanların çoğu münafıklar haline geldiler. Münafıkların Allah'ın onları vasfettiği gibi; İslam'ın bir kısmına inanıp diğer kısmını inkar ettiğini görüyoruz. Müslümanların çoğu İslam'a namaz, zekat, oruç, hac belki de evlilik ve boşanma ile ilgili konularda bağlanıyorlar ancak dinin geri kalanını tamamen gözardı ederek sanki dinin bu kısmı neshedilmiş gibi davranıyorlar. Bu durumu Kur'an münafıklık olarak nitelemektedir. Şimdi ise müslümanlar ve Allah'a inanmakta samimi olanlar Allah'a doğru koşuyorlar, "Bize bir musibet dokunmasından korkuyoruz derler". Kur'an'daki olayları okuduğumuz zaman insan bu ayetlerin sanki bugün indiğini zannediyor. "Yahudiler ve hristiyanlar birbirlerin dostudur", tamamen sanki şu an inmiş gibi. Ancak yöneticilerimizin ve egemenlerimizin çoğu onlarla dostluk kurarak bizi saptırıyor. Onların bilmesi lazım ki onlar birbirleriyle dost olurlar. Yahudiler kendilerine dost olanları bile hakir görmekte, aşağılamaktadır. Bunlar şiddetli çarpmalardır. Müslümanlar bunları hak etti. Çünkü onlar şiddetli bir uyku ve derin bir gaflet içindelerdi. Onları uyandırıp gerçekleri görmesini sağlaması için şiddetli bir vuruşa ihtiyaçları vardı. Sen ona eziyet ettiğin halde o uyanmak bilmiyor. Uyuyan müslümanın uyanması için mutlaka bir takım belalara duçar olması gerekiyor. Bana göre bunların tümü birer imtihan. Ancak göğsümü ferahlatan şey ise Arap halklarının hemen hemen tek bir görüş üzerinde icma etmesidir. Hatta egemen zümreye bile sorsan onlar da senin görüşüne yakın şeyler söyleyecektir. Ancak şu anda dışarıdan görünen onların din konusunda münafık oldukları, siyonistlerle dostluk kurarak onlara bağlılık gösterdikleridir.
Ancak beni sevindiren olay daha sonra Medine'de ve İslam tarihinde olan olaylardır. İnşaallah bu olaylar aynen tekrar edecektir. İslam yeni ortaya çıkmış bir din değildir Şimdiye kadar birçok dönemlerden geçtiği gibi bundan sonra kıyama kalkacak, uyanışa geçecektir. Bir takım darbeler bizim kendimize gelmemizi sağlamıştır. Örneğin Bosna hadisesi Türk halkını uyandırmıştır. Bir gurup dinsiz (Laik) Türk halkının başına vurduktan ve üzerine çullandıktan sonra şimdi o uyandı. Arap halkı da inşallah uyanacaktır.
-Şimdi de normalleştirme konusuna gelmek istiyorum. Sizce kendiyle normalleştirmeden korkulacak İsrailli ve yahudi özellikler taşıyan bir kültür var mı? Yoksa Yahudi özelliklerinden bahsedilemeyecek bir İsrail kültürü mü söz konusu ki, kültürel normalleştirmeden korkmak gereksiz bir konu haline gelsin? Eğer bu tür bir ismi taşıyan kültürden bahsetmek imkansızsa siyasi olarak bizim çıkarımıza olacak bir durumda onunla karşılıklı kültürel ilişkiye geçmemiz mümkün mü?
-Batı kültürü temelde Hristiyan kültürü değil, Yahudi kültürüdür. Gerçekte Batı kültürünün Hristiyanlıkla hiç bir ilgisi yoktur.
Faizi Yahudiler başlattı. Halbuki o hem Yahudilik'te hem de Hristiyanlık'da haramdı. Sosyalizmi ve insanları Allah'ın dininden çıkaran maddecilik fitnesini yine onlar çıkardılar. Halbuki biz biliyoruz ki, malın tamamı Allah'ın malıdır. Biz ise sadece onun emanetçisiyiz. Biz her an onunla sınanmaktayız, fitneye düşecek miyiz düşmeyecek miyiz? Bu ehl-i kitap olan hristiyanlığın kalıntılarından geriye kalan bir kültürdür. Yönetim ve otorite sevgisi de böyledir. Şu anda Arapların karşıya karşıya kaldığı temel tehlike Filistin'in bir parçasının ya da Kudüs'ün işgal edilmesi değildir. Tersine tehlike evlerinde ve Arap dünyasının etrafında bulunan şeylerdedir.
Kulaklarımızı kapatalım demiyorum. Çünkü Kur'an baştan sonra onlarla yapılan bir mücadeledir. Onlar da tabii ki mücadele ediyorlar. Gerçekte ben açığımdır; dinler ve diyaloga geçerim. Ancak benim normalleştirmenin tehlikeleri konusunda da uyarmam gerekir. Sadece bu durum onların siyasi olarak zararına olacağından değil Allah'ın boyasıyla boyanmaları gerekirken kalkıp başkalarının boyalarıyla boyandıkları için de onları uyarmam gerekir. Filistin meselesinde savunma sadece cihadla olmaz. Örneğin Araplar arasında belirli bir hedef birlikteliği olması gerekir. Arap yöneticileri belki Amerika'ya eğilim gösteriyor olabilirler, ancak şunu da unutmamak gerekir ki onların kafasındaki kültür de Arap kültürüdür. Ancak onların beyinlerinin İslam kültürüyle gıdalanması gerekir ta ki zayıf bedenlerini koruyabilsin.