İslam ümmeti 20. yüzyıla yenilgi ile girmişti. Şimdi 21. yüzyılın eşiğindeyiz ve ümmet diriliş ve yeniden doğuşu yaşıyor. İslami hareket, bu doğuşun sembolü, öncüsü ve ebesidir. Ümmetin merkezi havzası olarak ülkemizin İslami hareketi, bayrağın düştüğü yerden ayağa kalkışının ifadesi ve milletin yeniden fıtratına dönüşünün yürüyüşü olarak anlam kazanıyor. İslam beldelerine musallat olan oligarşik diktatörlüklerin tasfiyesi ve İslam milletine bulaşmış bulunan cehalet, atalet ve hurufatın temizlenmesi için Rabbimizin inayet ve bereketiyle vücud bulan İslami dinamiğin, artık tepkisel, ürkek ve muhafazakar kalıplar içerisinde kendisini ifade eden bu misyon, 1980'li yıllardaki tehvidi ve devrimci netleşmeyle önemli bir mesafe almış ve içe dönük bir derinleşme yaşamıştı. Artık bu derinleşme ve netleşmeye yaslanarak sahneye çıkma ve ülkemizin kaderine müdahale etme zamanı gelmiştir. Bu anlamda İslami hareketin teorik ve pratik olarak iki önemli sorunu çözmesi gerekiyor: 1- Asırlardır terkedilmiş olan akla dönüş, 2- Pratiğin temel sorunlarına doğru çözümler sunabilme.
Birinci sorun, bir yönüyle ümmetin Kur'an ve Sünnetten uzaklaşarak, hurafe ve metafizik safsatalar aracılığıyla din edinmesine bir son verip, aklın yardımıyla yeniden Kur'an'a dönüşün gerekliliğini, diğer yönüyle beşeri düzlemde geri kalmışlıktan kurtularak moderniteyi içselleştirebilecek bir İslam rönesansı gerçekleştirme gerekliliğini ifade ediyor. Yani müslümanlar İslam tarihinin ihyacı, tecdidci, aydınlanmacı geleneğine yaslanarak ümmetin zihninde ileriye ve gelişmeye dönük bir müdahalenin yapılması sorumluluğunu kuşanmalıdır. Bu "dinle oynamak ve din"i zamana uydurmayı değil, müslümanların geri, metafizik ve karışık kafa yapılarıyla oynayıp 'din'in aslına teslimiyeti hedefleyen bir çaba olarak anlaşılmalıdır. Bu anlamda İslami hareket, sahih gelenek, modernite ve vahiy arasında doğru bağlar kurarak yeniden doğuşun entelektüel birikimini depolamakla mükelleftir.
Bunun için ilk elde usuli ve akli ekolün esprilerine sahip çıkıp derinleştirerek modern dönemin diyalektik aklını da içeren yeni bir felsefe ve mantık geliştirmek gerekiyor, Kur'an'ı doğru kavrama ve hayata geçirme çabasının gerek şartı, doğru düşünmeyi bilmek ve eşyanın sünnetullahını kavrayabilecek çapta bir mantık metoduna sahip olmaktır.
İkinci sorun da, birincinin çözümüne bağlı ve onunla paralel olarak gelişebilecek bir toplumsal değişim mücadelesini ifade ediyor. Salt politik olmayan, ama iktidar mücadelesi perspektifinden de sapmayan ahlaki temelli ve özgürlük ve adaletin hakim kılınmasını amaçlayan devrimci bir değişim programı gerekiyor. Böyle bir program, tabiatı gereği kuşatıcı, muhalif ve dönüştürücü bir muhtevaya sahip olacaktır. Bu anlamda Türkiyeli müslümanların pratiğe dönük iki temel sorunu çözmeleri gerekiyor, ilk olarak ülke-ümmet dengesini kurmak ve ülkemize sahip çıkarak gerçek ülkemiz olarak Ortadoğu-Balkanlar ve Kafkasları içeren coğrafyanın üzerine oturacak siyasi ve sosyolojik bütünleşme perspektifi geliştirmek, ikinci olarak da yaşadığımız toplumun temel çelişkisi olarak oligarşik elitle millet arasındaki kavgayı derinleştirmeye dönük siyasi, kültürel ve sosyal bir mücadele içerisine girmek. Bunun için ayaklarını bu topraklara basan, yüzünü ümmete dönen, milletin mahrum ve mazlum kesimlerine yaslanan, öfkesini oligarşiye doğrultan, halk içi çelişkilerde taraf olmayıp insanların inanç, düşünce ve örgütlenme Özgürlüklerinden yana olan, muhalefetini sistemin karşıtlığına değil, bütün yönleriyle dışına çıkmaya doğru odaklayan, iyiliğe iyilikle, kötülüğe adaletle cevap verebilen, vahyin şahidi, risali misyonun talibi, dinin maliki değil mensubu, ahlak ve faziletin örneği olabilmeyi amaçlayan bütün müslümanların buluştuğu açık, dürüst ve hesapsız bir cephede toplanmak gerekiyor.