İslami Hareket Örgütü Davası ve İşkence Sahneleri

Necati Doğru

Uğur Mumcu'nun öldürüldüğü günlerde basın, hükümet ve emniyet güçleri fail arıyordu. Medya olayı tahrik ediyor, hükümet icranın başı olarak katillerin mutlaka yakalanacağını açıklıyordu. Ve aynı günlerde kamuoyunda yaratılan infiali yatıştıracak bir çözüm bulundu. Cinayetle ilgili ipuçlarına ulaşıldığı ve Uğur Mumcu cinayetini ye diğer faili meçhul cinayetleri "İslami Hareket Örgütü" diye ortaya çıkartılan İslamcı bir grubun işlediği televizyonda ve gazetelerde halka duyuruldu. Kesin bir tavırla güya suç unsuru olan silahların ve cinayetlerin faili olarak gösterilen kişilerin resimleri basında yayınlandı. Show TV'deki Arena programında Uğur Dündar, bir çok faili meçhul cinayetin sorumlusu diye gösterilen bu kişilerden bazılarının işkencelerle polis kamerası karşısında vermek zorunda kaldıkları itiraf ifadelerini, bu kişiler yargı önüne çıkartılmadan ve tamamen mevcut hukuka aykırı olarak ekrana getirdi ve böylece Yeni Dünya Düzenini oluşturma gayretindeki ABD'nin İslami hareketleri "terörist" ilan etmesine paralel bir tutumla, Türkiye'deki medya ve iktidar, daha sonra uydurma olduğu ortaya çıkan bu düzmece senaryo ile müslümanları karalamaya ve müslüman çevreler üzerinde terör havası estirmeye başladılar. Bu arada kamuoyunda İslam karşıtı tansiyon o kadar yükseldi ki onbinlerce insan "Kahrolsun Şeriat" avazeleri ile yollara döktürülebildi.  Yaşanan, çok amaçlı İslam düşmanı bir kompluydu.

Daha sonra İslami Hareket Örgütü adıyla suçlanan ve gözaltına alınan bazı müslüman arkadaş çevreleri, kendilerinin Uğur Mumcu cinayeti ile oluşturulan komploda kullanılacak kurban olarak seçildiklerini ve sorgulamalar esnasında verdikleri ifadelerinin işkence altında alındığını bizzat Adli Tıp'dan aldıkları işkence raporlarıyla kanıtladılar. İşin daha da üzücü tarafı, bu müslümanlara yapılan iftira ve işkenceler karşısında İslami basın olarak kendini lanse eden bir çok gazete ve derginin emniyet güçlerinin açıklamalarına itibar eden veya sanki düzülen resmi komplodan korkan bir tavırla konuya uzak kalmasıydı.

Ancak müslümanlara yönelik bu resmi komplo karşısında 20'ye yakın müslüman avukat, örtülü tehditlere aldırmadan olayı ele aldılar ve İslami Hareket Örgütü suçlamasıyla sanık durumuna düşürülen bu müslümanların davalarını üstlendiler. En başta bu müslümanların sorgulamaları sırasında emniyet müdürlüğünde yapılan işkenceleri, İstanbul Basın Müzesi'nde Nisan ayı içinde Mazlum-Der'le birlikte yaptıkları bir basın toplantısında delilleriyle beraber bir insanlık suçu olarak ifşa ettiler. Yine bu arada şehit edilen Mevlüt Demir'in cenazesine, estirilen tehdit ve korku ortamına rağmen binlerce müslüman sahip çıktı ve Eyüp'te kılınan cenaze namazının ardından "İslami Hareket Engellenemez", "Katil Düzen" gibi sloganlarla müslümanlar protesto seslerini yükselttiler.

İslami Hareket Örgütü ithamıyla suçlanan ve haklarında 2 idam ile her biri için 20-30 yıla kadar varan hapis cezaları istenen 18'i erkek, 2'si bayan olan bu müslümanların ilk duruşmaları İstanbul DGM'de, 10 Mayıs 1993 Pazartesi günü yapıldı.

Birçok müslüman duruşmayı izlemek için erken saatlerde Gülhane Parkı önündeki DGM binası etrafında toplanmaya başladı. Ancak polis toplananlara müdahale etti ve ilk elde 10 kişiyi gözaltına aldı ve bu kişileri günün geç saatlerine kadar nezarethanede tuttu. Ancak buna rağmen duruşmayı en başta tutukluların yakınları, savunma avukatlarının yanında duruşmayı takip etmek isteyen diğer avukatlar ve yüzlerce müslüman izlemeye çalıştı. Duruşmaya basının ilgisi yüksekti. Tutuklular İslami Hareket Örgütü üyesi ve bazı faili meçhul cinayetler ile ilgisi olmak hususunda iddia makamının suçlamalarını reddettiler. Emniyette verdikleri ifadelerin işkence altında ve yapılan telkinler doğrultusunda alındığını, savcılık soruşturmasında da yapılan işkencelerin psikolojik etkisinin ifadelere yer yer yansıdığını ifade ettiler. Ve bu ifadelerini tümden reddettiklerini beyan edip, kendilerine işkence uygulayan ve uygulatan emniyet görevlileri, ilgili Cumhuriyet Savcısı ve kendilerini işkence altında alınan ifadelerle yargı önüne çıkmadan kamuoyuna suçlu ilan eden Show TV ile Uğur Mumcu hakkında suç duyurusu talebinde bulundular.

Savunma avukatları sanıklara emniyette yapılan işkenceleri belgeleyen Adli Tıp raporlarını mahkeme heyetine sundular ve suçlamayla ilgili hiç bir delilin olmadığını ve bu kadar insanın haksız yere suçlu ilan edildiği ve mağdur duruma düşürüldüğünü belirttiler. Sanıkların tahliyesini isteyip, işkence yapanlar hakkında suç duyurusu talebinde bulundular.

Sanık ifadeleri ve avukat savunmaları alındıktan sonra 10 saatten fazla süren duruşmaya, karar vermek üzere ara verildi ve saat 20.30'da açıklanan karara göre, başta İslami Hareket Örgütü merkez yürütme heyeti üyesi olmakla suçlanan ve hakkında 20 yıldan fazla hapis cezası istenen Av. Hüsnü Yazgan olmak üzere 11 kişinin tahliyesine hüküm verildi ve ikinci duruşma tarihi 28 Haziran 1993 Pazartesi günü olarak açıklandı. Tahliye edilen diğer tutukluların isimleri şunlardı: Muhyittin Yıldırım, Habib Yıldız, Mehmet Sait Ekmen, Serdar Altun, Adnan Günaydın, Mehmet Can Direk, Mehmet Şah Çınar, Yusuf Altın, Sait Ergin, Ali Akyüz.

Duruşmada ilk savunmayı idamı istenen Mehmet Zeki Yıldırım yaptı ve özetle şunları söyledi:

"Bir gün sabah erkenden alındım. Bana hiç bir yerde gözaltına alındığıma dair resmi kaydım olmadığını, yakalandığımdan hiç kimsenin haberi olmadığını defalarca söylediler. Ve tanıdığım isimlerden benim bir örgüt olduğumu, bir örgüte mensup olduğumu iddia ettiler. Bütün bunları kabullenmezsem, beni öldürüp bir kenara atacaklarını ve bundan kimsenin haberi olamayacağını ve kimsenin de bunu ispatlayamayacağını söylediler. Dediğim gibi bunlar benim yakalanmama dair hiç bir belgenin olmadığını, kendilerinin devlet olduğunu, kendilerinin kanun olduğunu ifade ederek benim öldürüleceğime dair bir takım tehditlerde bulundular. Daha sonra bir gün erkenden neresi olduğunu bilmediğim bir yere götürüldüm. Ve yolda beni götüren insanlar sürekli olarak alay ettiler. "Nereye gittiğini biliyor musun? Vasiyetini yaptın mı?" diye alayvari sorular sordular. Daha sonra bu şekilde uzun bir süre yol aldık. Dağlık ve ormanlık bir alana götürüldüm. Burada kesinlikle öldürüleceğimi sandım. Öyle düşündüm, çünkü tüm tehditleri bu noktadaydı. Daha sonra bana yine örgüt olup olmadığımı, bu örgüte mensup insanları tanıyıp tanımadığımı, bunları bana söyleyip söyleyemeyeceklerini daha önceden memleketimden tanıdığım bir takım insanların benim kod adları kendilerine isnad ederek örgüt olduğumu kabul edip etmeyeceğimi söylediler. Etmediğim takdirde o bölgede karlar üzerinde çırılçıplak soyularak öldürüleceğimi söylediler. Karın üzerine çırılçıplak soydurularak bırakıldım. Ellerim kelepçeli bir şekilde tekrar burada askıya alındım ve neticede bana dediler ki, burada bu bölgede bir ceset var. Bu cesedin faili olduğunu kabul etmeni istemiyoruz. Ancak bu cesedin yer tespiti için bir heyet halinde geleceğiz. Sen bunu söyleyeceksin. Diyeceksin ki sözü edilen bu örgüt bu adamı kaçırmış, buraya getirmiş, burada gömmüştür. Sen de bunu kabul edeceksin. Eğer kabullenirsen sana hiç bir şey yapmayacağız. Seni öldürmekten de vazgeçeceğiz. Ben yapmadığım bir suçu ne diye kabulleneyim dedim. Daha önce de siz bana bir süre işkence yaptınız. Bu işkenceler de ölümün bir parçası değil mi? dedim. Bunun üzerine, bunu senin öldürdüğünü söylemiyoruz, ancak elimizde bir takım bilgiler var. Bu bölgede, bu sözü edilen yerde bir ceset var. Bunun çıkarılması için bize birisi lazım. Sen öldürdün demiyoruz. Heyet halinde geldiğimiz zaman bu adamı buraya gömdüm. Bunu örgüt yaptı demeni istiyoruz dediler. Bunu kabul etmeyince tekrar çırılçıplak karların üzerinde yatırıldım ve birisi silahını şakağıma dayayarak, ya bunu kabullenirsin, ya seni öldürürüz, dedi..."

Bütün sanıklar kendilerine çok ağır işkenceler yapıldığını söylediler ve işkencelerin ayrıntılarını aktardılar. Elektrik vermeden, organların sıkılmasına, Filistin askısından falakaya, soğuk su banyosundan ıslak vücudu rüzgara tutmaya, kulak dibinde silah sıkımına kadar...

Sanıklardan Mehmet Kaya, savunmasına "Gözaltında bulunduğum 24 gün içinde yaşadığım işkencelerden dolayı bütün Türkiye halkı adına utanıyorum." ifadeleriyle başladı.

Kendi işletmesi olan basın bürosunun arandığını ve personelinin büroda olmadığını görünce bizzat kendisinin Fatih'teki polis karakoluna müracaat ettiğini ama karakolun olay hakkında bir bilgisi olmadığını belirtince, Pazar gününden sonra olayı öğrenmek üzere Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü'ne gitmeyi planladığını söyledi. Ancak o akşam saat 23.00'te evinden gözaltına alındığını ve İslami Hareket Örgütü üyesi olarak suçlandığını ve işkence gördüğünü ifade edip şunları söyledi:

"Onlara, benim bildiğim İslami hareketin İslam'ın doğuşundan beri Hz. Muhammed'den günümüze kadar gelen İslam adına yapılmış genel çabaların hepsinin ismi olduğunu söyledim. Nasıl ki bu ülkede Marksist sol hareket varsa, sosyal demokrat hareket varsa İslami hareket de vardır. Ve ülkede bulunan bütün müslümanların bu çabada yer aldığını söyledim. Ancak bunun bir örgüt olmasının mümkün olmadığını da belirttim. Kendileri de şunu bana defalarca söylediler. Tamam siz bir örgüt değilsiniz. Ancak bir örgüt olmayı kabul etmeniz icap ediyor."

CMUK çerçevesinde müvekkilinin çağrısı üzerine evine giden, müvekkilinin evinde bulunan polislerce gözaltına alınan ve İslami Hareket Örgütü üyesi olmakla suçlanan Av. Hüsnü Yazgan yazılı olarak yaptığı savunmasında şunları söyledi:

"Savunmam, insan hakları, hukuk reformunun sıkça gündeme getirildiği ve siyasi iktidarın da bu kavramların gölgesine sığındığı bir dönemde avukat olarak müdahale ettiğim bir olayda sanık durumuna nasıl düşürüldüğümün bir ifadesi olacaktır.

Bu nedenle buradaki ifadelerim bir savunma değil, müdafaa makamından sanık durumuna nasıl düşürüldüğümün bir arzuhalidir.

(...)

İlk defa bu dava konusunu soruşturmalıyız. DGM Başsavcısı'nın da bizzat basın açıklamalarında belirttiği gibi olay kamuoyunu sarsacak şekilde yanıltıcı ve gerçeklerin hilafına getirilmiştir. Faili meçhul cinayetlerin faillerinin yakalandığı, silahların gösterilen operasyonlar sonucu ele geçtiği, birçok olayın çözüldüğü yolunda demeçler verilmiştir. Soruşturmanın saptırılmasında medyanın payı da göz ardı edilemez. Medya, yargılamayı yönlendirmek ve 500 günlük vaatlerini gerçekleştirmeyip prestij kaybeden siyasi iktidara itibar kazandırmak amacıyla gerçek dışı pek çok olay hazırlamıştır. Uğur Mumcu olayı da hazırlanacak senaryolara uygun bir ortamın oluşmasına sebebiyet vermiştir. Polislerce işkence altında alınan bazı ifadeler gazetelerde tefrika edilmiştir. İşkenceyle dikte ettirilen bazı çekimler özel bir TV kuruluş olan SHOW TV'de saptırılarak kamuoyuna yansıtılmıştır. Bu, henüz dava açılmadan ve mahkemede yargılama neticesi bir karar verilmeden suçlu ilan edilmek suretiyle de yargılamayı yönlendirmeye yönelik bir davranıştır. Sözü edilen TV'ye bu çekim kaydını kim, nasıl verdi? Satıldıysa bedelini kim ve ne şekilde aldı? Soruşturmayı yürüten savcı buna niye müdahale etmedi? Soruşturmanın ve demeçlerin tek dayanağı olan polis ifadelerinin bir senaryo olduğu ve işkence altında alındığının kabul edilemez olduğu ki şimdiye kadar söylenilen ifadelerde savcılık ifadelerinde ve hakim önünde verilen tutuklamayla ilgili sorgulamalarda açıkça ifade edilmiştir. Bu senaryonun tek dayanağı bunlardır. Yine aradığını bulamayan ve suçlamalarla ilgili hiç bir delil elde edemeyen soruşturmayı yürüten savcının basına yaptığı açıklamada ortada örgüt yoktur. Deliller suçlama için yeterli değildir, demiştir.

Yazdırdıkları hayat hikayemde çocuğumun adının Azad olduğunu yazmıştım. Bu nedenle ilk sorgulamamda neden çocuğuma bu ismi verdiğimin hesabını benden sormaya başladılar. Akabinde gözaltında bulunduğum süre içerisinde bana bu isimle hitap edeceklerini söylemeleri üzerine ismimle hitap edilmesini istedim. Bunun üzerine burada bizim kurallar geçerlidir. Bizim dediklerimizi kabul etmek zorundasın deyip beni ayrı bir odaya aldılar. Burada yine diğer tanıkların ifade ettikleri gibi, çırılçıplak soydurup filistin askısına vb. bir takım askılara alındım. Hatta filistin askısı dedikleri askıya arkadan bağlandım. Bir tarafta sigara dumanları, öbür tarafta soru üstüne sorular, şoklar, elektrik şokları... Ve ben o günden buraya gelinceye kadar da bütün sinirlerim tahriş olmuş durumdaydım. Hareket edemez bir haldeydim zaten. Bu askılar ve devam eden işkencelerden sonra yine öldürme tehditleri ve benzeri bir takım tehditleri ileri sürdüler. Bu sırada kendilerine öldürün dediğimde, öldürmenin kolay yol olduğunu ve öldürmenin en kolay kurtuluş yolu olduğunu ifade ettiler. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, söylenenleri kabul etmemem halinde eşimi getireceklerini ve ona da aynı tehdit ve muameleleri yapacakları tehditlerini savurmaya başladılar."

Tahliye edilen sanıklardan 1973 doğumlu Habib Yıldız ise, örgüt üyesi olarak devleti yıkıp yerine dini esaslara dayalı bir düzen kurmak suçlaması karşısında şu ifadelerde bulundu:

"Ben müslümanım. Ve müslüman olarak devletin temelinin Kur'an'a dayanmasını, dini temelli bir devlet kurulmasını istiyorum. Ancak bunu örgütsel olarak düşünmüyorum."